27 yaşındadır Halil Şıltak. 2012’de girdiği TSK’da Piyade Uzman Çavuş olmuştur.
Evlidir Halil Şıltak ve 9 aylık bir kızı vardır. Kızının adı Işıl’dır.
Bayramda izin kullanıp köyünü ziyaret edecektir Halil Şıltak. Ha bugün, ha yarın...
1 Eylül Dünya Barış Günü’nde şehit düşmüştür Halil Şıltak.
Festivalin başlama vuruşundan bir gece önce Zeytinli’ye ulaştım. Otele çantayı attıktan sonra, biraz atıştırmak ve benim gibi erkencileri gözlemlemek için sahile indim.
Zeytinli’nin normal tatilcileri olan emeklilerin ve yöre gençlerinin takıldıkları çay bahçesi/müzikhol kırması mekâna oturduğumda yerel bir grup sahne almaya hazırlanıyordu.
Sahnedeyken çalan cep telefonunu cevaplayan, çoğunlukla arabesk klasiklerini söyleyen sempatik solistin, “Rock diyorsanız rock, o da var bizde” diyerek Erkin Koray’a sıçraması üzerine “Festival an itibariyle başlamıştır benim için. Çok yaşa ey rock’n roll!” dedim ve metalci selamı verdim.
Bölgede ciddi bir tabanı bulunan ülkücülerin metalci selamımı ülkücü selamıyla karıştırmaları sayesinde üstüme ummadığım bir hürmet bakışı huzmesi indiğini de eklemeliyim.
“Tarla bakmaya gelmiştim” diyemez gülerdik ve o dakika kodesi boylardık.
Ama Adil Öksüz için olaylar bambaşka gelişmiş, gelişti, gelişiyor...
Adil Öksüz’ün adını 15 Temmuz’un ardından öğrendik. “FETÖ’nün sır kutusu”, “Hava Kuvvetleri imamı”, “Darbenin planlayıcısı”, “Genelkurmay Başkanı’nı Gülen’le konuşturmayı teklif etti” gibi başlıklar sayesinde tanıdık.
Darbe sonrası, darbe merkezine yakın tarlada yarı çıplak bulunan ve “Tarlada bulundum” savunmasıyla yırtabilen tek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak ansak yeridir Adil Öksüz’ü.
Bu soruya, “Ne oluyor bize?”ye kapı aralayan hadise eşi tarafından terk edilen şahsın bir binanın 8’inci katına çıkıp “Canıma kıyacağım” demesi değildi.
Arkadaşları ve polislerin ikna çabaları işe yaramış ve vatandaş vazgeçirilmiş neyse ki.
Soruyu tetikleyen asıl hadise, “Eşim çocuğumla birlikte evi terk etti. Onları bir daha görememekten korkuyorum” diyen adamın intihar girişimini görüntülemeye ve internet üzerinden canlı yayınlamaya karar veren vatandaşların tavrıydı.
Bir insan yaşadığı travmayla başa çıkamamış ve canına kıyacak noktaya gelmiş, sokaktan geçen vatandaş “akıllı telefon” mesafesinden izlemek ve yayınlamaktan, karşılığında da “like” almaktan öte tavır sergileyemiyor.
Stratejinin derinliklerinden kopup gelen analizinde “Suriye’deki sancılı sürecin çok uzun sürmeyeceğini” öngördükten sonra takvim veriyordu Sayın Davutoğlu:
“Biz Suriye’de bütün alternatifi deneyerek bugünlere geldik ama bu sancılı sürecin çok uzun süreceğini düşünmüyorum. Artık bu süreci yıllarla ifade etmek yerine aylar veya haftalarla ifade etmek gerekir...”
Tespitin isabet oranı ortada...
Yoğun trafiği aşıp gazeteye ulaşmak için Bağcılar’ın ara sokaklarında ilerlerken, önümüze çıkan aracın arka camında IŞİD bayrağı gördüğümü “sandım” bir an.
“Sandım” dediğime bakmayın, net ve sarih bir şekilde IŞİD bayrağıydı işte...
Ama gündüz gözüyle bu kadar pervasızca bayrak dalgalandırarak filan gezmenin mümkün olmayacağını düşünmeyi tercih ettim ve “Yok artık canım, bana öyle gelmiştir” dedim.
Şaşırmadım, tedirgin oldum.
Olmaz...
“Halkı kışkırtmakla” suçlanmış!
Neyle kışkırtmış halkı Aslı? Çok iyi, eşi benzeri zor bulunur kitaplarla mı?
“Örgüt üyesi olmakla” suçlanmış!
Resmi rakamlara göre 17 bin 480 can kaybedildi, 23 bin 781 kişi yaralandı, 600 bin kişi evsiz kaldı.
Depremin ertesi gününden itibaren demeçler uçuşmaya başladı “Ders çıkaracağız... Çarpık yapılaşmanın önüne geçeceğiz... Sorumlulardan hesap soracağız...”
Sonuncudan başlayalım. 2 bin 200 dava açıldı 17 Ağustos’taki afetin ardından, 40 kişi suçlandı, davaların tamamı 2007’de zamanaşımına uğradı ve düştü.
Felaketin 1 numaralı günah keçisi müteahhit Veli Göçer’e kaldı ihale, 2011’e kadar cezaevinde kaldı.