Paylaş
Bu soruya, “Ne oluyor bize?”ye kapı aralayan hadise eşi tarafından terk edilen şahsın bir binanın 8’inci katına çıkıp “Canıma kıyacağım” demesi değildi.
Arkadaşları ve polislerin ikna çabaları işe yaramış ve vatandaş vazgeçirilmiş neyse ki.
Soruyu tetikleyen asıl hadise, “Eşim çocuğumla birlikte evi terk etti. Onları bir daha görememekten korkuyorum” diyen adamın intihar girişimini görüntülemeye ve internet üzerinden canlı yayınlamaya karar veren vatandaşların tavrıydı.
Bir insan yaşadığı travmayla başa çıkamamış ve canına kıyacak noktaya gelmiş, sokaktan geçen vatandaş “akıllı telefon” mesafesinden izlemek ve yayınlamaktan, karşılığında da “like” almaktan öte tavır sergileyemiyor.
Olağan bir hadise diyemeyiz. “Ne oluyor bize?” sorusunu hak eden bir vurdumduymazlık, yabancılaşma, vicdan erozyonu...
Hoş, hepimizin hafızalarında tazedir henüz ama yine de hatırlatmış olayım: Daha önce benzeri intihar girişimlerinde toplanan vatandaşların “Atla! Atla!” diye tempo tuttuklarını, intihardan vazgeçilince de yuhaladıklarını biliyoruz...
Toplumun ruhsal birtakım hastalıklardan mustarip olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmek istemem, böyle bir uzmanlığım da yok ama olağan, normal bir tavır olmadığı kesin...
Travma üstüne travma yaşayan, şok gelişmeleri hava durumu raporu veya yemek tarifi gibi izleyecek kıvama gelmiş bir toplumdan daha fazlasını beklemek de haksızlık olabilir.
Alçakça bir darbe girişimini canını vererek savuşturmuş bir toplum...
Askerin, polisin, sivil vatandaşın ve mesela ana muhalefet partisi genel başkanının canına kastedecek kadar pervasızlaşmış terör örgütleri tarafından tuzak üstüne tuzak kurulan günler...
Terör örgütlerinin ardından sınırı aşıp Ortadoğu’nun bulanık sularına ayıklanan, yeniden kurgulanan bir orduyla daldığımız günler...
Devlet iradesinin yakın geçmişteki aymazlığına, yakın geçmişe kadar koynuna sığıştırıp beslediği yılanlar tarafından nasıl ısırıldığına hayret etmekten yorgun düştüğümüz günler.
İçişleri Bakanı’nın “81 ilin 74’ündeki emniyet müdürlerinin terör örgütü üyesi olduğunu” söylemesi normal bir hal midir?
Normal karşılanabilir mi? Birilerinin siyasi sorumluluk üstlenmesi beklenmez mi? Olağan bir hal midir bu?
Daha tazeden bir haber... Bazı büyükelçiler FETÖ üyesi oldukları gerekçesiyle tutuklanarak cezaevine gönderildi.
İçlerinden birini şöyle tanıtıyordu haberler:
“Darbe girişimine ilişkin soruşturma kapsamında eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde özel kalem müdürü olan ve 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dış politika başdanışmanlığını yapan eski büyükelçi Gürcan Balık ile görevden alınan büyükelçiler Ali Fındık ve Tuncay Babalı tutuklandı. Balık’ın, 2013’te dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Fetullah Gülen’in görüşmesine aracılık eden isim olduğu öne sürülmüştü.”
Normal midir Allah aşkına bu durum? Her şey bir yana, bir Dışişleri Bakanı’nın (kaldı ki başbakanlık da yaptı) bir cemaat lideriyle görüşmek için büyükelçiyi aracı olarak kullanmış olması olağan bir hal midir?
Niyetim Davutoğlu’nu günah keçisi ilan etmek değil. Yaptığı iddia edilen görüşme elbette zırva ama tek sorumlu o değildir herhalde.
Nihayetinde darbe girişimine kadar uzanan bir felaketler zinciri adım adım gelirken görmemiş olmanın, fark etmemiş olmanın bir siyasi sorumluluğu yok mudur?
Olağan bir sabaha uyanmayalı, kazasız belasız, ölümsüz skandalsız bir güne uyanmayalı ne kadar uzun zaman oldu farkında mıyız?
Dağ dayanmaz bu gündeme, nereye bakacağına, neye kahrolacağına, ağlayacağına şaşırmış bir toplumun ruh hali nasıl olabilir ki?
Olağan bir gün yaşasak, sadece bir günü kendi küçük dertlerine ayırma lüksünü bahşetse bizi yönetenler ne yapacağımızı şaşıracağız neredeyse...
Olağan bir gün, olağan bir hal lazım bize acil tarafından...
Acil tarafından...
Paylaş