Yanlış anlaşılmasın... Elbette böyle kritik bir süreçte stada seyirci alınmaması çok doğru karardır; ancak hemen hemen tüm Avrupa’da olduğu gibi maçların tamamını ertelemek daha doğru bir karar olurdu, bunu da belirtmek gerekir. Maskeyle seyredilse yeridir denilecek, eldivenle bile dokunmak istemeyeceğimiz, hafızalardan kolonya veya dezenfektan marifetiyle silinmesi gereken türden bir ilk yarı izledik öncelikle... Çok heyecan ararsanız Onyekuru, donk, Feghouli, Seri gibi isimlerin ‘pozisyonumsu’ girişimleri vardı Galatasaray açısından bu süreçte. Beşiktaş ise 0 (yazıyla sıfır) şutla tamamlamıştı ilk yarıyı.
TEDİRGİN İSTEKSİZ
Futbolcuların tedirginliklerini, isteksizliklerini sadece istatistikler üstünden okumaya gerek yok, yüz ifadeleri olayı özetliyordu. İkinci yarıda manzara değişti mi peki? Bu soruya cevap olarak “eh işte” diyebiliriz. Belhanda’nın yerine oyuna giren Ömer bariz bir şekilde Galatasaray’ın hücum organizasyonlarını zenginleştirdi.
HEYECAN FAKTÖRÜ OYUN DIŞI
Yine topa ve maça daha fazla hâkim olan taraf, yine daha fazla pozisyon yaratan ve golü zorlayan taraf bariz şekilde Galatasaray’dı ancak heyecan faktörü oyun dışı kalmıştı bir kere işte. Maçın/maçların oynanması kararı hakkında görüşler değişik olabilir, bütün argümanlara da saygı duyarım... Ancak bu kadar tatsız tuzsuzunu seyretmemiş bir futbolsever olarak derbinin yarattığı his için gönül rahatlığıyla “Oynanmasa da olurdu” derim... Başta sahadaki oyuncular olmak üzere herkese geçmiş olsun...
Ertelenmesi pek mümkün olmayan seyahat sırasındaki izlenimlerimi “koronavirüs” günlerine küçük bir katkı olabileceği düşüncesiyle sizlerle de paylaşayım...
Seyahat günü gelip çattığında (6 Mart) havaalanında günün modasına uygun vaziyette, “tam teçhizatlı kameraman Cevat Kelle” toplanıldı.
Maske ve dezenfektan görevini üstlenen spreyler hazır vaziyette gidilen havaalanında “yanılma payını göze alarak” yolcuların yüzde 30 kadarının maske taktıklarını gözlemledim öncelikle.
Maskenin ilk feda edilen obje olduğu gerçeğiyle kısa sürede ekibimiz de yüzleşti.
Kimi “sıkıntıdan”, kimi “kaşıntıdan”, kimi “Yav zaten bunu hastalanmamak için değil, hasta olursan yaymamak için takman gerekiyor” argümanına sığınarak maskeyi fora ettiğinde henüz uçak körükten ayrılmamıştı.
Elbette ıslak mendillerle ve adı “fıs fıs” olarak kısaltılan dezenfektan özellikli spreylerle oturulacak koltuğun kolları, tepsisi vesairesi silindi, kafalar da kapüşon veya şapkayla korundu.
Seyahat süresince (9 Mart gecesi dönüldü) en sık kullanılan tedbir “fıs fıs” olarak kaldı. Dönüşte havaalanına kadar maske takanı görmedim.
Maske takan görmedim demişken... Viyana’da da, Bregenz’de de Augsburg’da da Münih’te de pek maskeyle dolaşana rastlamadım.
Donald Trump’ın Cumhuriyetçilerin adayı olması kesin, peki hangi babayiğit dikilecek meşhur perçeminin karşısına?
Henüz sonuçları kesinleşmese de “Süper Salı”ya bakarak bu sorunun cevabını tahmin edebiliriz.
“Süper Salı”, başkanlık adaylarını belirlemede en kritik tarih olarak kabul ediliyor. En fazla eyalette önseçim yapılan gün ve bu günün galibi de büyük ölçüde başkanlık yarışına girmeyi garantiliyor.
Yazıyı teslim etmem gereken saatte net sonuçlar duyurulmamıştı ancak “Süper Salı”nın galibi olarak ilan edilen kişi Joe Biden’dı.
Joe Biden tanıdık bir sima, eski başkan yardımcısı.
Türkiye’ye gelmişliği ve o dönem Hürriyet’e İrem Köker’in not düştüğü gibi şunları yapmışlığı var:
“Ankara’da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile kucaklaştı.
Toplum Suriye’de şehit düşen askerlerin acısını iliklerine kadar hissediyor...
Herkes üzgün, herkes biraz sessiz, sarsılmış, biraz endişeli.
Ve öfkeli...
Bugün “demode” veya eksik bulanlar çıksa da “ölüm” üzerine yıllarca çalışmış kıymetli psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross’un “yasın 5 evresi” bir klasiktir.
Ölüm kapıda belirince kişinin yas evresini beş aşamada yaşadığını öne sürer “Kübler-Ross modeli”:
İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon, kabullenme...
Bu formülü toplumlara uyarlarsak, Türkiye’nin geniş bir bölümünün öfke aşamasında kilitlenip kaldığını söylemek de mümkün.
Büyük bir acıyla, kayıpla karşılaştığında önce yaşadığı gerçekliği inkâr edecek hale geliyor, yaygın ifadeyle şoke oluyoruz, sonra hemen öfkemizi salıyoruz.
İki teknik adam da maç öncesinde verdikleri röportajlar da yaşanan büyük acıyı paylaşan samimi açıklamalarda bulundular. Maçlar bu acıya rağmen, ‘aksi bildirilmedikçe’ mecburen oynanıyor, futbolcu sahaya çıkıp işini yapmaya çalışıyor, biz de seyrediyoruz ve işimiz gereği görüş bildiriyoruz. Neler görüyoruz peki dün geceki maça bakınca?. Zoru kolay kılan bir erken gol görüyoruz... Tribün 3 dakikalık sessiz saygı duruşunu sürdürürken geldi gol.
YİNE ÖMER-DONK İŞ BİRLİĞİ
Geçen hafta Fenerbahçe deplasmanında olduğu gibi açılışta Ömer Bayram ortaladı, Donk kafayla golü attı. Ligin asist kralı görevini yaptıktan sonra takımın gol kralı da görevini yaptı. İkinci gol, ligin ikinci yarısında küllerinden doğan Mariano’nun pasında Falcao’dan geldi. Bu ikinci golde Feghouli’nin Mariano’ya verdiği müthiş uzun pasa ayrıca dikkat çekmek gerekir. Feghouli, Falcaou’yu üçüncü golde ise direkt asistle besledi. Falcao gol sayısını artırarak özgüvenini de yükseltiyor.
İÇİMİZ YANIYOR
Fatih Terim yine 72’nci dakikaya kadar yine değişiklik yapmadan takımı sahada tuttu, galibiyet serisi 8 maça çıktı, Andone döndü ve özetle Galatasaray oynaması gerektiği gibi, oynaması gerektiği kadar oynayarak, iyi oynayarak kazandı. Ligin ikinci yarısı başlarken Galatasaray’ın önüne arkasına bakmadan koşması gerektiğini not düşmüştüm. Koşuyor Galatasaray.... Maçta ve lig yarışında işte bunlar oluyor... Ama bütün bunlar olurken içimiz yanıyor; hem de nasıl biliyorsunuz işte... Milletçe başımız sağ olsun...
Kaybeden tüm iddaa kuponlarına %3'e varan iade sadece Misli.com'da, katılmak için buraya tıklayın!
Hani “Gör de inanma” deriz ya, işte o tarzdaki hadise biri AKP’ye diğeri CHP’ye mensup iki milletvekilinin karşılıklı oynamalarıydı!
Peki nerede gerçekleşmişti bu hakikaten nadir birlik, beraberlik ve göbekçilik gösterisi?
Sinop’ta elbette, ya nerede olacaktı?
Balıkçıların av yasağının kalkmasıyla birlikte denize açılmalarını bir şenlikle kutlayan Sinop’ta, AKP’li vekil Dr. Nazım Maviş ve CHP’li vekil Barış Karadeniz karşılıklı oynamış, ardından “Vira bismillah!” denilmişti.
Gerginlik bağımlısı haline gelmiş bir memlekette bu aslında çok normal karşılanması gereken ancak görsek de inanamayacak hale geldiğimiz kutlamanın Sinop’ta yaşanması tesadüf olarak değerlendirilemez.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), şehirlerimizin mutluluk düzeylerini değerlendirdiği raporunda yine Sinop’u birinci sırada duyurdu.
Rapora göre önceki yıllarda da “en mutlu şehir” çıkan Sinop’ta yaşayanlar yüzde 77.66 oranında mutlu olduklarını söylüyor.
200 bin civarında bir nüfus barındıran,
Bazılarının bayıldığı ve sofraya serpilen tabaklar gibi saatlerce yayıldığı, benim gibi bazılarının gereksiz, tuhaf, biraz görgüsüzce bulduğu bir uygulama.
Türk işi “brunch” veya masaya/kişiye özel açık büfe olarak değerlendirilebilecek uygulamanın faturası gidilen mekâna, seçilen ürün kalitesine ve tabak sayısına göre kişi başına 300 TL’yi bile aşabiliyor...
Serpme kahvaltıyı estetik veya “gastronomik” açıdan nasıl değerlendireceğiniz elbette siz kalmış ancak israfı tetiklediği kesin, kim yiyecek, bitirecek o kadar çeşidi?..
Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Aziz Akgül, dün okuduğum bir haberde durumu şöyle değerlendiriyordu:
“...Sadece serpme kahvaltı kültüründen dolayı (yıllık) 100 milyar lira civarında bir israfa sebep olunuyor. Toplam gıda israfı ise 214 milyar liraya tekabül ediyor...”
Rakamlar biraz izaha muhtaç gibi duruyor, toplam gıda israfının yarısına yakınını serpme kahvaltıya bağlamak konusunda pek ikna olmadım ama neticede büyük bir israf olduğuna eminim...
İsrafı hoş karşılayan bir kişi veya kurum yoktur elbette. Devletin yüksek kademeleri, sorumluluk hisseden kurumları kampanyalar düzenler, topluma bilinç kazandırmaya çalışır vesaire...
Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı...
Bana sorarsanız hepsine birden acıyalım ve hesabını da bir zahmet soralım...
Ankapark’tan bahsediyorum...
Bir “mega proje” olarak gündeme paldır küldür giren ve Atatürk Orman Çiftliği’ne babasının çiftliği gibi dalan zihniyet tarafından 1.3 milyon metrekare alana kurulan Ankapark’ın kapısına kilit vuruldu.
Yavuz Alatan imzasıyla, “750 milyon dolar harcanan Ankapark kapatıldı” başlığıyla dünkü Sözcü’de yayınlanan haber “Bunun adı Hebapark olmalıydı” dedirtecek türdendi.
Dönemin belediye başkanı Melih Gökçek’in “Yılda 10 milyon turist getirecek” diyerek savunduğu Hebapark’ın macerasını hatırlamak ister misiniz?
2013’te gündeme yerleşti Ankapark projesi. Avrupa’nın, belki dünyanın, belki Samanyolu’nun, belki uzay boşluğunun en ama en büyük eğlence parkı olacaktı.
65 metrelik bir dinozor heykeli vardı mesela, Guinness Rekorlar Kitabı’na aday gösterilen...
15 adet