Paylaş
Toplum Suriye’de şehit düşen askerlerin acısını iliklerine kadar hissediyor...
Herkes üzgün, herkes biraz sessiz, sarsılmış, biraz endişeli.
Ve öfkeli...
Bugün “demode” veya eksik bulanlar çıksa da “ölüm” üzerine yıllarca çalışmış kıymetli psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross’un “yasın 5 evresi” bir klasiktir.
Ölüm kapıda belirince kişinin yas evresini beş aşamada yaşadığını öne sürer “Kübler-Ross modeli”:
İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon, kabullenme...
Bu formülü toplumlara uyarlarsak, Türkiye’nin geniş bir bölümünün öfke aşamasında kilitlenip kaldığını söylemek de mümkün.
Büyük bir acıyla, kayıpla karşılaştığında önce yaşadığı gerçekliği inkâr edecek hale geliyor, yaygın ifadeyle şoke oluyoruz, sonra hemen öfkemizi salıyoruz.
Sosyal medyaya, konvansiyonel medyaya, günlük siyaset diline sızan öfke, yasımızın gerektirdiği sessizliğe yakışmıyor.
Demeçlerde, kürsülerde, “tüvit”lerde, ekranlarda, köşelerde, berilerde öfke kusuyoruz birbirimize, ölçüyü kaçırıyoruz.
Ölçüyü kaçırmak derken, alın güya araştırmacı olarak tanıdığımız Adil Gür’ün “Türkiye-Rusya ilişkileri” üzerine ekranda ettiği çirkin lafa:
“Ayıdan post Rus’tan dost olmaz. Stüdyodaki ve ekran başındaki tüm kadınlardan özür dileyerek söylüyorum, Ruslardan başka türlü dost olur sadece...”
Günlük siyaset figürleri yaşanan yasın sebebi olan krizi “yakan top” gibi birbirinin üstünde atmak telaşında...
Sığınmacıların, mültecilerin sınırda yaşadıkları dram ortadayken yardım çağrısı yapanlara ırkçılığın daniskası şekilde saldıranlar çıkıyor...
Yas tutmanın öfke aşamasına geldiğimizde oracıkta kalıyoruz...
Öfke bizi kuşatıyor ve mantıklı/mantıksız soruları, toplumun hak ettiği doğru cevapları baskılamaya yarıyor.
Yasımız bile bu öfke ortamına yenik düşüyor...
Paylaş