Hisseleri üç yıl önce Fransız Groupe Rocher’e satılan Flormar markasının reklamının sloganı bu...
Kadınların iş hayatında her şeyi yapabileceğini vurgulayan ve reklamda Hazar Ergüçlü’nün dillendirdiği bu slogan, bugünlerde makyaj yapan değil o ürünleri üreten kadın işçiler tarafından kullanılıyor. Neden mi? Çünkü Flormar’ın Gebze Organize Sanayi Bölgesi’ndeki fabrikasında ücretlerinden ve haklarından memnun olmayan 350 kadın işçiden 120’si sendikalaşmaya karar verince iddialarına göre işten atıldılar.
İDDİALI HEDEFLERFlormar, Türkiye’nin büyütüp hisselerini uluslararası bir deve sattığı başarılı markalardan biri. Milano’da kurulan marka 1970’de Şenbay ailesi tarafından satın alınarak Türkiye’de üretime başlıyor. Bugün dünyanın 93 ülkesinde 250 şehrine yayılan 650 mağazaya sahip. 2012’de ise yüzde 51 hissesi dünya devi Fransız Groupe Rocher tarafından satın alınıyor. Yves, Jacques ve Bris tarafından kurulan Rocher Grubu’nun 9 büyük markası arasına Türkiye’de pazar payı yüzde 21 olan Flormar da giriyor.
Fransız Rocher ailesi üç kuşaktır, doğal kozmetik üretiyor. Yüzde 99 oranında ailenin kontrol ettiği grup, 110 ülkede faaliyet gösteriyor. Grubun başında 2010’dan beri Bris Rocher bulunuyor. Kullandığı tüm bitkiler, Fransa’da organik biçimde yetiştiriliyor. Ormansızlaştırmaya karşı bir vakıfları da var. Kurumsal Sosyal Sorumluluk politikaları kapsamında da iddialı hedefleri bulunuyor: Buna göre 2020’ye kadar grup genelinde enerji tüketimini yüzde 10 azaltıp, yenilenebilir enerji kaynaklarının payını yüzde 30’a çıkaracak, cinsiyet eşitliği için çalışıp, 5 yılda bir milyon kadına istihdam ve eğitim sağlayacak, engellilerin iş yaşamına katılımını teşvik edecekler.
BİR AYDIR SÜRÜYORAncak iş Türkiye’ye Gebze’ye Yves Rocher’in büyük ortağı olduğu Flormar fabrikasına gelince, bu pembe tablo birdenbire kararıyor. Gelişmeler şöyle: İşçilerin sendikalaşma çalışmaları Türk-İş’e bağlı Petrol İş tarafından ocak ayında başlatılıyor. Yeterli çoğunluk sağlanınca Çalışma Bakanlığı’ndan yetkili sendika olduklarına dair onay alınıyor. Ancak iddialara göre Flormar yönetimi sendikalı olan işçileri işten çıkarmaya başlıyor. Önce 85 işçi çıkarılıyor daha sonra destek verenlerle birlikte bu sayı 120’yi buluyor.
Flormar işvereni açıklamalarında çalışanların yasal dayanak olmadan iş durdurduğunu, iş başında olanları da yasa dışı eyleme teşvik ettiğini bu nedenle işten çıkarmaların yaşandığını belirtiyor. Eylemlerini yaklaşık bir aydır sürdüren kadınlar ise sendikalı oldukları için işten atıldıklarını söylüyor. Dediğim gibi Flormar artık bir Fransız şirketi. Uluslararası sözleşmeleri kabul eden bir şirket. Sendikalı olmak artık hem uluslararası yasalarda hem Türk yasalarında desteklenen bir hak. Petrol İş bu durumu uluslararası sendikalara bildirmiş. Uluslararası dünyadan da tepki sesleri yükselmeye başlamış. Ancak bana gelen duyumlara göre işçilerle Flormar yönetimi arasında olumlu gelişmeler var. İşçiler sadece emeklerinin karşılığını istiyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) sözleşmelerine göre sendikalı olmak bir hak. Sosyal sorumluluk duyarlılığı bu kadar yüksek bir grubun bu çelişkili tavırdan vazgeçmesi sürpriz olmaz.
SON dönemde kur artışlarının da etkisi ile şirketler yeni kredi alma ve kredilerin yeniden yapılandırılması için bankalarla yoğun mesaide. Bu trend Ülker Grubu ile başladı, Doğuş Grubu ile sürdü. Bu şirketler, büyüklükleriyle bankalarla masayla oturma imkânına sahip. Küçük şirketlerin ise işi zor. Kısa süre öncesine kadar iflas ertelemeyi zırh olarak kullanıyorlardı, şimdi ise konkordato gündemde.
Bu sistemi kullanan ilk büyük şirket Türkiye’nin en büyük inşaat şirketlerinden GAMA oldu. Konkordato ilan ederek, 4 otelini şimdilik kurtardı. İflas ertelemenin çok fazla kullanılması üzerine 7107 sayılı kanun hükmünde kararname ile uygulanmaya başlanan konkordato ile borçlarını zamanında ödeyemeyen ticari şirketler ve şahıslar borç sarmalından ve alacaklılardan bir süre için kurtulabiliyor.
10 MİLYON LİRA
Şevket Çelik, konkordato konusunda uzman bir avukat. Çelik, sistemin birçok firma için kurtarıcı olduğunu, özellikle cirosu 10 milyon TL civarında olan KOBİ’leri ilgilendirdiğini söylüyor ve anlatıyor: “Konkordatoya başvuran firma dava açıyor ve 3 aylık ihtiyati tedbir kararı aldırıyor. Hacizlerden kurtuluyor. Borçların tasfiyesi için 23 ay gerekli. Bu süre sayesinde firma alacaklıları ile masaya oturabiliyor. Banka hesapları, mallarındaki hacizler kalkıyor. İpotekli malların satışı duruyor.”
MASRAFLI BİR İŞ
Çelik’in dikkat çektiği önemli bir sorun var. 23 ayın yeterli olmadığını söylüyor ve 36 ayın uygun olacağını ekleyerek şu uyarıyı yapıyor:
“Konkordato aslında masraflı bir iş. 10 milyon TL’nin altında cirosu olanların başvuracağı bir sistem değil. İlanı için alacaklıların üçte ikisinin kabulü gerekiyor. İflas kararına ise en çok alacaklı firma karar verebiliyor. Oysa alacağı için ipoteği olan banka hemen iflas isteyerek malların satılmasından yana oluyor. Borçların azalması için sürenin uzaması şart. Aksi takdirde Türkiye iki yıl sonra iflas eden fabrika mezarlığına döner. Milyonlarca insan işsiz kalır.”
Konkordatonun Avrupa’da ABD’de büyük firmaların 100 yıldır zırh olarak kullandığı bir sistem olduğunu da ekliyor Çelik.
Bu sözlerin sahibi Erdoğan Demirören, geçmişe yönelik yaptığı değerlendirmede “başarılı” olarak nitelediği iş hayatının 61’inci yılında hayata veda etti...
Demirören, Türkiye’nin kısa sanayi tarihi içinde ilk kuşak iş insanlarından biri oldu. Babası Şükrü Demirören’in kurduğu oto yedek parçacılığı yapan Kolaylık Oto’da çocuk yaşta başladı çalışmaya...
Hem iş hayatını hem de okul hayatının birlikte götürürken 1957’de babasını kaybetmesi işlerin tamamen ona kalmasına neden olacaktı. 1972’de Türkiye’nin ilk likit petrol gazı dağıtımı yapan şirketi satın almalarıyla başka bir kulvarda yürümeye başladı Erdoğan Demirören.
Türkiye’nin eski bankacılarından Bülent Şenver’in yazdığı Türkiye’nin Liderleri kitabında yer alan röportajında ilginç bilgiler yer alıyordu Demirörenle ilgili.
Röportajda Demirören iş hayatındaki yolculuğunu şöyle anlatıyordu:
“Çok küçük yaşta babamın yanında başladım. Oto yedek parçacılığı yapıyorduk. Zamanla piston fabrikası kurduk. Geniş bir aileydik. Turizme atıldık, muvaffak olamadık. Derken gaz sektörüne girdik. Türkiye’nin ilk gaz şirketini 1971’de devraldık, bu şirket gerçekte 1957’de kurulmuştu. Yaptığımız yatırımlarla gaz sektörünü, Türkiye’nin en büyük yatırımı olan bir sektörü haline getirdik. Bir anda 48 şirkete çıktık, çok genişledik. 1980’de açıklanan 24 Ocak Kararları’ndan sonra ise küçülmeye karar verdik.”
İşini sevmeyen bir insanın başarılı olmasının imkansız olduğunu da söyleyen Erdoğan Demirören, kendisinin iş hayatına bakışını ise şöyle özetliyordu:
“İşini sevmeyen bir insan işinde muvaffak olamaz. Bir zaman sonra iş, hayatın eğlencesi oluyor. Biz de işimizi öyle seviyoruz. Onsuz yaşayamıyoruz. Umuyorum ki; Allah beni son saatime kadar çalışmaktan geri koymaz. Dört günden fazla tatil, bir işadamının canını sıkar. Alışan tempo, tutkular bizi iş hayatından uzaklaştırmıyor. Tatile gitsek dahi, beynimiz işimizde kalıyor.”
TÜRKİYE ile Çin arasında dış ticaret dengesinin ne kadar bozuk olduğu malum. Türkiye’nin 2 milyar doları bulmayan ihracatına karşın Çin’den 26 milyar dolar ithalat yapılıyor. Bu dengesizlikte Çin’i suçlamak tabii ki haksızlık olur. Çin dünyanın üretim merkezi oldu, Önce taklit ürünlerle başladı şimdi ise teknolojisiyle, tasarımıyla dünya ekonomisinin liderliğine soyundu. Türkiye Çin’le bu dengesizliği gidermek için 2011’den itibaren çeşitli sektörlerde gümrük vergilerini arttırıyor, ek vergi getiriyor. Ancak tüm bu engellere rağmen Çin’den ithalat azalmıyor. 2017’de Çin’den gerçekleştirilen ithalat toplam ithalatın yüzde 10.2’sini oluşturmuştu. 2018’in ilk iki aylık verilerine göre ise bu oran yüzde 9.9.
ERTELEME TALEP EDİYORLARÇünkü üreticiler hala en uygun ara ya da mamul malı buradan bulabiliyor. Hazır giyim, ayakkabı gibi sektörlerde koleksiyon hazırlayarak ihracatta başarılı olan üreticiler de koleksiyonlarını bu pazarlardan tamamlamak zorunda.
Ekonomi Bakanlığı ihracatçı birliklerine kısa süre önce yeni bir gelişmeyi bildirdi. 18 Temmuz’da Çin Halk Cumhuriyeti menşeeli eşyaya ilişkin kayıt belgelerinde değişiklik yapılıyor. Yeni eklenen belge sayısı 15’i geçiyor. Bilgi ve belgelerin uygun görülüp görülmeyeceği ise Ekonomi Bakanlığı’na bağlı olacak.
Markalar ve üreticiler bu kararın vergilerden sonra yeni bir ithalat engellemesi olduğunu söylüyor. Ek belgelerin toparlanmasının çok zor olacağı belirtiliyor. 18 Temmuz tarihinin ise çok erken olduğu ve anlaşması yapılmış önemli miktarda siparişin bulunduğunu söylüyorlar. “Bizi dinlemeleri lazım. Çok zarar göreceğiz aksi takdirde” yorumu yapılıyor.
Eskiden üç-dört günde gümrükten çekilen malın bugün 20-25 günü bulduğu, prosedürlerin arttırıldığını söyleyen üretici ve perakende markaları bu kararlarla perakende de maliyetlerin arttığını, markalar üzerinde sürekli bir baskı olduğunu anlatıyor. Türkiye büyümek ve ihracatını arttırmak zorunda. Evet ihracatta rekorlar kırılıyor. Daha önceki gün açıklandı. Mayıs ayı artışı yüzde 12.2, yıllık ihracat 161 milyar dolar.
Ancak ihracat bir artıyorsa ithalat üç artıyor. Buna engel için sadece gümrük vergileri ya da engellemeler değil daha ciddi bir strateji gerekmiyor mu?
GAMA SEKTÖRÜ ÜZDÜ
VENEDİK
İlk bienalin tarihi 1895’e uzanıyor. Bugün sanat, tasarım ve mimarlık alanlarında her yıl dünyadan gelen farklı düşüncelere ev sahipliği yapıyor. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı ise 2007 yılından itibaren Türkiye Pavyonu’nun koordinatörü. 2014’te ise önemli bir adım atılıyor ve 21 destekçi ile birlikte Venedik’in eski tersanesi Arsenale’de 20 yıllığına kalıcı bir mekana sahip oluyor. Türkiye bu sayede ilk kez Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde de yer almaya başlıyor.
16 ÜLKEDEN 122 ÖĞRENCİBu yıl 16’ncısı yapılan Mimarlık Bienali’nin açılışı iki gün önce yapıldı. Küratör Kerem Piker’in ‘Vardiya’ adını verdiği projesi İKSV Başkanı Bülent Eczacıbaşı, Schüco Türkiye Genel Müdürü Can Eren, VitrA adına Ali Aköz, Kültür Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürü Şaban Karataş’ın katılımıyla başladı. Bu kez alışılagelmiş bir sergi yok. Filistin’den Çin’e, Mardin’den Kosta Rika’ya 16 ülkeden 122 mimarlık öğrencisi, haftalık 10’ar kişilik vardiyalarla Venedik’e gelerek, farklı temalar etrafında atölye çalışmaları geliştirecek.
Yardımcı küratörlüğünü Cansu Cürgen, Yelta Köm, Nizam Onur Sönmez, Yağız Söylev ve Erdem Tüzün’ün üstlendiği ‘Vardiya’ projesi için Venedik’te bir araya geldiğim Bülent Eczacıbaşı’na bienale katılmanın Türkiye’ye katkısını sordum. “Bu katılım, ülkemizin dünyanın en önde gelen sanat ve mimarlık etkinlikleri arasında sayılan bir etkinlikte adından söz ettirebilmesi için çok önemli” diyor Eczacıbaşı. Şu bilgileri veriyor: “Biz İKSV olarak 2004’te yurtdışında da projeler yürütmeye başladık. Amacımız, Türkiye ve global ölçekteki kültür-sanat evreni arasında kalıcı ve sürekli bir etkileşim sağlamak oldu. Kalıcı mekân tahsisi ise buradaki varlığımız için bir dönüm noktası oldu. 2034’e kadar tahsis edilen bu kalıcı mekân sayesinde Türkiye, artık her yıl katılabiliyor. Bu da düzenli ülkemizin kültür-sanat alanındaki üretim ve başarılarının yurtdışında yankı bulmasına olanak sağlıyor.”
ASLINDA GÖREVİMİZKÜLTÜR Bakanlığı’ndan açılışa katılan Telif Hakları Genel Müdürü Şaban Karataş, “Bizim yapmamız gerekeni İKSV yapıyor. Tabii ki destek vermemiz gerekir. Bu iş kültür bakanlığının asli işi” diyor. Venedik’te Türkiye Pavyonu daha şimdiden büyük ilgi görüyor. Yabancı basında Türk projesine ilişkin övgüler yer almaya başladı. Türkiye algısının bozulduğu böyle bir dönemde sanatla, mimarlıkla, tasarımla ilgili olumlu değerlendirmelerin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
BELGRAD
Genel Müdür Arzu Aslan Kesimer, çocukların sağlıklı gelişimi için spora destek verdiklerini belirterek sponsorluğun üç yıl boyunca süreceğini açıkladı.
Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da yapılan Final Four finalinde Fenerbahçe-Real Madrid maçını bir grup gazeteci ile izleyen Kesimer, ilk olarak 2004 yılında hayata geçirdiği “İçsek Büyüsek” reklam filmi ile süt ve basketbol ilişkisine önem vermeye başladıklarını söyledi. Sütün boy uzatma üzerindeki etkisini anlattıklarını söyleyen Kesimer, “2017 yılında Türkiye Basketbol Federasyonu ve NBA ile işbirliği yaparak Türkiye’de Junior NBA Ligi’nin de sponsoru olduk” dedi. Dünyanın en prestijli spor organizasyonlarından biri olan Euroleague Basketball ile işbirliği yapmayı çok önemli bulduklarını da anlatan Kesimen, şunları söyledi:
“Yapılan pazar araştırmalarına göre Avrupa’da 89 milyondan fazla EuroLeague taraftarı var. Türkiye’deki taraftar sayısı ise 21 milyon civarında. Bir sezonda 2 milyar kişi maçları izliyor, sahada maç izleyenlerin sayısı ise 2.7 milyon. SEK’in EuroLeague sponsorluğu 2017-2018 sezonundan itibaren üç yıl boyunca, Türkiye bölgesi için Turkish Airlines EuroLeague’in resmi sponsorluğunu, 7DAYS EuroCup’ın resmi sponsorluğunu ve Euroleague Basketball’un resmi sponsorluğunu kapsıyor.”
Arzu Aslan Kesimer, 3 yıl boyunca farklı pazarlama kanallarında sponsorluğu vurgulayacaklarını da belirterek “Bu iletişim sayesinde SEK’in marka bilinirliğiyle marka değerinin daha da artacağına inanıyoruz. SEK olarak ‘çocukların iyilikle büyümesini’ amaç edindik. Onların süt içerek fiziksel büyümelerini sağlarken basketbol ve takım oyunu ile sosyal gelişimlerine de katkı sağlamak istiyoruz. Bu amaçla da basketbolun SEK markasıyla birebir örtüştüğünü düşünüyoruz” dedi.
TÜRKİYE’nin önemli meslek örgütlerinde yönetim kurulları belirlenmeye başladı. Son olarak Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nde (TOBB) yeni yönetim açıklandı. Ortaya çıkan fotoğraf yıllardır kadınların çalışma hayatındaki yerinin güçlenmesini savunan biz kadınları yine üzdü. Başkan Rifat Hisarcıklıoğlu’nun beşinci kez başkanlığı kazandığı yönetim kurulunda Anadolu’nun çeşitli kentlerinden oda ve borsa başkanlarını biraraya getirmek, kurumlar arasında dengeyi sağlamak düşünülmüştü ama kadınlar akla gelmemişti. Oysa yıllardır izlediğim Rifat Hisarcıklıoğlu daha birkaç ay önce 8 Mart’ta Van’da yaptığı konuşmada “Nüfusumuzun yarısı, yani 40 milyonu kadın olmasına rağmen iş gücü dışında kalan kadın sayısı yaklaşık 20 milyon. Toprağın altında değil, toprağın üstünde muazzam bir hazine yatıyor. Kadınların eli ekonomiye değmeden hedeflerimize ulaşamayız. Her ülkenin kalkınması insan sermayesine dayanıyor. Türkiye’nin zenginleşme yolculuğunda kadınlarımıza ihtiyacımız var” diyordu.
SADECE 3 KADIN BAŞKANHisarcıklıoğlu, aslında kadınların çalışma hayatında yer alması fikrini savunan bir iş insanı. Bu konuda 2007’de Kadın Girişimciler Kurulu’nun kurulmasına öncülük etti. Bu kurulun toplantılarını da her zaman destekledi.
Ancak 1.2 milyon üyeye sahip 365 oda ve borsaya sahip TOBB’da, yeni rakamlara ulaşamadım henüz ama sanırım değişmemiştir sadece 3 kadın başkan, 5 meclis başkanı vardı. Hisarcıklıoğlu da temsiliyet oranının artacağına inandığını söylemişti. Maalesef bu seçimde de bu gerçekleşemedi. Bırakın yönetim kuruluna, yedek üyeler arasına bile tek bir kadın seçilmedi. Üstelik o kadar çok başarılı sanayici, tüccar ya da denizci kadın varken. Yıllardır sohbet ettiğimiz iş kadınları yine Anadolu odalarındaki erkek rekabetine yenilmiş, meslek örgütlerinin yönetimlerine girememişlerdi. Yani camdan tavan yine kırılamamıştı. Bu da yönetim kuruluna yansıdı.
Yıllardır Türkiye’deki kadın sorununu hem rakamlarla hem somut verilerle anlatmaya çalışıyoruz. Bir daha hatırlatayım. Cinsiyet Eşitsizliği sıralamalarında 144 ülke arasında 131’inciyiz. Kadının çalışma hayatındaki oranı yüzde 36, bu rakam Avrupa’da yüzde 51, kadın işveren oranı yüzde 8. Üst düzey kadın yöneticilerin oranı ise Türkiye’de sadece yüzde 18. Seçimleri tamamlanan örgütlerden Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu bu sınavı en başarılı geçen örgüt oldu. 142 iş konseyinin 14’ü kadın. TÜSİAD her zaman kadınların temsili konusunda duyarlı. 13 kişilik yönetimde 3 kadın var. Şimdi sırada seçim süreci devam eden Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) var. 60 bin üyeli TİM’de birlik seçimleri tamamlandı. Bakalım Haziran’da yapılacak başkan ve yönetim kurulu seçiminde fotoğraf nasıl çıkacak?
Tabii daha da önemlisi önümüzdeki seçimde Meclis’e girecek kadın sayısı. KAGİDER bu konuda bir çağrı yaparak halen 82 milletvekili ile yüzde 15 olan kadın milletvekili sayısının katlanarak artmasını istedi.
Fotoğraflarda kadın erkek eşitliği sağlanana kadar yazmaya devam...
BU FOTOĞRAF KADINLARI ÜZDÜ
TÜRKİYE 1980’lerde serbest piyasa ekonomisine geçerken bir yandan da ihracatla tanışıyordu. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın desteğiyle gündeme geldi. Amaç iş insanlarının tek başına gitmeye cesaret edemeyecekleri ülkelere kolayca gidebilmesi, gelen heyetlerin ise bir muhatap kuruluş bulmalarıydı karşılarında.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) çatısı altında 1987’de kuruldu DEİK. Bugün 137 ülkede 144 iş konseyi ile faaliyette olan bir iş insanları örgütü. Kurulduğu ilk yıldan itibaren etkinliğinin nasıl artacağı, kimin yetkili olacağı tartışmaları hep vardı. İki yıl önce TOBB çatısı altından alınıp Ekonomi Bakanlığı’na bağlandı ve başkanının bakanlık tarafından atanması kararı çıktı.
KİMSE ÖNÜMÜZDE DURAMAZ
Kurum bir süredir yeni bir yapılanma içinde. Yeni başkan Nail Olpak ise en önemli misyonunu DEİK’in etkinliğini arttırmak, kamuoyuna tanıtmak olarak belirleyip kolları sıvadı. Geçen haftalarda iş konseylerinin yeni başkanları seçimle belirlendi. Bir süredir ise televizyon kanallarında ve internet sitelerinde bir film dönüyor. Ali Koç’tan Fuat Tosyalı’ya, Alı Kibar’dan Zeynep Bodur’a 27 yönetim kurulu üyesi DEİK’i anlatıyor. Ana tema önemli “farklılıklarla güçlü olmak...” Filmde farklı işinsanları, “Birbirimizden ne kadar farklı olsak da, sınırlara hep farklı yollardan ulaşsak da, uyum içerisinde çalıştığımızda kimsenin önümüzde duramayacağımızın farkındayız. Bu nedenle bu kadar farklıyken bu kadar benzeriz” mesajı veriyor.
GÜCÜ BURADAN GELİYOR
Nail Olpak’la buluştuk, ne anlatmak istiyorlar, amaçları ne, konuştuk. Olpak, DEİK’in TÜSİAD ya da MÜSİAD gibi bir misyon kuruluşu olmadığını söyleyerek başlıyor söze. “Bu kurumlar istese de istemese de belirli bir dünya görüşünü yansıtıyor. DEİK’in yapısında bu yok” diyor. Ancak DEİK’in bilinirliği ve algısı konusunda sorun olduğunu ekleyen Olpak, “DEİK’in gücü farklılıkların bir arada olmasından geliyor” diyor ve ekliyor: “Kurucuları Türkiye’nin köşe taşı insanları. Bir Feyyaz Berker’i, bir Mustafa Koç’u atlayamazsınız. Bu mücevherin kasada saklanması olmazdı. Bugün yönetim kurulumuzda Tuncay Özilhan, Güler Sabancı, Fuat Tosyalı, Cemal Kalyoncu, Abdurrahman Kaan gibi isimler var. Bu insanların siyasi görüşleri, dünya görüşleri pek de benzemiyor. Ama orada bir sinerji var.”
İşte bu farklılığa sahip çıkmaya karar vermiş Olpak ve yönetim kurulu. “Biz bu sinerjiyi anlatan bir genel kurul filmi yapalım dedik. Biz farklılıklarımızla güçlüyüz, farklılıklarımızla uyum içindeyiz. Bence Türkiye’nin de ihtiyacı olan mesajlardan bir tanesi bu” diye devam ediyor.,
ZAMAN GÖSTERECEK