‘Aşk Ekmek Hayaller’ dizisinde oynadığını öğrenince sırf bu yüzden, geçtim televizyonun karşısına...
Bir Güney Kore uyarlaması olan dizi, “Size baba diyebilir miyim amca?” repliğini anımsatan sahneleriyle, Müjde’nin oynadığı Yeşilçam parodisi ‘Arabesk’ filminin paradosi olmuş.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, sevişme öncesi yatakta konuşan karı kocanın;
- “Klasik müzik mi istersin, caz mı hayatım.”
- “Bana kalırsa Neşet Ertaş olsun” repliği, popülizm tarihine geçecektir!
Rahmetli Neşet Ertaş’ın kulakları keşke böyle çınlamasaydı. Neşet Baba bütün gönüllere girmişti de yatak odasına hiç girmemişti. Dizide buna da şahit olduk. Facialar bununla da kalmıyor! Berna Laçin’in Beyoğlu’nun arka sokaklarından alınmış naylon perukla 20’li yaşlarına dönebileceğine inanmak beni bile aştı! Böyle senaryoyu ancak Gönül yazar, bu görüntüye de ancak Kadir inanır...
Hafızama ‘fırıncının kızı’ olarak kazınan Müjde Ar’ı, gün gelip ‘fırıncının annesi’ olarak görmek psikolojimi bozmuş olabilir.
Lise eğitimini Robert Kolej’de tamamladıktan sonra Koç Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden mezun olmuş. Üstüne üstlük aralarında Arapça ve Kürtçe’nin de bulunduğu altı lisan biliyor.
Aslında sadece kendisini ilgilendiren bir karar alıp tesettüre girmiş, bu yüzden de bazı kesimlerden duymadığı hakaret kalmamış...
Oysa Burcu ile konuştuğunuzda kendini maneviyat yoluna samimi bir şekilde adamış olduğunu fark ediyorsunuz.
“Bazı gazetelerin yazdığı gibi bir gecede mini eteği çıkarıp çarşafa girmedim” diyor; “Ayrıca girebilirdim, bu da kimseyi ilgilendirmezdi.”
10 senedir istediği gibi yaşayabilmek için kıyasıya bir mücadele veriyormuş Burcu. Biraz özentiden, biraz isyankârlıktan başladığı sigarayı 10, içkiyi ise 16 yıl önce bırakmış.
“Tesettür benim için bir vazgeçiş” diyor; “yıllardır evden çıkarken aynaya bakıp daha güzel ve daha güçlü hissetmekten vazgeçiş. Mevzu tesettür değil, isyandan İslam’a doğru bir yolculuk. Tesettür kısmı ufak bir detay.”
Çocukluğunu anlatırken gözleri dalıp gidiyor: “İstediği her şeye sahip olup da mutsuz olan şımarıklardandım.”
Bu, Star’ın kurulduğu günden beri yakaladığı en büyük başarıydı.
Ancak önümüzdeki yıl kanal hem santraforunu hem de en önemli forvet oyuncularından birini kaybedecek. “Muhteşem Yüzyıl” final yapıp ekranlara veda ederken, Acun da kendi kanalı TV8’e geçecek.
Herkes, “Acun TV8’de aynı başarıyı yakalar mı?” diye soruyor. Oysa ben daha çok Şahenk’in ve Star yöneticilerinin ne yapacağı konusunu düşünüyorum.
Bakalım ellerinde Acun ve “Muhteşem Yüzyıl” gibi kozlar yokken de kanalı yine reytinglerin efendisi yapabilecekler mi?
Kaybettikleri iki güçlü silahın yerine, yenilerini koyabilecekler mi?
Bu soruların cevabını “Kayıp” dizisinin finalinden bile daha çok merak ediyorum.
Bir dedikodu...
Yandaki satırları tam bitirmiştim ki, telefon çaldı. Arayan arkadaşım
Ben şarkının bu ‘talihsiz halini’ geç dinledim ve “Hülya böyle bir cover yapma ‘cüretini’ niye göstermiş ki?” diye sormaktan da kendimi alamadım.
Tartışılmaz oyunculuğu, yıllardır sahne şovları, TV programları, jüri üyelikleri ile başarıyı yakalamış profesyonel bir sanatçının bu kadar amatörce bir işe imza atmasını aklım almadı açıkçası.
Klibine gelince, en inandırıcı sahne bu şarkıyı onun sesinden duyan koca adaylarının Hülya’dan kaçması olmuş.Merak ediyorum sesinin şarkıya yakışmadığını, yorumunun vasatın bile altında olduğunu söyleyecek tek bir dostu yok mu Avşar’ın yanında? Yoksa Hülya kimseyi dinlemeyerek kendini mi sabote ediyor?
Yapmış olmak için işler yapmak, kendi kendisinin karikatürü haline gelmek Hülya Avşar gibi bir sanatçıya yakışmıyor.
Bence sana koca değil, doğru yolu gösterecek bir hoca lazım sevgili Hülya...
iPhone’unu satan reklamcılar
Son günlerde sık sık adını duyduğum ‘esrarengiz’ bir mekan açılmış Beyoğlu’nda...
Film ruh hastası bir adamın öyküsünü konu alıyormuş. “Mucize’nin başrolünde kim var?” derseniz; Mahsun ‘sosyalist’ davranıp kendine, Talat Bulut, Büşra Pekin ve Mert Turak’a eşit roller dağıtmış. Ne diyelim Özcan Deniz’in kulakları çınlasın...
Film hakkındaki duyduklarımı yazayım mı, yazmayayım mı derken Mahsun’u aradım. Şaşırdı, kısa bir sessizlik oldu. Ne anlattıklarımı onayladı ne de sorularıma cevap verdi, sadece “Sen duyduysan doğrudur abi, istediğini yazabilirsin” dedi. Bu sebeptendir ki şimdi okuyacağınız satırların sorumlusu Mahsun’dur, bendeniz ise ‘masum’ bir elçiyim sadece...
Gelelim ilk bombamıza...
Filmde bir ruh hastasını canlandıran Kırmızıgül, rolü için saçlarını sıfıra vurdurmuş. Yakın arkadaşlarına bile kel haliyle görünmek istemeyen sanatçı, çekimlerden sonra Amerika’ya uçmuş. Saçlar uzayınca da dönmüş kürkçü dükkanına...
Mahsun’un sıfır numara kafasını film çıkana kadar göremeyeceğiz tabii...
Ben de ‘kamuya hizmet’ amacıyla ‘photoshop’la onun bu saçsız halini hazırlattım.
Bakalım beğenecek misiniz?
Gidenin ardından genellikle övgü dolu yazılar yazılır ama ben onu, anlattığı ilginç bir öyküyle uğurlamak istiyorum.
70’li yılların sonunda Sovyetler Birliği radara yakalanmayan MİG-28 adlı savaş uçaklarını üreterek yakın tarihimizin en önemli casusluk olaylarından birine imza atıyor ancak bu uçaklar çok geçmeden ABD uyduları tarafından tespit ediliyordu.
1978’de Sovyetler’e ait bir MİG-28, iki yıl sonra da MİG-31’lerden biri esrarengiz biçimde havadayken yok oluyordu.
İşin ilginç yanı ise bir sene geçtikten sonra Amerikalıların MİG’lerin sırrını çözdüklerini ve onlardan daha iyi uçaklar yapabileceklerini tüm dünyaya duyurmuş olmasıydı...
Uçakların nasıl kayboldukları bugün bile bir muamma... Bazı iddialara göre CIA, pilotları çok yüksek paralarla satın almış ve Saygon’daki Amerikan üslerine indirmiş.
Bir başka ‘masum’ iddia ise MİG’lerin kötü hava şartları nedeniyle düşüp gerçekten kayboldukları...
“İyi de, bunlardan bize ne?” diyenler biraz daha sabretsin... Fenerbahçe’nin ilk başkanlarından Zeki Rıza Sporel’le akraba olan Güney Sporel, 70’li yıllarda İstanbul Moda’da çok özel kişilerin misafir edildiği ve gizli toplantıların yapıldığı ‘Stella’ adlı bir pansiyon işletiyor.
Elazığ’ın Harput ilçesinden gelen bir haber bomba gibi düşüyor ülke gündemine: “Cemo filminin çekimleri sırasında attan düşen Türkan Şoray boynunu kırdı. Ünlü yıldızın hayati tehlikesi var...”
Olay, sette bulunan tek gazeteci Tercüman muhabiri Oktay İybar tarafından fotoğraflanıyor... Aradan tam 43 yıl geçiyor... Yine bir eylül günü, yine ünlü bir yıldız, yine bir film çekimi sırasında Harput’tan 250 kilometre uzaklıktaki Mardin’de bu kez at arabasından düşüyor ve ölümden dönüyor. Ama olay herkesten saklanıyor.Sözünü ettiğimiz kişi Demet Akbağ... Hükümet Kadın 2’nin çekimleri sırasında geçirdiği kazanın gizlenmesinin nedeni ise; olayın çok fazla gündeme gelip, filmin önüne geçme endişesi...
Gelelim olayın nasıl geliştiğine... Demet, çekimler sırasında sürekli at arabası kullanacağı için Mardin’e gitmeden, 10 günlük eğitim almış. Çünkü bu mereti kullanmak at binmekten de, araba kullanmaktan da zormuş.
Çekimler başladıktan 15 gün sonra, iki atın çektiği ve arkasında Mahir İpek’in bulunduğu sahnede arabayı sürüyormuş. İşte ne olduysa o sırada olmuş. Virajı dönerken bir anda atlar ürkmüş; araba sallanmaya başlamış, devrildi devrilecek... Dizginlerin kontrolünü kaybeden Demet bir o yana bir bu yana sallanıyor, tutunacak bir yer arıyormuş. Sonunda arabadan aşağıya yuvarlanmış...Çaresiz bir halde olayı izleyen set ekibi Demet’in kurtulamayacağını düşünmüş. Gerçekten de soğukkanlılığını kaybetmeyip son anda kendini sağa atmasa, arabanın altında ezilip gidecekmiş...
Anlayacağınız, ölümden dönmüş. Yönetmen Sermiyan Midyat’ın çekimleri iptal etme teklifini reddeden ünlü yıldızın ilk tedavisi Mardin’de yapılmış. Çekilen röntgen filmleri İstanbul’a, Amerikan Hastanesi’ne gönderilmiş. Allah’tan kötü bir haber gelmemiş de devam etmişler filme...
Olayın ilginç yönü ise 43 yıl önce Türkan Sultan’ın attan düştüğü yerde fotoğraflarını çeken muhabirin, Demet Akbağ’ın babası olması... Bir süre önce BKM’deki sergisinde o anın fotoğrafı da yer almıştı. Kadere bakar mısınız; babasının çektiği fotoğraftaki olayın aynısını, yıllar sonra yine bir eylül günü kızı yaşadı... Ne demişler, “Kader kağıtları karıştırır biz de oynarız”...
Özgürce yaşama hakkı...
Şivan Perwer
Binlerce insan dünyanın en büyük gemisini görmek, onun New York’a yapacağı ilk seferinde tarihe tanıklık etmek için toplanmıştı.
Titanic, tam vaktinde hareket etti. Birkaç saat sonra uğrayacağı Cherbourg Limanı’ndan son yolcularını alıp tarihi seferini sürdürecekti.Aynı saatlerde Paris’ten kalkan bir trende, Besim Ömer Bey içindeki heyecanı bastırmaya çalışıyordu.
Paris-Cherbourg arası 301 kilometreydi, yaptığı hesaba göre Besim Bey yaklaşık 4 saat sonra, bir ay önceden yer ayırttığı Titanic’ e binecek ve New York’a doğru yola çıkacaktı.
Ama evdeki hesap çarşıya uymadı.
Besim Ömer’in treni, Fransa’daki şiddetli yağış ve toprak kaymaları sonucu limana 16 saat gecikmeyle varabildi.
Saatler önce hareket eden Titanic’in dumanları bile görünmüyordu ufukta... Besim Ömer’in gemiyi kaçırması, onun hayatını kurtardığı gibi Türk tıbbında da çok önemli gelişmelere neden olacaktı.
Sefere çıkışından 5 gün sonra, 1513 kişiye mezar olan Titanic’in acı sonu malum... Biz gelelim ‘Titanic’ten kurtulan Türk’ olarak anılan ama aslında tam anlamıyla bir bilim cengaveri olan Ömer Besim Hoca’ya...