Paylaş
Bu, Star’ın kurulduğu günden beri yakaladığı en büyük başarıydı.
Ancak önümüzdeki yıl kanal hem santraforunu hem de en önemli forvet oyuncularından birini kaybedecek. “Muhteşem Yüzyıl” final yapıp ekranlara veda ederken, Acun da kendi kanalı TV8’e geçecek.
Herkes, “Acun TV8’de aynı başarıyı yakalar mı?” diye soruyor. Oysa ben daha çok Şahenk’in ve Star yöneticilerinin ne yapacağı konusunu düşünüyorum.
Bakalım ellerinde Acun ve “Muhteşem Yüzyıl” gibi kozlar yokken de kanalı yine reytinglerin efendisi yapabilecekler mi?
Kaybettikleri iki güçlü silahın yerine, yenilerini koyabilecekler mi?
Bu soruların cevabını “Kayıp” dizisinin finalinden bile daha çok merak ediyorum.
Bir dedikodu...
Yandaki satırları tam bitirmiştim ki, telefon çaldı. Arayan arkadaşım “Acun yeni kanalında kiminle ortakmış, biliyor musun?” dedi.
Kulislerdeki dedikodulara göre Acun’un TV8’deki gizli ortağı Ferit Şahenk’miş.
Dedikodular doğruysa Acun’u bu müthiş ticari zekası için bir kez daha tebrik etmek lazım.
Adam yeni kanalına dizi transfer edeceğine eski patronunu ortak olarak transfer etmiş. Ne diyelim helal olsun!
Mimar Sinan’ın kayıp kafatası
Nur topu gibi bir Elif Şafak romanımız daha oldu.
Dün, Ayşe Arman’ın “Ustam ve Ben” kitabı için yaptığı röportajı bir solukta okudum.
Ayşe yine kıskanılacak bir iş çıkarmış. Hem herkesten önce Elif Şafak’ı bulup konuşturmasına hem de röportajın içeriğine şapka çıkarmamak elde değil.
Söyleşinin bir yerinde Mimar Sinan’ı şöyle tanımlıyor Şafak:
“O, yüreğinin merkezini bulmuş bir insan.
İşine aşık.
Tembellikten zerre kadar hazzetmiyor. Kimileri habire yıkmak peşindeyken, o gururla ve tutkuyla inşa ediyor.”
Anlaşılan Elif Şafak, Mevlana’dan sonra yeni bir maden daha buldu.
Mimar Sinan’ın da etinden, sütünden, yününden sonuna kadar yararlanacak mı bilinmez ama Sinan’ın kayıp kafatası meselesine de bir el atsa iyi olur derim.
Malumunuz 1935’te Mimar Sinan’ın Ermeni olduğu iddiaları ortaya atılınca Türk Tarih Kurumu tarafından oluşturulan bir heyet, antropolojik incelemeler yapmak için Mimar Sinan’ın türbesinden kemiklerini çıkarır.
Yapılan incelemeler sonucunda Sinan’ın Türk olduğu kanaatine varılır.
Mezar kapatılırken kafatasının, kurulması planlanan Antropoloji Müzesi için saklanmasına karar verilir. Ne var ki böyle bir müze kurulmamış, Koca Sinan’ın kafatasından da bir daha haber alınamamıştır.
Sözün özü, Mimar Sinan’ın kafatasının 78 yıldır nerede olduğu bilinmiyor.
Benim bildiğim Elif Şafak bu işe el attı mı, bir dedektif titizliğiyle çalışıp yeni kitaplarında Sinan’ın kafatasının esrarını çözmeden bu işin peşini bırakmaz.
Hatta “Ustanın Esrarengiz Kayıp Kafatası”, “Kayıp Kafatasının Dönüşü”, “Kayıp Kafatası Sinan’a Karşı” gibi bir dizi roman bile yazabilir.
Şaka bir yana, sonunda bulsun da tarihin en büyük mimarının kafatasını, ne yaparsa yapsın başımızın üstünde yeri var.
Tost Bildiklerim
Vakti zamanında bir efsaneydi Buz Bar, İstanbul gece hayatında... Lal Dedeoğlu-Ender Saral ortaklığı kasıp kavuruyordu piyasayı ama ön planda hep ‘kraliçeliğini ilan eden’ Lal vardı; o günlerde sahip olduğu ‘Cem Yılmaz’ın sevgilisi’ titri de cabası.
İster istemez Dedeoğlu’nun etrafa yaydığı ‘buz gibi’ havayı ısıtıp yumuşatma görevini de üstlenmişti Ender. Sayesinde o bar, kapılarının açık olduğu her an dolup taşıyordu.
Sonra gün oldu, devran döndü, rüzgâr değişti; müşteriler yerine kapıyı alacaklılar çalmaya başladı.
Borçsuz yeni bir şirket kurup tekrar hayata dönme çabaları da fayda etmeyince sosyetenin göz bebeği Buz Bar sessiz sedasız elini ayağını çekti bu hayattan.
Tabii bu arada öküz ölünce ortaklık da bitmişti. Lal kendi yoluna, Ender kendi yoluna gitti.
Geçen gün duydum ki Ender, Nişantaşı’ndaki Amerikan Hastanesi’nin yakınında yeni bir mekân açıyormuş.
Ama gece kulübü falan değil, bildiğiniz tostçu.
Bu girişimin fikir babası da ünlü mimar Mahmut Anlar. Ender’in evinde yediği tostların tadı damağında kalınca Mahmut, “Neden bir tostçu açmıyorsun?” diye aklına girmiş arkadaşının. Ender de “Emekliler gibi kafe açacak halim yok ama tostçu olabilir” diyerek kolları sıvamış.
Adı da çok ilginç yeni mekânın: “Tost Bildiklerim”
Acaba Ender bazı eski dostlara bir gönderme mi yapıyor diye düşünmeden edemedim. Tek bildiğim İstanbul’da artık tost anlayışının Ender’le değişeceği...
‘Bu İşte Bir Yalnızlık Var’ için beş not...
Bir - Hâl ve tavırlarıyla ‘aile baba-
sı’nı hatırlatan, tipiyle annelerin ideal damat adayı listesine zirveden giriş yapan Engin Altan Düzya-
tan’dan bir rock gitaristi ol(a)mayacağı kimsenin aklına gelmemiş mi?
İki - Engin Altan Düzyatan bu filmde de her zamanki mimik ve oyunculuğuyla karşımızda. Sanki filmler, diziler değişiyor, onun rolü hiç değişmiyor. Üstelik Özgü Namal ile aralarında ne fizik ne de kimya uyumu var. Kısaca ben bu aşkı inandırıcı bulmadım. Siz de izleyin, belki inanırsınız...
Üç - Filme reklam alınır ama bu filmde sanki reklamın içine film almışlar. Vodafone ‘sinemaya destek olayım’ derken ürün yerleştirmede sınırları aşınca eşeğin de kulağına su kaçırmış.
Dört - Filmin 122 dakikalık süresi “yerli film, yersiz uzun” dedirtiyor. Üstelik 15. dakikada hikâyenin sonunu tahmin edebiliyorsunuz. Bir sürpriz, bir yükselme bekliyorsunuz ama maalesef olmuyor.
Beş - Geçen hafta Şirin Sever’e verdiği röportajda “Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Üç Maymun’u okeydi ama diğer filmleri benim tarzım değil. Açıkçası çok da tahammül edebildiğimi söyleyemem” eleştirisini yapan Engin, acaba kendi filmi için de ‘bu işte bir yanlışlık var’ diyebilecek kadar cesur mu?
Paylaş