Paylaş
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin Meclis Grubu’na hitaben yaptığı konuşmada, bu köşede cumartesi günü çıkan yazıdan da hareketle bence çok önemli bir mesaj verdi.
Bahçeli, kendi liderliğinde MHP’nin başkanlık sistemine hiçbir zaman geçit vermeyeceğini, erken seçimle de korkutulamayacaklarını söyledi.
MHP’nin sistem değişikliği veya partili cumhurbaşkanı konusunda anayasa pazarlık kapısını kapatması, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve kongreye hazırlanmakta olan Adalet ve Kalkınma Partisi açısından geleceğin biraz daha netleşmesini sağladı.
Benim açımdan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun neden gönderildiği çok net: Cumhurbaşkanı Erdoğan, Davutoğlu’nun önceliğinin başkanlık sistemi olmasını istemişti, Davutoğlu ise başkanlık sistemi savunusunu ve girişimlerini Erdoğan’ın istediği şekilde yapmadı.
Davutoğlu’nun genel başkanlık ve Başbakanlık’tan ayrılıyor olmasının getireceği en önemli değişiklik, AK Parti’nin başkanlık sistemi konusunda sert ve kararlı bir politika izlemeye başlayacak olması.
Fakat Meclis aritmetiği ortada. AK Parti’nin hem kendi içinde fire vermemesi hem de dışarıdan en az 16 oy bulması lazım.
Benim ‘Sert ve kararlı oynamak’ dediğim, Anayasa değişikliği için 330 oyun bulunamaması halinde erken seçime gitmeyi de içeriyor.
Elbette, Meclis’te 330 oy bulunamazsa, normal seçim tarihi olan 2019 Kasım’ına (veya belki birkaç ay öncesine kadar) başkanlık sistemi savunusu yapıp sonra bu genel seçimde 330 milletvekili istemek de bir seçenek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’nin hangi yolu seçeceğini birkaç ay içinde öğreneceğiz.
DAVUTOĞLU BAŞKANLIĞI NEDEN AĞIRDAN ALDI?
BAŞLIKTAKİ soruyu sorup cevap arayan çok sayıda köşe yazarı/siyaset analizcisi oldu.
Hemen hemen hepsi, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun akademisyen olmasından hareketle, yeni anayasayı özgürlükler ve kuvvetler ayrılığı üzerine kurmak istediğini, o yüzden de başkanlık sistemini savunsa bile özgürlükler ve kuvvetler ayrılığı düzeninde sağlanabilecek bir uzlaşmayı sistemden daha fazla önemsediğini yazdılar.
Bu görüşler doğru olabilir; bu konuda Başbakan net bir şey söylemediği için yazılanlar analizden çok çıkarsama bana göre.
Oysa elimizde bir başka veri daha var; nedense o veriye bakan da, onu hatırlatan da olmadı.
Türkiye 2015’te iki genel seçim birden yaptı. Bu iki seçim arasında çok şey yaşandı, yaşananlar seçimleri farklı kıldı ama bir konu var ki, bugünkü tartışmamız açısından önemli.
AK Parti, 7 Haziran’da yapılan ilk genel seçimde, 2011’e göre ciddi oy kaybına uğradı ve tek başına iktidar olamadı.
Arayı hızlı geçiyorum; yeniden genel seçime gidilme kararının ardından partide yeni bir çizgi belirlendi. “Seçmenin verdiği mesajı anladık” cümlesiyle birlikte ifade edilen bu yeni çizgi aslında bir nevi ‘fabrika ayarlarına geri dönüş’tü.
7 Haziran’a giderken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da çok sayıda miting yapmış, seçim bir nevi başkanlık sistemi seçimine dönüşmüş, muhalefet partileri de başkanlığı engellemek için bir çeşit güç birliğine gitmişlerdi.
1 Kasım seçimine giderken başkanlık sistemi çok az konuşuldu; onun yerine Başbakan Davutoğlu ve AK Parti, icraatları anlattılar, seçim vaatlerinde bulundular. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise 7 Haziran öncesiyle kıyaslanmayacak kadar az gözüktü seçmenin karşısında.
Sonuçta 1 Kasım’da AK Parti yeniden yüzde 49.5 oy oranına geldi.
AK Parti içinde kimi kurmaylar, “1 Kasım seçimini tek başına değerlendirmemeli, bunu 7 Haziran seçimiyle birlikte okumalıyız” diyorlar aylardır. Başbakan Davutoğlu da sanırım 1 Kasım’ı böyle, yani 7 Haziran’la birlikte okuyanlardan.
Ama tabii bir de karşı görüş var, “Elbette iki seçimi birlikte okuyalım. Seçmen, 7 Haziran’da istikrarın kaybedilebileceğini gördü, o yüzde 1 Kasım’da AK Parti’ye geri döndü” diyen ve bunun da başkanlık sistemine seçmenin ikna olması anlamına geldiğini söyleyen. Cumhurbaşkanı Erdoğan da böyle düşünenlerden.
Paylaş