29 Eylül 2008
AYNI, geçen hafta Kocaelispor maçında olduğu gibi yine "skor aldatmasın" diyeceğim. Rakibin oyun disiplinini kaybettiği, psikolojik olarak dağıldığı her maçta ve her takıma karşı Galatasaray’ın yabancı yıldızları çok rahat gol atar. Konyaspor, ikinci yarının hemen başında Lincoln’ün attığı gol öncesinde Şener’e yapılan faule takıldı kaldı. Giray Bulak’tan başlayarak haksız gol yedikleri inancı takımın dengesini tamamen bozdu, konsantrasyon dağıldı.
Ya ilk yarıdaki Konyaspor sahada kalsa, dirençli takım disiplinine sadık olsa, psikolojik olarak bozulmasa Galatasaray bu farka gidebilir miydi? "Galatasaray’da gollere hep yabancılar imza atıyor, yerliler niye gol atamıyor?" diyenlere, bırak gol, "pas bile atamıyorlar" derim ben de. Aynı anda bir takımın orta alanında "olmamalı" dediğim Arda-Lincoln-Kewell üçlüsüne, hatta Baros’u da sayalım, bu dörtlüye kim geriden pas atacak? Oyunu birinci bölgede kim kuracak? Saliselerin futboldaki önemi ortada. Peki Ayhan neden tek pas oynamaz, topu iki defa dürtmeden ileriye vurmaz? Hele hele Mehmet Güven’den bu pas atraksiyonunu beklemek ne demek oluyor?
Baros’tan zeki vuruşlar
Skibbe, sıkıntı veren ilk yarı sonrasında çok doğru bir kararla Mehmet Güven’i çıkarıp, Volkan ve Hakan’ı önlü-arkalı oynatıp, Kewell’ı ortaya gol bölgesine doğru kaydırınca doğru bir hareket yaptı. Konya bu değişikliğin tedbirini alamadan yenik duruma düştü ve ikinci Galatasaray golüyle birlikte tam anlamıyla dağıldı.
Şimdi G.Saray’ın sorunları devam ediyor. Bilen söylesin, Servet-Meira ikilisi nasıl partner olacak? Anlaşamadıkları ortada. Hele hele Meira’yı rakipleri çok rahat kenarlara taşıyor ve göbek açıldıkça açılıyor. Dün akşam bir pozisyonda Servet, diğerinde kaleci De Sanctis, bu açıktan gelen iki Konya atağında mutlak gollere izin vermedi. Bu bölge hala riskli. Ceza sahasında 8 G.Saraylı var. Konya korneri yerden geliyor, en az 35 metreden. Herkes bakıyor ve 10 metreden Erhan Albayrak antrenmanda vurduğundan daha rahat vuruyor. Galatasaray nasıl olur da böyle bir gol yer? Milan Baros, gol vuruşları mükemmel olan ve de çok iyi bir transfer. Lincoln’ün ince, defansın arkasına ve derinlemesine atacağı paslarla Galatasaray çok gol yapar bu sezon. Baros’un attığı birinci gol mükemmel, ikinci gol zekiceydi.
Yazının Devamını Oku 22 Eylül 2008
GALATASARAY sanki veteran takımı gibi. 10 tane sakatın olması, takımın futbol kimliğini ve G.Saray etiketini etkilememeli. Çıkar PAF takımını çarpışarak oynasın, Alparslan gibi, heyecanıyla, ruhuyla... Kimse skora bakıp kendi kendini aldatmasın, bu skor kandırmasın. G.Saray alan değil Kocaelispor veren taraftı dün gece. Meira, Kewell, Baros, Lincoln, Nonda... Yıldız olmasına rağmen yıldız da, biraz kaymış bu yıldızlar. Demek ki Avrupalılar İbiza’ya, Alanya’ya yerleşir. Futbolun tekaüdü starlar da soluğu Türkiye Ligi’nde alır. Bakmayın dün atılan gollere... 2-1’den sonra oyun disiplininden kopan Kocaelispor yedi golleri. Koşan, attıran, yılmadan çarpışan, bastıran, yardımlaşan, işini dişine takan G.Saray yok bugünlerde. G.Saray’ın ilk sorunu defansın göbeği, ikinci sıkıntı orta alan. Çoğu yıldız 10 sakat, tamam. Ama rakip Kocaeli. Ligin en yaşlı ekibi, ligin yenisi. G.Saray gibi yıldızları da yok. F.Bahçe’nin müzmin yedeği Kemal ile Beşiktaş’ın yolcu ettiği Serdar Topraktepe asları.
Servet ve Meira anlaşamıyor
Bayern’in göbeğinde yıllarca beraber oynamış ve başarıyı yakalamış ikiliden Beckenbauer olmasaydı, Schwartzenbeck belki tır şoförü olurdu. Servet’i geçen yıl Servet yapan büyük fedakarlığı yanında tecrübeli Song’un da varlığıydı. Song’u G.Saray’dan yollayan zihniyet mi, Meira’yı Stuttgart’tan gönderen düşünce mi başarılı sizce? Birkaç hafta önce de yazdım; Servet ve Meira yan yana olmuyor. Ya uyum sorunu var ya da duyum sorunu var bu ikilinin. Anlaşamıyorlar.
Kenardan gelen her top, göbekten geçen herkes G.Saray savunmasını felç ediyor. Dün başka bir takım olsaydı Bellinzona’dan daha farklı bir tablo çıkardı ortaya. Skibbe, Baros-Kewell ikilisinden belki ileride daha çok yararlanacak. Ama dünün görüntüsü içinde sakat Linderoth ve M.Topal’a ihtiyacı, Arda’ya duyulan ihtiyaçtan çok daha fazla. Savunma, orta alan ve hücum işbirliği yani takım olmak iyi futbol oynamak için ilk vazgeçilmez olgudur.
İlk 10 dakika 100’e yakın pas yapan Galatasaray, ilk Kocaelispor atağında defansın göbeğinde böyle delinmemeliydi. Meira ve Servet, Taner’i ararken, o De Sanctis’i avladı. Galatasaray’ın beraberlik golünde kaleci Serdar’a faul yapıldı mı? Tartışılır. 50. dakikada Nonda, 5 metreden topa içeri atamazken, 56. dakikada yine kenardan gelen bir topta Galatasaray defansının göbeğinde Taner topu ağlara gönderse, belki de maçın kaderi değişecekti. Kaçan bu golün sonrasında Lincoln’ün mükemmel ortasında Nonda skoru 2-1’e getirdi ve maç o anda bitti.
Gerçek ihtiyaç profesyonellerde
Kocaelispor’un teknik direktörü Engin İpekoğlu’na birkaç sorum var. Musa niye solda değil sağda? Hiçbir etkisi olmayan ve kafasında futbolu noktalamış olan Serdar Topraktepe’nin bu takımda ne işi var? Bülent niye içerde? Kemal ne yaptı? Futbol artık yıldızların değil takım olmayı beceren futbol emekçilerinin oyunu. Sistemin halkalarını yan yana getirmek lazım. Galatasaray’ın emeklileriyle Kocaeli’nin tekaütleri arasındaki kalite farkı dün gece pasaportlarından kaynaklandı sadece.
Ve Herrn Skibbe... Galatasaray defansının göbeği bir bomba. Hücum iyidir ama savunmasız hücum futbol değildir. Sakat oyuncularına çok ihtiyaç duyduğun bir gerçek. Ama daha çok ihtiyaç, kalbini büyüten, heyecanı dirilten, G.Saray ismini bilen, sevgisini hisseden gerçek profesyonellere duyduğun ihtiyaçta.
Yazının Devamını Oku 28 Ağustos 2008
ÇOK sıradan bir takım olan ve göreceksiniz Şampiyonlar Ligi’nde esamesi okunmayacak Steaua’nun Galatasaray’ı ezmesine şaşırmamak lazım. Çünkü Galatasaray’ın saha kenarındaki teknik direktörü Skibbe, ilk maçta oynadığı büyük kumarla Şampiyonlar Ligi’ni ve yaklaşık 15 milyon Euro’yu kaybettirdi G.Saray’a. Rumen-İtalyan dostluğu zaten hep bilinir. 57. dakikada Nicolita’nın bariz ofsayt pozisyonunda ağlara gönderdiği topa, yan hakem bayrak kaldırmayınca işi bitti G.Saray’ın.
Aslında, oyuna başlarken planı doğruydu Galatasaray’ın. Kontrollü oynamak, gol yememek, Avrupa Şampiyonası finallerindeki A Milli Takım gibi sabretmek. Felsefe buydu.
Bunu ilk yarı önemli ölçüde başardı. Fakat gole ihtiyacı olan ve kazanması gereken Galatasaray’dı. Steaua, çok sinsi bir planla bekledi. Galatasaray’ın zaten tempolu ve uzun oynayacak ne oyun kurgusu ne de adamları vardı. Lincoln yavaş, Kewell hazır değil, Arda sağda pasif, solu arayan bir görüntü içindeydi. Bu takımda Kewell, Lincoln ve Arda aynı anda forma giyemez bence. Servet ve Meira ikilisinin uyumu yok.
Sıkıntı sistemde
İki hızlı adam Mayro ve Arthuro, hallaç pamuğu gibi attı bu bölgeyi. Dün Ayhan ve Mehmet Topal hem top çalmada hem pas yapmada Galatasaray’ın ofans gücünü negatif etkiledi. Zaten ağır oynayan orta saha Steaua ceza sahasına gidemedi. Baros da bu takıma ilaç olamaz.
Ne de Skibbe! Sıcaklığı, babalığı tamam da hocalığı ne olacak? Sıradan bir takım Steaua. Çok basit ve hızlı ayağa pasla ve de ani çıkışlarla Galatasaray gibi külçe ağırlığında bir defansın arkasına kolayca sarktılar.
İki direkten dönen top vardı. Maçın başında Kewell’ın Nonda’nın pasına yaptığı hamledeki vuruş ustalığında top direkten gelirken, Galatasaray şanssızdı. Bu, gol olsaydı Galatasaray turu geçebilir miydi?
Yazının Devamını Oku 24 Ağustos 2008
GALATASARAY’ın, Steau Bükreş ile oynadığı Şampiyonlar Ligi ön eleme maçı sonrasında yazımın başlığı "Vay be Skibbe" idi. Şimdi, "Bu Skibbe’den bir sıkım limon tadı alamayız" diyorum. Öğretmen, teorisyen, futbol filozofu Skibbe, dersanede elinde tebeşir, futbol akademisinde müfettiş olabilir. Herşey tamam ama bir futbol koçu, bir lider olarak oyunu yönlendiren, takımını yöneten bir komutan olarak sahanın kenarında, Galatasaray gibi bir takımın başında olamaz bence.
Zaman iyi kullanılmalı
Aldanmayın skora. Bu futbol bugünün futbolu değil. Jamaikalı Bolt, aldığı olimpiyat madalyalarıyla şunu söylüyor: "Zaman, saliseler önemlidir. Herşey için, bir hedef için bu zaman iyi kullanılmalıdır. Çabuk, hızlı, hareketli olmayı hem bedende, hem beyinde gerçekleştirme durumundayız sonuca varmak için."
Galatasaray yavaş, ağır, isteksiz ve bugünün futbolunun çok uzağında top oynuyor. Futbolcu şortlarının bacakta slip kıvamında olduğu 80’li yılların yavaşlığında zor düşünerek, az koşup, yürüyerek oynuyor. Hücuma çıkarken, savunmaya dönerken, karar verme, planlama ve uygulamada her alanda yavaş Galatasaray. Skibbe’nin kattığı hiçbir şey olmadığı gibi, gözü sürekli akan 75’lik Feldkamp’ın, emekçi Cavit hocanın yarattığı takımdan aldığı çok şey var. Tempo, yardımlaşma, pres, çabuk düşünme, ekip ruhu, yıldızları kullanma. Hepsi geçen yılın daha gerisinde şimdi.
Doğru tercih değil
Futbol bilgisini bilmiyorum. Ama öğretmen diyorlar. Saha kenarında bir hoca olarak G.Saray’a üç, dört beden küçük geldiği de bir gerçek. Takımın en iyilerinden ve Bükreş’te kilit olacak Mehmet Topal’ı oyundan almak psikoloji dersine de ihtiyaç duymak demektir. Dün gece Lincoln fiziksel eksikliğine rağmen geçen seneye oranla gayretli idi. Kewell kenarlarda değil, gol bölgesinde ve içeride daha çok olmalı, çok top almalı ve bilmeyenler için söylüyorum bir de ölü top kullanmalı.
Skibbe, Galatasaray için doğru tercih değildir. Ama, bu futbolcularla Galatasaray geçen yıl şampiyonluğa ulaştı. Skibbe’nin Steaua’yu geçmesi ve Şampiyonlar Ligi’ne kalması şart. Kalamadığı ve elendiği takdirde her maç ve ondan sonraki her maç Türkiye’de sorgulanacağı ve yeri geldiğinde yollanacağı bir dönemin kilometre taşları olacak.
Yazının Devamını Oku 14 Ağustos 2008
VAY be!!! Alman Skibbe... Korkunu bu kadar belli etmeye, orta alanda yaratıcı elemanlardan savunma adamları adına feragat etmeye kalkarsan bedelini böyle ödersin. Yarısı defans, yarısı atak felfesine sahip bir takımla hem de evinde rakibine ürktüğünü hissettirirsen 13. dakikada 2-0 yenik duruma düşersin. Hücumcu Nonda, Lincoln, Hasan, Arda ve defansta stoperler Emre Güngör, Emre Aşık, Servet, Meira, Mehmet Topal ve Hakan Balta. Nerede oyunun iki tarafını da oynayabilecek bir Ayhan? Meira, bu akşam için hazır mı? Bırakalım hepsini, bitik Hasan Şaş ve Lincoln ile, haziran ayının egosuyla şişik Mehmet Topal ve takım haliyle hazır olmayan bir Galatasaray.
Kaybolan Cimbom...
15 milyon Euro kazanabilecek Şampiyonlar Ligi’ne kalırsa. Dün Galatasaray’ın ne tarihine ne ismine ne de bugünkü ekonomisine vakıf bir takım vardı sahada. Teknik direktöründen başlayan, kalecisiyle devam eden, defansıyla büyüyen ve orta sahasıyla ortadan kaybolan bir Galatasaray vardı sahada. Kaleci Aykut, maçın daha başında yaptığı büyük hatayla Galatasaray kalesini dün gece bir başkasına devretti. Hakan Şükür’ü yolcu eden yönetim, kenarda oturacak adamlar transfer etmek yerine dün geceyi kurtaran adam Nonda’ya partner bulsalar daha iyi olmazmıydı?
Hasan Şaş’ın yetenekleri kimse inkar etmez. Ama oynadığı yavaş, adam eksilterek mesafe kateden futbolu artık oynanmıyor. Steaua’nun yaptığı gibi ayağa hızlı pas, çabuk yerleştirme, ani ve hızlı kontratak fizik gücüne dayalı oyunu takım oynuyla bütünleştirmek. Steaua biraz daha tecrübeli olabilseydi Şampiyonlar Ligi biletini çoktan almıştı.
İşimiz zor
G.Saray ne kafa, ne fizik, ne de kenar yönetimiyle dün geceki maçın önemini kavrayan bir skora imza koymadı. Arda’yı kutlamak lazım. Ayaklarındaki dermanın bittiği yerde, kalbindeki forma sevdası bitmedi. Sonuç olarak Galatasaray’ın Bükreş’te kazanmaktan başka çaresi yok. Agresif seyircisiyle kendi evinde çok baskın oynayan Steaua’ya karşı G.Saray’ın işi zor.
Yazının Devamını Oku 26 Haziran 2008
FİNALE bu kadar yaklaşmak ve sonra belki de bir Avrupa şampiyonluğunun sabun gibi ellerimizin arasından kaymasına seyirci kalmak... Kahrolmamak mümkün değil. Futbol, şans, hatalar ve hataların değerlendirme oyunu. İsviçre’de ve Viyana’da şansımız hep yanımızda oldu ama takımımızın en babası Rüştü’nün Hırvatistan karşısında yapmış olduğu büyük hatayı telafi etmeyi başardık. Fakat dün akşam yine Rüştü’nün o büyük hatasının faturasını finali kaçırarak ödedik.
Türk futbol tarihinin, 2002’deki dünya üçüncülüğünden daha büyük başarısını getiren A Milli Takımı, teknik ekibi ve emeği geçen herkesi kutluyorum. İnandığımız, kendimize güvendiğimiz ve konsantrasyonumuzun tavan yaptığı bir şampiyonaydı. Şansımız da yanımızdaydı. Sakat ve cezalılarla sadece 4 yedekle kalan Fatih Terim’in Almanya karşısında özellikle ilk yarıda göstermiş olduğu taktik anlayışını kutlamak lazım.
Favori Almanya’yı sürklase ettik
Ayhan ve Hamit orta sahanın göbeğinde hem rakibe basarak, hem takıma pozisyon yaratarak mükemmel oynadılar. Gol için risk alma durumundaki Hamit’in orta alanda ka]ybettiği toplardan biri gol olurken, diğerinde Podolski bomboş durumda topu dışarı attı. Sabri’nin müthiş bindirmeleri, Semih’in kendinden çok daha uzun iki Alman’a rağmen topu arkadaşlarına indirmesi, herkesten alkış aldı.
Almanlar ilk yarı adeta sürklase oldular. İlk yarı rakip kaleyi bulan 9, toplam 15 şutu Alman kalesine gönderirken; turnuvanın bir numaralı favorisi gösterilen Almanya’nın sadece 3 şutu vardı kalemize gelen. Sağ tarafta Kazım, sol tarafta Uğur, yardımlaşmalı, presli oyunlarıyla görevlerini yaptılar. Takımın savunması da mükemmele yakın oynadı.
Rüştü’nün hatası kaderimizi etkiledi
Dediğim gibi, maçın kaderine etki eden isim Rüştü oldu. 1-1 devam eden karşılaşmada, 78. dakikada penaltı noktasının üstüne çıkıp, yüksek gelen topa vuramaması Klose’nin topu ağlarımıza göndermesine neden oldu. Maç bitmeden, hakem düdüğünü çalmadan Türkiye bitmiyordu. Ve 86. dakikada Sabri’nin müthiş getirdiği topu Semih ağlara yollayarak skoru eşitledi. Yine güldük, yine coştuk, "acaba finale mi gidiyoruz" dedik. Ama 90. dakikada hep bize gülen şans bu sefer Almanlara tebessüm etti. Ayağı kayan ve yerde kalan Kazım’ın kaybettiği topla ceza sahamıza giren Lahm, mükemmel bir vuruşla Almanya’yı 3-2 öne geçiren golü atarken, artık saniyeler de kalmamıştı.
Bu maç, Türkiye’nin Almanya’ya üstün olduğu, daha iyi top oynadığı ve kazanması gereken bir karşılaşmaydı. Ama şans bu sefer Almanlardan yanaydı. Emeği geçen herkesi kutluyorum. Türk futbol tarihinin en büyük başarısına imza atanlar gönüllerimizde taht kurdular...
Yazının Devamını Oku 16 Haziran 2008
BİR garip maçtı. İçinde her şey vardı. Doğrular, yanlışlar, hatalar, ayıplar... Milli Takımı ikinci yarıdaki mükemmel futbolu ve kazanma azmi için kutluyorum, 3-2 öne geçtiğin ve üç oyuncu değişikliği hakkını kullandığın karşılaşmada rakibini iterek kırmızı kart gören kaleci Volkan’ı kınıyorum. Turnuva boyuncu durgun bir görüntü sergileyen Nihat’ı futbol tarihimize geçecek attığı iki gol nedeniyle ayakta alkışlıyorum. Bu takımı çeyrek finale götürdüğü için Fatih Terim’e övgüler yağdırırken dün ilk yarıda seyrettiğim futbol için de üzüntülerimi iletmek istiyorum.
İsviçre maçından sonra bu sefer 2-0 yenik duruma düştüğü karşılaşmada maçı 3-2’ye getirmek kolay iş değil. Dünyanın en iyi kalecisi kabul edilen Cech’in takımının kaderine yaptığı büyük hata ile nasıl yön verdiğine şahit olduk. Savunmanın iki kenar adamı Hamit ve Balta’nın arkalarına çok adam kaçırdıklarını bilmeyen yok. Kenarlardan gelen yan topların 2.02’lik Koller’e lokma olacağını Terim bilmez olur mu? Peki bunun için neden ilk 45 dakika tedbir alınmadı? Almaya gerek duymayıp, "Biz kendi oyunumuzu oynayalım Çekler düşünsün" dediysek, kendi futbolumuzu oynayabildik mi? Hayır. Sionko’nun iki ortası Çeklere iki gol getirdi. Akıllara durgunluk, gözlere bozukluk veren ilk 45 dakikayı seyrederken "Bu nasıl Milli Takım?" dedik. Biz çok kötüydük, Çekler az kötüydü. "Kötü olan golü nasıl atacak?" diye bekledik ve durduk. İkinci yarı Semih’in yerine Sabri girdi. Hemen ardından Mehmet Topal’ın yerine Kazım.
İkinci yarıda Sakatlanan Emre Güngör’ün yerine Aşık’ı üç dakika oyuna sokamadık. Ve bu arada ikinci golü yedik. Bir sihirli el değdi Milli Takıma. Her şey değişti, Çekler büzüldü, Milli Takım takım oldu, rakip kaleye yürüdü. 75. dakikada Arda’nın golü umut verdi millilerimize. Ve bütün riskleri alarak beraberlik golü için yüklenmeye başladık. Hamit’in oyuna damgasını vurduğu her halinden belliydi. Gene mükmmel bir orta yaptı. Dünyanın en iyi kalecisi Cech de topu ellerinden kaçırıp Nihat’ın önüne bıraktı. Dakika 87 idi. Yine Hamit’in derinleme pasına Nihat müthiş hareketlendi. Nefis vurdu ve 3-2 üstünlük yakaladık.
Kaleci Volkan’ın kırmızı kart gördüğü hareket maçın en dramatik anıydı. Bir profesyonel futbolcu böyle bir maçta böyle bir dakikada kendini kontrol etmek durumunda olmalı. Sonuç olarak iki farklı Milli Takım seyrettik. İkinci yarıdaki takım bizimdi.
Yazının Devamını Oku 12 Haziran 2008
BASEL’deki dün gece bir şans gecesi olarak Türk futbol tarihine geçecek. Doğrusunu söylemek gerekirse hak etmediğimiz bir galibiyet aldık. Eğer 35. dakikada skor 1-0 iken Hakan Yakın, Behrami’nin ortasında topu bomboş kalemize gönderebilse skor 2-0’a gelecek, belki direncimiz ilk yarıda yağmur altında bitecekti.
Hadi onu geçelim, 84. dakikada Hamit’in orta sahada kaptırdığı topla 4 İsviçreli futbolcu kale sahamızın hemen dışına kadar geldi. Yine Hakan Yakın’ın vuruşunda kaleci Volkan geceye damgasını vuran ve maçı kurtaran isim oldu. Fatih Terim’in sahaya sürdüğü ilk 11, mutlaka galibiyet hesabıyla sahaya çıkan millilerimiz için kağıt üstünde olumlu, ama futbolda defansın temel olduğunu bilenler için kuşku dolu bir 11’di.
Uzunlardan oluşmuş İsviçre karşısında kısalardan bir ekip yaratmak, aylardır futbolunu görmediğimiz ve defans aksiyonlarında çok etkisiz bir Tümer’le oyuna başlamak alınabilecek risklerin en büyüğüydü. Orta sahanın sağında Gökdeniz, solunda Arda ve maçın ilk yarısında başlayan sağanak yağmur... Ağır bir zemin... Süremediğimiz ve rakip kaleye götüremediğimiz top... Her şey aleyhimizeydi. Defansımızın göbeğindeki iki oyuncumuzun ağırlığı veya yavaşlığı ortadayken onların önünde Aurelio’yu yalnız bırakmak, genç Eren Derdiyok’un ekmeğine yağ sürdü.
Terim hatalarından arındı
Ofsaytı bozan defansımızın ardından sıyrılan Eren Derdiyok’a kalesini terk eden Volkan da engel olamayınca Hakan Yakın için topu ağlara göndermek zor olmadı. Hamit, Nihat gibi, Gökdeniz gibi toplara mesafe tanımaksızın vuran futbolcularımız varken Milli Takımımız, rakip kaleye ilk yarıda tek şut atamadı. Arda’nın direkten dönen kafa vuruşu yine şans anına denk gelmişti.
İkinci yarıda Fatih Terim hatalarından arındı. Orta alana, defansın önüne Mehmet Topal’ı, hücum bölgesine Semih’i koyarak, önce savunma güvenliğini ön plana aldı. Gol adamlarımız rakip kalede pek etkili olamıyor. Bireysel hamlelerle gelen cılız ataklarımızla da gol yollarına gidemiyorduk. Taa ki süper yedek Semih, Nihat’ın ortasına mükemmel bir kafayla skoru eşitlediğinde biraz rahatladık. Ama gol sonrası gelen İsviçre baskısını yine kırmada zorlandık. Ve 84. dakikaya gelindiğinde kaleci Volkan sahneye çıktı. İşte bu kırılma anında İsviçre’ye ikinci gol şansını vermedi.
Ve yine sahanın takım oyuncularından Arda’nın uzatma dakikalarında savunmadan falso alıp ağlara giden topu Milli Takımımız için şans gecesinde zaferi getiren gol oldu. Şimdi Çek Cumhuriyeti’yle çeyrek final maçına çıkacağız. Ama bu futbolla ve bu hesaplarla işimiz gerçekten çok zor.
Yazının Devamını Oku