Trabzon’da F.Bahçe’nin kazanamayacağını düşünüp, Arena’da tur hesabı yapan G.Saray’ın, hesapları ters yüz oldu. Aslında G.Saray dün, ‘kazandığı’ maçta 1 puana razı oldu. Ne olursa olsun, rakibin Beşiktaş olduğunu unutmamak lazımdı. Oyunun kaderini ilk yarıda, G.Saray’ın duran toplarıyla, Beşiktaş’ın duran ayakları; ikinci yarıda da,Tayfur Havutçu’nun yaptığı hamlelerle G.Saray’ın skor 2-0’ken kaçırdığı goller belirledi.
34 haftayı 9 puan farkla bitiren ve ken-disini ligin şampiyonu gibi gören G.Saray, play-off garabetinin şoku içinde, evindeki üçüncü maçı da kazanamadı.
“İnancını kaybeden, her şeyini kaybeder”. İşte örnek, dün ilk yarıdaki Beşiktaş... Futbol kimliğini yitirmiş, alacaklarının derdiyle gerilmiş Beşiktaşlı futbolcular, maça kazanma konsantrasyonuyla başlamadılar. Simao’yu ‘hala oynar’ zanneden Tayfur Hoca, devre arasında uyandı. Duranların yerine koşanları oyuna alınca Beşiktaş, dengeyi kurdu.
Play-off’ta şok etkisi
Etkili ataklar yapmaya, gol pozisyonları bulmaya başladı. Galatasaray ataklarında Cenk kalesinde devleşirken, üçüncü golü bulamayan sarı kırmızılılar, kendilerine hiç yakışmayacak bir biçimde bitime 3 dakika kala üst üste iki gol yediler... Takım bütünlüğünden ve oyuncu seçiminden taviz vermeyen Terim, lige fırtına gibi başlayan ama sakatlandıktan sonra eski performansına bir türlü ulaşamayan Elmander’e nasıl dayanıyor, anlamıyorum.
Dünya futbolunun en büyük yıldızlarına ev sahipliği yapan İspanya’da Kaka, Ramos, Ronaldo gibi yıldızlar penaltı vuruşundan yararlanamayınca; Mourinho, makus talihini bir kez daha yaşadı.
Daha önce 3 yarı finalde de penaltı vuruşlarında turu geçemeyen Mourinho, dün gece dördüncüyü yaşadı.
Bunların hepsi laf
Çocukluğumda, “Teknik, enerjiden üstündür” derlerdi. İyi top yapan, forma giyen, takımı için çarpışanlar evlerine dönerdi. Barcelona’da ve dün akşam Madrid’de gördük ki, bunların hepsi laf. Messi’ler, Ronaldo’lar, Iniesta’lar, Kaka’lar... Eğer bireysel kondisyonunla bir şey yapamıyorsan, takım disiplinini ve dayanışma ruhunu bir yere çıkaramıyorsan, sahaya maç başlamadan kazanma isteğiyle çıkamıyorsan teknik bir yerde bitiyor. Futbolda tekniğin de, taktiğin de çok ötesinde değerler var kazanmak için.
Alman disipliniyle büyük bir yardımlaşma eşliğinde oynayan hem gole teşebbüs açısından, hem de topla oynama açısından Bernabeu’dan Real’i teslim alan Bayern Münih, kendi evinde 19 Mayıs’taki finalde Chelsea’nin karşısına çıkacak.
Bayern kupaya yakın
“Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse” derler. 66 yaşındaki Heynckes, 14 yıl önce Real Madrid’e kazandırdığı Şampiyonlar Ligi Kupası’nı şimdi evinde Bayern Münih’e kazandırmaya çok yakın.
Quaresma, sakat ve tedavili ayaklarıyla 1.5 ay Lizbon’da gezerken, bilmem ne kadar dolarlık saat, kolye, bilezikleriyle gasp edildiği haberi İstanbul’da gündeme gelirken, Beşiktaş, Quaresma’nın umrunda bile değildi.
Ama sakat Gekas, son iki maçta oynama şansı yokken ve sözleşmesi bitmişken, Atina’da, bir tavernada değil İnönü’de, tribünlerde arkadaşlarının yanındaydı. Hangisi takım ruhudur hangi futbolcunun takımı kenetlenmiştir.
Bravo Mesut Bakkal’a. Dünkü maç, oyuncularının güvenini kazanamayan, objektif olamayıp ayrıcalık yapan hedef koyamayan “scout” Carvalhal’ın iflasıdır. Ve Mustafa Denizli’nin kurduğu şampiyonluk getiren ekip ruhunun nasıl bitirildiğinin final resmidir.
İki takım da kazanmak zorundaydı ama Samsun kümede kalmak için mutlaka kazanmalıydı. FIFA teknik danışmanı Roxbury, kontrataklarda gol atamayan ve rakiplerinin bunu yapmasını engelleyemeyen takımların başarılı olamadığını söyler. Dün gelişen kontrataklarda Ekigho, Uğur Boral, Anıl’ın kaçırdıgı mutlak gol fırsatlarından sonra Samsun’un küme düşmesi içten bile değildi.
Bir komutan lazım
Play-off öncesinde bir değişim şart. Carvalhal’ın bu takıma vereceğı hiç birsey kalmadı. Bir lider bir ağabey bir komutan bir teknik adam lazım Beşiktaş’a. Yarından ötesi yok. Tayfur mu olur Samet mi? Bilic mi olur, bir başkası mı bilmem ama Beşiktaş, play-off’u bu futbolcularla oynayacaksa, onları ayağa kaldıracak giydikleri formanın Beşiktaş forması olduğunu hatırlatacak bir komutan lazım. Yoksa Play Off’ta böyle geçer. Karar Beşiktaş yönetiminin. Ya Carlos’la tam bitiş. Ya da yeni bir isimle diriliş... Dün inanan Samsun kazandı. Beşiktaşlılar, siz de inanın. İnanmış Beşiktaş play-off’un yıldızı olun. Güzel bir sözle bitirelim; “İnancını kaybeden her şeyini kaybeder...”
Aşağıda geçecek dört isimden biri daha önce diğer üçünün denediği yoldan gitmedi. (Mourinho)
La Liga’da son dokuz hafta. Lider Real Madrid. Barcelona altı puan geride. Hangisi kazanacak? Mourinho mu, Guardiola mı? Süper Lig’de son sekiz hafta. Lider Galatasaray, Fenerbahçe yedi puan geride. Hangisi kazanacak? Terim mi, Kocaman mı?
Mourinho iki farklı takım, Porto ve Inter’le Şampiyonlar Ligi’ni kazandı. Şimdi üçüncüsünün peşinde. Futbol oynamadı, bir tercümandı. Adım adım yükseldi. Agresif, egosu yüksek, kendine güveni tam, oyuncularını kollayan, futbolcularına heyecan veren iyi bir motivist.
Terim de 2000’de UEFA Avrupa Şampiyonu oldu. Mourinho Inter’de, o Milan’da görev yaptı. Milli Takımı Avrupa üçüncülüğüne taşıdı. O da agresif ve iyi bir motivasyon ustası.
Bir gerçek var ki hem Jose Mourinho, hem Fatih Terim bir yıl içinde inanılmaz duruldu. Sanki birer filozof oldular. Benzer yönleri fazla iki teknik direktör Mourinho’nun Real Madrid’i ve Fatih Terim’in Galatasaray’ı şampiyonluk yarışında biraz daha şanslı görünüyor.
Guardiola ve Kocaman cool
Pep Guardiola Barcelona’nın, Aykut Kocaman Fenerbahçe’nin efsane futbolcuları. Başkan Laporta büyük risk alarak 2008’de (B) takımından Barcelona (A) takımının başına getirdi Guardiola’yı. Tam isabet. Sonra dört yılda tam 13 kupa geldi Barcelona müzesine. 2009’da, Aziz Yıldırım, Aykut Kocaman’ı sportif direktör yaptı ve sonrasında yine risk alarak Fenerbahçe’nin başına getirdi. O da tam isabet. İlk yılında Fenerbahçe’yi şampiyon yapan Aykut Kocaman, ikinci yılında da şampiyonluk hesapları içerisinde. Guardiola da, Aykut Kocaman da futbolcularına ne yapmalarını değil, neden yapmalarını anlatarak onların ufuklarını açıyor. İkisi de cool.
Çünkü Fernandes bu takımın lokomotifi. Boş vagonları o çekiyor! Dün de sahanın yıldızıydı. Attığı ve attırdığı gol, duran topları kullanmadaki hüneri, derin öldürücü paslardaki becerisi, ayakta kalabilme, vücudunu kullanabilme kabiliyeti ve de kazanma isteği. Hepsi mükemmeldi. Böyle bir oyuncuyu satmayın başkan, satılacak o kadar çok futbolcu var ki...
Beşiktaş defansı facia
İki takım da korkusuzdu. İkisi de kazanmak istiyordu. Her ikisi de gol için riskler aldı, kontratağa kalktı, kontraya yakalandı. İki takım arasındaki tek fark Beşiktaş bu işi sadece Fernandes’le yaparken, Belediye bloklar halinde ve takım ruhuyla oynuyordu. 4 golün atıldığı, kalelerde 14 net gol pozisyonunun yaşandığı renkli bir maç oldu. İki takım da futbol kalitesinde vasatın üstüne çıkamadı. Savunma ve hücum felsefelerinde bu kadar kopuk bir manzarayı artık üst düzey karşılaşmalarda görmek mümkün değil. Veli’nin, Pektemek’in pasında topu ağlara gönderememesi maçın kırılma anıydı. Çünkü bu atağın dönüşünde Belediye beraberlik golünü buldu.
Son 13 lig maçını gol yemeden bitirmemiş Beşiktaş defansı dün faciaydı. Siyah beyazlı ekip skoru 2-1’e getirdiktken sonra geçen 6 dakikada 4 mutlak golü kaçırdı Belediye, biri direkten döndü ikisini Cenk kurtardı, birini de Metin göklere vurdu.
Varsa yoksa Fernandes
Eğer kaleci Cenk iyi gününde olmasa Belediye’nin farka koşması içten bile değildi. Egemen’in solda işi ne? Webo gibi güçlü fiziği olan bir santrfor karşısına Toraman’la başlamak akıl karı mı? Orta saha defansa yardım etmiyor. Veli kötü Ernst kötünün kötüsü. Varsa yoksa Fernandes.
Beşiktaş, psikolojik sorunları olan Quaresma’ya, emekli Simao ve Edu’ya, fonlara on milyonlarca Euro karptırmak yerine; Belediye’nin ucuz bonservisle kapattığı Webo, Visca, Holmen gibi diri ve takım neferi isimler bulmalı artık. Bir de kişiliğini ortaya koyacak, dirayetli olacak yıldızlarla gençleri kaynaştıracak sahaya baktığında oyunu okuyacak ve Beşiktaş’a yakışacak bir teknik direktör lazım.
Ve bugünlere gelindi. Maç 26’ıncı dakikada bitti. Beşiktaş defansı nasıl bu kadar kolay gol yer akıl almıyor. Biri duruyor (Falcao), biri pası veriyor (Arda) biri vuruyor (Adrian) komik mi komik...
İlk gol sonrası Simeone’nin sevinci 3-1’lik skorun ne kadar güvensiz olduğunu bildiğinin ifadesiydi. Hele Cenk’in yediği bir ikinci gol var ki, evlere şenlik. Sözün özü Kartal’ın başında sorun, kanadında kırık, kuyruğunda kopuklar vardı. Bu Kartal yeni turlara uçamazdı ve uçamadı...
Gecenin yıldızı taraftar
İlk yirmi dakikadaki istekli Beşiktaş, maç boyu rakip ceza sahasına girmede zorlandı. Gol yemeden nasıl tur geçileceğinin hesabı yapılmamıştı. Futbol hızlı düşünüp, hızlı hareket edenlerin ve bunu bireysel değil ekip halinde yapanların başarılı olduğu bir oyun. Atletico iki bekiyle, çabuk orta sahasıyla Beşiktaş’a dün tarihi bir hezimet yaşatmadıysa bunda konuk ekibin gevşek oyununun etkisi büyük. Arda, Türkiye Ligi’nde hiçbir maçta oynamadığı kadar rahat oynadı. 19 yaşındaki Atletico file bekçisi Courtois eğer kaleciyse bizim genç dediğimiz ümit bağladığımız Cenk kaleci mi?
Lig maçlarında tribünleri bayanlara ve çocuklara bırakan Beşiktaş seyircisi dün gecenin yıldızıydı. Belli ki Carvalhal’in dolmuşuna gelmişler. Ne demişti Carlos, “Kaybedecek bir şeyimiz yok. Kazanırsak sahada 11, kulübede 7 şampiyon olacak.”
Seyirci sahi sandı tribünde yerini aldı. Ama Carlos yitirdiği itibarını, yabancı futbolcular alamadığı paralarını, yerliler yarınlarını düşünürken nasıl olacaktı bu işler. Beşiktaş’ı zor günler bekliyor.
BJK, Atletico Madrid’e Veli’nin kanadından pozisyon üstüne pozisyon veriyor. Veli’nin orada işi ne? Q7 onun önünde, geri gelmez, yürekler küt, küt... Carvalhal kulübeye dönüyor. Kenardaki İsmail’e “Hazırlan!” diyor. Oyuna müdahale edecek, gözüne Necip’i kestirmiş, o çıkacak, İsmail girecek. Yardımcı antrenör “Ne yapıyorsunuz?” diyor. “Ya Q7 ya da Simao, Necip olmaz!” Devre 3 golle bitiyor. 2. yarı için UEFA temsilcisine oyuna İsmail’in gireceği bildiriliyor, ama kim çıkacak? Bilen yok. 15 dakika boyunca çıkacak adamı söylemiyor, söyleyemiyor Carvalhal. Belli ki bir korkusu var. UEFA temsilcisi soruyor “Kim çıktı?”. Takım sahaya yürürken Carvalhal ürkek bir sesle dudaklarının arasından mırıldanıyor “Quaresma”... Sonrası malum. Altı gündür manşetlerden düşmeyen Q7’nin, ahlak düzeyi ve profesyonellik seviyesi konuşuluyor. Carlos bavulunu hazırladı. Ya yarın, ya ay sonu yolcu. “Tabii ki ben gideceğim. Quaresma, 3.5 milyon Euro, ben 500 bin Euro alıyorum.” Değerini ve ederini sadece para ile ölçen ve kişiliğini, otoritesini ikinci plana iten bir scout’un dramıdır bu. Ve bu Beşiktaş’ın gerek teknik adam, gerek futbolcu seçimlerinde kanayan yarasıdır...
SEBA’YI KULLANMA SANATI
“Gençlerin yaşlılar için yapabilecekleri tek şey onları sarsarak güne uyanabilmelerini sağlamaktır.” Süleyman Seba’nın eski dostlarından, Futbol Federasyonu ve Beşiktaş eski yöneticisi sevgili Mekki Başak, Süleyman Seba’ya gitmiş, alttan girmiş, üstten çıkmış Efsane Başkanı, Beşiktaşlıların Yalçın Karadeniz başkanlığı etrafında birleşmeye ikna etmiş. Ertesi gün Metin Keçeli, Seba’ya sormuş “Abi sen ne yaptın?” diye. Süleyman Seba dost muhabbetini anlatmış. Baskıdan, kadehlerden bahsetmiş ve attık imzayı demiş. Mekki Başak, Süleyman Seba’nın güne uyanmasını sağlayabildi mi bilmiyorum, ama Fikret Orman’ın adaylığıyla işin renginin değişeceği açık bir gerçek. Daha önceki başkanlık seçimlerinde Hasan Arat’a, Murat Aksu’ya ve bugün de Yalçın Karadeniz’e destek veren efsane Başkan Süleyman Seba herhalde ‘Kırgınlar Evinde’ ki şu cümleyi söylüyor “Ne istersem yapabilirim gibi geliyor bana; çünkü, istediğim hiçbir şey yok artık...”.
Sevgili Yalçın Karadeniz neden gitmedi Seba’ya? Sevişirler mi, hatıraları sıcak mı? Operasyonun arkasında Demirören var diyorlar. Günler sayılı, göreceğiz...
SPiKER Mi YORUMCU MU?
1976’dan, futbol anlatmaya başladığım günden bu yana tartışılır durur. Futbol anlatan kişilerin spiker mi, yorumcu mu olduğu. 35 yıl geçmiş, değişen bir şey yok. Hürriyet’te dünkü köşesinde Feridun Düzağaç aynı soruyu soruyor. Tek kelimeyle yorumcudur doğrusu. İngilizce: Commentator, Almanca: Kommentator, Fransızca: Commenttateur, İspanyolca: Comentarista, Portekizce: Comentador.
Hepsi, yorum yapan demek. Futbol maçını veya bir spor müsabakasını anlatan, kendi kelimeleriyle, betimlemeleriyle, teşbihleriyle ve değerlendirmeleriyle gördüğünü nakleden kişidir. Hep yorum yapar. Güzel pas, iyi şut, mükemmel orta, harika gol, nefis kurtarış, hepsi anlatıcının yorumudur. Çünkü o anda düşündüklerini, hissettiklerini söylemektedir. Spiker ise, önüne getirilen, eline verilen bir metni eksiksiz ve dilin bütün inceliklerini kullanarak okuyan
Mevsim başından beri ‘Portekiz Çetesi’ne ödünün bedelini Madrid’de devre arasında pahalı ödeyen, Q7’nin fırlattığı krampondan bedenini, ağız dolusu küfür ve hakaretlerden gururunu kurtarmaya çalışan Carvalhal’e bu Beşiktaş takımında hangi futbolcu saygı duyuyor, bilemem.
Madrid seyahatinin ve sezon başından bu yana üç günde bir maç yapmanın fiziki yorgunluğuna, 3-1’lik Atletico yenilgisinin ve ardından artist Quaresma’nın şovunun psikolojik şoku da eklenince dünkü beraberliğe bir yerde sevinmek lazım. Liderin 19 puan gerisine düşmüş Beşiktaş, 8 deplasman maçında sadece 1 kez galip gelebilmiş. Kartal, play-off’a kalamayabilir.
Sevinsinler mi?
Futbol kariyerinde bu tür komik golleri çok yedi Rüştü. Onun tecrübesi böyle bir hata yapmasına izin vermemeliydi. Edu’nun attığı harika beraberlik golüyle alınan 1 puana Beşiktaşlılar sevinmeli mi yoksa kaybedilen 2 puana üzülmeli mi? Herhalde ikincisi. İlk yarısı pozisyonsuz geçen maçın ikinci yarısında Orduspor 1-0’lık skoru korumak isteyince Beşiktaş daha dominant oldu. İki takımın da son 20 dakikada riskleri göze alarak oynamasıyla her iki kalede direklerden dönen toplar ve kaçan mutlak gol pozisyonları vardı. Ama 90 dakikanın sonunda beraberliğin maçın hakkı olduğunu söyleyebilir.
Veda zamanı geldi
Emekli olmuş Simao’ya, heyecanını yitirmiş Holosko’ya veda zamanı. Burak ve Pektemek’e Beşiktaş’ın geleceği için forma şart. Rüştü ve Cenk dönüşümlü oynamalı. Tecrübeli kaleci kulübede soğumamalı, sıkça üç direk arasındaki yerini almalı. Beşiktaş, Carvalhal’in önderliğinde yola gidecekse, başarması zor. Benim gördüğüm hem yurttaşları ı, hem diğer oyuncuların Carvalhal’e futbol inancı ya kalmamış ya da çok azalmış.
Liderlik saygınlık ister, otorite ister, sevgi ister. Carvalhal’in Beşiktaş’ı mı, Mustafa Denizli’nin Beşiktaş’ı mı? Sizce hangisi?