Müzayede evi tablonun 60 ile 80 bin arasında bir fiyata satılabileceğini, sürprizin 120 bin olabileceğini belirtmişti. Eseri alan kişi ya da kurum, vergileriyle beraber 438 bin sterlin (yaklaşık 5 milyon TL) ödeyecek. Alıcının ismi açıklanmasa da büyük ihtimalle bu beş katı artışın nedeni Türkiye’den müzayedeye katılan alıcıların birbiri ile yarışması.
Gözler bu müzayedede de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin üzerindeydi. Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun talimatıyla geçen yıl Bellini atölyesinden çıkma Fatih Sultan Mehmet portresinin 7 milyon 923 bin TL’le satın alınıp İstanbul’a getirilmesi benzer bir beklentiye neden olmuştu.
TASAVVUF MÜZESİ’NDE SERGİLENECEK
İBB bu kez müzayedenin gözdesi olan Kanuni portresi yerine manevi değeri daha yüksek olan Kuran-ı Kerim sayfaları ve el yazmalarına odaklandı. Sotheby’s’in ‘İslam Dünyası ve Hindistan Sanatları’ koleksiyonunda satışa çıkan 9 adet Kuran-ı Kerim sayfasını ve el yazmalarını satın aldı. Belediyenin müzayededen aldığı eserlerin toplam değeri yaklaşık 150 bin sterlin (1 milyon 700 bin TL) civarında.
İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat, çok değerli bir koleksiyonu ait olduğu topraklara getirdiklerini, eserlerin İstanbullularla, önce Saraçhane Sergi Salonu’nda sonra da yapımı devam eden Feshane Tasavvuf Müzesi’nde sergileneceğini söylüyor.
‘İslam Dünyası ve Hindistan Sanatları’ başlıklı koleksiyonun içinde bulunan portrenin 60 bin ila 80 bin sterlin arasında bir değere satılabileceği tahmin ediliyor. Kanuni Sultan Süleyman’ı 43 yaşındaki haliyle gösteren portre 19. yüzyıldan bu yana Fransız bir aileye ait özel koleksiyonda saklanıyormuş.
Bu satış Fatih Sultan Mehmet’in Venedikli ressam Bellini’nin atölyesinden çıkma portresinin satışını akla getirdi. Fatih Sultan Mehmet’in orijinal portresi, Londra’daki Christie’s Müzayede Evi tarafından 25 Haziran 2020’de açık arttırmaya çıkarılmış, düzenlenen müzayedede İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun talimatıyla 7 milyon 923 bin liraya satın alınmıştı.
Fatih Sultan Mehmet portresi Türk sanat dünyasında büyük bir heyecan yaratmış, hatta eserin fiyatının yükselmesinde İBB dışında Türkiye’den katılan bazı alıcıların birbirilerinden habersiz yarışmasının etkili olduğu söylenmişti. Kanuni Sultan Süleyman portresinin Türkiye’de Fatih Sultan Mehmet portresinin yarattığı heyecanı yaratmadığı görülüyor. Konuştuğum müzayede evi yöneticileri bunu, eserin, Bellini imzası taşıyan Fatih Sultan Mehmet portresi kadar güçlü olmamasına da bağlıyor. Ama yine de belli olmaz. Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli padişahlarından birinin portresi bu topraklara yakışır diyerek eserin gücüne, kondisyonuna bakmadan satın almak isteyenler çıkabilir. Bakarsınız bugün müzayedede birbirinden habersiz Türk alıcılar bu tablo için de Londra’da çarpışabilir.
Galatasaraylı Selçuk İnan’ın koleksiyonundaki Juan Miro adı, Ertuğrul Özkök’ün dikkatini çekmiş ve Urla’ya giderken yanına pantolon almayı unutmasına rağmen yıllar önce İstanbul’da açılan sahte Miro sergisini hatırlayarak endişelenmişti. Acaba Cemre-Selçuk İnan koleksiyonundaki bu Miro tablosu da sahte miydi?
Hatırladığı, 20 Kasım 2013’te İstanbul’da Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde açılan ve eserlerin sahte olduğu anlaşılan Miro sergisiydi. Özkök bir ‘Upper Cihangir’ dedektifi olarak bu şüphesinde haklıydı. Çünkü sergi, en köklü sanat eğitim kurumu olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin işbirliğinde ve onlara bağlı bir galeride açılmıştı.
Endişesini şöyle dile getirdi Özkök:
“Selçuk İnan’ın elinde ne var bilmiyorum. Ama bir yağlıboya tablo olacağını sanmıyorum. 2012 yılında bir Miro tablosunun Sotheby’s’de 37 milyon dolara satıldığını biliyorum.
Farklı dünyaların insanlarıymış gibidirler sanki. Sanat fuarlarında boy gösteren sporculara rastlamıştım ama sanatla bu kadar içli dışlı olduklarını bilmiyordum.
Geçen hafta upper Cihangir’de katıldığım özel bir yemekte futbolcular arasında bir hayli koleksiyoner olduğunu öğrendiğimde, bu kanının ne kadar yanlış olduğunu düşündüm. Davetin sahibi, kendisini de önemli bir koleksiyoner olan göz hastalıkları uzmanı Op. Dr. Baha Toygar’dı. Korona öncesi zamanlarda verdiği davetler, sanat dünyasında hayli meşhurdu. Bu kez az sayıda kişinin katıldığı mesafeli bir davet düzenlemişti. Doğal olarak davetliler de sanatçı ağırlıklıydı. Ressam Ekrem Yalçındağ, Burcu Perçin ve Ali Elmacı ile fotoğrafçı Fethi Karaduman da davetliler arasındaydı.
Ekrem Yalçındağ biraz gecikince, mazeret olarak resimlerinin koleksiyoneri olan futbolcu Volkan Demirel’in atölye ziyaretinin uzamasını söyleyince ilgimi çekti.
Başka kimler vardı spor dünyasında koleksiyon yapan? Kimlerin resimlerini alıyorlardı?
Fosforlu Cevriye... “Bir gece kadınına, bir karanlık kızına bundan daha güzel ve onu daha iyi vasıflandıran bir sıfat bulmaya imkân mı vardı! Fosforluymuş gibi etrafa ışık saçıyordu. Erkekler karanlığa rağmen hep ona doğru gelirlerdi. Kızlar fosforun var derlerdi, göze evvela o çarpardı. Güzelliği kadar, ismi de kaldırımlarda meşhurdu.”
Suat Derviş’in ilk kez 1944-1945’te tefrika edilen ve 1968 yılında kitap olarak yayımlanan romanı, 1930’larda İstanbul’un Galata semtinde yaşayan sokak kızı Cevriye’nin polisten kaçan bir adama aşkını konu alıyor. Toplumcu gerçekçi tarzda yazılmış bu romanda Suat Derviş sade bir dille toplumun farklı sınıflarından insanları samimi bir şekilde anlatıyordu. ‘Karakolda Ayna Var’, ‘Kız Kolunda Damga Var’, ‘Gözlerinden Bellidir Cevriyem’ ve ‘Sende Kara Sevda Var’ olmak üzere dört bölümden oluşan roman dönemin siyasi ve toplumsal atmosferini yansıtması bakımından da önem taşıyor.
Güzelliği dillere destan, yeri geldiğinde mangalda kül bırakmayan, gökyüzündeki yıldızlardan düştüğüne inanacak kadar saf bir fahişe Fosforlu. İstanbul’un her sokağını, karakollarını bilen Cevriye’nin karşısına hiç tanımadığı bir adam çıkar. Hayatında kimse Cevriye’ye, hastalığında kendisine bakan, itina eden, ilk kez bir kadın olduğunu hissettiren bu adam gibi davranmamıştır. Bu yabancıyı tanımasıyla birlikte Cevriye daha önce hiç hissetmediği, hiç bilmediği duyguları tadacak ve sevmeyi, tutsaklığı öğrenecektir. Tam anlamıyla karasevdaya tutulacaktır. Onu unutmamak için bileğine kelepçe dövmesi yaptıracak, korumak için canını verecek kadar büyük bir tutkudur bu.
Ve Suat Derviş romanını onun bütün ışıltısıyla birlikte suya nasıl gömüldüğünü anlattığı şu bölümle noktalar:
“Bu türkü karakoldaki aynalarda kendini seyreden, kollarında damga olan, gözlerinde karasevdası okunan fosforlu bir güzeli anlatıyordu. Karanlık bir gecede gökten düşüp parçalanan bir yıldız gibi, sular üstünde fosforlu bir iz bırakarak kaybolmuş Fosforlu Cevriye’yi...
Denizlerin kumuyum
Bu kez Oğuz Atay kazısını daha da ileriye götürmüş. Holden Yayınları tarafından yayımlanan ‘Oğuz Atay Sözlüğü’nde Atay’a dair pek bilinmeyen ayrıntıları didik didik etmekle kalmıyor, yazarın yaşamını eserleri bağlamında yeniden yorumluyor. İşte edebiyat dünyasında çok tartışılan ve kitapta yer alan ilginç maddelerden biri:
“Günlük’ün kaybı ve yeniden bulunuşu: Oğuz Atay’ı Yeniköy’deki evinde sık sık ziyaret eden Engin Ardıç, Barlas Özarıkça, Ayhan Aktar gibi genç hayranlarının ilk dikkatini çeken, kimi rivayetlere göre ortadaki sehpada, kimi rivayetlere göre çalışma masasında duran kahverengi plastik kaplı bir defterdi. Oğuz Atay’ın bir süredir yazmakta olduğunu söylediği ‘Günlük’ bu muydu acaba? Kimse emin değildi tabii ki, zaten emin olmanın da tek bir yolu vardı: Okumak! Oğuz Atay’ın ölümünden sonra, evin balkonuna tırmanarak içeri girip kahverengi plastik kaplı defteri koltuğunun altına sıkıştırarak gözden kaybolan kişi veya kişilerin de yaptığı buydu aslında Olric! Büyük ihtimalle, kendileri hakkında ne yazdığını merak etmişlerdi; küçük ihtimalle, Günlük’ün kaybolabileceğine dair bir endişe sürüklemişti onları böyle bir teşebbüse. Öyle ya da böyle, Günlük yıllarca ortalıkta görünmemişti işte. Sonra birdenbire, nasıl olmuşsa olmuş, kahverengi kaplı plastik defter, bizim Gürsel Göncü’nün avuçlarında buluvermişti kendisini! Bereket Gürsel bencil davranmayacak, Cevat Çapan’la konuştuktan sonra, o sıralar Milliyet gazetesinde çalışmakta olan Ömer Madra ile Enis Batur’a teslim edecekti defteri. Hemen arkasından da, Oğuz Atay’ın ölümünden tam yedi yıl sonra doğumunu müjdeleyen o ünlü dizi başlayacaktı Milliyet’te. Arkasından, Enis Batur, Özge Atay’la birlikte İletişim Yayınları’nın yayın yönetmeni Murat Belge’yi ziyaret edecek ve Oğuz Atay’ın bütün kitaplarının yeniden basılmasına karar verilecekti...”
Ünlü sanatçının hafta sonu oynanan Trabzonspor-Fenerbahçe karşılaşmasında sarı-lacivertli futbolcu Samatta’nın kaçırdığı bir pozisyon sonrası verdiği tepki anlarını eşi Ece Dağıstan Say, “Taşkın aşkım” mesajıyla sosyal medyadan yayımladı. Büyük ilgi gören görüntüler, kısa sürede binlerce kullanıcıya ulaştı.
Bu görüntülerin trend topik olduğu pazartesi sabahı Fazıl Say, Instagram hesabından da başka bir video yayımladı.
Maç izlerken çekilen ‘çıldırma’ görüntüsü Twitter’da ‘Meksika dalgası’ şeklinde yayılırken diğer videoda aslında ‘çılgınlık’ olarak nitelendirilebilecek başka bir projesini anlatıyordu Fazıl Say.
İki buçuk ay önce başladığı Türk bestecileri kayıt projesinin ilk aşamasının bittiğini ve ilk kaydın bir-iki gün içinde dijital platformlarda yayımlanacağı müjdesini verdi.
Ölmeden önce aman bunları göreyim, okuyayım diye değil belki ama pratik, renkli ve eğlenceli bir liste sundukları için. Hatta Caretta Yayıncılık ‘Ölmeden Önce Görmeniz Gereken 1001 Film’ ile ‘Ölmeden Önce Okumanız Gereken 1001 Kitap’ ve ‘Ölmeden Önce Görmeniz Gereken 1001 Resim’ derlemelerinin çevirilerini yayımlamıştı.
Kültür-sanat sitesi ‘sanatatak’ın Instagram hesabında gördüm. Hollanda’nın ünlü müzelerinden Rijksmuseum kitap sayfalarında kalacak bu tavsiyeyi hayata geçirmiş. Müze, ağır hastaların son dileğini yerine getirerek görmek istedikleri tabloyu ziyaret etmelerine olanak sağlayan bir uygulama başlatmış. Hastalar arasında bir soruşturma yapılıyor, eğer istekler arasında müze koleksiyonunda bulunan ve sergilenen eserler varsa, hasta özel bir ambulansla getirilerek o çok görmek istediği eserle baş başa kalması sağlanıyor.
İnsanın aklına hemen, böyle bir durumda olsam ve bir fırsat verilse ben hangi tabloyu görmek isterdim sorusu geliyor. Sanat tarihinde uzun uzadıya bir yolculuk yapıp hayattan biraz daha zaman çalmak ister insan ama benim aklıma ilk gelen tablolardan biri Hollandalı ressam Pieter Bruegel’in ‘Karda Avcılar’ı oldu. Viyana Sanat Tarihi Müzesi’nde sergilenen 1565 tarihli tablo Batı resminde ilk kış manzaralarından biri olarak kabul ediliyor. Kışsever biri olarak beni neşelendiriyor ve içime yaşama sevinci katıyor bu tablo.
Hasta yatağınızda son bir istek olarak sorulsa, siz hangi tabloyu görmek isterdiniz?