Derginin kapak konusu pandemi önlemlerini kademeli olarak kaldıran Amerika’nın açılımı. Amerika’da artık hayatın normale dönmeye başlaması. Dergi aynı zamanda Gürbüz Doğan Ekşioğlu ile pandemi süreci üzerine kısa bir söyleşi de gerçekleştirdi.
Ulusal ve uluslararası pek çok ödülün sahibi olan Ekşioğlu, Türkiye’de ve yurtdışında pek çok karma serginin yanı sıra, biri New York’ta olmak üzere 34 kişisel sergi açtı.
Atlantic Monthly, The New York Times gibi gazete ve dergilerin yanı sıra Forbes dergisinin kapağında da bir kez çalışmaları yayımlandı.
Gürbüz Doğan Ekşioğlu’nun The New Yorker’a çizdiği sekizinci kapağı bu. Sanatçı önceki gün sosyal medya hesaplarından da duyurdu 10 yıl sonra tekrar The New Yorker’ın kapağını çizdiğini.
Daha önce 11 Eylül saldırılarının yıldönümünde ve son olarak 16 Mayıs 2011 tarihinde Osama Bin Ladin’in ABD tarafından öldürülmesi üzerine yaptığı ‘Erasing Osama’ adlı çalışmaları derginin kapağında yer almıştı.
BİR YIL ÖNCE HAZIRLADI
Türkiye’de yaşayıp üreten bir sanatçının Amerika’nın en önemli dergilerinden birinin kapağını çizmesi büyük bir başarı. Bütün dünyayı meşgul eden pandemiyi ve Amerika’nın açılımını en iyi anlatan çizimi bir Türk sanatçının yapması...
Pınar tarafından çocukların sosyal becerilerini geliştirmek ve onlara resim sanatını sevdirmek amacıyla düzenleniyor yarışma. Bu yıl Türkiye’nin 7 bölgesi, Özel Eğitim ve Uygulama Okulları ile KKTC, Almanya ve Azerbaycan’daki 6 - 14 yaş arası ilköğretim çağındaki çocuklar arasından toplam 12 bin 578 adet başvuru yapıldı.
Yarışmanın son yıllarında jüri üyesi olarak görev yaptığım için çocukların hayal dünyalarının zenginliğini, renklerle olan ilişkilerini gözlemleme fırsatı buluyorum ben de.
Jüri Başkanı Prof. Dr. Mümtaz Sağlam teması ‘Doğayı Seviyorum, Çevreme İyi Bakıyorum’ olarak belirlenen yarışmaya gönderilen eserleri değerlendirirken, çocukların evde geçirdikleri vakitlerde doğaya duydukları özlemi ifade ettiklerini ve hayal dünyalarını coşkuyla resimlediklerini belirtiyor.
Geçen seneye oranla başvuru sayısı 2 kattan fazla artan yarışmaya Marmara Bölgesi’nden 4 bin 363, İç Anadolu Bölgesi’nden 2 bin 295, Ege Bölgesi’nden 2 bin 202, Akdeniz Bölgesi’nden bin 333, Karadeniz Bölgesi’nden 868, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden 721, Doğu Anadolu Bölgesi’nden 557, KKTC’den 167, özel eğitim ve uygulama okullarından 41, Azerbaycan’dan 25 ve Almanya’dan 6 başvuru yapıldı.
Sokağa çıkma yasağı kapsamında marketlerde zorunlu temel ihtiyaçlar dışındaki ürünlerin satışının yasaklanması, neyin temel ihtiyaç olup neyin olmadığı tartışmasını da gündeme getirdi. İlk tepki, bazı marketlerde bant çekilen ürünler arasında hijyenik pedlerin de yer almasınaydı. İçişleri Bakanlığı yetkilileri, pedin hijyenik madde kategorisinde olduğunu belirterek, “Öyle bir yasak yok” açıklamasını yapmak zorunda kaldı.
Tam bu tartışmaların sürdüğü sırada bir başka fotoğraf daha sosyal medyanın gündemine geldi. O da önüne bant çekilmiş kitap raflarıydı. Belli ki satışı yasak kırtasiye ürünleri kapsamına alınmıştı kitaplar da. Edebiyat dünyasından pek çok isim bu fotoğrafı sosyal medyada paylaşıp tepkilerini dile getirdiler. Yekta Kopan’dan Ahmet Ümit’e, Buket Uzuner’e kadar.
Bu görüntünün sorumlusu genelgeyi iyi anlamamış market yöneticisinin kafa karışıklığı olsa keşke. Ancak kitapçıların kapalı olduğunu düşünürsek Bakanlığın kitabı bir temel ihtiyaç maddesi olarak görmediği anlaşılıyor.
FRANSA’DA TEMEL İHTİYAÇ
Biz onu anarken hangisini kullanmalıyız? Konuyu tartışmaya açan Metin Celâl. Şair Oktay Rifat’ın ölüm yıldönümü olan 18 Nisan tarihinde sosyal medya anıcılarının kendisinden ısrarla Oktay Rifat Horozcu diye söz etmelerine takılmış ‘edebiyathaber’ adlı internet sitesindeki yazısında: “Horozcu, Oktay Rifat’ın soyadı olarak kabul ediliyor ve yaygın olarak kullanılıyor. Oysa nüfus kâğıdına göre soyadı ‘Rifat’. Babasının da çocuğunun da torunun da soyadı ‘Rifat’ ama ısrarla ‘Horozcu’ soyadı yakıştırılmış ve şairin adına yapıştırılmış. Biyografilerde, antolojilerde hep böyle geçiyor. Bir an için boş bulunup soyadının ‘Horozcu’ olduğunu kabul etsek bile şair tüm eserlerini ‘Oktay Rifat’ olarak imzalamış, bu seçime saygı duyalım, denilmiyor, soyadı ekleniyor. Hem de olmayan bir soyadı.”
Bu, olmayan bir soyadının şaire yapışma örneği. Edebiyatımızın ‘Üç Kemal’leri, Yaşar Kemal, Orhan Kemal ve Kemal Tahir’de olduğu gibi pek çok yazar ve şair ise soyadlarını asla kullanmıyorlar eserlerinde. Kimse Yaşar Kemal Gökçeli, Kemal Tahir Demir, Orhan Kemal Öğütçü demiyor. Bunlara Nâzım Hikmet’ten Orhan Veli’ye, Sait Faik’ten Hasan Hüseyin’e kadar pek çok ismi eklemek mümkün. Yazarın, şairin, sanatçının eserlerinde kullandığı ismi açık beyan olarak kabul etmek en doğrusu. Metin Celâl sadece konuyu gündeme getirmedi, kendi beyanını da duyurmuş oldu. Metin Celâl Zeynioğlu değil sadece Metin Celâl olarak anılmak istiyor demek ki.
MALİYE, HALİKARNAS BALIKÇISI’NI NORMAL BALIKÇI SANINCAYazarların eserlerinde kullandıkları isimler yüzünden başlarına tuhaf olayların geldiği de oluyor. Bunların en ilginci Halikarnas Balıkçısı’nın yaşadığı. Cevat Şakir Kabaağaçlı yerine sürgüne gönderildiği Bodrum’dan esinlenerek ‘Halikarnas Balıkçısı’ adını kullanan usta yazarı, maliye gerçek bir balıkçı sanıp vergi almaya kalkmış. Halikarnas Balıkçısı maliyeyi gerçek bir balıkçı değil yazar olduğuna nasıl ikna etti acaba? Yevmiye defteri yerine hikâye defterlerini göstermiştir sanırım. REFİK ANADOL SERGİSİNİ 30 BİN KİŞİ GEZDİSON dönemin en çok ses getiren sergisi oldu Refik Anadol’un ‘Makine Hatıraları: Uzay’ı. Pilevneli Galeri pazartesi günü son ziyaretçilerini ağırlayarak kapılarını kapattığında bile içeriye girmek için bekleyenler vardı. Galerinin sahibi Murat Pilevneli sergiye gösterilen bu ilgiden dolayı sosyal medya hesabından bir teşekkür mesajı yayınladı. Pilevneli, 30 binin üzerinde kişinin sergiyi gezdiğini belirterek “Ziyarete gelen sanatseverlerin yarattığı kuyruklar zaman zaman eleştirildi, ancak bu serginin hepimizin hayatından birçok güzelliğin eksildiği böylesi bir pandemi döneminde, bizler için olduğu kadar bu kuyrukları oluşturan binlerce insan için bir umut, bir nefes ve aydınlığın karşılığı olduğuna inanıyorum. Kuşkusuz pandemi ile birlikte gelen kimi imkânsızlıklar bizleri yapabileceklerimiz konusunda engelledi. Bunların sonucu olarak çokça kez sergi saatlerini ve günlerini değiştirmek zorunda kaldık. Fakat kısıtlı zamana rağmen mümkün olduğunca alan yaratarak sergimizin güvenle gezilebilmesini sağladık” diye yazdı.
30 bin kişi bir sanatçının solo sergisi için çok iyi bir sayı. Hele pandemi önlemleri çerçevesinde belli sayıda ziyaretçinin içeriye alınabildiğini, hafta sonu sokağa çıkma yasaklarını düşününce.
DÜNYA CAZ GÜNÜ’NÜ TÜRKÜYLE KUTLAYINUNESCO iyi niyet elçisi efsanevi caz piyanisti Herbie Hancock tarafından yaratılan ve 2011 yılında UNESCO tarafından kabul edilen Dünya Caz Günü, her yıl 30 Nisan’da dünya genelinde kutlanıyor. Bu yıl kutlamalar ne yazık ki uluslararası organizasyonlarla gerçekleştirilecek konserlerle değil evlerde yapılacak.
Ressam Kezban Arca Batıbeki, 6 Mayıs’ta Kabataş Fındıklı’daki Merdiven Art Space’de açacağı sergiye bu adı vermiş.
Bu içerikte bir sergiyi yapacak en doğru isim Batıbeki.
Düşünsenize anneniz Yeşilçam’ın Yeşilçam olduğu dönemin en ünlü oyuncularından Nurhan Nur. Babanız da Türk sinemasının önemli yönetmenlerinden Atıf Yılmaz.
Çocukluğunuz da doğal olarak film setini andıran bir dünyada geçmiş.
Son aylarda edebiyat gündemini meşgul eden tartışmayı başlatan Sefa Kaplan’ın hazırladığı ‘Oğuz Atay Sözlüğü’ndeki bir madde olmuştu. Oğuz Atay’ın ölümünden sonra ‘Günlük’ünün evinden nasıl çalındığı ve yıllar sonra nasıl ortaya çıktığını anlatan bölümü alıntılamıştım ben de. Ertuğrul Özkök bir edebi dedektif titizliği ile olayın izini sürmüş ama bilenlerin suskunluğu yolunu kapatmıştı.
Sır perdesini Ayça Atikoğlu dün T24’te “1977’de kaybolan günce 1984’te Milliyet’te nasıl dizi oldu? Bu iyi niyetli Arsen Lüpenler Kim?” diyerek kaldırdı.
O dönem Milliyet’in Kültür Sanat Servisi’nde çalışan Atikoğlu tüm yaşananların tanığı. “1983 yılında Milliyet’in Cağaloğlu’ndaki binasının üst katında çalışanlar için bir sır yok aslında. Günlüğün bulunuşunu, gelişini, teslim edilişini hep birlikte yaşadık. Niye mi sustuk? Çünkü olayın iki kahramanı, onlara ‘Teşekkür edilsin’ istemedi” diye açıklıyor bu suskunluğun nedenini.
Günlük’ü Milliyet’e,
19 Mart’ta açılan sergi ilk günden itibaren ziyaretçilerin yoğun ilgisiyle karşılaştı ve pandemi tedbirleri de devreye girince kapıda uzun kuyruklar oluştu. Görenlerin öve öve bitiremediği, yere göğe sığdıramadığı ne yapmıştı peki yeni medya sanatçısı Refik Anadol?
İzleyicinin başını döndüren bu sergi ve Anadol’un yaptığı işin sanat tarihindeki yerine dair iki yazı yayımlandı. Eleştirmen Ayşegül Sönmez’in kurucusu olduğu ‘Sanatatak’ta kaleme aldığı ‘Refik Anadolun Makine Hatıraları’nın Hatırlattıkları’ başlıklı dört bölümlük bir yazısı ile Ali Artun’un e-skop’ta yayımladığı ‘Refik Anadol ve Algoritma Sanatı’ yazısı.
İstanbul nihayet kendisine yakışan bir kültür merkezine kavuşuyor. 2008’de boşaltılan ve 2018’de de tamamen yıkılan Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’nin yerine yapılan yeni binanın inşaatında son aşamaya gelindi. Dünya standartlarında bir kültür merkezi Taksim’de küllerinden doğarak yeniden kültür hayatındaki yerini almaya hızlı bir şekilde hazırlanıyor.
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy medya kurumlarının yöneticileriyle dün bir araya gelerek kaba inşaatının yüzde 90’ı tamamlanan yeni AKM binası hakkında bilgi verdi. Galataport’tan başlayıp Galata Kulesi’yle devam eden Beyoğlu Kültür Yolu projesinin açılacak yeni AKM binasıyla tamamlanacağını söyleyen Bakan Ersoy bu çapta bir merkezi inşa ederken amaçlarının İstanbul’u dünya çapında öncü bir kültür sanat şehri yapmak olduğunu söyledi.