Kültür sanat dünyası Hasköy’de, eski adıyla Taşkızak Tersanesi’nde bir araya geldi. Pandemi sonrasında gerçekleşen ilk uluslararası sanat fuarı olan 16. ‘Contemporary Istanbul’un davetlilere özel yapılan açılışına ilgi büyüktü.
Haliç’i eski ihtişamına kavuşturmak ve şehrin yeni kültür sanat merkezi olmak için yola çıkan Tersane İstanbul, sanatseverlerden tam not aldı.
Akbank ana sponsorluğunda düzenlenen fuar, 9 bin 500 metrekareye yayılan üç kapalı salon ve 10 bin metrekare açık alanda 57 galeriyi ağırlıyor.
15 yıldır Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nin sergi salonlarında düzenlenen fuar, Tersane İstanbul’un yüksek tavanlı tarihi dokusunda adeta başka bir kimliğe bürünmüş. Sergilenen eserler kadar böyle bir sanat etkinliğine sahne olan mekân da ziyaretçilerin ilgisini çekti. Özellikle deniz kıyısındaki açık alana kurulan büyük boyutlu heykeller
Gazeteci-yazar Sibel Oral, yakın çevresindeki dostlarının tanıklıkları ve arşiv belgelerine dayanarak oluşturduğu kitapta, Mehmet Nâzım’ın yakın dostu yazar Gündüz Vassaf’ın, özellikle Memet Fuat ve Nâzım Hikmet’in kitaplarını yayınlayan Adam Yayınları hakkındaki söylediklerine yazar ve eleştirmen Semih Gümüş’ten itiraz geldi.
Gündüz Vassaf kitapta Memet Fuat’ın, Nâzım Nikmet’in yıllarca mirasçısı, temsilcisi gibi davrandığını, her ne kadar annesiyle evli olsa da, Nâzım Hikmet ona ‘oğlum’ dese de biyolojik oğluymuş gibi tanınmaya pek de karşı çıkmadığını söylemişti.
İddiaları önemli bir ahlaki sorumsuzluk örneği olarak niteleyen Semih Gümüş, 1990-2015 yılları arasında on beş yıl boyunca Adam Yayınları’nda editör ve Adam Öykü dergisinin Genel Yayın Yönetmeni olarak çalıştığını, 2002’deki vefatına kadar da Memet Fuat’la birlikte çalışma fırsatı olduğunu, yapılan bu açıklamaların çamur atmaktan ibaret olduğunu belirtti.
SAĞLIĞINDA SEKİZ KİTABI YAYIMLANMIŞTI
Yapı Kredi Yayınları’nın Instagram hesabından yayınlanacak söyleşi yarın ve 30 Eylül Perşembe günleri iki bölüm halinde yayınlanacak ve yayının ertesi günü kurumun YouTube kanalından da izlenebilecekmiş.
Pamuk ve Eldem, “Bu hem tarihi bir roman hem de roman biçiminde yazılmış bir tarihtir” diye başlayan ‘Veba Geceleri’ni, “Tarihçiyi yazardan ayıran özellikler neler? Bildiğimiz anlamda tarih yazımı nasıl ortaya çıktı? Tarihi roman türü içerisinde tarih nerede duruyor? Romancı ve tarihçi arasındaki ‘güç dengesi’ hakkında ne söylenebilir?” gibi soruların çerçevesinde konuşacaklar.
Tarihçi Edhem Eldem, Kitap-lık dergisinin 215’inci sayısında yer alan ‘Tarih bir adaya sığar mı?’ başlıklı incelemesinde tarihin romandaki yerini şöyle açıklıyor: “O dönemde Osmanlı topraklarında yaşanan ve görülen başlıca ümitler, kaygılar, meraklar, yenilikler, gelenekler, korkular, çekişmeler küçücük bir adada baş gösteriyor. [...] Orhan Pamuk’un Osmanlı tarihini bir adaya sığdırmayı, sıkıştırmayı başardığını söyleyebiliriz. Aslında Minger’e sığan sadece Osmanlı tarihi değildir; dünya tarihidir, hatta da genel anlamda tarihtir.”
Orhan Pamuk
Eserleri sergilenen isimlerden biri de Türk resim sanatının önde gelen isimlerinden Neş’e Erdok. Artweek’te sanatseverler kadar genç sanatçılar da etrafını sarmıştı. Bir sevgi ve hayranlık halesinin içinde yaptığı son işleri anlatıyordu.
Neş’e Hanım 81 yaşında ve hep güncel. Geçen hafta Kitap Sanat ekinin kapağını kendisine ayırmıştık. Yapı Kredi Bomontiada’da yeni sergisi açıldı. Son iki yılda, yani evlerimize ve içimize kapandığımız süreçte o hep çalışmış. Geçirdiği ağır hastalık ve salgın, onu resim yapmaktan asla alıkoymamış.
Hüzün kadar gizemli bir enerji de barındıran o kendine has figürleriyle içinden geçtiği zamanın güncesini tutmuş bir anlamda. Çağımızın kanayan yarası göçler ve mülteciler de var resminde, pandemide yaşadıklarımız da. Hatta hepimizin içini yakan son orman yangınları da...
Erkan Aktuğ’a verdiği röportajında çalışma tutkusunu anlattığı bölümleri hayranlıkla okudum.
“Resim yapmazsam eğer yokmuşum gibi” diyen Erdok; “Uzun bir hastane süreci geçirmiştim. Hastaneden çıkıp eve geldiğimde hastalanmadan önce başladığım bir göç resmi vardı, yarım kalmıştı. Onu bitireyim dedim fakat sağ kolumu kaldıramıyordum, yürüyemiyordum. Bir yandan fizik tedavi gördüm, bir yandan da sol kolumla sağ koluma destek olarak o resmi bitirdim. Sonra da aşağı yukarı her ay bir resim yaptım. Ama eve kapalı olduğum için değil. Ben zaten resim yaparken kapanırım, buna alışkınım. Belki resim yapmasaydım çok kötü olabilirdim, bir de o var. Hep söylerim, resim yapmazsam kendimi yokmuş gibi hissediyorum, koronavirüs olsun olmasın” diye anlatıyor yaşadığı süreci.
Siz hep var olun Neş’e Hanım ve üretin. Üretmekteki tutkunuz ve azminiz bize örnek oluyor.
Neş’e Erdok
Ressam Mehmet Nâzım hayatı boyunca medyadan uzak durdu, babasıyla ilgili hemen hemen hiç konuşmadı. Çok merak edildi ama hep Nâzım’ın oğlu olduğu için. Dostları verdikleri ölüm ilanında bile fotoğraf olarak Amerikalı aktör Gary Cooper’ın fotoğrafını kullanmışlardı. Bu onun bir fikri ve hayatını didik didik etmek isteyenlere karşı bir cevabı, son şakasıydı sanki.
Büyük çoğunluk onu Nâzım Hikmet’in “Karşı yaka memleket,/sesleniyorum Varna’dan/işitiyor musun?/Memet! Memet!/Karadeniz akıyor durmadan,/deli hasret, deli hasret,/oğlum, sana sesleniyorum,/işitiyor musun?/Memet! Memet!” şiirindeki Memet olarak biliyor.
Her ne kadar bazıları bu şiirin Piraye’nin ilk evliliğinden olan üvey oğlu Memet Fuat’a yazıldığını zannetse de.
Tarih boyunca sanat hayatla, hayat da sanatla anlamlandırılır hep. Felsefecileri, sanatçıları başından beri meşgul eden soruya bir cevap da kendiliğinden geldi geçtiğimiz hafta.
Kabil Havaalanı’nda yaşanan insanlık dramının görüntülerini izledik içimiz sızlayarak. Taliban’dan kaçmak için her yolu deneyen çaresiz insanlar, bırakın uçağın içine balık istifi dizilmeyi, kanatlarına kendilerini bağlamış, üzerine tırmanmış, tekerlek boşluklarına sığınmışlardı. Bu görüntüler Türkiye’nin önde gelen sanatçılarından Halil Altındere’nin beş yıl önce sergilediği ‘Köfte Airlines’ işini hatırlattı. Sosyal medyada Altındere’nin işi ile Kabil’den çekilen fotoğraf yan yana konularak paylaşımlar yapıldı. Evet sanat hayatı taklit etmemiş, bu kez hayat sanatı taklit etmişti adeta.
Halil Altındere de fotoğrafları görünce çok şaşırmış. Hatta kendi eserinden bir detay mı paylaşılıyor diye şüphelenmiş. “Görüntünün gerçek olduğunu anladığımda da şok oldum” diyor.
Konusu II. Mahmut döneminde, Osmanlı sınırları içindeki topraklarda geçen romanda bir ramazan günü Hollandalı tütün tüccarı ve uşağı İstanbul’a gelir ve iş yapacakları Keraban Ağa ile buluşurlar. Keraban misafirlerini akşam yemeği için Üsküdar’daki konağına davet eder. Ancak o gün Boğaz’dan karşıya geçiş için yeni bir vergi konmuştur. Keraban Ağa inat eder ve bu vergiyi vermemek için misafirleriyle birlikte Üsküdar’a Balkanlar, Kırım ve Kafkasya üzerinden bütün Karadeniz’i dolaşarak gider.
İnatçı Keraban’ın yaptığı gibi bir yolculuğun benzerini 9 yaşında Suriyeli bir mülteci kız çocuğunu simgeleyen 3,5 metre boyundaki bir kukla olan Küçük Amal yapmak zorunda kaldı. Bu kez neden Amal’ın inatçılığı değil, pandemi nedeniyle Yunan adaları ile Türkiye arasında yapılması yasaklanan seferlerdi.
‘The Walk - Yürüyüş’ projesi kapsamında Küçük Amal, 27 Temmuz günü ilk adımını attığı Gaziantep’in ardından Adana, Tarsus, Musalı Köyü - Mersin, Antalya, Pamukkale, Denizli, Selçuk, Urla, İzmir ve Çeşme’yi ziyaret etti. Önemli dernek, vakıf ve sanatçıların işbirliği ile hazırlanan kültür-sanat etkinliklerine katıldı.
Küçük Amal
Son yılların modası haline geldi; her kentin en meşhur ürünü neyse, kendini neyle bütünleştiriyorsa onun devasa heykelini en merkezi meydanına diktirmesi.
Bunların güzelliği-çirkinliği, sanatsal bir değerinin olup olmadığı çok tartışıldı. Ancak sanat dünyasında bu konuyu ciddiye alan pek çıkmamıştı. Zorunlu olarak görüş vermek dışında...
Son olarak sosyal medyada bir fırının reklam amaçlı yaptırdığı dev ekmek üzeri simit ve çay heykeli gündem oldu. Benzer tepkilerle karşılandı o da. Altına yorumlar yapıldı, estetik açıdan beğenilmedi, küçümsendi, çirkin bulundu.
Ancak bu kez başka bir şey daha oldu.