Paylaş
Ressam Mehmet Nâzım hayatı boyunca medyadan uzak durdu, babasıyla ilgili hemen hemen hiç konuşmadı. Çok merak edildi ama hep Nâzım’ın oğlu olduğu için. Dostları verdikleri ölüm ilanında bile fotoğraf olarak Amerikalı aktör Gary Cooper’ın fotoğrafını kullanmışlardı. Bu onun bir fikri ve hayatını didik didik etmek isteyenlere karşı bir cevabı, son şakasıydı sanki.
Büyük çoğunluk onu Nâzım Hikmet’in “Karşı yaka memleket,/sesleniyorum Varna’dan/işitiyor musun?/Memet! Memet!/Karadeniz akıyor durmadan,/deli hasret, deli hasret,/oğlum, sana sesleniyorum,/işitiyor musun?/Memet! Memet!” şiirindeki Memet olarak biliyor.
Her ne kadar bazıları bu şiirin Piraye’nin ilk evliliğinden olan üvey oğlu Memet Fuat’a yazıldığını zannetse de.
DOSTLARI ANLATTI
Gazeteci-yazar Sibel Oral yakın çevresindeki dostlarının tanıklıkları ve arşiv belgelerine dayanarak Mehmet Nâzım’ın hayatını ‘İşitiyor musun Memet?’ adıyla kitaplaştırdı. Oral’ın bir gazeteci titizliği ve yazar duyarlılığı ile oluşturduğu kitabının en önemli anlatıcısı Mehmet Nâzım’ın yakın dostu, yazar Gündüz Vassaf. Kitapta ayrıca Güllü Aybar, Komet, Ali Güreli, Zeynep Irgat, Sera Sade, Utku Varlık, Mehmet Güleryüz, Murat Morova, Josephine ve Max Mikorey, Andrea Fabbri ve Eva Baigorri gibi Mehmet Nâzım’ın yakın çevresinin tanıklıklarına da yer veriliyor. Son yıllarını Fransa ve Büyükada’da geçiren Mehmet Nâzım’ın bir sanatçı ve entelektüel olarak portresini çiziyor kitap.
‘İLLA BABASININ ŞİİRİNDEKİ OĞLU OLACAK’
Sibel Oral daha kitabının başında genel beklentiye cevap vermeyen bir Mehmet Nâzım kitabı yazacağını dile getiriyor:
“Nüfusta yazan Mehmet. Nâzım’ın şiirinde yazan: Memet. Bazı çevrelerce adını Mehmet diye kullanması, babasını reddediyor, ismini reddediyor, dolayısıyla komünizmi reddediyor diye algılandı. Demek ki babasını sevmiyor, demek ki solcu değil diye düşündüler. İllâ babasının şiirindeki oğlu olacak. Kendisi olamayacak. İlerici, eşitlikçi bir ideoloji bile kendi olma hakkını vermedi ona. Öldün ama hiçbir şey değişmedi. Biliyor musun bu yolculuk başladığından beri herkes dünyaca ünlü şair Nâzım Hikmet’in yıllarca konuşmayan, kendini göstermeyen, inzivada yaşayan ve tabii ki ‘babasına küs ölmüş oğlu’nun hayatını yazacağımı sanıyor. Herkes benden bir hikâye bekliyor. Bilinmeyeni yazmam gerekiyor. Gazeteciler ellerinde cımbızla bekliyor, devlet kayıtlarına göre ailen olan insanlar da yüksek ihtimalle benim için öfkelenip açıklama yapmayı bekliyor.”
EVLENME FIRSATLARI OLMADI
“Nâzım Hikmet’in Münevver Andaç’tan doğan ve tek öz çocuğu olan Mehmet, 26 Mart 1951 tarihinde İstanbul, Kadıköy’de dünyaya geldi. Hikmet ile Andaç dayı çocuklarıydı, yıllar önce birbirlerine ilgi duymuşlar ama sonraları başka hayatlara devam etmişlerdi. Nâzım Piraye ile Münevver ise ressam Nurullah Berk ile evli ve bir kız çocuğu annesiydi. Nâzım, Bursa Hapishanesi’ndeyken Münevver Andaç’ın, annesi Celile Hanım’la onu ziyarete gelmesi ikisinin de yıllardır birbirlerine besledikleri duyguları tekrar harekete geçirmişti. Nâzım, Münevver Andaç’a âşık olmuş, bir mektupla uzun zamandır hapishane ziyaretlerini kesen eşi Piraye’den ayrılmak istediğini bildirmişti. Münevver Andaç ise Nurullah Berk’ten olan kızı Renan’dan ayrılmak istemiyordu, onu hapisteki Nâzım’la nasıl bir hayatın beklediğinin bilinmezliği içindeydi. Nâzım’ın açlık grevine kadar yine bir ayrılık süreci yaşayan Andaç bir süre sonra Berk’ten boşanmış ve en sonunda cezaevi ve hastane kapısından Nâzım Hikmet’le kol kola çıkmıştı. Bu sırada halen evli olan Nâzım 1951 yılında Mehmet doğmadan birkaç gün önce Piraye’den resmen ayrıldı ve kimi görüşlere göre o yıllarda boşanmayı takip eden bir yıl boyunca nikâh yasağı olduğu için Münevver Andaç’la evlenmeye fırsat bulamadı.”
10 YAŞINA KADAR BABASINI HİÇ GÖRMEDİ
BU sırada Nâzım’ın askere çağrılması ve Sabahattin Âli gibi öldürüleceği korkusu yurtdışına çıkma kararını almasına neden olmuştu. 17 Haziran 1951 sabahında Mehmet üç aylıkken evden çıktı ve Rusya’ya iltica etti. Mehmet 10 yıl boyunca babasını hiç görmedi ama okuma yazma öğrenince ona mektuplar yazdı. Nâzım bir İtalyan çevirmen ve aktivist Joyce Lussu aracılığı ile Mehmet ile Münevver’in yurtdışına çıkışını sağladı. Mehmet, babasını ilk kez Varşova’daki Hotel Bristol’ün lobisinde gördü. Ancak Mehmet’in çok beklediği gibi olmadı o buluşma. Nâzım’ın yıllardır görmediği oğlunu kucaklayıp göğsüne bastırmak yerine yanağından bir makas almakla yetindiği söylenmişti. Sonrasında Moskova-Varşova hattında telefonlarla yürütülen baba-oğul ilişkisi, Nâzım’ın evlilikleri de araya girince pek de beklendiği gibi kurulamamıştı.
TÜRKİYE’Yİ KOKLUYORDU
GÜNDÜZ Vassaf, Mehmet Nâzım’ın Türkiye ile ilişkisi ve buradaki algısı hakkında çarpıcı tespitlerde bulunuyor:
“Aslında çok seviyordu Türkiye’yi. Ben Varşova dönemine tanık olmadım ama Paris döneminin başlangıcında dost ortamlarında Türkiye’yi kokluyordu. Türk kulüplerini, kebapçılarını arardık hep. Yemediği Türk mezelerini bile söylerdi, gözleriyle yiyordu çünkü, görmek istiyordu masasında. Ülkeler arasında yaşarken babasıyla ilişkisi de değişiyordu hep. Varşova’da ona babalık yapmayan, baba demesine neden olmayan bir babaydı Nâzım Hikmet ama Paris’te özellikle de son yıllarında tekrar babam demeye başladı. Babasının edebiyatını korumak için –şapkasını, virgülünü– çok hassas ve titiz çalışıyordu. Kimse bilmez, bilmek, görmek işlerine gelmedi. Ondan başka bir adam yaratmaya çalıştılar. Babasına sahip çıkmayan bir oğul, hatta babasının telifleri ile Paris’te bohem hayatı yaşayan bir ‘kaybeden Mehmet’ diye konuştular yıllarca. Asla öyle olmadı Mehmet. Bunlar da yani ona karşı algı da umurunda değildi. Ve tüm bunlara rağmen Türkiye’den bağını hiç koparmadı, sadece insanlarla bağ kurmamayı tercih etti. Çünkü onlar Mehmet’e hep Nâzım’ın oğlu diye yaklaştılar, yaklaşacaklardı, hatta emin ol ikinci görüşmelerinde ‘babasının oğlu olmamakla’ yargılayacaklardı. Bilip bilmeden. Türk aydınının sorunu bu zaten. Anca masalarda, anca meşhurluk üzerinden, anca bir kimlik çatarak ama o kişinin derinine inmeden, insani yönlerine bakmadan, kazı yapmadan... Bütün bunlardan kaçtı Mehmet, iyi de yaptı. Sence, sen ne düşünüyorsun, böylesi daha iyi olmadı mı?”
BABAYA VEDA
3 Haziran 1963, Nâzım Hikmet geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Münevver Andaç yazdığı bir mektupta “Memo ile Moskova’ya gittik. Cenaze için. Çok muazzam, çok hazin bir merasimdi. Oğlan çok cesur davrandı. Erkek gibi durdu saatlerce. Yalnız en son dakikada, tabutu kapatacakları zaman ‘Babanı öp’ dediler. Öptü. Ama hıçkırmaya başladı. Talihsiz çocuk bu Memo, Baba nedir bilmedi...” diye anlatacaktı o anı.
NEDEN GARY COOPER FOTOĞRAFI
MEHMET Nâzım’ın ölüm ilanında neden Garry Cooper fotoğrafı kullandıklarını Gündüz Vassaf kitapta şöyle anlatıyor: “Lyon’da hastanede tedavi görüyordu, bir ara biraz açılsın diye koridorda yürüyorduk; ölümden konuştuk. ‘Benim için ölüm ilanı verirseniz Gary Cooper’ın fotoğrafını kullanın’ dedi. Ben de sorgulamadım, Mehmet’i tanıyordum, Şarlo gibi mizah yeteneği vardı zaten. Bu dünyaya mesajıydı belki.”
Paylaş