Paylaş
İstanbul’u en güzel anlatan şairlerden birinin yaşadığı şehirde bir kültür ve yaşam merkezine adının verilmesinden daha doğal ne olabilir?
Çerçeveletilip asılanlardan biri de zaten ‘İstanbul’u Dinliyorum’ şiiri.
Fakat gelgelelim duvardaki ikinci şiire. İşte onda bir gariplik var.
Şiirin adı, ‘Öyle Bir Zamanda Gel Ki / Vazgeçmek Mümkün Olmasın.’
Uzun bir şiir.
İyi, güzel de Orhan Veli’nin böyle bir şiiri yok ki...
‘Davet’ adında kısa bir şiiri var, “Bekliyorum; / Öyle bir havada gel ki, / vazgeçmek mümkün olmasın!” diye. Ama şiir bu kadar.
Anlaşılıyor ki sosyal tesise Orhan Veli’nin adını verenler, sıra bir şiirini çerçeveletip asmaya gelince internete başvurmakla yetinmişler.
En yakın kitapçıda kolayca bulabilecekleri ‘Bütün Şiirleri’ kitabına bakma zahmetine bile girmemişler.
Gelelim çakma şiire. Hadi internetten bakıp aldınız, hiç olmazsa onu doğru dürüst bastırsaydınız. Onda bile sadece dizeler değil, kelimeler de bölünmüş. Bir şairin adını verdiğiniz sosyal tesise, biri çakma iki şiirin fotokopici çıktısını çerçeveletip asmak ona saygı göstermek değil en basit tabiriyle saygısızlıktır.
KLİP YAPAN BİLE VAR
İnternetteki bilgi kirliliğinin sonsuz örneklerinden biri, Orhan Veli’nin kısa bir şiirine anonim dizeler yazılıp kendisine mal edilmesi.
Aslında bu yöntemin nasıl işlediğinin de en güzel örneklerinden biri.
Bir Ekşisözlük yazarı, sürecin nasıl işlediğini bu şiirin hikâyesiyle açıklıyor.
Kişisel bloğunda “öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın. ellerimde koparmaya çalıştığım zincirlerden kalma yara izleri yeni yeni iyileşmeye yüz tutmuş olsun...” diye bir yazı kaleme alıyor 2006 yılında.
Ve bunu yayınlıyor ama sonra sözlükten siliyor.
Bir gün Ekşisözlük’te “öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın” diye başlık açıldığını fark edince merak edip bakıyor. Yazdığı yazının dize haline getirilip altına da Orhan Veli imzasının atıldığını görüyor.
Moderatörü uyarması, yazısını şiirleştiren kişiyi uyarması falan işe yaramıyor ve 2010 yılından itibaren şiir Orhan Veli imzasıyla on binlerce kez paylaşılıyor.
Hatta aralarında Ceyhun Yılmaz’ın da olduğu pek çok kişi romantik görüntüler eşliğinde şiire klip çekip YouTube’da yayınlamış.
Ne diyelim, öyle bir zamanda yaz ki kimse anlamasın şiirin senin olmadığını...
İnternet zamanında.
‘GAZETECİ ÇOCUK’ BASIN MÜZESİ’NE ÇOK YAKIŞIRDI
Artam Antik A.Ş.’nin Simavi ailesi koleksiyonundan ilk kez gün ışığına çıkan Fikret Mualla eserlerinin büyük ilgi gördüğü 377’nci müzayedesi geçen pazar günü yapıldı. Müzayede evinin verdiği bilgiye göre Fikret Mualla’nın bugüne kadar hiçbir yerde görülmemiş tablolarından oluşturulan 44 yapıtlık seçkisinin tamamı satıldı. Sanatçının en karakteristik yapıtlarından ‘Cafe’, en çok ilgi gören eser oldu. Tuval üzerine yağlıboya olan 1952 tarihli, 37x46 cm ebatlarındaki tablo tam 35 teklif alarak 977 bin 500 TL’ye ulaştı.
Yine Simavi koleksiyonundan satışa çıkan en dikkat çekici yapıtlardan biri Tekezade Sait’in ‘Gazeteci Çocuk’ tablosuydu. 1870 yılında İstanbul’da doğan ve 1898 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi’nden mezun olan Tekezade Sait döneminin en iyi portre ressamlarından biri olarak biliniyor. Kabataş Lisesi’nde resim öğretmenliği yapan ve 1913 yılında vefat eden Sait’in bu tablosunun bir önemi de gazete satan bir çocuğun ilk kez bir resimde görünmesi. Tablonun, Türk basın tarihinde çok önemli bir yeri olan Simavi ailesinin koleksiyonunda olması oldukça anlamlı. Basın tarihimizin ikonik imgelerinden biri bence. Eserlerini çok az sayıda özel koleksiyonda görülen Tekezade Sait’in ‘Gazeteci Çocuk’u müzayedede 475 bin TL bedelle satıldı.
Basın Müzesi’ne çok yakışırdı doğrusu.
150 sanatçının 350 eserinin yer aldığı müzayedede rekor, Komet’in ‘Masada İzdüşüm’ünün oldu. Tuval üzerine karışık teknik çalışma 1 milyon 685 bin TL’ye satıldı. Müzayedenin en değerli bir diğer yapıtı ise Ömer Uluç’un 1 milyon 286 bin liraya satılan ‘Untitled’ adlı eseri oldu.
Paylaş