YER, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) kontrolündeki Süleymaniye. Tarih, 2 Aralık 2020. Öğretmenler Saray Meydanı’nı dolduruyor. Irak’ın genelinde yaşanan ekonomik darboğaz ve bir türlü ödenmeyen maaşların yarattığı sıkıntı, yaklaşık 2 bin kişinin gösterisinde sloganlara dönüşüyor. Göstericileri dağıtmak için biber gazı kullanılıyor. Ancak KYB ve Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) merkezlerinin de aralarında bulunduğu parti binaları, taşlanarak basılmak isteniyor. Pire Megrun’daki KDP binasına göstericiler tarafından molotof kokteyli ve havai fişek atılıyor, yangın çıkıyor. Maskeli bazı kişilerce PKK/KCK sloganları atılıyor. Yetkililer, göstericiler arasına PKK/KCK mensuplarının da sızdığını, gösteriler sırasında kullanılan silahların örgüt tarafından temin edildiğini açıklıyor. Gösterilerde toplam 3 kişinin öldüğü ve yaklaşık 30 kişinin yaralandığı duyuruluyor. KYB bölgesinde olaylar sürüyor, Erbil cezaevinde ise mahkûmlar yangın çıkarıyor. Tüm bu olayların ortasında yerel güvenlik güçleri terör örgütü PKK’nın talimatına ulaşıyor: “PKK tarafından örgüt kadrolarına talimat: Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) hükümetine karşı devam eden gösterilerin bir halk ayaklanmasına dönüşmesi halinde, IKBY genelinde ve özellikle Süleymaniye’ye bağlı ilçe ve nahiyelerde protestoları organize edin, stratejik noktaları ele geçirin!”
LAHUR TALABANİ’DEN PKK’YA: ‘BİZ BÖYLE Mİ KONUŞMUŞTUK?’
PKK terör örgütünün yukarıdaki mesajı, yani “Halk ayaklanması olursa stratejik noktaları ele geçirin” talimatı, deyim yerindeyse ortalığı karıştırıyor. Edinilen bilgilere göre, o talimatın ardından KYB Eşbaşkanı Lahur Talabani, PKK/KCK yönetimine mesaj gönderir. Birazdan detaylarını okuyacağınız o mesaj, Lahur Talabani ile terör örgütü arasındaki ilişkiyi de gözler önüne sermektedir. Celal Talabani’nin yeğeni, KYB Eşbaşkanı Lahur Talabani, örgüte “KYB’nin lojistik, askeri, barınma, tedavi, silah, sorumlu ve kadroların geçişi gibi birçok konuda yardımcı olduğunu” hatırlatır. Buna karşın, örgütün IKBY hükümetine karşı düzenlenen gösterilere katılıp birçok yerde KYB bürolarına saldırdığını belirterek, “Biz böyle mi konuştuk, anlaşmamız bu muydu, yaptığınız ayıptır” der. Süleymaniye Havaalanı’nın da örgüt yüzünden kapandığını söyleyerek serzenişte bulunur.
KYB’nin geçmişten bu yana PKK desteği bilinmektedir. Ancak yine de Türkiye’nin terörle mücadeledeki kararlılığı sürerken ve bölge tarafından çok iyi bilinirken, Lahur Talabani’nin “Biz böyle mi konuşmuştuk?” sözünün arkasında yatan KYB-PKK anlaşmasının detayları nelerdir?
TERÖR ÖRGÜTÜNe YARDIM EV SAHİBİNİ VURDU
Son dönemde Türkiye’den Irak merkezi hükümetine yapılan ziyaretlerde terörle mücadele başlığı altında bu çarpık ilişki de masaya konmuştur diye düşünüyorum. Şimdi gelelim mesele ile ilgili Ankara’da yapılan tespitlere:
Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde yürüttüğü operasyonların ardından terör örgütü sıkıştı. Bu nedenle de dağdan inerek Süleymaniye’ye yerleşti.
Süleymaniye’deki olaylar 10 güne yakın sürede bastırıldı. Yaralılar, ölenler oldu. Gizli aktör PKK idi. PKK’nın o bölgede bu kadar güçlü olmasında ve pervasız davranışlarının arkasında
Muhalefet partilerinin bazıları, “Sistem yürümüyor, güçlendirilmiş ve iyileştirilmiş parlamenter sistem getirilmeli” görüşünü savunuyor. Cumhur ittifakından ise “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden dönüş yok” yanıtı veriliyor. Ancak muhalefet, kamuoyuna Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yerine önerdikleri güçlendirilmiş, iyileştirilmiş parlamenter sistemi açıklamaya hazırlanıyor. Kısacası, bu yıl da belli ki sistem tartışması bir süre daha sürecek.
ASİLTÜRK ZİYARETİ
Tüm bu tartışmaların ortasında ise yıla MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi evinde ziyaret ederek başlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, çok kritik bir manevra ile çok dikkat çeken bir ziyaret daha yaptı... Oğuzhan Asiltürk’ü de evinde ziyaret etti. AK Parti kulislerinde yapılan tespitler şöyle:
Ziyaret çok önemliydi.
AK Parti, cumhur ittifakını genişletmek istiyor.
Saadet Partisi’nin tabanında da CHP ve HDP ile aynı safta yer almaktan kaynaklanan ciddi rahatsızlık var.
Saadet Partisi açısından da cumhur ittifakına katılmak bir fırsat. Hem kan kaybetmemek, hem de aynı dili konuştuğu diğer partiler (DEVA Partisi, Gelecek Partisi) arasında kaybolmaması için.
Saadet Partisi’nin muhalif kanadı da konuya objektif yaklaşabilirse siyaset sahnesinde başka bir fotoğraf ortaya çıkabilir.
Ancak yemin töreninden hemen önce, Antony Blinken’ın dışişleri bakanı adayı olarak ABD Senatosu önünde yaptığı açıklama nereye konulacak? Önce Türkiye’yi de yakından ilgilendiren diğer mesajlarıyla birlikte, politikalarda beklentilere bakalım.
ABD, Çin’e güçlü bir konumda karşı çıkacak.
NATO güçlendirilecek, NATO ittifakı Rusya etrafındaki çemberi daraltacak.
Ortadoğu politikalarında değişiklik bekleniyor, ikili ilişkilerin sertleşebileceği mesajları veriliyor.
Rusya’ya yönelik yukarıdaki net bakış açısına, Blinken’ın yine Senato Dış İlişkiler Paneli’nde Türkiye’nin S-400 almasından sonra stratejik ortak olarak nasıl görüldüğü ile ilgili olarak yaptığı açıklamaları ekleyelim:
Stratejik, sözde stratejik ortağımızın stratejik rekabet içinde olduğumuz Rusya ile aynı çizgide olması kabul edilemez.
Türkiye bir müttefik ama birçok açıdan müttefik gibi davranmıyor.
Bu bizim için büyük bir sınav, durumun farkındayız.
Yapılan saldırıları kınıyorum. Bu saldırıların önüne geçilmesi tabii ki güvenlik güçlerinin de yargının da görevi. Yargı bu saldırıların önünde arkasında kim var, bunları açığa çıkarmalı. Ancak siyasete de medyaya da görev düşüyor. Tüm siyasi partiler;
Toplumu kutuplaştırmaktan, konsolide etmek adı altında germekten, biz-siz ayrımı yapmaktan artık vazgeçmeli.
Siyasetin doğası gereği rekabet, tartışma vardır. Ancak hem dünya genelinden örneklerde, hem de kendi ülkemizde zor zamanlardan geçildiğini, toplumların sorunlarının arttığını, psikolojilerinin zorlandığını kabul ederek, her zamankinden daha dikkatli ve hassas olmakta fayda var.
Dünya ve Türkiye’nin içinden geçtiği zor dönemi göz önünde bulundurarak ötekileştirme yerine birleştirme, kavga yerine birliktelik ön plana çıkarılmalı.
Şiddetin bir yöntem olarak kullanılması tüm siyaset tarafından açık bir biçimde kınanmalı.
Siyaset birliktelik sergilerse, sergileyebilirse topluma yansıması olumlu olur. Keşke tüm tartışmalar, kavgalar, kısır siyasi çekişmeler, günlük siyasi hesaplar bir kenara bırakılıp hiç değilse bir kere liderler bir masanın etrafında buluşsa, buluşabilse.
Son bir not: Gazeteciler siyasetin ve siyasi partilerin fanatik destekçilerinin hoşlarına gitsin diye haber yapmaz, yapmamalı. Yazı yazmaz, yazmamalı. Lütfen gazetecileri istemeden de olsa hedef gösterebilecek bir üslup kullanılmasın. Siyasi partilerin trolleri, fanatik destekçileri sosyal medyadan gazetecileri linç etmesinler.
GEÇMİŞ OLSUN DİLEKLERİNİ İLETTİ, ‘GEREKLİ TALİMATLARI VERDİM’ DEDİ
Örneğin ben son aşamada, B1’de, 40-49 yaş arası bireylerde bulunuyorum. Kısacası bekleyeceğim. İkinci ve üçüncü aşamalarda son gruplarda yer alanlar ne kadar bekleyecek? Kısacası sipariş edilen diğer aşılar ne zaman gelecek? Türkiye’de yapılan CoronaVac aşısının Brezilya’daki testlere göre etkinlik oranı yüzde 50,4 çıktı. Bu rakam doğru mu? Doğru ise ne anlama geliyor? Aşılanmak rahata ermek anlamına gelmiyor mu? İddialar doğru mu; Avrupa Birliği, Çin aşısı olanları almayacak mı? Soruları aşı olanlardan Bilim Kurulu üyesi Doç. Dr. Afşin Emre Kayıpmaz’a sordum... Kayıpmaz, önce aşılama anını ve sonrasını anlattı: “Pandemiden kurtuluşumuzda aşının en önemli araç olduğunu düşünüyorum. Çünkü aşı olan insanların bu hastalığı daha hafif atlatacağına inanıyorum. Tıpkı şu anda görmediğimiz çiçek hastalığında olduğu gibi. Aşının uygulandığı sol kolumda kısa süreli bir ağrı dışında çok şükür bir yan etkiyle de karşılaşmadım” dedi. Bu arada hemen ekleyeyim, kime sorsam aldığım yanıt bu. Yani aşının olduğu kolda kısa süreli ağrı. Bunun dışında bir yan etki duymadım.
14 TEMEL KURALA UYMAYA DEVAM
“Aşı oldum, artık rahatım, maskeyi bir kenara atabilir miyim” diyecek miyiz? Hemen yanıt vereyim: “Hayır!”. Bunun Brezilya tarafından açıklanan yüzde 50.4’lük koruma oranı ile ilgisi var mı? Bakın bu konuda Afşin Hoca neler söyledi:
“Aşıyı olanlar sanırım rahat rahat davranamayacaklar. Brezilya’daki çalışma, COVID-19 açısından en yüksek riskli grupta yer alan sağlık çalışanları üzerinde yürütülmüştü. Ayrıca hasta olan kişilerin PCR ile doğrulaması yapılmamış, yalnızca klinik bulgular üzerinden hareket edilmişti. Ülkemizde ise sağlık çalışanları katılımcıların küçük bir kısmını oluşturmaktaydı. Gönüllülerin büyük bölümü sağlık çalışanı olmayan sağlıklı kişilerden oluşmaktaydı. Elbette üç ülkede yapılan çalışmaların en detaylı sonuçlarını, bu çalışmalar makale haline geldikten sonra göreceğiz. Ancak aşı olanlar yalancı bir güven hissine kapılmamalı. Bu oranlardan daha önemlisi, hâlâ elimizdeki tedbirlerdir. Aşı olsak da temel 14 kurala uymaya devam etmek durumundayız.”
Kısacası, aşı da olsanız maske, mesafe ve hijyen başta olmak üzere kurallara uymaya devam etmeniz gerekiyor. Çünkü aşı olan da taşıyıcı olabilir.
İLK DOZU ALANIN İKİNCİ DOZU GARANTİ ALTINDA
Şu an sadece 3 milyon aşı var. İlk aşamada yer alanlar ikinci dozu alacaklar. Peki diğer gruplar, özellikle de benim gibi sonda yer alanlar ne zaman aşılanacak? Afşin Hoca’nın yanıtı şöyle oldu:
“Acil kullanım onaylarının ülkemizde ve Endonezya’da verilmesiyle birlikte önümüzdeki haftalarda aşıların ikinci partisinin de ülkemize geleceğini umuyorum. Zaten planlamalar da gelen dozlara göre yapılıyor. İlk doz aşıyı olan kişilerin ikinci doz aşılaması garanti altına alınmadan herhangi bir adım atılmıyor. Endişeye gerek olmadığını düşünüyorum.”
İTTİFAKLARI GENİŞLETMEK YA DA İTTİFAK DEĞİŞTİRMEK KOLAY MI?
Sonda söyleneceği başta söyleyelim, ilerleyen satırları okurken unutmayalım: “Siyasette 24 saat bile uzun bir zaman.” Yeni sistem getirilirken her ne kadar yola “Koalisyonlar devri kapanıyor” diye çıkılmış olsa da, yeni sistem “ittifak” adı altında bir anlamda koalisyonu dayattı. Üstelik koalisyonlarda, koalisyonlara katılan siyasi partiler hükümete ortak olarak, tüm sorumluluğu birlikte üstleniyorlardı. Bu sistemde ise sorumluluk ağırlıklı olarak hükümette olanın üzerinde. İttifaka katılan ama hükümet olmayan diğer parti ya da partilerin üzerinde hukuki bir sorumluluk bulunmuyor. Ancak taleplerini dile getirip, o taleplerin uygulanmasını isteyebiliyorlar. Bazen görüşmelerde, bazense kamuoyuna yapılan açıklamalarla beklentiler, politikalar ortaya konuluyor ve bir anlamda gereğinin yapılması isteniyor.
Konunun diğer boyutu: Siyasi partilerin iktidarda yıpranmaları normal bir süreçtir. Buna oy kaybı, hedeflenen oy oranından uzaklaşma, atılması gereken güçlü adımlar için daha fazla destek bulma arayışı ya da karşı cephe ya da cepheleri zayıflatma arayış ve ihtiyacı eklendiğinde, ister istemez ittifakların başka partilerle güçlendirilmesi ve genişletilmesi arayışına giriliyor. Yaşamakta olduğumuz süreçte izlediğimiz gibi.
Siyasi partiler, iktidarların ittifakında, politikalarını uygulatmak, güçlenmek, isteklerini yerine getirtmek başta olmak üzere birçok sebeple yer almak isteyebilirler. Ya da iktidarın başını çektiği ittifakta yer alan partiler politikalardan memnuniyetsizliği dile getirip, karşı tarafa geçebilirler. Seçimin yapılacağı tarihi 2023 olarak görürsek, henüz önümüzde kesin bir yargıya varabilmek için uzun bir süre var. Bu süreçte birçok denge, ittifaklar açısından değişebilir. Burada unutulmaması gereken siyasi partilerin yönetimsel olarak alacakları bu kararlara, o partilerin seçmenlerinin, tabanlarının ne tepki vereceği... Kutuplaşmanın bu kadar arttığı ülkemizde, üstelik bu kutuplaşma tüm siyasi partilerin kullandıkları dil ve yürüttükleri politikayla körüklenirken, buna alışmış seçmen, bir ittifaktan diğerine geçen siyasi partisine uyum sağlayacak mı? Ya da siyasi partiler, olası bir ittifak değişikliğinde, kendisine destek verenlerin ne kadarını kaybedecek? Siyasi partiler kendi seçmenini kaybetmemeyi mi, yoksa ittifak değiştirerek güçlenmeyi mi tercih edecekler? Tüm bu soruların yanıtlarını zamanla hep birlikte göreceğiz. Unutmayalım, yeni sistemin siyasette yol açabileceği değişikliklere hepimiz ilk kez tanıklık ediyoruz.
EN KRİTİK GRUP Z KUŞAĞI
Siyasetin, siyasetçinin iyi tanıdığı seçmeni ve tabanın yanı sıra, soru işaretleri ile dolu ve oy kullanmaya hazırlanan “Z kuşağı” var. Bu yüzden siyasi partiler harıl harıl Z kuşağını anlamaya çalışıyor. Allah kolaylık versin, işleri zor. Hele de arada bu kadar yaş ve bakış farkı varken. Edindiğim bilgiye göre bu konuda Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politika Kurulu da bir araştırmayı görüşmüş. Kamuoyuna henüz açıklanmayan bu araştırmada, “Z kuşağı apolitik” tanımlaması yapılmış. İşin uzmanı değilim ancak etrafımdaki Z kuşağına mensup gençlerden yola çıkarak, bu tespite katılmam mümkün değil. Diğer yandan bu kuşağın üzerinde çevre politikalarının ve hayvan haklarının etkili olduğu belirtilmiş. Z kuşağına ilişkin beş ayrı rapor hazırlanmasına karar verilmiş. Yine etrafımdaki Z kuşağına mensup gençlerden yola çıkarak şunu söyleyebilirim: Dünyayı umursamaz, sadece bilgisayar karşısında yaşayan, TikTok çeken, sosyal medyada boş boş vakit geçiren gençler olarak tanımlamak hem onlara büyük haksızlık hem de büyük yanılgı olur. Zekâları, mizah anlayışları çoğu zaman dudak uçuklatıyor. Hayvan haklarına, çevreye çok duyarlılar. Aynı zamanda teknolojiye çoğumuzdan daha hâkimler. Bilgiye çok rahat ulaşıyorlar. Başka ülkelerdeki örnekleri inceliyorlar. O yüzden kendileri, ülkeleri, özgürlükleri için daha iyisini istiyorlar. Hiç beklemediğiniz bir anda, hatta “Bu konuyu bilmez” dediğiniz bir anda, öyle bir yorum yapıyorlar ki, ister istemez bir an siyaha düşüyorsunuz. Siyaset onları anlamak istiyorsa mutlaka onları dinlemeli.
İki yüzyıllık süreçte değişen sahnelerde rol alan Kızılderililer, zenciler, köleler, işçiler, dünyanın dört bir yanından gelen göçmenler; bu çeşitliliğin birbiriyle savaşarak oluşturduğu ya da oluşturmaya çalıştığı devlet, toplum, demokrasi, liberal değerlerin ve demokrasinin yükselişi, vahşi kapitalizmin hikâyesi... Tüm bunlarla birlikte süreçte yaşanan sorunlar, halının altına süpürülmüş nefretin gün yüzüne çıkışı, ırkçılık, aşırıcılık, aşırıcılığı körükleyen siyaset dili, kutuplaştırma, kutuplaşma, hukuk tanımazlık, şiddet, pervasızlık, “Her yol mubahtır” anlayışı, son olarak kongre binasının basılmasına neden oldu. Sürecin neye ya da nereye evrileceğini hep beraber izleyeceğiz. Bunu Trump’ın normalleşme mesajlarına rağmen söylüyorum. Çünkü yanıt aranacak ve tartışılacak sorular var.
Geçmişteki yaralar kaşınır, üstüne aşırılık, radikallik körüklenirse, yeniden normale dönülmesi için bir zamana ve söyleme ihtiyaç olur. Bu normalleşme sağlanabilecek mi?
Tüm dünyada yıllardır demokrasi ve özgürlüklerin simgesi haline gelmiş ABD, gerçekte de tüm Amerikalılar için demokrasi ve özgürlüklerin simgesi miydi?
ABD normlar ve kurumlar açısından gerçekten tüm dünya için bir model miydi?
Aslında bir modeldi de ABD kötü yönetildiği için mi bu noktaya geldi? Kutuplaşmada ve toplumlardaki gerilimlerde yöneticilerin, siyasetin dili ne kadar suçlu?
ABD temelinde bu sorular tüm dünyada tartışılacaktır. Yanıtlar aranırken ABD Başkanlığı’na seçilen Joe Biden’ın kongrenin basıldığı gün yaptığı konuşmadaki bir cümleyi göz önünde bulundurmanızı isterim. Ben not ettim. Biden, “Demokrasi kırılgandır. Onu korumak için iyi niyetli insanlar, ayağa kalkmaktan korkmayan, güç peşinde olmayan liderler gerektirir” dedi. Amerika Trump ile demokrasinin kırılgan olabileceğini öğrendi. Bakalım sezon finali böyle mi bitecek...
Virüs hayatlarımızı, ekonomimizi, psikolojimizi bozdu.
Ortaya çıkan mutasyonun doğurabileceği olası sonuçlar konusunda farklı yorumlar var.
Aşıların koruma oranları, koruma süreleri birbirinden farklılık gösteriyor.
Grip aşısı gibi her yıl aşı yaptırmak zorunda kalabileceğimiz söyleniyor.
Toplumsal bağışıklığın kazanılması için nüfusun en az yüzde 60’ının aşılanması gerektiği söyleniyor.
Kısacası aşı tüm dünyaya gerekli. Parası olana da olmayana da... Haberlerde görmüşsünüzdür bazı ülkeler ihtiyaçlarından fazla aşı alırken, bazı ülkeler aşı alamıyor. Bazı ülkeler aşılamaya başlamışken, bazı ülkeler sadece hayal ediyor, kimi ise bir yol arıyor. “Gücü olan, parası olan alır aşıyı. Hızla da vatandaşlarını aşılar” diyenleriniz olacaktır. Ancak dünyadaki adaletsizlikler sadece o ülkelerin insanlarından, iyi yönetilip yönetilmediğinden, tercihlerden kaynaklanmaz. Bu adaletsizliklere bazen başka ülkeler sebep olabilir, bazen ise tek başına belli bir coğrafya bile en ağır adaletsizliği yaşamanın nedenidir. İşte bu yüzden aşı adaletsizliğine isyan ediyorum. Keşke diyorum:
Keşke bunun küresel bir salgın olduğu unutulmasa...
Keşke ihtiyaç fazlası aşı alınmasına müsaade edilmese...