AB’nin kararı için 11-12 Aralık zirvesi bekleniyor. Dönem başkanı olarak kilit rol üstlenen Almanya’dan son dönemde gelen mesajların olumlu olduğunu söylemek de mümkün değil. Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Margaritis Schinas’ın AB’nin Türkiye’ye yaptırım kararı alacağını ve bunların sadece kısa vadeli değil, orta ve uzun vadeli de olacağını söylediği açıklaması tabloyu daha da kötümser hale getirdi.
Hem AB hem de ABD açısından bakacak olursak, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerinin, Libya ve Kafkaslar politikasının, S-400 alımının ve Rusya ile olan ilişkilerinin rahatsız edici başlıklar olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye kendi çıkarları yerine sadece Batı’nın çıkarlarını öncelese, saydığım başlıklarda gerekli adımları atmasa sorun yaşanmayacaktı. Türkiye milli çıkarları doğrultusunda politikalarını oluşturdu ve ne yazık ki tam da bu yüzden ayağına basılan Batı içinde bir grup tehdit ve yaptırımlarla Türkiye’ye ‘dur’ demeye hazırlanıyor. Yine de aklıselim ve AB’nin Türkiye’yle ilgili başta mülteciler olmak üzere çıkarları baskın gelir mi, bu hafta içinde göreceğiz.
ABD açısından duruma bakacak olursak, Joe Biden hükümeti 20 Ocak’ta göreve başlayacak. Ancak CAATSA yaptırımları şimdiden gündemde. İnişli çıkışlı Türkiye-ABD ilişiklerinde son dönemde en dikkat çeken gelişme Dışişleri Bakanı Pompeo’nun tavrı ve açıklamaları oldu. Bir anlamda giderayak Türkiye’yi hedef tahtasına koydu. Türkiye ziyareti sırasında kendisine açılan telefona rağmen “Ankara’ya gelmeyeceğini ve kendisinin bir görüşme gündemi bulunmadığını” söylemesi, ardından da NATO toplantısında Türkiye’ye sert suçlamalar yöneltmesi... Bu şovu NATO’da yaptı. NATO üyelerinin büyük bölümünün AB üyesi ülkelerden oluştuğunu hesaba katarsak, bir anlamda AB’nin önünde yaptı. ABD’de Cumhuriyetçi senatörler Lindsey Graham ve James Lankford’un The Wall Street Journal’a yazdıkları makaleyi de unutmayalım. İki senatör halen ABD Başkanlık görevini yürüten Trump’ı CAATSA yaptırımlarını uygulamaya çağırdılar ve “Türkiye’yi ABD yerine Rusya’yı seçmek konusunda cezalandırmak, açık bir uyarı olur” dediler. Trump gitmeden yaptırımları uygulayacak mı, bilinmez. Ancak belli bir grubun amacı giderayak Trump’a bu yaptırımları uygulatmak.
TÜRKİYE AÇISINDAN DURUM
Hem ekonomideki genel gidişat, hem de salgının dünyada yarattığı etki göz önünde bulundurulursa, Türkiye yaptırımlarla karşılaşmak istemiyor. CAATSA yaptırımlarının Trump tarafından imzalanmaması gerektiği belirtiliyor. Trump imzalamazsa değerlendirme Biden’a kalacak. Bu durumda Türkiye görüşmeler için de zaman kazanmış olacak. Ancak buna rağmen yaptırım seçeneğinin hayata geçebileceği de hesaba katılıyor ve buna göre de hazırlık yapılıyor. Şimdilik ABD açısından bir bekleme dönemine girildi.
Diğer yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türkiye’nin yeri Avrupa” açıklamasının ardında, yeni dönem ve bir dizi çalışma bulunuyor. Bunu “Batı ittifakı, yeni dönem ve bunun için hazırlık” olarak da tanımlayabiliriz. AK Parti içinde bir grubun bu konuda çalıştığı belirtiliyor. AB ve ABD ile ilişkilerin boyutu, reformların altının doldurulması, AB şirketlerinin Türkiye’deki haklarının korunması, ekonomik açıdan ortak hangi adımların atılabileceği konularında çalışma yürütülüyor. Bu çalışmaların yanı sıra NATO’nun Batı ile ortak çalışma alanı olduğuna dikkat çekilerek, Türkiye’nin sahada güçlü adımlar attığı ve bundan sonra da atabileceği söyleniyor. İşte bu söylemin ABD ve AB ile paylaşılması da gündemde. Türkiye önümüzdeki süreçte, NATO’nun doğu kanadının güçlendirilmesini de ön plana çıkarabilir.
Vaka sayısındaki son durumu konuşmak için Bilim Kurulu üyesi Doç. Dr. Afşin Emre Kayıpmaz’ı aradım. Günlük vaka sayısının 32 bine yaklaştığını hatırlatarak, “Tedbirler mi yetersiz yoksa uygulamada mı sorun var?” sorusunu yönelttim. Kayıpmaz, Bilim Kurulu’nun gündemindeki seçenekleri açıkladı:
CİDDİ DÜŞÜŞ OLMAZSA KAPSAMLI KAPATMA GÜNDEMDE
“Kamu yönetimi aşama aşama tüm tedbirleri devreye sokuyor. Bizim de kısıtlamalara ve bireysel tedbirlere uyarak buna destek vermemiz lazım. İşin sağlık boyutuna baktığımızda, elbette ki tam kapanma vaka sayılarını ve dolayısıyla sağlık hizmetlerinin üzerindeki yükü azaltmak açısından yararlıdır. Bununla birlikte hastalığın bir süre daha yaşantımızda olacağını göz önünde bulundurarak akılcı kapama seçeneklerini de düşünmeliyiz. Bir başka deyişle sağlık, eğitim, temel üretim ve tedarik konularında sürdürülebilirliği sağlayıp riskli grupları korumamız temel olmalıdır. Bununla birlikte şu anki önlemlerle hasta ve ağır hasta sayılarında ciddi bir düşüş sağlanamadığı takdirde daha kapsamlı bir kapatma da gündemimizdedir. Özel sektörde uzaktan çalışma ve esnek mesai uygulamasının da insan hareketliliğini azaltmaya katkısı olacağı açıktır.”
YENİ YIL KARARI VAKA SAYILARINA GÖRE VERİLECEK
Yeni yıl kutlamalarındaki kısıtlama da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları ile gündeme gelmişti. Peki yeni yıl akşamının perşembe gününe denk gelmesi nedeniyle dört günlük bir kısıtlama gündemde olur mu?
“Yeni yılda cuma akşamı saat 9’dan itibaren pazartesi sabahına kadar bir kısıtlama söz konusu. Buna perşembe ve cuma gündüz de ilave edilebilir. Önümüzde bunu değerlendirmek için yaklaşık bir ayımız var. Tarih yaklaştıkça, o zamanki vaka sayılarına göre bir tavsiyemiz olacaktır. Yılbaşında özellikle dikkat etmemiz gereken kalabalık ev kutlamalarından kaçınmak ve yeni yıla sadece hane halkımızla bir arada girmektir.”
AŞININ UZUN DÖNEMDE BİR YAN ETKİSİ OLUR MU?
Bilim Kurulu’nun son toplantısında Türkiye’de aşılamanın nasıl yapılacağı da konuşuldu. Dört gruba ayrılarak aşılamanın yapılacağı açıklandı. Ancak aşı hangi ülkeden gelirse gelsin bazı kesimler,
ANKARA bu akşam, 194 yıllık Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın (CSO) yeni yerleşkesinin açılışına hazırlanıyor. Açılış öncesinde son hazırlıkların yapıldığı yerleşkede Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy medyanın Ankara temsilcileri ile buluştu. Ersoy hem yerleşke hakkında bilgi verdi hem de yerleşkeyi gazetecilere gezdirdi. Temeli 23 yıl önce atılan binanın inşaatı senelerdir tamamlanamamıştı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın talimatı, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un çalışmalarıyla 21 ayda tamamlanan yerleşke 3 ve 4 Aralık’taki konserlerle sanatseverlere kapılarını açacak.
Bina, 62 bin 500 metrekarelik kapalı alandan oluşan üç bölümden oluşuyor. Orkestranın çalışma alanları, koroların çalışma alanları ve performans salonları. Toplam 2023 koltuk kapasiteli ‘Büyük Salon’, 500 koltuk kapasiteli ‘Mavi Salon’ ve 600 kişilik ‘Tarihi CSO Salonu’ndan oluşan bir kampüs.
İŞLETMESİNDE PARİS ÖRNEĞİ
Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy, “Burayı bir kültür adası haline getirmeye karar verdik. Tarihi CSO binasını da restore ederek hizmete açacağız. CerModern ve Resim Heykel Müzesi ile birlikte sonuçta bir kültür vadisi oluşacak” dedi. Merkezin işletmesi için Paris örneğinin incelendiğini belirten Bakan, işletme için özel bir yapılanma kurulduğunu söyledi.
MÜZE VE MÜZİK YOLU
BAKAN Ersoy’un anlatımıyla merkezdeki yenilikler şöyle:
Disiplin kuruluna sevkine neden olan ifadeleri, kuruldan nasıl bir karar beklediğini ve nasıl bir yol izleyeceğini kendisine sorma imkânım oldu. İhsan Arslan partisinin kendisiyle ilgili aldığı disiplin kuruluna sevk kararının ardından ilk kez Hürriyet gazetesine konuşurken “Kararı partimiz adına normal, kendi adıma üzücü buluyorum” dedi. Mehmet İhsan Arslan’a sorularımız ve yanıtları şöyle:
YOL ARKADAŞLARIMI İNCİTTİYSEM HELALLİK DİLİYORUM
AK Parti tarafından disiplin kuruluna sevk edilmenizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Partimiz adına normal, kendi adıma üzücü buluyorum. Sözlerimin özellikle AK Parti muhalifleri tarafından bambaşka yerlere çekilmeye çalışıldığı bir ortamda, elbette düzeltme yapma ihtiyacı duyuyorum. O mülakata dair bir hususu burada paylaşmak durumundayım. BBC benim özel tercihim değildi. Onlara konuşmam, kitaplarımın yayına hazırlanmasına katkı sunan arkadaşın tavassutu ve ricası üzerine oldu. Röportajı yazıya döktüklerinde, benim onayımı alıp öyle yayımlayacaklardı. Ama öyle yapmadılar. Hal böyle olunca, okurlara sundukları o metinde, yanlış anlaşılmaya ya da benim kastetmediğim anlamlar yüklenmeye müsait ibareler de yer aldı. Nihai metin benim onayım alınarak oluşturulsaydı, bunlar yaşanmazdı. Ama olan oldu. Gereksiz bir tartışmaya sebebiyet vermiş olmak beni tabii ki üzdü. Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Tayyip Bey’e ve partimize ne kadar değer verdiğimi bizim camiada tüm arkadaşlarımız gayet iyi bilirler. O sadece partimizin değil, davamızın da lideridir. Aramızda özel bir hukuk var. Ona ve ailesine daima saygı ve sevgi beslemişimdir. Bu husustaki hassasiyetim herkesin malumudur. İstemeyerek de olsa yol arkadaşlarımızı incittiysem kendilerinden helallik diliyorum.
SİYASETTEKİ SON DURAĞIM AK PARTİ
AK Parti’den ihraç edilebileceğinizi söyleyenler de var...
Bence herkes işini yapmalı. Hiç kimse kendini disiplin kurulunun yerine koymasın. Partimizdeki ilgili arkadaşlarla meseleyi kardeşçe konuştuk. Takdir arkadaşlarımızındır. Ben AK Parti’ye kuruluş günlerinden itibaren dava şuuruyla gönül vermiş bir insanım. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de bu davanın bir neferi olmaya devam edeceğim. Benim siyaset serüvenim Milli Nizam’la başlamıştır. Bu fani hayatta siyasetteki son durağım ise AK Parti’dir.
Son durumu Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan ile konuştum. Mehmet Hoca’ya önce “Sadece hasta sayısını açıklamanın ne zararı vardı?” sorusunu yönelttim. Yanıtı şöyle oldu:
“İlki, dünya ile bir karşılaştırma yapamıyorduk. Tüm ülkeler vaka sayısını açıklarken, hasta sayımızla dünyada yerimiz nedir, salgında hangi aşamada olduğumuzun tespitini ortaya koyamıyorduk. İkincisi ise tüm dünyada alınacak tedbirler vaka sayısına göre belirleniyor. Bu nedenle tedbirlerimizi de doğru belirleyememek riski ile karşı karşıyaydık.”
SALGININ EN YOĞUN SEYRETTİĞİ ÜLKELERDEN BİRİYİZ
Şimdi şeffaf bir şekilde vaka sayısını öğrendiğimize göre, mesele artık salgında hangi aşamada olduğumuz ve alınması gereken tedbirlerde. Bu iki önemli başlığı da Mehmet Hoca ile konuştuk:
“Açıklanan vaka sayısı doğrultusunda nüfusa göre dünyada dördüncü, Avrupa’da birinci ülkeyiz. Yani salgının en yoğun seyrettiği ülkelerden biriyiz. Hesaplama ile tespit edilemeyenleri de dahil ederek milyonun üzerinde kişinin şu anda virüs bulaştırma riski taşıdığını söyleyebiliriz. Günlük vaka sayısının açıklanması tedbirlere uyulması açısından bile etkili olacaktır.”
Mehmet Hoca içinde bulunduğumuz tabloyu bu sözlerle anlattı. “Salgında başa çıkılması zor bir dönemdeyiz” diyen Mehmet Hoca’ya göre mevcut tedbirlere yenilerinin ilave edilmesi de şart:
“Eğer bir kapama yapılmayacaksa, mutlaka vakit kaybetmeden ilave tedbirlerin alınması gerekiyor. Üstelik bu tedbirler artık tüm Türkiye’yi kapsayacak şekilde alınmalı. Kademeli ve esnek mesai tüm Türkiye’ye yayılmalı. Özel sektörün de buna uyması sağlanmalı. Zorunlu haller dışında şehirlerarası seyahat sınırlandırılmalı. Toplu taşıma araçlarında kişi sayısı azaltılmalı. Kişilerin toplanmalarına da sınır konulmalı. Örneğin ‘Kapalı alanlarda şu sayıda kişi, açık alanlarda ise şu sayıda kişi bir araya gelebilir’ denilmeli. Açıkçası şu anda kapalı alanlarda üç-beş kişiden fazla sayıda insanın bir araya gelmesi sakıncalı. Kalabalıklaşmaya yol açan her alanda önlem alınması gerekiyor.”
TEDBİR ALINMAZ VE UYULMAZSA KAPATMA ZORUNLU OLUR
AK Parti’nin “reform ve yeni dönem” söylemi üzerine yapılan tartışmalar açısından konuya baktığımızda, bu söylemde bir önceki cümlede saydığımız etkenlerin bir kısmı ya da tümü etkili olmuş olabilir. Ancak nedenlerle birlikte sonuca, yani iktidarın yeniden reform sürecine döneceğini açıklamasına ve bu açıklamaların doğal olarak nasıl ve ne şekilde hayata geçeceğine ilişkin sürecin takibine odaklanılmasının önemli olduğunu vurgulamak isterim. Açıklamalardan yola çıkarak, reform sürecinin hükümet politikası haline getirildiği hedefini söyleyip yeni dönemde üç başlığın ön plana çıkacağına dikkati çekebiliriz:
Hukuk reformu.
Ekonomik restorasyon.
Dış politikada AB ve ABD eksenine verilecek önem.
Türkiye açısından, bu üç başlıkta yeni dönem vurgusunu gerekli kılan ihtiyaç ve zorunluluklara yukarıda saydığımız nedenlere ek olarak, AB ve ABD’den gelen yaptırım tehditlerini eklemekte fayda var. Hukuk ve ekonomi alanında yapılacak reformlar her şeyden önce Türkiye’nin kendisi ve kendi insanı için gereklidir. Ancak bu iki başlıkta atılacak adımlar ister istemez Türkiye’nin ekonomisine de dış politikasına da zaten olumlu katkılar yapacaktır. Üçüncü başlığı, yani dış politikayı da incelemekte fayda var.
ABD VE TÜRKİYE AÇISINDAN SÜREÇ
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’nin yeni yönetimi ile ilgili yaptığı açıklamada, “Amerika ile uzun ve yakın müttefiklik ilişkilerimizi, bölgesel ve küresel tüm meselelerin çözümünde kullanma niyetindeyiz” ifadesi önemli mesajlar taşımaktadır. Türkiye, kimileri tarafından her ne kadar “Trump’çı” gibi gösterilmeye çalışılsa da Cumhurbaşkanı Erdoğan aslolanın devletlerarası ilişkiler olduğuna atıfta bulunmuş, iki ülke arasındaki müttefiklik ilişkisinin devamı ve bu süreçte sorunlu tüm alanlarda müttefiklik çerçevesinde görüşmeye, karşılıklı adım atılmasına da açık olduklarının mesajını vermiştir. Diğer yandan, başkanlık koltuğuna oturacak isim Biden her ne kadar seçim sürecinde iktidar aleyhtarı açıklamaları ile tartışılmış olsa da Obama dönemindeki başkan yardımcılığından Türkiye’yi de Erdoğan’ı da tanıyan bir isim. Biden’ın yakın çalışma ekibine ilişkin isimler ABD basınında yer alıyor. Belli ki Obama döneminden birçok isim Biden’ın yakın çalışma ekibinde olacak. Yani ilk ziyaretini Türkiye’ye yapan Obama’nın başkanlık sürecinde iki ülkenin ve iki liderin inişli çıkışlı ilişkisine tanık olan isimlerden bahsediyoruz. Üstelik ABD açısından önceliğin her zaman kendi çıkarlarında olduğunu, kendi çıkarları için de mutlaka başka ülkelerde iktidardaki isimlerle çalışmanın bir yöntemini bulduklarını, bazı başlıklarda başkanlar değişse de devlet politikasının aslolan olduğunu hatırlatalım. Kısacası, ABD’nin yeni yönetimi de soğukkanlı hareket ederek kendi çıkarları doğrultusunda bir ilişki oturtmaya çalışacaktır. Ancak yine de zorlu başlıklar var:
S-400’ler ve olası yaptırımlar.
Siyaseten yapılan tartışmaları bir kenara bırakarak, Türkiye’nin geleceği için yeni reform dalgasını değersizleştirmemek, aksine desteklemek hatta atılması gereken adımların ilgili kurum, sivil toplum örgütleri, üniversiteler tarafından mutlaka iktidar ve kamuoyuyla paylaşılması gerekiyor. Güncel bazı gelişmelere de dikkat çekmek isterim. Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan, Merkez Bankası konusunda bağımsızlık vurgusu yaparak, “Merkez Bankası Kanunu açık. Elbette bağımsızdır. Bu konuda daha fazla söyleyecek bir şeyim yok diye düşünüyorum. Düzenleyici ve denetleyici kurumların kanunları da gayet açık. Kurul başkanlarına ‘Kanun neyi söylüyorsa, neyi emrediyorsa onu yapacaksın’ dedim” ifadesini kullanmıştı. Bu sözlerin hemen ardından da Merkez Bankası faiz kararı geldi. Kamuoyuna ve piyasalara bir kararlılık gösterildi. Bundan sonraki süreçte de hem ekonomi yönetiminin, hem de ekonomi yönetimiyle birlikte Adalet Bakanlığı’nın atacağı adımlar takip edilecektir. Bu dönemde özellikle hukuk ve demokrasi alanlarında, hem Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem de Adalet Bakanı Abdulhamit Gül tarafından dikkat çeken açıklamalar yapıldı. Bu çerçevede, AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan’ın Alaattin Çakıcı ile ilgili, “Savcılık gerekli soruşturmayı başlattı. İlgililerden edindiğim bilgi budur. Hakaret, tehdit, kötü söz kimden gelirse, kime karşı yapılırsa, bu yanlıştır, doğru değildir” açıklaması da bu konuda adım atılması da aslında doğaldır, olması gerekendir. Kim olursa olsun, gücü ne olursa olsun, gücünü nereden alırsa alsın, bir siyasi partinin genel başkanının tehdit edilmesine, üstelik organize suç örgütü lideri tarafından tehdit edilmesine devlet sessiz kalamaz. Kısacası “demokrasi, hukuk, reform” sözcüklerinin havada kalmaması hayata geçirilmesi hayatidir.
BÜYÜK DALGA KAPIDA
“ÇOK büyük dalga, tsunami, ilk dalgadan kötü. Alınan tedbirler yetersiz, tam kapama gerekir!” Bu son birkaç gündür duyduğumuz uyarılar, feryatlar. Peki hükümet neden daha radikal tedbirler almadı? Radikal tedbirler masada mı? Bundan sonraki süreçte ne olacak? COVID-19 salgınıyla ilgili bu soruların yanıtlarına bakacağız. Öncelikle virüs artık daha hızlı bulaşıyor. Ancak istenilen olmadı ve gücünden ya da verdiği zararlardan bir şey kaybetmedi. Bu hepimiz için kötü haber. Diğer yandan her ülkede alınan tedbirler, ekonomik alanda sorunlara neden oluyor. Devletler kendi güçleri oranında tedbirleri hayata geçirmeye çalışıyor. Yani ekonomi, tedbirleri etkiliyor. Peki hastalıkta büyük bir dalga mı geliyor? sorusunu Bilim Kurulu üyesi Doç. Dr. Afşin Emre Kayıpmaz’a sordum:
“Hastalıkta büyük bir dalganın geldiğinin belirtileri, dünya çapında ortaya çıkmaya başladı. Ülkeler de sağlık kapasiteleri üzerindeki yükü azaltmak için kapatma ve kısıtlama kararları aldı. Dünyadaki hiçbir ülkenin sağlık kapasitesi sınırsız değildir. COVID-19 hastalarının tedavisinin de yoğun bakımlarda günlerce sürebildiği düşünüldüğünde, bu yükün ne kadar ağır olduğu tahmin edilebilir. Her seferinde tedbirleri ve alınan kararları yetersiz bulup eleştirmek yerine, tedbirlere nasıl daha iyi uyum gösterebileceğimizi ön plana almamız lazım. Kısıtlama kararları başlamadan önce insanların ‘son bir kez’ düşüncesiyle hâlâ daha kapalı ortamlarda, fiziki mesafeyi unutarak sosyalleşmesi en çok sağlık çalışanları olarak bizleri üzüyor. Son 8 aydır acil servislerimizde yalnızca COVID-19 hastaları yok. Kalp krizleri, trafik kazaları, yüksekten düşmeler, inmeler, solunum sıkıntıları, çocuk travmaları gibi birçok hastamızın da tedavisi acil servislerimizde devam ediyor.”
TAM KAPATMA SİSTEM ÜZERİNDE BASKIYI HAFİFLETECEKTİR
Bugün alınan tedbirlere tam anlamıyla uymak, bireysel korunmaya da dikkat etmek gerekiyor. Afşin Hoca bunun başarılamaması durumunda farklı seçeneklerin masada olacağını söyledi:
“Şu anda alınan tedbirlere bireysel tedbirlerle yeteri katkıyı sunabilirsek, yaşamımızı ek bir kapatma olmaksızın kışın da sürdürebiliriz. Elbette 14 veya 21 günlük tam kapatma sağlık sistemi üstündeki baskıyı hafifletecektir. Ancak bunun da uygulanmasında sağlık dışındaki birçok alanda çeşitli sorunlar karşımıza çıkmaktadır. Virüsün bulaşma hızı ilk zamanlara göre daha da arttı. Hastalığın öldürücü gücünde ise ne yazık ki henüz bir azalma yok. Ağır hasta sayımızdaki artış da bunun en büyük işaretidir.”
Dün de gazetemizde Osman Müftüoğlu’nun “Tsunami kapıda mı?” yazısı yer aldı. Dünyada salgın artıyor, ülkeler yeniden tedbirleri hayata geçiriyor. Çok saygı duyduğum Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’ı aradım. Yine çok önemli uyarılarda bulundu. Sizlerle tespitlerini ve uyarılarını paylaşacağım.
TEK MERKEZ YOK, ARTIK SALGIN HER YERDE
Salgının ilk döneminde ülke ülke ya da il il değerlendirmeler yapıyorduk. Artık bu dönem geride kaldı. Mehmet Hoca’nın bu konudaki görüşleri şöyle:
Tüm dünyada ve Türkiye’de ağır bir vaka artışı var. Durum geçtiğimiz mart, nisan aylarından yüksek.
İlk dönemdeki kısıtlamalar ve hastalığın ciddiye alınması nedeniyle salgını kontrol altına almak kolaydı. Bugün hem tedbirler yeterli değil, hem de yeteri kadar ciddiye alınmıyor.
O dönem örneğin ABD’de New York salgının merkeziydi, Türkiye’de İstanbul. Bugün tüm ülkelerde her yer merkez. Her ülkede kasabalara, köylere yayıldı.
Sonuç alınacak önlemler il ya da ilçe bazında değil tüm ülke genelinde alınmalı.
BEKLENEN MUTASYON HÂLÂ OLMADI