28 Mart 2007
Acil Tıp Derneği Türkiye’de ilklerin yaratıcısı.
Özellikle kazalara müdahale konusunda yarattıkları tablo, yerleştirdikleri kurumsal yapı belki de birçok insanın hayatta kalmasını sağladı.
Ya da... Kalıcı bir sakatlıkla boğuşmamasını...
İzmir doğumlu ama uluslararası bir yapı.
Genç ve nitelikli doktorların elinde Türkiye için de bir gurur kaynağı oldu.
Derneğin kurucusu Uzm. Dr. Ülkümen Rodoplu şu anda Avrupa Acil Tıp Birliği’nin Başkan Vekili.
Yani... Önemli bir konumda.
Daha yapılacak çok şey var!
Acil yardım, ilk yardım nasıl derseniz deyin bu konuda herkesi eğitimli kılma.
Bu anlamda bir toplumsal bilinç oluşturma.
Altyapıyı güçlendirme.
Bunlar yapılırsa acılar daha da azalacak hiç kuşkusuz!
Bir yandan kendi iştigal alanları, bir yandan da halkı çeşitli konularda bilgilendirme ve bilinçlendirme...
Acil Tıp Derneği’nin önemli katkı alanlarından biri.
Birçok ülkede kalp ve damar hastalıkları en önemli sağlık sorunlarının başında.
Türkiye’de de öyle.
Kalp ve damar hastalıkları ayrıca, dünyada en fazla sağlık harcaması yapılan alanlar arasında.
O zaman korunma önemli. Yani tedbir.
Amerikan Kalp Vakfı (American Hearth Association) geçenlerde bu önemli konuda bir değerlendirme yapmış.
Sıcak öneriler Türkiye’de birçok alanda öncü sağlık oluşumu Acil Tıp Derneği tarafından derlenmiş.
Uluslararası konumdaki Kurucu Başkan Dr. Ülkümen Rodoplu notları ve önerileri bana da gönderdi:
- Herkesin, özellikle 28 yaş sonrası, tansiyonunu kontrol altında tutması şart.
- Kilo kontrolü gerekiyor. Yani şişmanlıktan kaçınma.
- Fiziksel aktiviteler. Yani hareketlilik. Mutlaka spor.
- Sigara ve aşırı alkol ile tuz ciddi tehdit.
- Taze meyve, sebze tüketilmeli. Diyet süt ürünlerine yönelinmeli.
Aslında bilmediğimiz şeyler değil.
Biliriz, ama ya uygulama?
Onun için bazı şeylerin ısrarla tekrarında yarar var.
Beynimize işlenmesinde.
Her gün en az bir saat yürüyüş.
Hafif fiziksel faaliyetler.
Havuç, domates, brokoli, fasulye, ıspanak, roka, maydanoz, ısırgan otu...
Ne keyif...
Bu sıcak bilgileri bizimle paylaşan Ülkümen Hoca’ya ve Acil Tıp Derneği’ne kocaman teşekkür...
Yazının Devamını Oku 24 Mart 2007
İzmir’e gelen turist sayısı azalıyor. Kruvaziyer turizmi bir hareket getirdi ama yine de yıllar öncesini yakalamak hayal.
Yazının Devamını Oku 21 Mart 2007
Seçimler yaklaşıyor.Liderler hareketli. Parti tabanları telaşlı.
Genel Başkanlardan talimat geldi bile: "İyi çalışın."
İzmir ve Ege de bu heyecanı en çok yaşayan yerler.
Sivil toplum örgütleri seçimler öncesinde çalışmalar yapmaya başladı.
Amaç; ithal milletvekillerini önlemek.
Malum özellikle büyük kentlerin en büyük derdi bu.
Dışarıdan gelen, kentle ilgisi olmayan milletvekilleri.
Ya da sadece "seçim dönemi gülleri."
Siyasetteki verimsizlik, milletvekiline güvensizlik, halkla parlamento arasındaki uçurum. Biraz da bundan değil mi?
İşte bu yüzden sivil toplum örgütleri seslerini yükseltmeye başladı:
"Dışarıdan milletvekili istemiyoruz. Kentleri bilen, soluyan, yaşayan isimler olsun. Seçimden seçime kapımızı çalanlardan da bıktık."
Sesler böyle de...
Seçim fırsatçıları da meydanlarda görülmeye başlandı.
5 yıldır suspus olanlar.
Halkın içine çıkmayanlar. Hiçbir toplantıya katılmayanlar.
"Dolçe Vita" (tatlı hayat) içinde olanlar.
Seçimler yaklaştı ya. Dönem onların.
"İnlerinden çıkıp" ortalıkta arz-ı endam etmeye başladılar bile.
Geçmiş dönemlerde seçildikleri bölgeye hizmetleri olmayanlar.
Sadece koltuk sevdası taşıyanlar...
Meydan Onların "akıllarınca."
"Çevir kazı yanmasın / çevir de çevir / çevir kazı yanmasın / devir bu devir".
Ben yine de umutluyum.
Sivil toplumun gücü var mı, yok mu, ortaya çıkacak.
Ya "seçim fırsatçıları" kazanacak ya da kentler.
Bunun için iyi bilinçlenme. Etkili mücadele. Hatta baskı.
Sivil toplumun önemli bir görevi de bu değil mi?
Yani. Topluma yön vermek... İçinde bulundukları kentin sosyal ve siyasi yaşamına katkı koymak.
Daha iyi için yönlendirici olmak.
Bu kez görev ağır. Ve önemli.
"Seçim fırsatçıları"nın geçmişteki faturaları ortada.
Kentlerin sırtına binme, bir sülük gibi kanını emme, sonra iş bitince ortadan kaybolma.
Ne arama, ne sorma!
Seçimler yaklaştı mı ortaya çıkma.
Áli fikirleri her yerde yumurtlama.
Bakalım bu kez kazın ayağı öyle mi?
Yani... Kazanan kim olacak? Ve tabii kaybeden de...
Sivil toplum bu gerçeği görecek mi?
Yazının Devamını Oku 18 Mart 2007
Ölüm; bir yokluk, ayrılık.<br><br>Bir daha buluşamamak, konuşamamak. Dokunamamak.
Bazen bir dostu, arkadaşı, canı yitirmek.
Bazen zor günlerde sığınılacak bir limandan uzaklaşmak.
Ölüm; bir kopuş.
Çatımızın altındaki, odamızın içindeki ilacın kaybolması.
Yaraları saran doktorun, hemşirenin yokluğu.
Aydınlığın yavaş yavaş kararması.
Belki... Güneşin istediğimiz kadar ısıtamaması.
Belki... Yağmurun bereket getirmemesi... Kimbilir!
Belki... Bir daha anlatamamak, anlayamamak...
Hatta tartışamamak.
Yaşamın içindeki renklerin kaybolması.
Çevremizde ölümler mi çoğaldı?
Bizler mi yaşlandık?
Yoksa... Dalların birer birer kopması, ağacın dipten çürümesi bir şeylerin habercisi mi?
Son günlerde o kadar çok cenazeye koştuk ki...
Her ölüm gibi "erken ölümler"e.
Narlıdere Cem Evi’nde Pakize Ateş’i sırtladık.
Çok genç yaşta ayrıldı aramızdan.
Oysa ne güzel hayallerimiz vardı!
İzmir’de demokrasi mücadelesinin, kadın dayanışmasının gizli kahramanlarından biriydi.
Tıpkı öne çıkmayan ama yürekleri pırıl pırıl diğer arkadaşları gibi. Barış, özgürlük, demokrasi sevdalıları!
Sonra yurt dışında Önder Ağabey’in (Baysoy) ölüm haberi geldi.
Siyasette, iş ve spor dünyasında bir "beyefendilik abidesi."
Hep yenilikçi, hep atılımcı.
Hep başarıya, ileriye. Gençlerle, kadınlarla...
Ve vefa. Koltuğu bırakıp dostu Vural Arıkan’ın Vatandaş Partisi’ne koşacak kadar.
Zorluğa, sıkıntıya.
Ferhan Baysoy’la yaratılan güzellikler.
Sevgi, dayanışma, paylaşım ve deniz!
Yani. Sonsuz mavilik...
Dedim ya; ölüm kahreden bir yokluk.
Bir daha olmamak.
Belki de. Aslında onun için yaşama sıkı sıkıya sarılmak.
Sevgiye, dostluğa...
Bilmem neden, dilime Ümit Yaşar Oğuzcan’ın "Ölüm gelmişse" şiiri takıldı:
"Gülerken ağlayanım / ağlarken gülenim / Varlığım, nedenim, alınyazım benim / Elbette ağlamayacaksın / çünkü sonsuzluklar / sonsuz sevenler içindir / çünkü ölüm / sevmeyi ve ölmeyi bilenler içindir". Bu pazar canınızı sıktım biraz.
Ama. Ölüm de yaşam kadar gerçek! Maalesef.
Yazının Devamını Oku 14 Mart 2007
Susuzluk tehlikesi gündemde. Küresel ısınmanın, doğayı hoyratça kullanmanın sonu.
Hep cicim ayı olur mu?
Uzun süreden beri bilim adamları bu tehlikeye dikkat çekiyor.
Önemli bir konu.
Özellikle 2020’li yıllardan itibaren Türkiye ciddi bir tehdit altında.
Kuraklaşma, çölleşme, susuz kalma...
Nasıl derseniz deyin!
Ege Bölgesi’nde de aynı sancı var hiç kuşkusuz.
Ayrıca bu çölleşmeyi tetikleyen unsurlar:
Yer altı sularının bilinçsiz kullanımı.
Dere, nehir, göl ve akarsuların kirletilmesi.
Toplumu bu anlamda bilinçlendirme konusunda yetersizlikler.
Daha bir sürü şey.
Ve gelinen nokta:
Tehlike çanları.
Hem de gitgide şiddetlenen.
Bari bu günden sonra biraz akılcılık.
Biraz bilinçlenme...
Çözümü sadece halka bırakılmayacak kadar önemli bir konu.
Devletin mutlaka el atması ve ciddi çözümler üretmesi gereken bir sancı.
Çok yıllar önceden kalma bir anım var.
Bir ABD Başkanı’nın açıklaması.
Halkıyla belli konuları paylaşmak için yaptığı konuşmalardan birinde şöyle bir cümle:
"Değerli yurttaşlarım; sizden elinizi yıkarken önce sabunu almanızı, sonra suyu açmanızı rica ediyorum".
Hani bizdeki "Ulusa Sesleniş" türü bir program.
Ve ABD Başkanı’nın dudaklarında "tasarruf".
Önce sabun, sonra suyun açılması.
Basit gibi gelen ama çok önemli bir uyarı.
Ve bu uyarı ile elde edilen büyük tasarruf.
Neredeyse her yıl tüketilen suyun dörtte biri kadar bir tasarruf.
Sadece su ve sabun ilişkisi ile. Önce biri, sonra öbürü.
Halkın bilinçlendirilmesi ile.
İşte, Devlet adamlığı da böyle bir şey galiba.
Şimdi bizde de benzer öneriler getirilemez mi?
Halk bu önemli konuda şimdiden, iş işten geçmeden uyarılamaz mı?
Sadece su ve sabun mu?
Bahçelere boşa akan çeşmeler...
Patlak borulardan büyük su kaçakları...
Görgüsüzce, hem de her tarafı kirleterek araba yıkamalar...
Küvet sefaları! Daha bir sürü şey.
Oysa... Susuz günleri düşünmek de gerekmez mi?
Gelecek kuşakları... Çocuklarımızı...
Yazının Devamını Oku 7 Mart 2007
Basit bir demeç değil bu aslında. Ciddi bir mesaj.
İyi irdelenmesi, defalarca durup düşünülmesi gereken.
EXPO bir özlem ya. Bir büyük beklenti.
Bir süredir iş değil, laf üretiliyor.
Akla geldiği gibi verilen demeçler, yetkiler ve sınırlar düşünülmeden "lafla peynir gemisi yürütme" alışkanlığı.
PÜM’ler (Proje Üretim Merkezleri) kurma... Oraları kişisel tatmin aracı olarak kullanma.
Ama. Kent için, EXPO için ciddi hiçbir olayın arkasında yer almama.
Taşın altına elini sokmama.
Varsa yoksa "ben".
Bu yüzden BİE Genel Sekreteri Loscartales’in Büyükelçi Sencar Özsoy kanalı ile ulaştırdığı "EXPO çalışmalarında Milano’nun gerisinde kaldınız. Birçok söz yerine getirilmedi. Karamsarım" değerlendirmesi.
Beklenen bir son.
Hep "ben" diyenlerin, sadece "Kişisel şov" yapanların İzmir’e, İzmirliye kestiği "acı fatura".
Bunlar malum tipler!
Her şeyin içinde, her yerin başında, her "kesenin ucundakiler".
Bunlar "Rabbena, hep bana"cılar.
İzmirli bunları çok iyi tanıyor da.
Bunlar İzmir’in kanını emmeye devam ediyor.
Tabii her şeyin bir sonu var.
Sabrın da, palavranın da, şovun da.
Kışın sonu bahar! Her karanlığın ardında aydınlık var.
Lafla peynir gemisi yürür de. Bir yere kadar!
Artık o noktadayız! İzmirli sorguluyor:
"Bugün gelinen noktada hep ben diye öne çıkanların rolü yok mu? Boyuna kavga edip EXPO’yu kişisel arenaları haline getirenlere ne zaman dur denilecek? Bu kent sadece iki üç kişinin at oynattığı bir alan mı? Sivil toplum sesini ne zaman yükseltecek? İzmirlinin sesine kim, ne zaman kulak verecek? Bu kentin gerçek sahibinin halk olduğu ne zaman net bir şekilde görülecek?".
Bu ve benzer sorular.
Eğer EXPO kaçarsa. Eğer EXPO yolundaki büyük ümitler sönerse.
Bunun bedelini birileri fena ödeyecek!
Bu böyle biline...
Her şeye rağmen şansımız var. Her şeye rağmen umudumuz.
Önemli olan el ele vermek. Devlet ve millet işbirliği ile başarıya odaklanmak.
Onun gereklerini yerine getirmek. Kişisellikten kaçınarak kent için, ülke için çalışmak...
Hiç değilse bugünden sonra.
Hiç değilse İzmir’den elde edilen bir çok şeyin hatırına.
Hiç değilse.
Yazının Devamını Oku 28 Şubat 2007
Turizm sezonu yaklaşıyor. Yoğun bir telaş, hazırlık. Umutlar taze. Özellikle yurt dışı pazarlarda tanıtım çalışmaları sürüyor.
Ege Bölgesi’nin her köşesi ayrı bir cennet.
Keşfettikçe yeni güzellikler, baktıkça farklılıklar.
Türkiye’ye gelen turistler belli.
Yazının Devamını Oku