28 Ekim 2007
Yine büyük bir acı... Tarifi imkansız... Yine bir hain pusu... Baskın... Yine ocaklara düşen ateş... Çatışmalarda, mayınlarda yitirdiklerimizden sonra...
Dizboyu hainlik... Türkiye’nin dört bir yanında yükselen feryatlar... Vatana şehit düşen aslan parçalarının yüreklerdeki yangınında kalleşliğe isyan... Hatta korkaklığa...
Kör karanlıktaki hain pusuya... İlkesizliğe, namussuzluğa... Ne oluyor böyle? Arka arkaya büyük acılar... Yaşam sürsün gitsin de...
Lüzumsuz gündem maddelerinin arkasında vatanı koruyan aslanlara biraz özensiz değil miyiz? Duyarsız... Dikkatsiz... Her anlamda...
Hala hüznünü yaşamıyor muyuz 13 şehit günü bazı TV’lerdeki rezaletin... Şaklabanlığın... Duyarsızlığın... Şen şakrak, iğrenç sohbetlerin... Sonra yine kolay unutmadık mı? Bu nasıl şeydir! Ve yeni acılar...
Türkiye’nin Doğu’sunda, Batı’sında...
Kimi evdeki nadide çiçek... Kimi evdeki hassas OĞUL... Kardeşimiz, CAN arkadaşımız, kan kardeşimiz... Kanımız, canımız, her şeyimiz... Eşimiz, sevgilimiz...
Çakmağın alevinde bize sevgisini yollayan MEHMET’imiz... Duygu dolu satırlar...
"Canım Anam"... "Benim Canım Sevgilim"... Yüreğinde vatan sevgisi...
Kalbinde birlik beraberlik duygusu...
Gerekirse vatan için gözünü kırpmadan ölüme gitme hazırlığı...
Davullarla zurnalarla vatan için uğurladığımız Mehmetçiğimiz...
Geçen gün Ege’nin yarattığı Kırçiçeği Grubu’nun gazete ilanında ne güzel vurgulanmış:
"Senin düştüğün yer toprak değil, kalbimizdir".
Kalbimiz, damarlarımızda akan kan... Benliğimiz, sevgimiz, her tür paylaşımımız...
İçimizde hüzün, acı... Gözlerimizde kuruyan gözyaşları... Düştüğün her yerde yatak döşek, yorgan olma istemi...
Senin vatan için yaptıklarına karşı bir tür koruma, kollama, sahiplenme özlemi...
Boğazımız parçalanırcasına katıldığımız "Şehitler ölmez, vatan bölünmez" cümlesindeki paylaşım gibi...
Öyle bir dayanışma, öyle bir birlik - beraberlik... Senin acınla acı olma...
Yüreğindeki vatan sevgisi ile Atatürk’ün Cumhuriyeti’ne daha sıkı sarılma...
Ama... Sağduyuyu da kaçırmadan...
Yeni gerginliklere, yeni çatışmalara neden olmadan... İzmir Şehit Ailelerini Koruma Derneği Başkanı Yavuz Alphan’la konuştum.
20 yıllık dostum. Üzüntüsü tarifsiz.
"İçeriden, dışarıdan kaşıyanlar var. Türkiye’nin başına çorap örmek istiyorlar. Hiç olmazsa içeridekileri kurutalım. Yüreğimiz acılı. Herkes şehitlere, şehit ailelerine sahip çıkmalı. Ama unutuyoruz, 3 gün sonra her şeyi unutuyoruz. Unutulmamalı ki; şehitlerimiz canlarını bu topraklar için verdi."
Altına imza atılacak sözler bunlar. Orada, burada, her yerde şehit acısı... Artık bazı şeyleri görme zamanı... Ve dur deme... Zaman akıp geçiyor da... Yapılacak başka işler de var da...
Vatan bizim her şeyimiz... Mehmetçiğimiz de öyle... Sabırlar da tükeniyor... Artık kararlı olma zamanı gelmedi mi? Bu ülkenin gücü Mehmetçiğidir... Başka yerlerdeki gibi asker değildir O, Mehmetçiktir... O payedir O’nu güçlü kılan... Ama... Kararlılık zamanıdır artık. Yumruğu vurma... Yaşanan sancıyı görme... Ve bunu anlatma... Bütün dünyaya... Unutulmamalıdır ki; "Mehmetçik yeniden doğar ölümlerde...".
Yazının Devamını Oku 17 Ekim 2007
EXPO günleri devam ediyor. BIE delegeleri İzmir’i ince eleyip sık dokuyor.<br><br>Sorular, incelemeler... Daha bu işin yarını da var.
Sonra İstanbul günleri.
Orada da "devletin ağırlığı".
İstanbul’un "ağabeyliği".
İlk notlar olumlu.
Elbette sıkıntılar var. Olacak da...
Ama... Güzel şeyleri de görmek gerek.
Yani... Hep yakıp yıkalım...
Hep eleştirelim... Biraz da insaf...
Güzel mesajlar verildi...
İzmir’in güzel yüzü, çağdaşlığı sergilendi.
Delegelerle sıcak diyaloglar kuruldu.
Tarih, kültür, çağdaşlık elden geldiğince anlatıldı.
Devletin desteği... Halkın isteği...
Sivil toplum dayanışması...
Bunlar güzel şeyler.
Aman bozulmasın!
Ama... "Her şey bitti". "Bu iş tamam" demek için de erken...
Daha yapılacak çok şey var.
Unutmamalı ki; Milano’da çalışıyor.
Özellikle tanıtımda ve lobide daha etkin oldukları kesin.
Türkiye’nin bu açığı da hızla kapatması gerekiyor.
Yabancı ülkelerde seri toplantılar...
Türkiye’nin, Ege’nin ve İzmir’in anlatılması...
Müslüman, laik ve çağdaş bir ülke...
O ülkenin "inci kenti" İzmir...
Aydınlık yüzler...
Kültürlerin buluşması... Tarih, turizm...
Bunlar daha iyi anlatılmalı...
Ülke, ülke... Kent, kent...
Hatta kapı kapı...
Evet, lobi böyle olur.
Tabi bu arada Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, bakanların kişisel çabaları...
Karizma ve dostluklarını kullanması... Bunların hepsi önemli...
Ama...
Benim dikkati çekeceğim bir başka konu var:
İzmir ziyareti iyi güzel de...
Aman rehavete kapılmayalım.
Tempomuz yavaşlamasın...
Heyecanımız azalmasın...
Unutmayalım ki; biz kendimizin rakibiyiz!
İnanırsak, çalışırsak ve kendimizi doğru anlatırsak; bu iş olacak!
O zaman... Kasım’daki yeni sunum için kolları hemen sıvama zamanı...
Tam bir dayanışma içinde...
"El elden üstündür" anlayışıyla herkesin fikrine ve önerisine saygı duyarak...
Sağlık temasını daha iyi anlatarak...
Kenetlenerek. Ve hep daha iyiye koşarak...
Kasım sunumu çok önemli... Bu ziyaret geldi geçiyor. İyi de gidiyor.
Ama... Hemen sonrasına şimdiden konsantre olmalıyız.
Kasım sunumu dört dörtlük olmalı.
Her anlamda...
Filmiyle, heyetiyle...
O heyette yer alacak ünlü isimleriyle... Belki sanatçı ve kültür adamlarıyla...
Yani... Kışın sonu da bahar...
Yazının Devamını Oku 15 Ekim 2007
EXPO için önemli bir hafta.<br><br>Oldu, olmadı tartışmalarında ciddi bir adım. EXPO için karar verecek BİE delegelerinin İzmir’i enine, boyuna incelemesi.
Gözlemler, irdelemeler, araştırmalar.
Bir çok şeyin sorulması. Bakılması, görülmesi.
Sonrasında oluşacak izlenimler.
Belki de, "Milano mu, İzmir mi?" sorusu için en önemli saatler.
Bugünden ta cumartesiye kadar.
Önce İzmir’de. Sokaklarda, çarşılarda, tarihi mekanlarda.
Sonra İstanbul’da. Yedi tepeli şehrin İzmir’e katkısı.
Devlet büyüklerinin İzmir ve İstanbul’daki mesajları.
Yaklaşımları ve ciddiyetleri.
İzmir’in bu konudaki hazırlıkları.
Yapılanlar, hedeflenenler.
Plan ve projeler.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Başbakan Tayip Erdoğan’ın ve ilgili bakanların açıklamaları.
Bu konudaki sahiplenilirlik yüzdesi
BİE delegeleri için.
Öyle ya; tecrübeli olan onlar.
Karar verecekte.
O zaman.
Bizim de yapacaklarımız var.
Yani. Sadece seyirci olmamak.
Sadece gelişmeleri izlememek.
Milli görev hepimizin.
Evet; EXPO sadece İzmir ve Ege için değil, Türkiye için bir şans.
O yüzden de milli bir görev.
Türkiye için ciddi bir tanıtım, istihdam ve ekonomik atılım süreci.
Hata yapma lüksümüz yok.
Sen-ben kavgasına son.
Kişisel hesaplara da.
Ortak hedef tek: EXPO’yu İzmir’e getirmek.
İzmir doğru anlatılacak.
Devlet kararlılığını, Cumhurbaşkanı ve Başbakan gücünü gösterecek. İzmirli tek vücut olduğunu ortaya koyacak.
Planlar, projeler ve tema etkin ve doğru sergilenecek..
Belediyeler iyi çalışacak, hiçbir yeri su basmayacak, hiçbir sokakta çöp olmayacak.
Bunlar yetkililerin işi.
Bir de. Vatandaşa düşen görevler var.
Evet; bu bir milli görevse.
İzmir ve Türkiye kazanacaksa.
Vatandaş olarak bizlere de görev düşüyor.
Örneğin; 3 gün İzmir trafiğinin karmaşasını göstermemek adına toplu taşım araçlarına ve taksilere yönelmek gibi.
Aynı yere gidenlerin üç-dört araba yerine iki-üç gün için bir araba ile idare etmeleri gibi.
Sokakların, caddelerin daha temiz tutulması.
Çöplerin hiç değilse bugünlerde poşetlerle çıkarılması.
Evcil hayvan besleyenlerin onların yarattıkları kirlilikler için daha dikkatli olmaları.
Kurallara uymak, ışıklara dikkat etmek, gereksiz gürültü yaratmamak.
Görüntü kirliliğinden olabildiğince kaçınmak.
Hani "herkes kapı önünü temizlese" hikayesi.
Neden olmasın.
İzmir’de, İzmirlide bu sevgi ve heyecan vardır.
İzmir; cumhuriyetin ve laikliğin en önemli yapı taşıdır.
Türkiye’nin çağdaş ve aydınlık yüzüdür.
Ege’nin incisidir.
Bu "milli görev" başarılır.
Buna inancım tam.
Yeter ki; biraz duyarlı olalım.
Yazının Devamını Oku 3 Ekim 2007
Hep olumsuzları büyütmeyi severiz ya... <br><br>Hani... Karanlık sularda dolaşmak... Doğruyu yüceltmek yerine en küçük bir yanlışı günlerce eleştirmek...
Yani... Kara tablo...
Yani... Yapma değil, daha çok bozma...
Çoğunluğun mayasında bu mu var!
Oysa güzel şeylerde oluyor.
Elbette yanlışlar eleştirilecek...
Ki böylelikle doğru bulunacak...
Geleceğe daha umutla bakılacak...
Ama... Zaman zaman yapılan doğru işleri de görmek gerek.
Önemli gelişmeleri...
Sessiz devrimleri...
Ben geçenlerde VOB’un başına Türkiye’de ilk defa İzmir’de bir kadının gelmesinin "sessiz bir devrim" olduğunu yazdım.
Kadınlar destekledi de...
Bazı beyler biraz alınmış galiba!
Olur böyle şeyler!
Oysa... Çağdaş Türkiye adına önemli bir gelişme bu!
Görmek gerek...
Ve bir başka sessiz devrim; İzmir’de satranç patlaması...
Bilginin, deneyim ve bilincin güzelliklere yelken açması...
Düşünmek; daha çok düşünmek...
Böylelikle elde edilen kişisel verimlilikle toplumu daha ileri taşımak...
Başarı, heyecan, paylaşım ve dayanışma...
Yani... Güzel bir şey...
Boşluktan kurtarılan bir gençlik...
Düşünen ve üreten...
Yani... Kötülükleri abartmaya kimse ses çıkartmıyor da...
Güzellikler biraz yüksek sesle haykırıldı mı, biraz büyütüldü mü...
"Canım..." türü küçümsemeler...
Niye böyleyiz?
Güzellikleri görmede neden bu kadar kıskancız?
Neden başarıları göz ardı etmede uzmanız?
Neden?
İzmir’de belki de bir avuç insanın katkısı ile son yıllarda satrançta çok önemli gelişmeler yaşanıyor.
Kısa bir sürede İzmir’de kurulan satranç merkezlerinin sayısı 10’a ulaştı ve bu sayı hızlı artıyor.
Dedim ya; bir avuç yürekli insan.
Unuttuklarım kusura bakmasın; Satranç İzmir İl Temsilcisi Selçuk Büyükvural, Yakup Erturan, Emre Can, Betül Cemre Yıldız, Oğulcan Kanmazalp, Vahap Şanal, Cankut Emiroğlu, Ata Seçer, Efe Ataman, Ferit Çömez, Ozan Çapan, Enis Bilyap, Burak Fırat, Burcu Şaşmazel, Mert Yılmazyerli, Abdullah İlhan, Selen Sop...
Diğer neferler...
İzmir’de anne - babaların, okulların bu konudaki çabaları sevindirici.
Anlaşılan İzmir’de satranç sevgisi daha da büyüyecek.
Böylelikle sevgi, paylaşım ve dayanışma...
Böylelikle güzelliklerin filizlenmesi...
Ve önemli bir gelişme.
İzmir’in satrancın başkenti olması...
Yani... İstanbul’un tahtının sallanması...
Hani güzel şeyler de oluyor dedik ya...
Güzel değil mi bu!
Yazının Devamını Oku 30 Eylül 2007
İzmir’den yansıyan sessiz sedasız, ama önemli bir gelişme bu. Türkiye’nin ilk kadın borsa başkanı. Işınsu Kestelli.<br><br>İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkan Vekili... Şimdi Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası’nın yeni Başkanı...
Bir kadın...
Hem de başarılı bir kadın...
Sektöründe birçok yeniliğe imza atmış.
Borsa Yönetim Kurulu’nun ve TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun desteği ile önemli bir sorumluluk...
Onu tanıyanlar, geçmişteki başarılarını bilenler şimdiden "Ooo, bu borsa havalanacaktır" yorumunu yapıyor bile.
İşe dört elle sarılmış durumda.
Bir yandan mevcut gelişmeleri izliyor, bir yandan da yeni atılımlar planlıyor.
VOB’un daha da gelişmesi için.
Örneğin, SPK’da onay bekleyen yeni sözleşmelerin devreye girmesi...
Genişlemesi... İlginin yoğunlaşması...
Sonra... Dünya borsaları ile etkin iletişim...
Daha akılcı tanıtım, daha geniş yapılanma...
Kadın gözüyle estetik değerlerin öne çıkarılması...
Sessiz, sakin, işinde ciddi.
Borsa’nın gelişimi ile ilgili beklentilerini soruyorum:
"Kısa sürede önemli başarılar elde ettik. İzmir’de ekonomi için açılan bir pencere. Geçen yıl yaşanan gelişme önemli. Yüzde 273’lük işlem artış hacmi. Böylelikle de dünyada en hızlı büyüyen borsa olma başarısı. Çizgimiz bu. Hedefimiz daha da ileri gitmek. VOB dünya borsası olma yolunda geleceğe yürüyecek. Biz bir yandan dünya borsası hedefi için çaba sarfedeceğiz, bir yandan da yatırımcılara yeni yatırım araçları sunacağız."
VOB’un merkezi İzmir.
İzmir’den doğan bir güneş.
Ekonomiyi geliştiren bir açılım.
Ama... Yapılan tartışmalar akıllarda...
Acaba... Yani... Acaba, İstanbul’a mı taşınmalı?
Zaman zaman gündeme getirilen bir konu.
Işınsu Kestelli’nin İzmir’in avantajlarını öne çıkaran tavrı önemli.
Ege’nin incisi İzmir... Türkiye’nin ihracat limanı... Çağdaş kenti... Tarih ve doğanın eşsiz uyumu...
Bu konuda net bir kararlılık var:
"Borsamız elektronik ortamda hizmet veriyor. Yani her yerden ulaşım kolay. 3 yıldır bir sorun yok. İşler sağlıklı bir şekilde yürüyor. İzmirlinin borsaya sahip çıkması da sevindirici. Üstelik çeşitli maliyet kalemleri düşünüldüğünde İzmir bir avantaj bile."
Sözün özü; VOB İzmir’de büyüyecek.
Taşınma filan yok.
Hem İzmir’de büyüyecek, hem İzmir’de "dünya borsası" olacak.
Şimdi amaç; bu borsayı daha iyi tanıtmak.
Daha etkin kılmak.
Bu aslında riskleri azaltmanın da en akılcı yolu değil mi?
Bayan Başkan, bu konuda da kararlı.
Anlaşılan borsanın yarını bugünden daha güzel olacak.
Böylelikle sadece VOB değil, elbette İzmir’de kazanacak.
Hep diyorum ya; İzmir’in kazanması, Ege’nin, Türkiye’nin kazanması.
VOB bu anlamda bir şans.
Türkiye’nin ilk kadın Başkanı da.
Onun kararlılığı, çalışkanlığı ve karizması da...
Eee, yağ, un, şeker var...
İnanın, helva olacak...
Hem de anlı şanlı...
Yazının Devamını Oku 26 Eylül 2007
EXPO konusunda kafalar karışık.Ya tam bir umutsuzluk, ya "at gözlüğü takılmış" kazanç söylemi.<br><br>İkisi de yanlış! Çünkü daha netleşmiş bir şey yok.
Halk arasında sıkça kullanılan bir deyim gibi "daha yapacak çok iş var"...
Öyle. Bunu bilmekte yarar var.
Ama... Ekim ayı çok önemli... Çünkü... BIE delegeleri ve üst düzey yöneticileri iki gün süre ile İzmir’de incelemeler yapacak, gözlemleyecek, konuşacak.
İşte o iki gün...
Her şeyin dört dörtlük olması gerek.
İzmir Belediyesi dışlandı... Tamam...
İTO’nun projeleri görmezden gelindi... Tamam...
Ama... Gün; başarıya odaklanma günü...
Şu şöyle, bu böyle deme günü değil...
Öncelikle bunda anlaşalım!
Elbette, ciddi tanıtım ve lobi.
Elbette, kulis çalışmaları.
Bu arada son tanıtım için de kaliteli, iz bırakan bir sunum.
Türkiye ve İzmir gerçeğini öne çıkaran.
Türk insanının sağduyu ve sevgi penceresini daha çok aralayan.
Doğal, tarihi ve turistik değerlerimizi gözler önüne seren...
Çalışmalar sürüyor.
Heves, istek var.
Dedim ya; İzmir ve Ankara’ya gerçekleşecek üst düzey ziyaretler önemli.
O ziyaretlerde verilecek mesajlar.
Türkiye’nin kararlılığı.
İzmir’deki birlik ve beraberlik.
Hükümetin ciddiyeti.
Bunların da BIE delegeleri ve yönetimince alınacak kararlarda rol oynayacağı net.
Buna göre hareket zamanı!
Yani... Seni - beni bırakma!
Konuşma ve şov yerine "çalışma".
Herkesin kendine bir "koltuk" arayışı, basına demeç yarışı dışında "ciddi katkı".
Geçmiş EXPO’ların kentlere ve ülkelere kattıklarını birçok kez yerinde gördüm.
Nasıl bir gelişme.
Nasıl bir çağdaşlık trendi.
Nasıl bir turistik ve kültürel aktivite.
Nasıl bir altyapı gelişmişliği ve böylece topluma yansıyan "rahat yaşam".
Daha birçok şey...
Geçenlerde değerli gazeteci arkadaşım Selim Türsen’in 2000’de gerçekleşen Hannover EXPO’su ile ilgili yazsını okudum.
Sonra konuştum.
Ben de gezmiştim, ama o zaman gündemde İzmir için EXPO yoktu.
O yüzden de Selim dostumla EXPO’ya farklı bir yolculuk yaptım.
"EXPO’nun 153 günü süresince Hannover’de her akşam en az 100 gösteri düzenlendi. Güneş battıktan sonra EXPO’da yeni bir yaşam başlıyordu. Çevre dostu 24 metreye kadar yükselen su perdelerinde, lazer ve film projeksiyonlarıyla gösteriler yapıldı. 4000 kişilik diskoda sabaha kadar dans vardı. Berlin’den Hannover’e yeni süper hızlı mermi tren hattı inşa edilerek iki şehir arasındaki mesafe 1.5 saate kadar kısaltıldı. Düseldorf ve Hamburg otobanları genişletildi. 170 ülkenin katılıp 370 dönümlük alan üzerinde yapılan Hannover EXPO 2000 altı ay boyunca kendinden söz ettirerek Almanya’yı ve Hannover kentini unutulmazlar listesine koydu".
Ne güzel, ne anlamlı!
Bir düşünün: Unutulmazlar listesinde 8 bin yıllık tarihiyle İzmir!
Keyif ki; hem de nasıl!
O zaman... Daha çok kenetlenme zamanı...
Hedefe tam anlamıyla ki litlenme.
Birlik, beraberlik ve dayanışma içinde daha iyiyi yapma.
İzmir’i, Ege’yi, Türkiye’yi daha doğru anlatma, göze daha hoş görünme...
Unutmayalım ki; alacağımız destek biz etkin olursak "kaf dağının ardında" değil.
Yakın, çok yakın...
İnanırsa İzmir bu işi başaracak...
Bir de... Destek toplumun tüm katmanlarına yayılırsa...
Şu bildik "her şeyi ben bilirimciler" biraz kenara çekilir de, gençlere, kadınlara, farklı sivil toplum örgütlerine yol açılırsa...
Gerçek sinerji orada...
Ve İzmir’in buna ihtiyacı var.
Lütfen; ses verin.
Sizin sesinize de ihtiyaç var.
Hem de her zamankinden çok.
İzmir, Ege ve Türkiye için...
Yazının Devamını Oku 23 Eylül 2007
Kuraklığın yarattığı sorunlar ortada. Gelecek yıllar için de tehlike sinyalleri var.<br><br>Bazı çabalar sürüyor... Önlem arayışları... İnşallah lafta kalmaz.
Çünkü... Sorun ciddi.
Ciddi olduğu kadar da endişe verici.
Özellikle Türkiye için.
Başımızı çok ağrıtabilir.
Ekonomik sıkıntılar yaratabilir.
Sonucunda da toplumsal rahatsızlık...
Hatta patlama...
Öyle ya, Türkiye hala toprağa bağlı.
Hala geniş bir kesim tarımdan geçimini sağlıyor.
Çiftçi borçları ile ilgili alınan kararlar olumlu.
Bu kesim büyük ölçüde rahatladı.
Belki biraz daha geliştirilebilir.
Ama... Ya çiftçilerin de temelini oluşturduğu kooperatifler?
Onlar unutuldu mu?
Oysa kooperatifler de kuraklığın, küresel ısınmanın, doğal afetlerin vurduğu bir kesim...
Büyük sıkıntı içindeler...
Ege Bölgesi’nde onlarca kooperatif başkanı ile görüştüm...
Dertleri aynı...
"Kuraklık bizi vurdu. Perişanız" diyorlar.
Yatırım yapmakta zorlanıyorlar, borçlarını ödemede...
Hatta... Açık söyleyeyim; ayakta durmada...
O zaman bu kesimin sesine de kulak verme zamanı...
Hükümet; çiftçiler için gösterdiği duyarlılığı kooperatiflere de yansıtırsa toplumsal huzur adına önemli bir adım atmış olacak.
Ekonomik sancılardan sıyrılma anlamında da...
Tabi ki; bu kooperatiflerin yaşadığı sıkıntı bir şekilde bir yerlere dayanacak...
Önemli olan; sorunu o noktaya gelmeden çözmek...
Yapılacak iş basit:
Kooperatif borçları için de faizler dondurulacak. Borçlar en az bir yıl ertelenecek.
Böyle yapılmalı ki; kooperatifler kendini toparlasın.
Özellikle tarım kooperatifleri için sancı gelecek yıl için de geçerli. Neden?
Çünkü; meyve çiçek gözleri zarar gördü.
Gelecek yılda kayıp...
Bunu toprağı bilen, köylüyü tanıyan anlar!
Dedim ya; kooperatif başkanları ile konuştum.
Hükümetten iyi haber bekliyorlar.
İki cümlelik bir rahatlatma.
İki cümle ile "ciddi bir sancıyı ortadan kaldırma."
Devletin görevi de bu değil mi zaten?
Tarım Bakanı Mehdi Eker, konu ile ilgili.
Umarım; en kısa zamanda müjdeli haberi verir.
Direk ilgili olmasa da Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan’ın da bu konuda kooperatiflerden yana tavır koyacağını biliyorum.
Onun kalite ve altyapısı böyle bir konuda "ağabeyliği" gerektirir.
Ve Çağlayan da bunu yapacak insandır.
Sonuçta kazanan Türkiye olacak.
Yeter ki; zaman geçmesin...
Boşa...
Yazının Devamını Oku 12 Eylül 2007
Aslında çok sık değindim...<br><br>Telefonlar geldi, eş dost uyardı, mailler atıldı. Toplantılarımda, yazılarımda hep uyardım.
Ama... Bazen olmuyor...
Gençlerimizin başında "tehlike rüzgarları" esiyor...
Düne oranla daha çok...
Çevre bozuldu, koşullar değişti, insanlar da...
Babacanlık, kollama, sevgi, saygı...
Eskisi gibi değil...
Mahalle dostlukları, iyi komşuluk ilişkileri...
Eskilerin "Bekçi Babası" bile yok! Maalesef...
Yaz aylarında çok sık tanık olduk acı haberlere...
Kazalar, cinayetler, bıçaklamalar...
Aşırı alkol... Dozu kaçan eğlence...
Evet, dün de değiliz...
Ama... Bugün de salt "başıboşluk" mu?
Sınırsızlık mı?
Ege, tatil cenneti...
Aileler, gençler...
Ve tabi olaylar...
Bir çoğuna üzüldük...
Bir çok ocağa ateş düştü...
Geçen haftanın bilançosunda gencecik fidanların göz göre göre soluşuna tanık olduk.
14 yaşında "çocuk" barda cinayete kurban gidiyor!
Alaçatı’da "ailesinin göz bebeği" bir fidan can veriyor.
Çeşme’deki kaçıncı olay...
Daha motosiklet acısı küllenmedi ki!
Bu kaçıncı...
Eğlence, sınırsızlık...
Belki dozu kaçan alkol...
Denetimsizlik...
Ve bir takım eksikler...
Aileleri suçlamak, Emniyet’e kusur bulmak...
Biraz kolaycılık...
Yani şu tür cümleler:
"Canım anası - babası biraz ilgilenseydi...".
"Bu polis, bu devlet ne iş yapar kardeşim... Hani denetim? Hani uyarı? Ceza".
Ateş düştüğü yeri yakar!
Acılı ailelerin, anne - baba, kardeşlerin dramını sözcükler yansıtamaz!
Bu kesin...
Elbette herkes kendine göre özeleştiride bulunacak...
Herkes bir irdeleme yapacak...
Yapacak da...
İşin bir başka boyutunu da görelim lütfen...
O mekanlar... Ah o mekanlar...
Hani eğlencenin sınırsız, kontrolün "sıfır" olduğu mekanlar...
Üç - beş kuruş için kuralları zorlayan mekanlar...
Yaşı tutmayan çocuklara kucak açan mekanlar...
O mekanların sahipleri... Yöneticileri...
Onların da çoluğu çocuğu, kardeşi yok mu?
Her şey para mı?
Aslında en önemli denetim noktası orası değil mi?
Yani... Sıkı kontrol...
Yaş kontrolü... İçeride satılanlar...
Çalışanların "karışık işler"e karışmaması...
Yani... Asıl ciddi "bir öz denetim"...
Belki ruhsat verilirken... Belki işletmeciler seçilirken...
Belki mekan açanlar sıkı denetlenirken...
Evet bir şeyler önlenebilir mi?
Bir şeyler yapılabilir mi?
Bu her yıl yaşanan, boyutları her gün artan olaylar bir ölçüde azaltılabilir mi?
Bazen mantık işlemez...
Kurallar, yasalar...
Can ayrı bir şey...
Fidan... Oğul, kardeş...
Ve onların yitirilmesi...
İşte mantığın, kuralın işlemediği noktadır o...
Orada sadece "bir fidanın kurtarılması için" fikirler ürer...
Bazen de iyi olur...
Tamam suçlu arayalım...
Aileler, polisin etkisizliği...
Ama... Bu ortamı yaratanların hiç mi suçu yok?
Nasrettin Hoca fıkrasını hatırlayalım, lütfen!
Yazının Devamını Oku