“Hızlı gitmek istiyorsan tek başına git, uzağa gitmek istiyorsan başkaları ile git.”
Mayası insan olan herkesin üzerinde birtakım kelimeler, sözler tesiri yüksek bir şekilde iz bırakır. O mıknatıslı deyişler kimi, nerede, ne zaman, nasıl ve neden etkisi altına aldığı hiç belli olmadığı gibi tıpkı Pandora’nın kutusu misali günü gelince de insanın yakasını bırakmaz olur. Çünkü zihin merakına yenik düşmüştür. İşte bugünlerde yukarıdaki Afrika deyişi yeniden bana kendisini hatırlatınca, elimde okuduğum kitap; Gelecek elli yıl içersinde insanlığın gelişimi üzerine öngörüleriyle bilim adamları aktarınca, “ülkem, gelecek, gençler, torunlar nereye doğru yol alıyor” soruları gündemime oturuverdi. Düşüncelerim anlamlı bir şekilde derinleşmeye başlayınca, ruhum hissedebildiği kadarıyla farklı dehlizlere doğru uzanınca, zihnim cevaplarını henüz bilemediği güçlü soruları doğurunca, bu ilerleyişi hemen durdurdum. Ve en iyi bildiğim konular üzerinde yoğunlaşmaya başlayınca bu kez: “ Bir günde insanın düşünceleri, duyguları, davranışları ortalama nasıl bir hareketlilik izliyor? Bu seyir hali durağan veya çalışan insanı nasıl etkiliyor? Bu dalgalanmaların dış dünyaya yansıması, tepkileri nasıl oluyor? Özellikle günümüz iş dünyasındaki profesyoneller hangi durumları tehdit olarak algılıyor?” sorularına cevap aramak üzere yola çıktım.
Yakın geçmişte çalışkan, dürüst, erdemli insanlar başarılı sayıldığı gibi yüksek görevlere getirilirdi. Zaman ilerledikçe yönetici veya lider olmak için deneyim, uzmanlaşma, etkin ve yetkinlikleriyle, liyakat gerekli oldu. Buda demekti ki yaşla beraber gelen bilgelik ve kemale ermekti. Ya şimdi pırıl, pırıl dimağa sahip, yirmili ve otuz yaşlarındaki lider ruhlu pek çok genç, yüksek sorumluluk isteyen makamlara getirildi ya da talip oldu. Ancak gençliğin doğal yapısı içinde o heyecanlı, ele avuca sığmayan hırslı ve ateşli, her şeyi bilen, o sabırsız taraflarının getireceği tepkilerinin üzerlerinde yaratacağı etki mi gözünden kaçtı, göz ardımı edildi, çağın getirisi miydi? Ama bilinen bir gerçek var ki oda onları telaşa, geleceğe dair yüksek kaygılara, derin korkulara ulaştırırken özellikle zaman canavarı da stres olgusunu devleştirdi. Beraberindeyse ruhsal dengesizlikleri ve gerilimleri çoğalttı. Daha kötüsü nörolojik ciddi sorunları doğurdu. İstenilmeyen bu oluşumun en büyük etkeni bana göre soyut akıl yürütme becerileri her türlü maddi ya da sosyal başarı için bir ön kabul haline getirtilmesiydi. Getirilmesine getirildi de eğitim sistemi, somut aklı yoğun kullanmayı gerektirecek şekilde çok önceden tasarlatılmıştı. Bir diğer baskıysa, 21. Yüzyılın giderek artırdığı evreni ve insanı etkileyen rekabetçi yaklaşımıydı. Buda sükûneti özleyen zihni, mutluluğu arayıp duran yüreği, gönül rahatlığını, huzuru duyumsamak isteyen ruhu, kor gibi yanan bedenlerin çoğalmasını sağladı.
Tabi her getirinin bir götürüsü, feragat edilecek bir yanı olacaktı ancak bu demek değildi ki hareket etme, risk alma… Aksine gelişmişliğin göstergesi olan gelecekçi ve yaratıcı düşünce ışığında daha üretken ve daha girişimci bir ruhla ilerleme gündemdeyken. Öyleyse maddi ve manevi gücü olabildiğince dengede tutarak, ruh sağlığımızı koruyarak kolayca yolda ilerleyip odakta nasıl kalınabilirdi.
“Kanada’nın kuzey bölgelerinde yalnız iki mevsim yaşanırmış. Kış ve yaz. Özellikle bu bölgenin yollarındaki buzlar erimeye başlayınca yollar çamurlu duruma gelirmiş. Bu yollardan geçen araçların bıraktığı derin izler soğuklar geri geldiğinde buz tutuğundan, bu ilkel bölgeye kışın girecek olanlar için yol ayrımında şöyle bir uyarı; “Sürücü, aracını hangi izi izleyerek süreceğini lütfen iyi seç. Çünkü bundan sonraki 20 mil boyunca onun içinde olacaksın.” levhası bulunurmuş. (John Maxvell)
Uyarı güzelde yolcu, kendisi için en uygun yolu ve izi deneyimlemeden önceden nereden, nasıl bilecek? Hem yolu bilecek hem de uygulamada rahat edecek mümkün müdür?
Lider ve yöneticiler açısından düşünüldüğünde, yol ve iz ilerleyiş için ne kadar önemliyse niyet oluşturmada sezgisel akıl için olmazsa olmazıdır. Bunun için ilk adımda mistik âleme sesleniş olursa, “……… niyetim benim ve çevrem için en hayırlı ve uğurlu ……… Bir şekilde gelişerek olsun.” Neden bu veya buna benzer bir niyet cümlesi? Yararı ne? Beynin işleyişindeki kimya değişime uğrarken mucizeler kapısı burada açılmaya başlar. Çünkü “sezgisel akıl kutsal bir hediyedir. Rasyonel akıl ise sadık bir köle, biz köleyi onurlandıran ve hediyeyi unutan bir toplum yarattık.” der Einstein, iki aklı basitçe ve ne güzel tanımlamış. Üstelik ona hediye edilen potansiyelinin hakkını vererek dengeli bir şekilde kullanmış. Ona ne mutlu! Ama bunun için bilim adamı olmak gerekli mi?
Mevsimsel döngüler, âdemoğlunun zihinsel işleyişine göre mi yoksa tam tersi mi? Merak edilen soru "her şey nasıl başladı?” Tıpkı çocukken bir birimize sorduğumuz gibi yumurta tavuktan mı tavuk mu yumurtadan çıktı yeryüzündeki dinamikler nasıl işliyor? Güneş!
“Milyonlarca kilometre öteden gelen güneş ışını dünyaya ulaştığında yansıdığı düşünülüyorsa, o halde yansıma beyinlerimizde de devam edip gidiyor,” bu cümleyi tekrarlarken birden durdum; “Şimdi Hızır ile İlyas’ı anlatacakken böylesi bir giriş neden” dedim. Aklıma maneviyat takıldı. Hıdırellez ile maneviyatın ilişkisi neydi? Güçlü bir yürek ne demekti? Neden sarsılmaz bir inanca ihtiyaç vardı? Bu ne anlama geliyordu? Bu sorulara cevap ararken gözümün önünde ilk peygamber Âdem (as) vardı.
Âdemoğlu yolculuğu boyunca hem her şeyden emin olmak istemiş hem de olayların görünmeyen, bilinmeyen gizli yönlerini anlayabilmek için savaş verip durmuş. Nafile ne yaparsa yapsın tam manasıyla olayların gerçek yüzünü görememiş. Çünkü hiç bir şey göründüğü gibi olmadığını sonunda anlamış. Nereden? Hızır’ın, Mûsa peygambere söyleyişinden: “ Şöyle dedi: “İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim”
***
Bir Rivayete göre, "çiçeklerden örülmüş hırkasıyla, kırmızı pabucuyla, aksakallı Hızır (as) ile keçi derisinden uzun gömlekli, uzun değnekli ve uzun boylu İlyas (as) ve Zülkarneyn, birlikte Ab-u Hayat’ı aramaya çıkmışlar. Ve bir müddet sonra “Karanlıklar ülkesine dalmışlar.” Fakat Zülkarneyn’e bundan söz etmemişler. Hızır ve İlyas orada Ab-u Hayat suyunun kaynağını bulup içmişler…” Rivayete göre o günden sonra her sene beş mayısı altı mayısa bağlayan gece “diri ve keramet sahibi olan Hızır karadan İlyas da denizden gelerek bir gül ağacının dibinde birbirlerine kavuşurlar, hasret giderirlermiş.” Bu özel ve güzel güne de Hızır’ın günü (Rûz-ı Hızır)denilmiş.
Asırlardır o gün uğurlu, bereketli ve mübarek bir gün olarak kabul edildiğinden her sene bu buluşma öncesi ve sonrasında evlerde hazırlıklar yapılır. Zira Hızır yol üstünde ilerlerken kalbi temiz, iyiliksever insanların dileklerin gerçekleşmesine mucizevi bir şekilde yardım ettiği bilinir. Ondan ötürüdür ki; Hızır’ın evlerine, köylerine, yurtlarına bolluğuyla, bereketiyle gelmesine engel olacak şeylerden kişiler sakınırlar. İşte bunlarda bazıları:
***
“Yine bir şubat ayı, yine ayın on dördü, yine bir sevgililer günü geldi çattı kapıya. Hazır ve nazır bekleyen ruh, varlığını yüceltmek için tüm duyguları ayağa kaldırınca, bu gönül kor ateşte yanmaya gönüllü oldu. Bedende ki o kıvılcımı daha da bir coşturmaya, daha da bir kendine köle yapmaya. Âşık ile maşuk bir bütün olunca.”
Kalemim, “Aşk” üzerine Yunus’un sözleriyle yazmaya başlayınca içimden geldiği gibi satırları oluşturma isteğime mani olmadım. Dahası bu olağanüstü hali anlatan yazılmış, yazılmamış onlarca efsane içerisinden aklıma ilk geliveren, her anımsadığımda beni büyüleyen Ferhad ile Şirin’nin aşkını yazmayı yeğledim. Çünkü aşkın, tutkunun nelere kadir olduğunu bir kez daha hatırlamak için.
…”Azerbaycan'da Erzen kentinin kadın hükümdarı Mehmene Bânu kız kardeşi Şirin için bir köşk yaptırmıştır. Köşkü süsleme işini o yörenin en usta süslemecisi (nakkaş) Ferhad'a verirler. Ferhad, çalışırken Şirin'i görür ve ona âşık olur. Mehmene Bânu da Ferhad'ı sevmektedir. Bu nedenle Şirin'le evlenmesini istemez, karşı çıkar. Ferhad bir gezi sırasında Amasya kentinin hükümdarı Hürmüz Şah ile tanışır. Hürmüz Şah Ferhad'ın başına gelenleri dinleyince onu yanına alır. Birlikte Erzen'e giderler. Hürmüz Şah, Şirin'i Ferhad için Mehmene Bânu'dan ister. Mehmene Bânu karşı çıkınca iki hükümdar birbirlerine savaş açarlar. Savaş sırasında Hürmüz Şah'ın oğlu da Şirin'e âşık olur. Savaş sonunda yenilen Mehmene Bânu her şeyi bırakarak kaçar. Şirin Amasya'ya getirilir. Oğlunun da Şirin'e âşık olduğunu öğrenen Hürmüz Şah güç durumda kalır. En sonunda Ferhad'a başarılması güç bir iş verir ve bu işi başarması koşuluyla Şirin'e kavuşabileceğini söyler. Ferhad, Amasya yakınlarındaki bir dağı delecek ve kente oradan su getirecektir. Ancak bu işi başarırsa Şirin'le evlenebilecektir. Ferhad büyük bir coşku ile işe koyulur ve bir süre sonra işin sonuna yaklaşır. Ferhad'ın bu işi başaracağını anlayan Hürmüz Şah, çalıştığı bir dağda Ferhad'a yaşlı bir kadınla Şirin'in öldüğü haberini yollar. Bu yalan habere inanan Ferhad, Şirin'in ölüm acısına dayanamaz ve dağları deldiği gürzünün canına kıymak amacıyla havaya fırlatır ve yere düşen gürzün altında kalarak ölür. Ferhad'ın ölüm haberini alan Şirin de bir hançerle kendini öldürür…”
İnsanı bu denli kendinden geçiren, öyle ki hiç tereddütsüz canını verecek kadar çok sevmeye iten tutkumu aşkın doğmasına neden, aşkla serpilip genişlemek isteyen ruh mu? Yoksa insanın, diğer yarısıyla bütünleşme isteğimi? Belki de insanın ölümsüz olma isteğini tatmin etmek için yaratıcı gücün kışkırtması. Ya da kendinin özel ve eşsiz yönlerini benzerinde görme arzusudur… Kim bilir?
Böylesi bir alt başlık zihnimden geçerken kendime sordum. “Okurların için şimdiye kadar kaleme aldığın konularda genel amacın neydi? “ Cevap hızlı bir şekilde geldi. “ Değerli okurlarım, sizin yolculuğunuzun bu döneminde, yaşamınız ve kişisel amaçlarınız üzerine kendinizle yapacağınız derin bir sohbete davet etmekti. Yaşamı kolaylaştıran gerçek hikâyeler eşliğinde, çözüm odaklı koçluk disiplininin bazı uygulamalarından esinlenmeniz için sizi davet etmekti. İşte şu an yeni bir başlık doğdu.
“Başarı” benim kalemimden özelleşmiş bilgi olarak sizin için derlendi. Zevkle okumanız dileğiyle”.
“Büyük Chicago yangınının sabahı bir grup tüccar State Caddesi’nde durup dükkânlarından tüten dumanlara acı içinde bakakaldılar. Şok dalgasını üzerlerinden atar gibi olunca bir toplantı düzenlediler. Dükkânlarını yeniden mi yapacaklardı, yoksa ülkenin daha fazla ümit vaat eden başka bölgelerine mi göç edeceklerdi. Bir kişi dışında herkes Chicago’yu terk etme kararı aldı. Marshall Field’se, arkadaşlarına iş yerinin enkazını işaret ederek; “Beyler, kaç kere yanarsa yansın burada dünyanın en büyük mağazasını açacağım” dedi. Dediğini de yaptı. Bugün hala insanlığa hizmet vermesine neden olan bu mağaza neredeyse yüzyıl öncesi yeniden inşa edildi. Dahası 1906'da Marshall Field öldüğünde, günümüzün parasıyla 66 milyar dolarlık bir servetin sahibiydi. Aynı zamanda Şikago Üniversitesi'nin kurucu ortağıydı.“
Field’in o gün aklından geçenleri, geleceğe dair muradını, niyetini tam olarak bilmesem de, zihnindeki o olağanüstü düşüncesi ümit değildi! Dilek hiç değildi! Her şeye üstün gelen güçlü bir arzuydu. Ama insan yine merak etmeden duramıyor. Böylesi tutkulu bir istenç olunca geleceğin kasvetli görüntüsü onu korkutmadı, aksine meydan okudu. Peki, bu meydan okuyuşu kimeydi? Bu gerçek başarı öyküsünün sahibi Marshall Field, her şeyin yerle bir olduğu anda arkadaşlarının kolay yol seçmesine karşın böylesine çılgınca karar almasını sağlayan içsel gücün kaynağı nereye dayanıyordu? O denli yıkıntıların içersinden yenide doğuşunun ardındaki zihinsel mimarları kimlerdi? Bu soruların yanıtını bulmada bana yardımcı olacak güçlü, rehber misali bir soruya da konuyu açalım.
Güçlü arzuları adım adım başarıya taşıyan dışsal etkenler ve içsel dinamikler nelerdir?
Senede, bir kez uzunca tatile çıkanlardan mısınız? Yoksa yıl boyunca birkaç günlüğüne birkaç kez tatil yapanlardan mısınız? Belki de yıl içerisinde, ortaya çıkan fırsatları ertelemeden tatile çevirenlerdensiniz.
Şekil ne olursa olsun, başlangıçta insan ağız tadıyla bir tatil geçirme isteği taşır taşımasına da ya sonra! Beden olmak istenilen yerdedir ama zihin ya geçmişte ya da gelecekte gezinir durur. Anılar içerisinde veya oluşturduğu beklentiler içerisinde dolaşmasında bir sıkıntı yoktur. Ancak insan tam tatilin keyfini çıkarıp, mutlu olacağı anda dünyasını karartacak görüntüleri bulup çıkarması can sıkıcıdır.
İşte bu noktada zihni bir parçada olsa kendi kontrolümüz altına almak için neler yapılabiliriz?
Şu an “tatil” kelimesi size neyi çağrıştırıyor? Şu an tatil sözcüğü size hangi duyguları yaşatıyor? Neşe, heyecan, sevinç, merak, endişe, öfke, isyan, mutluluk... Şu an “tatil” deyince gözünüzün önünde ilk beliren, sizi mutluluktan havalara uçuran, en görkemli anınız hangisi? Şu an bu görkemli anıyı hatırlayınca, bedeninizin genelinde ya da bir noktasında neler oluyor? ...
”... Şu an bu soruları “an” içinde yanıtlarken bile geçmiş ve geleceğe nasılda ışık hızıyla gidip geliniverdi. Dahası iç konuşmalar başlamış olabilir. “hay allah, yorgunluktan başka bir şey değil” “seneye kesin burada olmayacağım” ya da “tatili dört gözle bekliyorum” “iyi ki gitmişim sanki yenilendim gibi”... Bu denli etkileyici ve bir o kadarda gayret isteyen “an’da” kalma, insanın kendini derinlemesine tanımasında çok değerli bir araçtır.
...” Yer Heybeli Ada, ailemle birlikte bir haftalık tatil için bir kamptayız. Günler yüzme, bol oturuş, bol konuşmalarla geçiyordu. Tatilin bitmesine bir gün kala aile geniş daire olmuş, ağacın gölgesinde eve dönüş ve yapılacak işlerle ilgili planlar içindeydi. Bense, bir yandan onları dinliyor bir yandansa yedi günün muhasebesini yapmaktaydım.
“Bu günlerin en keyifli anısı her gün evlatla çıktığımız uzun orman yürüyüşleri olacak...” Derken elli metre ötemden geçip giden bisikletli gençler gözüme takılıverdi. Birden çocukluğum, evimiz, Hıdırlık Tepesi, nerdeyse birlikte yatmayı isteyecek kadar çok sevdiğim bisikletim...
Lider kendisine neden özen göstermelidir?
İlkesel olarak hayalin kilit noktasında durup, uz görüsüyle dört boyut çerçevesindeki görüntüleri deşifre ederken, rolü gereği büyük, küçük stresten, liderliğin karanlık yüzlerinden kendini koruyabilmesi daha bir önem kazanır.
O halde kendine ve kimliğine nasıl özen göstermelidir?
Güvendiği bir yönder, mentör… Düzenli olarak işteki önemli meseleler hakkında danışma, sohbet etme, kişisel ve liderlik becerilerini derinleştirecek seminerlerden faydalanma, dahası etkili olacağına inandığı teknikleri içselleştirmek için harekete geçme, lider, huzuru yakaladığı bir ortamda düzenli aralıklarla inzivaya çekilme, burada yaşamsal tüm alanlarına bakma ve iş yaşamındaki genel gidiş üzerine beyin fırtınası yapma, eleştirileri, söylenenleri kişiliğe yönelik bir saldırı şeklinde algılamama, düzenli olarak spor yapma veya hobiyle uğraşma…
Bir yönetici, bir lider, bir takım kaptanı… Fiziksel büyümesini tamamlamış olabilir. Eğitim durumu, aldığı dereceler, sertifikaların bolluğu zihinsel yeteneğini bir anlamda somutlaştırır. Ama duygusal olgunluğunu gösterecek bir işareti görmek, liyakat çok daha önemlidir.
Naçizane ancak kırkımdan sonra kendime uyguladığım bazı yöntemlerimi paylaşmaktan mutlu olacağım. Bunlardan ilki ve en önemlisi güneşin doğuşu görmek; Bu doğuş, aynı zamanda ruhun, bedenin, yüreğin, zihnin esnemesine vesile olacak dua, meditasyon, nefes, basit fiziksel hareketlerle kutlanabilir. Bir sayfa el yazısıyla, o gecenin rüyasını yada o anki duygular eşliğinde günlüğe yazmak. Gün içersinde her hangi bir zaman diliminde mesleğinin zıttı farklı bir uğraş alanınla bir saat ilgilenmek. Öğle arası yarım saat yada bir saat şekerleme. Meslekteki dikey, yatay gelişimi destekleyecek, çalışmaları güçlendiren beyin fırtınaları yapmak… Bilgilerini deneyimlerini yazıya dökme, farklı deneyimler yaşama adına fuarlara katılma, sosyal etkinlikler içinde olma arkadaş sohbetleri…
Zihinde ilerlemeyi engelleyen düşünceyi yakalama, farklı bir anlam yükleme ve kararlılıkla eylem adımları oluşturup uygulama, ardı sıra sessizlik ve gözlemlemek. Duyguya dönüşen düşünceyi içselleştirmeden önce “ şu an ben ne yapıyorum ve daha farklı ne yapabilirim? Sorusunu gündemimde tutmaya çalışmak. “işimi nasıl kolaylaştırırım, önümü nasıl açarım” sorusunu yerine göre devreye sokmak. Duru zihin için öncelik belirleme ve gün planlaması yapmak. Gayretli davranışları engelleyecek gereksiz uğraşlardan kaçınmak. Olabildiğince kesin konuşmaktan sakınmak. “Evrende şamanların “niyet” dedikleri ölçülmez, tasvir edilemez bir güç vardır. Ve evrende var olan her şey birer bağ ile niyete bağlıdır. Ortalama bir insanın niyete bağı belirsizdir. Bu bağı canlandırmak için savaşçılar sert ve güçlü bir amaca gereksinim duyar” ( Costaneda)
Güven dolu bir ortamın oluşumunda ve korunmasında dikkat!
- ”Hayvanlar bir gün kendi aralarında sohbet ederken, Manda ortaya bir soru atar. “Kimin daha çok çocuğu olur? "Bu soru üzerine her kafadan değişik sesler yükselmeye başlar. Bir zaman sonra bakarlar ki sonuca ulaşamıyorlar, Baykuş, bir öneri getirir. “Ormanlar kralı aslana gidip danışalım" der. Kralın huzuruna çıkınca, “senin en fazla kaç çocuğun olur? " diye sorarlar. Aslan mağrur bir edayla “Bir, fakat benimki aslan olur. "der.
- ”Yıl 2006 ve ben, … … Derneğine gittim. Başkana mesleğimi tanıttıktan sonra, bir grup lise öğrencisinin güçlü ve zayıf yanlarını tanımalarına yardım eden, aynı zamanda bu hizmetin üç yıl sonra üzerilerindeki yaşamsal etkilerini ölçebileceğimiz bir eğitim paketinin taslak projesini sundum. Kendimce nitelikli ve özgün bulduğum bu tasarımın hayata geçmesi için eğitim kurulunun toplantılarına katılır oldum. Cezp edici bir proje olması nedeninle hemen ayda bir kez olmak koşuluyla kollar sıvandı. On beş kadar öğrenci benimle buluşmak üzere ay sonlarını iple çeker oldu. Ama gel gelelim her etkinlik sonrası dernek toplantılarında değerlendirmeler yapıldıkça karmaşık olmayan proje, ekip lideri sayesinde arapsaçına dönüyordu. Daha kötüsü toplantı zamanları artık benim ayaklarım derneğe geri, geri gider oldu.”
Politik sahnede neler oluyor?
- ” Ali barışsever bir insandı. Ancak ekibi içersinde bir süredir devam eden savaşa, iç hesaplaşmalara canı fena halde sıkıldığı gibi gerçekleştirmesi gereken projeye karşı duyduğu coşkusu da giderek azalmaktaydı. Buna son verebilmek için zaman, zaman takıma barış çağrıları yapsa da umduğunu bir türlü bulamıyordu. Ne zaman çalışanlardan belli bir yönde anlaşmalarını istese, sanki sözleri bir saldırı çağrısı gibi tam tersi oluyordu. Gruplardan biri bir plan oluşturuyor, diğeri de bu planı yerle bir ediyordu. Başka biri ortaya bir başka fikir atıyor, sonra herkes bu fikri mahvetmek için bunun üzerine atlıyordu. Ne yapılacağına karar verildiğinde, bu sadece geçici bir ateşkes anlamına geliyordu. Daha sonrasındaysa, “esir alma öldür” politikası güdüp muharebe başlatılıyordu. Taraflar bir anlaşmaya varana kadar Ali’de tükenmiş oluyordu.
…”Bir varmış, bir yokmuş bir gün adamın biri yaşadığı tatsız olaylardan öyle bıkmış ki, yaşamaktan öyle yorulmuş ki, canı evine gitmek istememiş. Yürümekte olduğu sokağın sonundaki toprak yığınının üzerine tüneyip, ellerini gökyüzüne açmış. “ Ey Allah’ım, eğer her gün iki dilim ekmek alacak kadar gelirim olsa sebeplere yapışmanın meşakkatinden kurtulup zihnim rahat, kalbim müsterih bir halde yaşardım!” diye içinden geçirmiş. Kısa bir süre sonra bu zat bilinmeyen bir nedenle hapishaneye konulmuş. Kendisine her gün iki dilim ekmek verilmekteymiş. Ama bu halin uzaması onu gittikçe bunaltır olmuş. Ve ister istemez, hapse düşmesinin manevi sebeplerini araştırmaya başlamış.
Bir zaman sonra kulağına gaipten gelen bir sesle irkilmiş. “Ey kulum! Sen benden günde iki dilim ekmek isteyerek geçim derdinden kurtulmayı ve meşguliyetten uzak bulunmayı dilemedin mi? Bende arzunu yerine getirdim. Ve hiçbir şeyle meşgul olmaksızın kendinle baş başa kalma nimetini sana hediye ettim!” Bunun üzerine zat, hemen hakikati görüp istiğfar etmeye başlamış. Ve dualarında Cenab-ı Fail-i Muhtar’dan kendisini doğru yola iletmesini diler olmuş. Daha sonra hapisten kurtulup muradına nail olmuş. Gökten üç elma düşmüş…”
…”İnsanın içsel mutluluğu, huzuru, tatminkâr bir yaşam sürmesi tercihlerinin ve kararlarının iz düşümüdür. Ancak bir başka inancımda, insanın irade gücünün ötesinde feleğin, talihin, şans faktörüyle birleşen hareket miktarının, bir değişken ile diğer değişkene nispetinden (zaman) ibaret olan etkileridir. Buradan hareketle kendime bir söz verdim. Nefes aldığım sürece bana bahşedilen özelliklerimi kullanarak özgün ve huzurlu bir insan olmayı seçtim. Ama ne var ki topluluk içinde yaşıyorsam pek çok etkileşimle gelen etkene maruz kalacaktım. Bunun üstesinden gelmenin formülünü kendimce aramaya koyuldum. Aldığım kararda gönülleri kırmadan ancak hakkımı koruyarak yol alırsam dengeli ilişkiler içersinde olacağıma yüreğim ve aklım onay verdi. Öyleyse güçlü bir iradeye ve doğru kararlar alacak bir akla ihtiyacım vardı. İrademin sağlıklı ve özgün işleyebilmesi için gözlerimin önündeki perdeyi olabildiğince kalkmasına nasıl yardım edebilirdim? Uyanık olmanın yolları neler olabilir diye tefekkür içinde olduğum bir sabah dudaklarımdan, “her daim gelişmekte olan bilincimle olup biteni daha iyi algılamak, kavramak ve anlamak için bana güç ve irade ihsan eyleyen, idrak ve basiret açıklığımla olayları bütünden görebilmeme izin veren, Rabbime şükürler olsun” sözleri dökülüyordu. Bu veya buna benzer cümleleri söylemeye başladığım günlerden nice sonra bilinmezliğe dair olumsuz düşüncelerimin git gide azaldığını, olacaklara karşıda korkularımın beni daha az etkilediğini gözlemliyordum. Üstelik, “şu anda ne oluyorsa bütünün ve benim hayrıma oluyor” cümlesi, zihin ve yüreğimi sanki daha bir rahatlatıyor, genişletiyordu. Böylece olumlu düşüncelerimin git gide artmasına izin verdikçe yaşama dair farklı, farklı bakış açıları geliştiği gibi olup bitenlere sanki daha bir hoşgörülü yaklaşıyordum. Her gün yaşadığım deneyimler sonucundaysa manasız iç konuşmalarımın azaldığıydı. Bunu fark etmek harika bir haberdi, zira gereksiz yere zihin bir noktada takılı kalmadığı gibi gittikçe aklımı kontrol altında tutma gücüm, sağlıklı kararlar alabilmem her geçen gün biraz daha artmaktaydı.“
Gerçekleri görüşlerden ayırt edebilmek çok, çok önemliyse “ iradeyi hakkın iradesinde eritmek,“ soyut ile somut dünya arasında bağ kurmak, yaşamsal tüm alanlarda insanı dengede kalabilmesine yardımcı olur. Bu cümleyi yazmak çok kolay ama bu düşünceyi içselleştirip, davranışlarına dönüştürebilmenin yolu insanın kendine karşı ilk evvela dürüst olmasından geçtiğini artık çok iyi biliyordum. “Gaybi ilimlere giden kişi kalbin kapısından geçmesi için kapı önünü temizlenmeliymiş.”
Tatminkâr bir yaşamın ilk adımlardan ve en önemlilerden biri olan duygu ve düşünceleri doğru anlarda, doğru kişiye, olabildiğince gerçek ve içten sözlerle, kelimelerle aktarabilmek ve anlaşılabilmekse, “dil, kalbin tercümanıysa,” yaşanılan hayatı anlamlı, huzurlu ve sağlıklı bir şekilde sürdürmenin altın anahtarı da bence etkili iletişimdir.
İletişim; Kişilerin birbirlerine bilinçli veya bilinçsiz olarak iletmek istedikleri duygu ve düşüncelerin aktarıldığı, mesajların iletildiği bir süreçtir. Bu zaman dilimi içerisinde etkili ve başarılı iletişimin en önemli ölçütü, kaynaktaki mesajı verici alıcıya ulaştırdığında aynı anlamı hala koruyor olmasıdır. Çocukken oynanılan kulaktan kulağa oyundaki gibi, “verici “ben derim hadımım, senin kaç çocuğun var” demesine benzememelidir. Mesajın karşıdan, alıcı tarafından doğru algılandığıysa ancak geri -bildirim ile anlaşılır.
Geri bildirimse iletişimin tamamlanabilmesi için alınan mesajın anlaşıldığına, kabul ya da reddedildiğine ilişkin bir karşı mesajdır. Konuşma sırasında her şey yolunda gitse bile bazen yanlış anlaşılmalarda kaçınılmaz olur. Bunun nedeni; Kişilerin yetiştiği çevre, aileleri, atalarından getirdikleri, taşıdıkları genler, kişisel özellikleri, eğitimleri, kültür farklılıkları, dünyaya bakış açıları… Oluştursa bile, insanın elinde; Kendini geliştirme, en iyi versiyonuna ulaştırabilme yeteneğine sahip bir gücü vardır. Yeter ki, iletişimde güçlü ve zayıf yönlerini görmeyi, kendine dair olup bitenin farkına varabilmeyi, değişmeyi istemesi önemlidir. Zira ileride, yaşlandığında geriye dönüp “beyhude yaşamışım” sözüyle son noktayı koymaktansa, “keşke” ile başlayan cümleler ve sızlayan bir vicdanın etkisiyle cehennem ateşlerinde yanmaktansa, dövünmektense, mutlu ve tatminkâr bir yaşam için nice fedakârlıklar yaptığını kendinin bilmesi bile yüreğine kocaman bir ferahlıklar getirir. Tebessümle dünyaya veda etmek…
Bunun için ilk adım “Şu andan itibaren kendi tatminkâr yaşamım için, kendim için bu konuda ben neler yapabilirim? Daha etkili, daha anlamlı nasıl kendimi ifade edebilirim? Anlaşılır konuşmalar yapabilmek için hangi becerilerimi kullanabilirim? Konuşmalarım sırasında karşı tarafa nasıl uyumlanabilirim? … Sakin konuşma, dinleme, gözlem, …” Soru ve cevaplarla uzun ince yolunun nasıl adım, adım aydınlandığı yaşayarak görmek mümkündür. Kişi, kendisi için doğru olduğuna inandığı bilgileri ne kadar çok içselleştirirse, yaşamına uygularsa peşi sıra içsel bilgelik artar, buda içsel güç demektir.