Paylaş
“Hızlı gitmek istiyorsan tek başına git, uzağa gitmek istiyorsan başkaları ile git.”
Mayası insan olan herkesin üzerinde birtakım kelimeler, sözler tesiri yüksek bir şekilde iz bırakır. O mıknatıslı deyişler kimi, nerede, ne zaman, nasıl ve neden etkisi altına aldığı hiç belli olmadığı gibi tıpkı Pandora’nın kutusu misali günü gelince de insanın yakasını bırakmaz olur. Çünkü zihin merakına yenik düşmüştür. İşte bugünlerde yukarıdaki Afrika deyişi yeniden bana kendisini hatırlatınca, elimde okuduğum kitap; Gelecek elli yıl içersinde insanlığın gelişimi üzerine öngörüleriyle bilim adamları aktarınca, “ülkem, gelecek, gençler, torunlar nereye doğru yol alıyor” soruları gündemime oturuverdi. Düşüncelerim anlamlı bir şekilde derinleşmeye başlayınca, ruhum hissedebildiği kadarıyla farklı dehlizlere doğru uzanınca, zihnim cevaplarını henüz bilemediği güçlü soruları doğurunca, bu ilerleyişi hemen durdurdum. Ve en iyi bildiğim konular üzerinde yoğunlaşmaya başlayınca bu kez: “ Bir günde insanın düşünceleri, duyguları, davranışları ortalama nasıl bir hareketlilik izliyor? Bu seyir hali durağan veya çalışan insanı nasıl etkiliyor? Bu dalgalanmaların dış dünyaya yansıması, tepkileri nasıl oluyor? Özellikle günümüz iş dünyasındaki profesyoneller hangi durumları tehdit olarak algılıyor?” sorularına cevap aramak üzere yola çıktım.
Yakın geçmişte çalışkan, dürüst, erdemli insanlar başarılı sayıldığı gibi yüksek görevlere getirilirdi. Zaman ilerledikçe yönetici veya lider olmak için deneyim, uzmanlaşma, etkin ve yetkinlikleriyle, liyakat gerekli oldu. Buda demekti ki yaşla beraber gelen bilgelik ve kemale ermekti. Ya şimdi pırıl, pırıl dimağa sahip, yirmili ve otuz yaşlarındaki lider ruhlu pek çok genç, yüksek sorumluluk isteyen makamlara getirildi ya da talip oldu. Ancak gençliğin doğal yapısı içinde o heyecanlı, ele avuca sığmayan hırslı ve ateşli, her şeyi bilen, o sabırsız taraflarının getireceği tepkilerinin üzerlerinde yaratacağı etki mi gözünden kaçtı, göz ardımı edildi, çağın getirisi miydi? Ama bilinen bir gerçek var ki oda onları telaşa, geleceğe dair yüksek kaygılara, derin korkulara ulaştırırken özellikle zaman canavarı da stres olgusunu devleştirdi. Beraberindeyse ruhsal dengesizlikleri ve gerilimleri çoğalttı. Daha kötüsü nörolojik ciddi sorunları doğurdu. İstenilmeyen bu oluşumun en büyük etkeni bana göre soyut akıl yürütme becerileri her türlü maddi ya da sosyal başarı için bir ön kabul haline getirtilmesiydi. Getirilmesine getirildi de eğitim sistemi, somut aklı yoğun kullanmayı gerektirecek şekilde çok önceden tasarlatılmıştı. Bir diğer baskıysa, 21. Yüzyılın giderek artırdığı evreni ve insanı etkileyen rekabetçi yaklaşımıydı. Buda sükûneti özleyen zihni, mutluluğu arayıp duran yüreği, gönül rahatlığını, huzuru duyumsamak isteyen ruhu, kor gibi yanan bedenlerin çoğalmasını sağladı.
Tabi her getirinin bir götürüsü, feragat edilecek bir yanı olacaktı ancak bu demek değildi ki hareket etme, risk alma… Aksine gelişmişliğin göstergesi olan gelecekçi ve yaratıcı düşünce ışığında daha üretken ve daha girişimci bir ruhla ilerleme gündemdeyken. Öyleyse maddi ve manevi gücü olabildiğince dengede tutarak, ruh sağlığımızı koruyarak kolayca yolda ilerleyip odakta nasıl kalınabilirdi.
“Kanada’nın kuzey bölgelerinde yalnız iki mevsim yaşanırmış. Kış ve yaz. Özellikle bu bölgenin yollarındaki buzlar erimeye başlayınca yollar çamurlu duruma gelirmiş. Bu yollardan geçen araçların bıraktığı derin izler soğuklar geri geldiğinde buz tutuğundan, bu ilkel bölgeye kışın girecek olanlar için yol ayrımında şöyle bir uyarı; “Sürücü, aracını hangi izi izleyerek süreceğini lütfen iyi seç. Çünkü bundan sonraki 20 mil boyunca onun içinde olacaksın.” levhası bulunurmuş. (John Maxvell)
Uyarı güzelde yolcu, kendisi için en uygun yolu ve izi deneyimlemeden önceden nereden, nasıl bilecek? Hem yolu bilecek hem de uygulamada rahat edecek mümkün müdür?
Lider ve yöneticiler açısından düşünüldüğünde, yol ve iz ilerleyiş için ne kadar önemliyse niyet oluşturmada sezgisel akıl için olmazsa olmazıdır. Bunun için ilk adımda mistik âleme sesleniş olursa, “……… niyetim benim ve çevrem için en hayırlı ve uğurlu ……… Bir şekilde gelişerek olsun.” Neden bu veya buna benzer bir niyet cümlesi? Yararı ne? Beynin işleyişindeki kimya değişime uğrarken mucizeler kapısı burada açılmaya başlar. Çünkü “sezgisel akıl kutsal bir hediyedir. Rasyonel akıl ise sadık bir köle, biz köleyi onurlandıran ve hediyeyi unutan bir toplum yarattık.” der Einstein, iki aklı basitçe ve ne güzel tanımlamış. Üstelik ona hediye edilen potansiyelinin hakkını vererek dengeli bir şekilde kullanmış. Ona ne mutlu! Ama bunun için bilim adamı olmak gerekli mi?
Sezgisel aklın verimli çalışabilmesinde odaklanma önemlidir. Tabi burada yazıldığı gibi kolay bir süreç değildir. Ancak zamanla ve zihinsel terbiye ile çocukluktaki sezgisel aklın işleyiş gücüne yeniden kavuşmak mümkündür. Lider / yöneticinin yola çıkmadan önce ikinci adımıysa içinde bulunduğu görevin net tanımıdır. Çünkü hangi becerilere ihtiyaç duyulacaktır?
YÖNETİCİLİK BECERİLERİ LİDERLİK BECERİLERİ
Planlama ve bütçe yapma Yön belirleme
Örgütleme ve görevlendirme İnsanları bir vizyon etrafında toplama
Kontrol etme ve sorun çözme Motive etme ve esinlendirme
Yöneticilik karmaşıklıkla başa çıkmayı Liderlikse değişim ve dönüşümle başa çıkmadır.
Yöneticilik becerileri her zaman vazgeçilmez kalacaktır, ama günümüz pazarlarının değişmekte olan sosyoekonomik koşullarına uyum sağlayabilmek için artık orta kademe yöneticilerin bile giderek liderlik rolünü benimsemesi elzem halini almışken bu süreçte şuurlu değişim içinde kalma zorunludur. Çünkü gerçek, yönetmek liderlik becerileri, liderlikte yöneticilik becerilerinin içermesidir. Öyleyse yumurta tavuktan mı, tavuk yumurtadan mı çıkma haliyse zihindeki netlik için ne zaman lider formunda, ne zaman yönetici formunda kalınıyor? Uyanıklık, dengelenmiş özgüveni doğuracağından şu iki sorunun cevabı çok önemlidir.
NE ZAMAN, NEREDE YÖNETİCİ GİBİ DAVRANIYORUM?
NE ZAMAN, NEREDE LİDER GİBİ DAVRANIYORUM?
“Bir sistemi tanımak anlamak istiyorsan, onu değiştirmeye çalış” (Herbert Shepard,)
Bazen kurumsal müşterilerimde şu tür serzenişle karşılaşıyorum. “Bana nereye doğru gittiğimizi söyleseler bende ne yapmam gerektiğini anlayacağım.” O anda bu sözün sahibinden şunu duyuyorum. “Birileri beni yönetsin henüz bir takipçiyim. Oysa lider kendi vizyonunu, deneyimlerini başkalarının netleştirmesini beklemediği gibi korkularına rağmen riskler alıp yola çıkar. Dahası uğrunda kendini adayacağı şeyi bulmak için, kendi kaderini yaşamak için heyecan ve merakla, dikkat ve odakta kalarak değişimini bilinçli başlatır.
Nöropsikologlar, “bir şeyi öğrenmek veya kalıcı değişim yaratmak için, dikkate değer o konu üzerinde odaklanma ve derin düşünme, tefekkür etme çok önemlidir” demektedirler. Böylelikle alana dürbün ile bakılır. Bu avantajlıdır, zira doğru sorular, gerçek cevapları beraberinde getirir. Bu yeni bilgi yeni farkındalık, yeni bir anlayışı kalıcı bir değişim sürecini harekete geçirir. Böylece yeni ortaya çıkan iç görü; yeni öğrenmeye yeni davranışa dönüşür dönüşmesine ama buda hiç kolay olmayan bir yolculuk olduğu kesindir. Belki de bu yüzdendir ki kişisel anlamda yeni bir davranış, sektörel tabandaysa değişim kelimesi tehdit unsuru olarak algılanmaktadır. Öyleyse bu kelimenin zihinlerde nasıl bir anlamı var, öğrenmek için basit ama etkili sorulara başvurulabilir;
“Değişim benim için ne ifade ediyor, anlamı nedir? Bu bilgiye ulaşmak bana nasıl bir değer katar? Bana özgün bir değişim için gerekli stratejim ne olmalı? Bunun için işimi nasıl kolaylaştırabilirim? …” Kesinlikle cevaplar zihinsel netlik, özgürlük ve rahatlamayı beraberinde getirirken aydınlanan iç görü korkuları azaltacaktır. Üstelik “yapabilirim” güdüleyicisi olumlu düşünce yapısını artırır. Buda manevi ve maddi alanda küçümsenmeyecek kazancı beraberinde getirir.
GÜNÜMÜZDE LİDERİN / YÖNETİCİNİN ZORLANDIĞI ALANLARSA;
Bilişim çağında insan zamandan tasarruf edince, global bilgilere kolayca ulaşınca, kendisine dair karanlık yanlarını keşfetmesi de daha bir kolaylaştı. İşte yeni bir bilgi daha, yeni diyorum zira tehdit ve tehlike algısını bendenizin katkılarıyla yorumluyorum.
David Rock, insanın beş temel duygusu Status, Certainty, Autonomy, Relatedness, Fairness tehdit edildiğinde, zedelendiğinde “savaş, kaç veya donup kal” reaksiyonu sergilediğini söylemektedir. Bu üçlü reaksiyonu başlatan amigdalar beynin limbik sistemi içinde, nöronların oluşturduğu, badem şeklindeki küçük bir parçasıdır. Duygusal zekânın etkin çalışmasından ya da duygusal alan içinde, fiziksel – hayati tehlike karşısında, kimlik tanımlarının tehdit edildiği noktalarda duygusal reaksiyonların oluşmasından sorumludur.
Nedir bu başlıklar? Biraz açalım:
Statü tehdit altındaysa (status): Bu tehdit algısının oluşumunda ille de içinde bulunulan makamın gerçekte değiştirilmesi gerekmiyor. O pozisyona, karşı işittiği, kışkırtıcı, öğüt verici tonda gelen her söz ve davranışlarda “savaş, kaç veya donup kal” reaksiyonları tetikleniyor.
Gelecek belirsizliği arttığında (Certainty): Rutin olan durumların değişmesi, geleceğe dair kafa karışıklığının artması, olaylara karşı dayanabilme gücü ve sabrının tükenmesiyle “gelecek tehlike altında” hissi tehdit var algısını oluşturuyor.
Özerklik, kendini yönetme elden gidiyor hissi (Autonomy): Kişinin kendini yönetme hakkı (otonomisi), hayatının kontrolü belli bir düzeyde elinde olması önemlidir. Tersi durumunda temel değerlerine saldırı algılar.
Grubun dışında kalma hissi (Relatedness): Topluluktan dışlanmak: Önemsediği ilişkiler tehdit altında hissi tepkisel yaklaşımı körükler. Ciddi stres reaksiyonları oluşturacağından, ilişki halinde olduğu topluluğa ya da kişiye kolay kolay “hayır” demek zorlaşır. Dahası atalarından gelen “birlikten güç doğar” inancı yerini “sürünün dışında kalanı kurt kapar” korkusuna dönüşür.
Adalet duygusu tehdit edildiğinde (Fairness): Adalet duygusu, hakkaniyet, dürüstlük, içtenlik sarsıntıya uğramaya görsün, terazinin dengesi bozulduğunda savaş, kaç veya donup kalma reaksiyonları sıklaşır. Alınganlık hat safhaya ulaşır.
Utanç: Dost Can Deniz, bu beş temel duyguya birde utancı eklemiş. ”Bizi utandıran durumlarda da biz odada kaplan var hissine kapılabiliyoruz, çünkü hiç sevmiyoruz utancın bedenimizde yarattığı hissi. Ve bu hissi yaşamamak için her şeyi yapabiliriz” demektedir. Öyle ya hata yapmaktan, yanlışa düşmekten, ayıplanmaktan, başarısız olmaktan ölesiye çekinilir ki “o an yerin dibine batsaydım” temennisinde bulunulur.
Rekabetçi yaklaşım çekişmeye dönüştürüldüğünde: Bu tehdidin altında yatan dinamik yapıda tatminsizlik, memnuniyetsizlik duygusu giderek hırsa dönüşmeye ve sonu gelmeyen istekler listesi sıralanmaya başladığında; hırçınlık, huysuzluk ve takıntılar artar. Ardı sıra öfke patlamalarına dönüşür. Sektörel rekabetçi yaklaşımda denge çok önemlidir. Çalışanlar üzerinde, üst yönetimce insan olduğu unutulunca, kantarın topuzu kaçarsa tehdit algısı kurum içinde çekişme ve bir birlerine zarar verici yarışı başlatır. Sonuç: Tehdit algısı bireylerde “ sen yetersizsin” duygusunu tetikler. Böylelikle yaratıcı iletişim becerileri davranışa dönemediği gibi kapana kısılmışlık hissi, savaşmaya kaçmaya ya da donup kalamaya neden olacaktır.
Sırlar tehdit unsuruna dönüştüğünde: Bireyin kendine has ya da bazen isteyerek bazen de istemeden işyerine ait öğrendiği sırlar, üst yönetimce kişi hedef gösterildiğinde birey kendini sıkça savunmaya, yargılamaya başlar. Bu hal, bedensel veya ruhsal dengenin alt üst olmasına neden olur.
Bu yedi başlığı yaşamın doğal akışı içinde dozunda yaşamak bana göre bir kazançtır. Çünkü bilincin genişlemesine, zekânın kıvraklaşmasına büyük katkısı olduğuna inanıyorum. Düşüncem o ki sadece ölüme çare yok onun dışında yolculuk boyunca bizi sonuca taşıyan çözüm olasılıkları sonsuzdur. Bunlardan bir tanesi ve bana göre en etkilisi koçluk disiplinidir. İşte Koçluk oturumundan örnek bir pasaj:
İş planı oluşturmakla altı haftasını boşa harcadığını düşünen kişi gelecek belirsizliği ve utanç durumu yaşamakta, belirli bir görüşle konuşmaya başlıyor:
Mehmet: Tamamen bir çıkmaz. Bir hiç. Çöpe atılan altı hafta,
Koç: Altı hafta önce ümit verici görülen bir yolu takip ettin. Gayet istekli olduğunu hatırlıyorum.
M: Heyecanlıydım.
K: Bu altı haftada hangi eylem adımlarını gerçekleştirdin, ne öğrendin?
M: Bir iş planı yapmayı öğrendim. Bu beni daha iyi yapmadı ama kendimi kötü hissediyorum.
K: Başka neler öğrendin?
M: Kendi alanım dışındaki insanlara işimi nasıl sunacağımı öğrendim.
K: Teknik bilgisi olmayanlara mı?
M: Evet bankacılara ve risk sermayecilerine.
K: Başka neler öğrendin:
M: Sanırım bunun yapabileceğim bir şey olduğunu öğrendim. Yine de bundan mühendislik kadar hoşlanmadım.
K: Bu durumda son altı hafta için değerlendirmen nedir?
M: Aynı dersi yarı zamanda almayı isterdim. Ancak şimdi sunumu şekillendirmiş ve çalışmış biri olarak, fırsatı görüp, birileri bana parayı verene kadar sunumu yatırımcılara anlatmaya devam edebilirim.
K: Bu hafta bununla ilgili ne yapmak istiyorsun? …”
Kendimize dair çok öncelerden zihne takılan kancalarla, ortaya çıkan sıkıntılarla, üzüntülerle, yaşamak zorunda mıyız? Bizi tehdit altında bırakan, çözümsüzmüş gibi görünen durumlardan kurtulmamak için bir nedenimiz mi var? İniş ve çıkışıyla tatlıysa, ekşisiyle, acısıyla yaşam burada, biz deneyimleyelim diye var olmakta. Kâinatın varlık nedeni kendini kendinde bulmaksa, düşünce kendini yaratmaksa, oluşturmaksa nice fırsatlara.
Sevgilerimle...
Gültekin Doğan
Paylaş