Türklerin son icadı, Sevgililer Günü için altı ay bozulmayan gül.Özel bir sıvıda, cam fanuslarda satılacak, altı ayın sonunda dikebileceksiniz. Güzel. Muhtemelen o aşkların ömrü gülden kısa olacak ve sonradan baktıkça moral bozacak ama olsun. Geçen gün laik ve bilimsel eğitim için insanlar sokağa çıktı. Bak şimdi! Yahu Türkiye hiç bugünkü kadar bilime meraklı oldu mu acaba? Bizzat bu protestoda sıkılan biber gazının insan sağlığına etkisi datalarının çoğunu dünyaya biz tedarik ediyoruz! Sokakta her an yaşanabilen bu gelişigüzel bilimsel tecrübeyi göz önüne alarak “Her Türk denek doğar” diyebiliriz.
Gazımızı da bilinçli yeriz
Bu araştırmaları derleyen Tabipler Birliği bile zaman zaman bire bir gaz yiyerek çalışmasını ‘sahada’ sürdürüyor. Evet yüz nakli filan da yapıyor doktorlarımız ama o daha elitist bir çalışma. Ülkede kaç kişinin yüz nakli yaptırdığına bak, bir de yılda kaç kişinin gaz yediğine. Popüler bilimi seviyorum ben. Bu yayınlar halka açılsın, ona göre vatandaş çıkıp gazını daha bilinçli ve doğru miktarda yiyip evine dönsün isterim.
Uzun zamandır yurtdışında yaşadığını belli eden aksanlı Türkçesiyle, çok kibar bir kadın muhabir televizyon röportajı istedi. Kanada CBC haber kanalı için. Amaç, “Müslüman bir ülkede mizah yapmanın nasıl bir şey olduğunu bir Müslüman kadın mizahçıdan dinlemek”. Haberin Charlie Hebdo saldırısı üzerine yapılan bir dosya dahilinde olduğunu söylememe gerek yok.
Önce hemen kabul ettim.
Sonra aldı beni bir düşünce. Ne diyeceğim? “Aslında Türkiye çok farklı, demokratik ve laik bir ülke, burada dert üstü murad üstüyüz” desem bir türlü. “He valla, biz de korkuyoruz artık söylediğimize, yazdığımıza, iklim sertleşti” desem başka türlü.
Ya “Yok canıım, Türkiye’de özgürlükler çılgın atıyor, mizahçılar, yazarlar, gazeteciler gönüllerinden geçeni yazıp çiziyor” diye yalan atacağım ya da elin yabancısına ülkemi kötülemiş gibi olacağım.
Ya vatanseverliğim ağır basacak, her şey yolunda mesajı verip bir kısım vatandaştan “İnsaf artık, hükümete yalakalık mı?” diye dayak yiyeceğim ya da otoriterleşme ve İslam’ın siyasete sokulması eleştirisi yapıp başka bir kısım vatandaştan devlet ve/veya İslam düşmanı yaftası yiyeceğim!
Charlie Hebdo’yu sorarlarsa zaten bittim. Başbakan saldırıyı kınamak için yapılan yürüyüşe katılmış, Cumhurbaşkanı ise derginin yaptığını İslam’a hakaret olarak görüp onu kınıyor. Yani devletin zirvesinde bile (cinayetleri lanetlemek dışında), ifade özgürlüğüyle ilgili net bir görüş yok. Bu ülkenin Müslüman, ama demokrasiden yana bir mizahçısı olarak bakış açım o kadar karışık ki, CBC kadar ben de fikrimi merak ediyorum!
Ne yaman çelişki. Ancak röportaj tarihi de vermişim bir kere.Saçma bir ifade olacak ama, Allah’tan grip oldum, iptal etmek zorunda kaldım!
Aksaray’a giden sanatçılar Sayın Erdoğan’a bir soru sormuş. Bilin bakalım ne? “Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz?”
E tabii. Bence de bir sanatçı, bir cumhurbaşkanını yakalamışken bunu sormalıdır! Sinemaya devlet desteği, ödenekli tiyatroların kapatılma tehlikesi, artık Anadolu’da tiyatro miyatro seyredilememesi ihtimali, reyting sisteminin önemli bir kültürel ihracat olan TV dizilerinin kalitesini düşürüyor olması, hele ki özgürlüktü, demokrasiydi... İnsan bu konulara girip vıdı vıdı etmez koskoca sarayda. Belki “Babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi?” sorusu eklenebilirdi, ama herhalde sanatçılara ayrılan sürenin sonuna gelindi. Kısmet.
Fakat içime bir kurt düştü. 19 Mart 2014 tarihli “Başbakan Akredite Etse Pulitzer Ödülüm Cepte” isimli yazımda, TV’de ünlü gazetecilerin de Erdoğan’a “Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz, bal yiyor musunuz?” diye sorduğunu anlatmıştım. Öyle görünüyor ki gazetecisinden sanatçısına, saraya girebilen herkesin kafasını sadece bu konu kurcalıyor! Peki ama Reis bu soruyu defalarca cevapladı? “Altın çilek” dedi, “kefir” dedi, “kestane balı” dedi, “Doğal ürünler” dedi...
Şimdi bakınız, dikkat! Teorime göre, bin türlü problemi olan memlekette gazeteci ve sanatçıların ikide bir enerjiyi sormasının altında bir hinlik var. Kinaye yapıyor bunlar, vallahi. Demeye getiriyorlar ki, “Cumhurbaşkanım, siz doğal kaynaklardan enerji alıyorsunuz, ülkenin başı kel mi? Biz kömürdü, nükleerdi, HES’ti, çevreyi rezil eden kaynaklara mecbur muyuz? Niye rüzgâr ve güneş enerjisine destek verilmiyor?” Aaa, anladınız mı sinsilerin derdini?
Hatta “Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz?” derken alt metin olarak “Trafo gibi insansınız” mesajı verip trafoya giren kediye gönderme yapıyor olmasın bu anarşikler?Sayın Başkanım! (Artık ‘Başkanım’ diyebilirim sanırım? Mersi.)
Uyanık olunuz! Bunların derdi başka. Naif görünüşlü “Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz?” sorusunun altındaki gizli, provokatif, hain, paralel manaları ben hissettim. Yazmayı borç bildim. Gereğini yapınız. Saygılarımla.
Derdini veren devlet dermanını da verir!
Vikipedi’ye Resimli Bilgi Ansiklopedisi, WhatsApp’a altın günü muamelesi yapıyor, fön çektirmeden Facetime’a oturmuyorsanız, aramıza hoş geldiniz bizi gidi yaşlılar!
Sosyal medya insanı yaşlı gösteriyor! Bu tespitime bir şans verin.
Bakın on türlü lazer, yüz çeşit botoks, ‘milyorlarca’ fit kalma tekniği çıktı. 20’likler de 50’likler de aynı şeyleri giyip aynı dudakları yaptırıyorlar ve gördüğüm kadarıyla artık sokaktaki bütün kadınlar ‘30 yaş civarı.’ Şu aralar biyolojik yaşı ele verecek tek şey var: İnterneti kullanma biçiminiz. ‘68 kuşağı’, ‘12 Eylül’ün apolitik gençliği’ filan denir ya. Bence jenerasyonları en yaşlıdan en gence şöyle de sayabiliriz:
- Mesaj atamayan kuşak
- “Telefondan mail şeyini bilemiyorum” jenerasyonu
- “Bırak çocum şunu elinden, acık yüzünü görelim”ci ‘Twitter hesapsızlar.’
- Biz...
“Bu vesileyle laiklere de bir şey söyleyeyim; ben de yeni öğrendim, Yunanistan laik olmayan bir ülkeymiş. Bizdeki laikler Yunanistan’ın laik olmadığını biliyorlar mıydı? Ateist bir başbakan ben istemiyorum dediği için başpiskopos olmadan yemin etti, dünya yıkılmadı. Görüyorsunuz, demokrasi böyle şeyleri sorun yapmadan yoluna devam ediyor.”
Türkçe derslerinde “Yazar bize ne vermek istedi?” sorusu vardır ya. Sizce Bülent Arınç aşağıdakilerden hangisini anlatmak istedi?
A- Yunanistan laik değildir, buna rağmen başbakan dini yemin etmemiştir. Demek biz laik olsak da ülkeyi dini esaslara göre yönetilebiliriz, olay yapmayın.
B- Yunanistan laiktir, bak başbakan ateist. Adam bir İncil’e el basmaktan imtina etti artık. İşte laiklik böyle bir şeydir, bunu mu istiyorsunuz laikler?
C- Türkiye laiktir laik kalacak. Yunanistan değilmiş. Bence komşuya her an irtica gelebilir. Allah’tan başbakan ateist çıktı. “Allah’tan” derken... lafın gelişi...
D- Komşu laik değilmiş. Demek biz de olmasak kıyamet kopmaz. İleri demokrasi böyle şeyleri sorun yapmadan yoluna devam eder!
Bu açıdan Türk mimar, mühendis ve müteahhitleri, inşaat çökmelerinde eşi az bulunur zenginlikte bir koleksiyona imza attı. Suç kimin bilmem ama son 40 yıldır biz inşaat yapamıyoruz arkadaş!
2014’te, (güzel ve yalnız mühendislerle, mimarlarla dolu) ülkemde, çöken inşaatlar:
Konya’da üst geçit, Malatya’da fabrika, Diyarbakır’da otel, Dicle Üniversitesi’nde öğrenci merkezi, Bursa’da konut, Çanakkale’de köprü, Sakarya’da yüksek hızlı tren istasyonu, İzmir’de rezidans projesi, Gaziantep’te kentsel dönüşümle yapılan konutların zemin katındaki dükkân, Rize’de tünel, Üsküdar’da cami, Sivas’ta hastane inşaatları! Evet bunların hepsi ÇÖKTÜ!
Erzurum’da da kış olimpiyatları atlama kuleleri çökmüştü, hatırlıyorsunuz. Böylece, milletçe, inşa edilebilen her bina türünden en az bir adet çökertmiş olduk, koleksiyonu tamamladık. (Çok sağlıklı olmayan) Bir bakış açısından, ‘Çöken İnşaatlar Nuh’un Gemisi’ gibi bir seçki oluşturduk diyebiliriz!
Pazartesi Cumhurbaşkanı Bakanlar Kurulu’nu topladı, akşamında da Bülent Arınç açıklama yaptı. Dedi ki, “Bu, rutin bir duruma dönüşmeyecek, bu yönde bir karar yok... Cumhurbaşkanlığı’nda ne kadar başkanlık kurulduğu gibi konular da gündemimizde yoktu”... Ben pazartesi gecesi 02.00 civarı uyudum. Dün sabah bir kalktım ki, ahan da gazete manşetleri:
Sabah: “Başkanlık için ilk adım.”!Yeni Şafak: “Başkanlık Sistemine İlk Adım”!Akşam: “Başkanlık Dönemi”!Güneş: “Başkan’ın Kabinesi”!Star: “İlk Başkanlık”!Millet: “Saray Kabinesi”!Arkadaş ben uyurken ne oldu? Niye kimse bir şey söylemedi? Çok önemli bir gazeteye iyi-kötü kendi çapımda yazı yazan insanım. Ülkenin yönetim şekli değişmiş, bir haber verilmez mi? Mesajlarıma, WhatsApp’ıma baktım, saçının rengini değiştirenlerden gittiği konseri anlatanlara, sabaha kadar zınk zınk zınk fotoğraf ve geyik muhabbeti yağmış. Ama “Memleket başkanlık sistemine geçti, uyumuyorsan haber aç” diyen yok. Aaa! Saksı değilim ben!
Arkadaş setimi kesinlikle değiştiriyorum, bir. Bu yazıyı okuyup şaşıranlara aldıkları gazete setini gözden geçirmeleri tavsiyesi veriyorum, iki. Çünkü durum şu: Yukarıdaki gazeteler başkanlık sistemine geçtiğimizden yüzde yüz emin ve bunu bangır bangır manşete çıkarmışlar. Başka gazeteler ise kararsız kalmış. Onların da attıkları manşetler ve aslında demek istedikleri kanımca şöyle:
Posta: “Başkanlık Provası” (Şimdi “Başkanlık sistemi start aldı” diye abartırsak, “Yoo nereden çıktı?” diye karşı açıklama gelip, haber patlar mı? “Prova” diyelim. Zaten Saray, gösteriydi, kostümdü, bu işlere sıcak.)
Cumhuriyet: “10 saatlik başkanlık” (E bu toplantılar rutin olmayacakmış? Başbakan Yardımcısı dedi? 10 saatlik diyelim, 10 saatlik kalsın, valla zaten hiç içimize sinmiyor.)Habertürk: “Yeni dönemin resmi” (“Başkanlık” olduğuna inanmıyoruz, ama bir niyet var!)Hangi gazetelerin manşetinin ne zaman, nasıl doğrulanacağına bakın. Coşkulu, ünlemli manşetleri mi tercih ediyorsunuz, temkinli haberciliği mi, ona göre karar verin derim. Ama bu iş doğruysa, ben içerledim. İnanın sadece kendim için de değil. Sonuçta mizah yazarıyım, çevrem de haha ‘hihi’ tipler, ne olacak. ‘Başkanlık’a gerçekten geçildiyse, tüm halk gibi benim de yönetim sisteminin değiştiğini sabah kalkınca tesadüfen öğrenmem nispeten anlaşılabilir bir şey.
Ama Bülent Arınç’a söylenmemesi çok ayıp oldu!
Çekirdek çitlemelik ‘reklam araları’!
BAZI
Başta ben, hiçbir iktisat mezununun kendine hayrı yok. Zaten olsaydı hepsi 30 yaşında köşeyi dönmüş, kravatı atmış, satın aldığı adada güneşleniyordu şimdi. Eyy Merkez Bankası, ne dönüyor? Dolar mı alalım altın bilezik mi? Bari ekonomistlere bir tüyo ver!
Karanlık kış günlerinde, evdeysem ekonomi haberlerine illa bir bakarım. Borsa ne olmuş, dolar ne yapmış, petrolün hali nice olmuş, bunları bilmem pek mühimmiş gibi! On dakikalık günlük heyecan, geleceğe dair tahminler, benim gibi küçük yatırımcılara tavsiyeler beni çok güzel oyalar. Sanırım ekonomi benim astrolojim!
Zira iktisat mezunuyum. O yıllarda işletme ve iktisat çok modaydı. Biz de mühendislik için fazla tembel, sosyal bilimler için fazla matematik zekâlıydık.
Boğaziçi’nde beş yıl iktisat okudum. Çünkü dört yılı az buldum ve bazı derslerin üzerinde hak ettiği kadar durulamayacağını hissedip beş yılda mezun olmayı tercih ettim. Bunda sırıtacak bir şey de yok!
‘Gülse Eğitim Şûrası’ kararları!
Beş yıllık ekonomi eğitimim boyunca öğrendiklerim:
Edhem Eldem’den beşeri bilimler, Nükhet Sirman’dan sosyoloji, Cem Behar’dan mikro ekonomi.