Paylaş
Aksaray’a giden sanatçılar Sayın Erdoğan’a bir soru sormuş. Bilin bakalım ne? “Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz?”
E tabii. Bence de bir sanatçı, bir cumhurbaşkanını yakalamışken bunu sormalıdır! Sinemaya devlet desteği, ödenekli tiyatroların kapatılma tehlikesi, artık Anadolu’da tiyatro miyatro seyredilememesi ihtimali, reyting sisteminin önemli bir kültürel ihracat olan TV dizilerinin kalitesini düşürüyor olması, hele ki özgürlüktü, demokrasiydi... İnsan bu konulara girip vıdı vıdı etmez koskoca sarayda. Belki “Babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi?” sorusu eklenebilirdi, ama herhalde sanatçılara ayrılan sürenin sonuna gelindi. Kısmet.
Fakat içime bir kurt düştü. 19 Mart 2014 tarihli “Başbakan Akredite Etse Pulitzer Ödülüm Cepte” isimli yazımda, TV’de ünlü gazetecilerin de Erdoğan’a “Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz, bal yiyor musunuz?” diye sorduğunu anlatmıştım. Öyle görünüyor ki gazetecisinden sanatçısına, saraya girebilen herkesin kafasını sadece bu konu kurcalıyor! Peki ama Reis bu soruyu defalarca cevapladı? “Altın çilek” dedi, “kefir” dedi, “kestane balı” dedi, “Doğal ürünler” dedi...
Şimdi bakınız, dikkat! Teorime göre, bin türlü problemi olan memlekette gazeteci ve sanatçıların ikide bir enerjiyi sormasının altında bir hinlik var. Kinaye yapıyor bunlar, vallahi. Demeye getiriyorlar ki, “Cumhurbaşkanım, siz doğal kaynaklardan enerji alıyorsunuz, ülkenin başı kel mi? Biz kömürdü, nükleerdi, HES’ti, çevreyi rezil eden kaynaklara mecbur muyuz? Niye rüzgâr ve güneş enerjisine destek verilmiyor?” Aaa, anladınız mı sinsilerin derdini?
Hatta “Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz?” derken alt metin olarak “Trafo gibi insansınız” mesajı verip trafoya giren kediye gönderme yapıyor olmasın bu anarşikler?
Sayın Başkanım! (Artık ‘Başkanım’ diyebilirim sanırım? Mersi.)
Uyanık olunuz! Bunların derdi başka. Naif görünüşlü “Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz?” sorusunun altındaki gizli, provokatif, hain, paralel manaları ben hissettim. Yazmayı borç bildim. Gereğini yapınız. Saygılarımla.
Derdini veren devlet dermanını da verir!
ELİF Şafak New York Times’a bir makale yazmış. Türk olmanın artık insanı yorduğunu söyleyerek başlamış. Özellikle entelektüel liberaller ve kadınlarda görülen bu bıkkınlığın sebebini siyasete bağlamış. Hükümetten gelen, kahkaha, kürtaj, sezaryen, annelik kariyeri başlıklı açıklamaların sokaktaki kadınları ne kadar tedirgin ettiğini anlatmış. Hayat tarzı tercihlerinin siyasete taşınmasının, gazeteciler ve sanatçılar hakkında açılan davaların, Charlie Hebdo’dan sonra hükümetin yaptığı açıklamaların liberalleri endişelendirdiğini söylemiş. AK Parti’ye oy vermeyen milyonlarda iç sıkıntısı, umutsuzluk, yorgunluk ve korku olduğunu ifade etmiş.
Evet, itiraf edelim, memlekette eskisinden kat kat fazla bedbinlik ve endişe var! Bir zamanlar günlük sohbetlerin en klişe cümlesi “Valla ne yapalım işte, öyle böyle koşturup duruyoruz”du. Şimdi “Valla ne yapalım işte, ülkenin hali malum, öyle böyle moral bulmaya çalışıyoruz” oldu! Psikiyatrlar da aynı fikirde. Antidepresanlar ve kaygı bozukluğu ilaçları son birkaç yıldır leblebi-çekirdek gibi satılıyor. Doktorlar “Biz ilaç yazmayı alışkanlık haline getirdiğimiz için değil, bu şikâyetlerle başvuranların sayısı çılgınca yükseldiği için” diyorlar. Sebep, bence meteorolojik ve hatta ekonomik değil. Siyaset gittikçe gerginleşiyor, ülke kutuplaşıyor ve bizim kafalar inceden gidiyor!
Neyse kiiii, Başbakanımız Davutoğlu vaziyete el koydu, çareyi açıkladı: Yeni kalkınma planı dahilinde, yapılacak şeylerden biri de ruh sağlığı merkezlerinin arttırılması olacak!
Hadi yine yaşadık! Delirenin hastanesi devletten, ooh! Hükümet diye buna derim.
Derdini veren devlet dermanını da verdi, artık gönlünüzce kafayı yiyebilirsiniz.
Bizi bize düşman edene yazıklar olsun
ORHAN Gencebay’dan alıntı çok moda, öyle başladım.
Doç. Ahmet Koca, Gezi direnişindeki polislerle ilgili bir araştırma yapmış. Polisler göstericileri “Ahlaken sorunlu, kibirli, başka bir dünyadan, derdi olmayan tipler” olarak görüyormuş. İşin tuhafı göstericilerin polise bakışı da buna çok benzer.
Ne polis ne gösterici, karşısındaki insanın hemşerisi, akrabası, komşusu, olduğunu düşünüyor. “Bu bir iletişim problemi” cümlesi bana çoğu zaman geyik muhabbeti gibi gelir. Ama burada sorun hakikaten iletişim. “Polislerle göstericiler birbirlerinden elektrik aldılarsa bir çay içsinler” demiyorum! “Karşınızdakiler düşman” bakış açısını kimler dillendirip yayıyorsa, bu berbat iletişimde suçlu onlar!
Paylaş