Paylaş
Ser verip sır vermeyen, yarım saat konuşup hiçbir şey dememeyi başaran siyasi figürler “Amaaan valla, şurama geldi, daha fazla içimde tutamayacağım, al anlatıyorum” tarzında demeç ardına demeç veriyor! Kartları fazlasıyla açık oynuyorlar. Oysa siyaset bunun tam tersi değil miydi?
Bu trend’i, Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, Hakan Fidan ve sonra izleme heyetiyle ilgili soğuk duş etkisi yapan direkt açıklamalarıyla Cumhurbaşkanı mı başlattı bilmiyorum. Ama hemen ardından Gökçek, Arınç için “Onun damadı paralelci” dedi. Malumunuz. Arınç altında kalmadı, “Ankara’yı parsel parsel paralelcilere sattı” diye patlattı.
Ertesi gün, Çalışma Bakanımız Faruk Çelik, kıdem tazminatıyle ilgili değişiklik konusunda, işten, güçten, evlatlarından bunalmış teyzeler gibi “Vallahi işçi dinlemekten ruhum daraldı” şeklinde konuştu!
Mahçupyan iniş izni istiyor
Hemen ardından Etyen Mahçupyan, Belçika’da bir üniversitede yaptığı konuşmada “Türk halkının, darbedense yolsuzluk yapan bir partiyi tercih ettiğini” söyledi! “Türkiye, demokrasinin olduğu bir ülke değil. Demokrasi kurallarını demokratlaşan bir ülkeye uygulayamazsınız” şeklinde devam etti. Bitmedi, “Sayın Erdoğan her şeyi söyleyebilir. O, taktiklerin adamı. Gazetelerde olmak ister” diye de ekledi.
Sebebini bilmem ama görünüşe bakılırsa politikacılarımız son günlerde İngilizlerin meşhur sözünü şiar edindiler: “Honesty is the best policy.” Yani “Dürüstlük en iyi politikadır!” Ve inanılmaz açıklamalar ardı ardına geliyor.
Nasıl olsa kimseden tepki gelmiyor, vatandaş şehir sularına sakinleştirici katılmış gibi olan biteni takip ediyor diye düşünmüş olabilirler. Sansürlü konuşmaktan sıkılıp, “Artık gırtlak dokuz boğum, sekizini yut, birini söyle diye kıvranmaya gerek yok, salalım gitsin” diyor olabilirler.
Seçim stresi veya oy kaybı ihtimalinden sinirleri bozulmuş da olabilir. Belki medya ve halkı bir tür psikiyatr olarak kullanıp, dertlerini tasalarını, anlatıp gevşiyor olabilirler.
Ama son ve en güçlü teorim şu: İktidar, ‘içeriden haber verdiğini’ iddia eden bazı gizemli Twitter fenomenlerini gözyaşları içinde bırakmak, oyunlarını bozmak için, bomba açıklamaları bizzat yapıyor!
Eğer öyleyse, şimdi Fuat Avni’giller düşünsün!
Önce sınavlar bozuldu...
2010’daki KPSS’de şaibe olduğu iddiası var. 350 kişi bütün soruları doğru cevaplamış ve bu, KPSS tarihinde ilk kez olmuş! Ardından Robert Kolej’e bakanlık emriyle puanı tutmayan öğrencinin alınması haberi çıktı.
Bizim kuşak, ilkokul beşte ve lise sonda merkezi sistem sınavlara girerdi. Şimdiki TEOG, YGS ve LYS’nin muadillerine yani. Öğrencinin aldığı puan şimdiki gibi birkaç gün içinde belli olmazdı. Aylar sürerdi. Zira Commodore 64’ün en kral bilgisayar olarak saygı gördüğü, üzerine el işi dantel örtülerin örtüldüğü yıllardan söz ediyorum. O dönem, bildiğimiz kadarıyla şaibe filan da olmadığından, sonuçları hemen sınav sonrasında bilmenin iki yolu vardı:
1- Sınavdan çıkan öğrencinin yüz ifadesini analiz etmek.
2- Ertesi gün gazetelerde yayımlanan sınav sorularını heyecanla çözüp, az bir yanılma payıyla puanını, hatta gireceğin okulu tahmin etmek.
Buradan yetkililere sesleniyorum
Geçen YGS sınavı sorularının sadece yüzde yirmisini açıklayıp, kalanını gizli tutmak, ve hatta bu soruları hafızadan yazıp yayımlayan insanlar hakkında yasal işlem yapmak gibi tuhaf bir uygulama gerçekleşti. Sayın yetkililer, madem birtakım şaibe, torpil vs iddiaları var, sınav sorularını gizli tutmanın âlemi nedir? Yayımlayın, herkes başarısını hesaplasın. Gizemli hareketlerin kime ne faydası var? Şeffaflık iyidir. Adaletin, hakkın hukukun var olduğu duygusunu verir. Gençlerin geleceğine dair hâlâ böyle kritik yarışlar yapılıyor. Kurallar her sene değişiyor. Veliler tek loplarını komple yeni sistemi öğrenmeye ayırıyorlar. Öğrenciler zaten paranoyak olmuş. Ayrıca malum katakulli lafları dönüyor.
Bence Milli Eğitim Bakanı’nın akciğer röntgeni bile ÖSYM sitesinde yayımlanmalıyken, soruları saklamanın sırası mı arkadaş?
Paylaş