MALUMUNUZ kızıl gezegende akarsu bulundu. Bu, hayat da var demek. Hayat derken, bakteri bazında. Potasyum ve magnezyumla beslen, bölünerek çoğal, o tarz. Hayat mı derim şimdi ben ona?
Mars’ta gerçek hayat bizler oraya gidince başlayacak. Şu an Dünya, Mars’ta bir insan kolonisi kurulmasının mümkün olduğunu konuşuyor. Kanımca tüm ülkeler de akarsu haberini alır almaz hazırlıklara girişmişlerdir. Ve önemli devletlerin ekabir insanları şöyle sohbetler içindedir:
Almanya: “Mars’ın tüm doğal kaynaklarının analizini bitirdik! O kaynaklarla bütün teknolojik üretimi biz yapacağız arkadaşlar! Yapılacak fabrikaların projelerine, ARGE’ye ve özel mühendislik eğitimlerine yarın başlıyoruz. Sağlam, teknoloji harikası, dayanıklı, tam otomatik, evladiyelik bir Mars için çalışacağız! Herkes konuşur, Almanya yapar!”
Japonya: “Yeni gezegende yaşanacak doğal afetlere karşı özel Mars mimarisi geliştirdik. Evler her yöne eğilip lastik gibi bükülebiliyor! Afet önlem ve tatbikat çalışmalarına da başladık. Mars’ta oluşacak beklenmedik meteor çarpmaları ve yıldız savaşlarına karşı, uçabilir titanyum sığınaklar inşa ediyoruz. Ay çok da estetikler! Origami sanatından esinlendik, kâğıttan kuş şeklinde yaptık. Tatbikatlarımıza göre Güneş Sistemi ağız burun birbirine dalsa, Satürn halkasını hulahup yapıp Mars’a atsa bile kolonideki kimsenin burnu kanamıyor!”
Amerika: “Suyu NASA bulduğuna göre tüm koloni zaten bizimdir! Gidip hemen oraya “demokrasi” ve zincir mağazalar götürebilir, Amerika Birleşik Kolonileri’ni kurabiliriz. Gelenler, Amerika’ya uyaroğlu oldukları ve para harcadıkları sürece orada kalabilirler. Gittiğinizde Marslılarla filan karşılaşırsanız tatava yapmasınlar, boncuk verip topraklarını alın. Ya da artık ne seviyorlarsa. Def edin lanet olası yerlileri oradan. Türkiye mülteci seviyor, Türkiye’ye gelsin Marslılar, ne var? Bu arada Hollywood da hemen Amerikalıların Mars’ı vahşi istilacılardan kurtarıp barış ve medeniyet getirdiği bir bilim-kurgu senaryo hazırlasın! Tom Cruise hatta mı?”
Rusya: “Amerika’dan önce oraya ulaşıp enerji kaynaklarının üzerine konmamız lazım. Akarsu var diyorlar ama ara ara donuyormuş. Sıcak akarsu var mı acaba? Çünkü bizim derdimiz sıcak akarsulara inmek. Tüm olayımız bu! Filme milme, propagandaya, dünyaya tatlişkoluk yapmaya gerek yok. Gönderin uzay mekiği dolusu askeri, işgal edelim! İkinci soğuk savaşın başlaması da umurumuzda değil, biz zaten soğuğa alışkınız.”
Türkiye: Akarsu mu varmış? Vallaha? E onun kıyısı hemen değerlenir? Bir tanıdık bulsak da hepimize birer arsa kapatsa. Önce üç-beş tane kaçak tek katlı kondurup telle çeviririz, sonra ruhsatını alınca üzerine kat çıkarız. Var mı Mars’ta tanıdık? Şş, şimdi oraya çok gelen giden olur, uzay istasyonunun yanına bir döner büfesi açalım, yok satar.
Anketler malum.
Sonuçlar üç aşağı beş yukarı aynı gibi.
Ankara kulislerinden duyumu olan Allah rızası için haber etsin.
Cumhurbaşkanım yine sonucu beğenmeyip ‘seçim volume-3’ yapmaya karar verirse artık bu sefer faka basmayacağım.
“CUMHURİYET’i biz böyle kazandık” başlıklı, Kurtuluş Savaşı’nın sembollerinden biri haline gelmiş bu meşhur fotoğrafı biliyorsunuz.
Bu fotoğraf 1933 yılında çekilmiş. O yoksul, Cumhuriyet’i küçük imkânlar ama gururla kutlayan şehir, Uşak. Yani babamın memleketi.
Onun babası, yani dedem, İstiklal Savaşı’nda 4 madalya almış Asım Bey. O zaman Kurtuluş Savaşı’nda mücadele edenlere çokça dendiği gibi, lakabı “Mücahit Asım”. “Cihat” kelimesinin şimdi Ortadoğu’da olduğu gibi üzerine bomba bağlayıp masum insanların ortasında patlatmak için kullanılmadığı, bu vatanın bağımsızlığı için mertçe savaşmayı ifade ettiği yıllar.
Dedemin 33 kurşun deliği olan bir pelerini var, ilginç bir savaş anısı olarak sonradan Tarih Kurumu’na bağışlanmış.
Fotoğrafın ilginç ve benimle ilgili hikâyesine gelelim: 1933 yılının Cumhuriyet Bayramı’nda çekiliyor. Uşak’ın ilk fotoğrafçısı Hüsnü Kazım Özler tarafından. Babamın deyimiyle “Foto Kazım”.
Hayal kurmaya devam et. Ülkenin en saygıdeğer meslekleri paçavraya çevrildi. Ama sen yine de doktor, hâkim, gazeteci ol. Geleceğin parlak olmasa da heyecanlı olur, teminatıyız!
Sevgili gençler, bugünkü yazımda size kariyer tavsiyeleri vereceğim. İlkokulda şarkıcı, lisede oyuncu olmak istemiş, iktisat okurken gazetecilik yapmış, sonra sinema eğitimi alıp dergi editörü olmuş, ardından yazar ve oyuncu olarak hayatına devam etmiş birinden, ben olsam kariyer tavsiyesi almam. Hatta selam bile almam belki. Pek istikrarlı ve aklı başında biri gibi gelmez bana.
Öte yandan çok gerçekçi bir durum tespiti yapacağım, inanın.
Sevgili gelecek planı yapan genç arkadaşım!
Eski gözde meslekleri unut! Doktor, mühendis, mimar, öğretmen, gazeteci, hâkim, savcı, asker filan, geçti bunlar. Kapandı o devir.
MALUMUNUZ, Sabah gazetesi Fransız oyuncu Gerard Depardieu’nün Fransa için söylediği “Bu ülkeden çekip gitmek istiyorum” cümlesini yayınlamış, Sabah okuyucuları da haberi okumadan, altını “Defol git, zaten vatan hainisin” tarzı yorumlarla doldurmuştu. Pazar günü Hürriyet’te Macaristan’ın göçmenlerle ilgili acımasız politikasını eleştiren “Ne kıymetli ülkeniz varmış!” başlıklı yazım yayımlandı. Yazının başlığını Twitter’da gören yedi-sekiz kişi hemen “zekâlarını” ve klavyelerini konuşturup “Evet çok kıymetli, defol git buradan” tarzında cevaplar yazmışlar! Birkaçı sonra benden özür dilemiş, sağ olsunlar. Ama “Yazıyı niye okuyalım ki, onunla mı uğraşacağız ya?” diyecek kadar sitcom karakteri potansiyelli tipler de var.
Son moda bu. Herkes birbirine “Defol git bu ülkeden” diyor. Sanırım bu trend’i Hürriyet’i basıp bütün Doğan Grubu ve çalışanları için “Seçimden sonra bunların hepsi defolacak bu ülkeden” diyen AK parti milletvekili Sayın Boynukalın başlattı. (Burada “Sayın” derken, yazar bize kendi zarafetini ve hoşgörüsünü anlatmaya çalışıyor, öte yandan cümlesini ironiyle süslüyor.)
Ne yazık ki yakın geçmişte ‘çık çık’larla, ‘vah vah ah ah’larla eleştirdiğimiz eski kötü alışkanlıklarımız, üstelik de “level atlayarak” geri döndü.
“Ya sev ya terk et”in bir üst modeli çıktı: “Sevsen de terk et, çünkü benden farklısın!”
“Türk’ün Türk’ten başka dostu yok”’un yeni sürümü yapıldı: “Türk’ün aynı kendisi gibi düşünen Türk’ten başka dostu yok!”
“Ötekileştirme”, radyoaktif fare ısırmış gibi, özel güçlerle geri döndü: “Ötekileştirme, berikileştirme, ayrıştırma, kutuplaştırma, düşmanlaştırma, şeytanlaştırma!”
“Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime” de bunların sonucunda gittikçe yükseliyor efendim, durduramıyoruz!
Anlamıyorum bu Macarlara ne oluyor? Ülkeye mülteci almamalar falan! Sanki sizin memleketinizin turşusunu kuracaklar. Bu neyin cakası?
Ben Fransızlardan filan beklerdim böyle bir gıcıklık.
Avrupa, Aylan’ın kıyıya vurmuş fotoğrafıyla birbirine girdikten (en azından öyle göründükten) sonra, “Suriyeli mültecilerle ilgili ilk ‘ama’yı kibirli Fransızlar söyler” derdim.
DÜN arka arkaya şehitler gelirken ve mevsimlik işçi olarak çalışan Kürt vatandaşlara saldıran öfkeli kalabalıklar ortaya çıkmışken, “Başımız sağ olsun. PKK arka arkaya saldırılarla içsavaşı körüklüyor, oyuna gelmeyelim” minvalinde bir tweet attım.
Şahsen içsavaş ve ayrışma ortamının, bir terör örgütüne fevkalade uygun zemin hazırladığı kanaatindeyim. Hele ki bu örgüt, komşu ülkede içsavaş varken, ustalıkla, bölgesel yönetimi fiilen ele almış bir örgütse.
Bu vaziyetin asıl sorumlusunun hükümet ve/veya Cumhurbaşkanı olduğunu düşünen ya da Güneydoğu’da sivillerin de ölmesine dikkat çeken birkaç kişi tweet’e itiraz etmiş. Bunlar dışında, Gezi direnişine, ana akım medyaya, sanatçılara müthiş önyargılı, bu yüzden de yazdıklarıma şaşırıp, hayretle takdir eden dev bir kalabalıkla karşılaştım! Bu gazete başta, ana akım medyada da sanatçılar tarafından da terör defalarca lanetlendi oysa.
Sanırım bu ön kabuller, siyasi kazanımlar uğruna kutuplaştırmanın sonucu. Siyasetçilerden, kanaat önderlerinden, bu dönemde ekstra sakinlik, sorumluluk duygusuyla dolu dikkatli cümleler bekliyoruz. Zira, misal, benim tweet’in altına “Dizilerinizde sübliminal mesajlar vermenize rağmen, bak vallahi bunu çok güzel demişsiniz” diye yazan adam var! Dizilerde sübliminal mesaj verdiğime inanan biri neye inanmaz?
Ama yorumlarda en çok dikkatimi çeken, farklı fikirlerdeki insanların bir dakika içinde küfür, hakaret dolu tweet’lerle birbirine girmesi oldu!
Biri ötekini şeriatçılıkla, öteki bunu dinsizlikle, diğeri onu hainlikle, beriki şunu darbecilikle suçluyor. Din, mezhep, ırk, “izm” içeren “sövgü”ler, gırla gidiyor.
Hanımefendiler, beyefendiler! Sakin olun ve elinizdeki hakareti yavaşça yere bırakın!
Dünyanın en büyük, en gösterişli Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda karşılandı.
Eski Türk devletlerini temsilen kostümlü askerlerin merdivenlere dizildiğini gördü.
Sarayın ihtişamı, gez gez bitmedi...
E o da koskoca bir devlet başkanı. İnceden komplekse girmez mi? “Bir bunlara bak, bir bize” diye ezilmez mi? “Benim bir dikili ağacım yok” demez mi?
Ve Filistin devlet başkanı Mahmut Abbas Batı Şeria’da 13 milyon dolara saray yaptırdı!
Bence kesin bizim yüzümüzden!
Ha, 13 milyon dolara İstanbul’da yalı bile alamazsın. Deniz manzaralı villa belki. Ama malumunuz emlak piyasasında en önemli kriter “Lokasyon”dur. Ve maalesef İsrail’in zulmü yüzünden Batı Şeria dünyanın popüler bir bölgesi değil! Aynı İsrail’in aynı zulmü yüzünden ilk bakışta çok popüler görünüyor o ayrı. Dünyanın alan başına düşen nüfus açısından en yoğun bölgelerinden biri. Sınırlar daraltıla daraltıla insanlar el kadar yerde sıkıştığı için, mecburen!