Paylaş
Öğlene doğru bir uyandım...
İki telefonum da patlamak üzere! Aynı numaradan 9-10 defa aranmışım. Asistanım, Hürriyet gazetesi, insan kaynakları departmanı yana yakıla mesajlar atmış: “Gülse Hanım, İstanbul İl Emniyet Müdürü çok acil sizinle görüşmek istiyor!”
Dedim ki, “Tamam, alıyorlar beni”!
Aklıma sebep gelmiyor ama, gelmesine gerek de yok. Yazdığım bir şeyi sevmemişlerdir, biri bir cümleye gıcık olup kafadan bir suç uydurmuştur, şudur budur... Gazetede yazıyorsan her şeye hazırlıklı olacaksın.
Mesajlara bakıp yüzümü yıkarken “Muhtemelen ifade alacaklar, gözaltı süresi 72 saat miydi, kaçtı yav” gibi düşünceler geçti aklımdan. Paniklemedim bile. “Bir ufak çanta yapayım” filan diye düşündüm. Muhtemelen onları arayıp, hangi konuda ifadeye çağırdıklarını öğrenip, avukat filan bulup, toplanıp gitmem gerekiyor diye plan yapıyorum. Zira kapıda, en azından henüz, beni yaka paça götürecek bir polis yok.
Bir yandan da çıkmamış kitapla ilgili mi filan diye merak ediyorum. Sonuçta “Kitap bazen bombadan daha tehlikelidir” cümlesini filan da duyduk biz. Ama benim kitap da baştan aşağı mizah arkadaş. Neyse.
Verdikleri telefonu aradım.
Hemen İstanbul İl Emniyet Müdürü’nü bağladılar. Mustafa Çalışkan telefona çıkıp önce, “Size ulaşmak ne kadar zor oldu” dedi. Bir nevi Mata Hari gururu yaşadım ama, bir yandan da “Demek adresi zor buldular ve şu an polis apartmana girmek üzere” diye düşünüyorum. Sonra emniyet müdürü devam etti: “Ben geçen gün yazdığınız yazıyı tebrik etmek için aradım!”
İyi mi?
“Hayatı durdurmuyorum” başlıklı yazımı beğenmiş. “Terör zaten hayatımızı değiştirmeye çalışıyor, izin vermemek lazım” filan dedi. Tebrikleri kabul ettim, kapattık.
Şimdi normal bir ülkede, normal bir yazara, sabah “İl emniyet müdürü acil seni arıyor” dense ne düşünür? Ya bir sosyal sorumluluk projesine destek istenecek ya bir haberdeki yanlış bilgin düzeltilecek ya da ne bileyim işte, böyle, bir yazı tebrik edilecek. Başka ne olabilir ki değil mi?
Ama burası son yılların Türkiye’si. Hiçbir şey normal değil. Ve herhangi bir gazeteci, yazar veya sanatçının, son yıllarda emniyet veya adaletle ilgili pek tatlı bir anısı yok!
Eğer seçim sonrası yeni hükümet ülkenin şu feci dağınıklığını düzeltmeye girişecekse, önce yazan-çizen insanları sürekli koruma, avukat ve antrede hazır bavul tutmaktan kurtarmakla başlayabilir!
Şimdi göreceğiz kim ‘Issız Adam’ olma heveslisi!
“DAVUTOĞLU MHP’ye koalisyon teklif etmedi, yoksa bizim çantamız hazırdı.”
“Bahçeli çantayı açmadı bile.”
“AK Parti koalisyon yapmayacaktı, oyaladı.”
“CHP her şeyimizi reddetti, yapamazdık...”
“O tıkadı... Bu taş koydu... Beriki mızıkçılık yaptı... Yoksa biz koalisyon da koalisyon diye kendimizi paraladık!”
Geçen seçim sonrası koalisyon görüşmelerinde kimin inatla ayak direyip bizi bu saçma sapan “tekrar seçim”e götürdüğü konusunda, herkes diğerini işaret ediyor.
Bir sürü para, bir sürü zaman, istikrar, umut, hatta kardeşliğimizden bir parça bile kaybettiğimiz bu ara dönemin hesabını kimse ödemiyor.
Ahanda size fırsat sevgili siyasi partiler!
Muhtemelen sandıktan yine tek başına bir iktidar çıkmayacak. Ve yine koalisyon görüşmeleri başlayacak
Buyurun koalisyon yapın ve fıstık gibi yürütün. Biz de böylece anlayalım kim uyumlu, kim gıcık, kim ayak sürüyor, kim elini taşın altına koyuyor... Kim uzlaşıp ülkeyi yönetmeye istekli, kim “Issız Adam” olma hevesinde...
Zaten herkesin kafasında onun kim olduğuyla ilgili bir fikir var esasen de...
Yine de, buyurun partinizin gelecek yıllardaki imajı için ikinci bir şans.
Hodri meydan!
Oy vermeyene selam vermem!
TWİTTER’a da yazdım. Bak buradan da söylüyorum: Bu hafta sonu tatile gidip oy vermeyenle dostluğumu bitirir, hakkımı helal etmez, etrafta hakkında ileri geri konuşurum!
Bunu yaparım!
Ha tatile gitmeyin demiyoruz, gidin, cumartesi akşamı geri dönün. Efendi gibi pazar günü oyunuzu verin.
Ya da bir daha hiçbir şeyden şikâyet etmeyin.
Paylaş