Konuşmalar yapıldı; Cumhurbaşkanı, Başbakan sahaya inip neşeyle futbol oynadılar.
Güzel.
Suudi Arabistan Kralı Selman geldi.
Dün marşlar çalındı, Kral’a devlet nişanı verildi. Bakanların, Genelkurmay Başkanı’nın, valinin, herkesin katılımıyla Kral’ın şerefine şık bir öğle yemeği verildi.
Beş altı yıl önce inanılmaz güzellikte genç bir kadın, arkadaşımız oldu.
Yazın, kendisinin de içinde bulunduğu bir grup arkadaş, hep birlikte tekne tatiline çıkıldı.
Bir gece o afet arkadaşımızın yorulup yatmaya giderken, sırasıyla takma saç postişlerini, takma kirpiklerini ve takma tırnaklarını çıkardığını, biz şaşkınlık çığlıkları atarken, dürüst ve samimi biri olduğu için, göğüslerinde silikon ve dudağında da dolgu olduğunu itiraf ettiğini hatırlıyorum.
Kanımca çirkin kadın yoktur, az bakım vardır.
Ama kanımca Vladimir Bey’i çok çekemeyen var.
Bu komplolar hep ondan.
Malumunuz dünyanın “en sırcı” hukuk firmalarından Panamalı Mossack Fonseca’ya ait 11 milyon belge sızdırıldı. Belgelerde dünya liderleri ve ünlülerin vergi kaçırmak ve para aklamak için başvurduğu yollar var. Aralarında Vladimir Putin Bey’in ismi de geçiyor. Bu kanıtlarla Putin’in yakın çevresinde bulunan isimlerin 2 milyar dolarlık bir para hacmini yönettikleri iddia ediliyor.
“İddia” diyorum çünkü ben Vladimir Bey’in böyle şeyler yaptığına asla inanmıyorum. Zaten Kremlin sözcüsü hemen beni acayip ikna eden bir açıklama yaptı: “Bunların ana hedefi Devlet Başkanımız Vladimir Putin. Biz bu sözde gazeteciler topluluğunu biliyoruz, gerçek meslekleri gazetecilik değil, ajan bunlar” dedi.
23 Nisan’da New York Halk Kütüphanesi’nin muhteşem binasında, Boğaziçi Üniversitesi’nin bir daveti var.
Smokinli tuvaletli, havalı bir gala yemeği.
Bu yemeklerde Boğaziçi, her sene, bir veya iki mezununu ‘onurlandırıyor’.
Yani bizdeki deyimiyle ‘Onur konuğu’ yapıyor.
O dönemin senaristlerini çok kıskanıyorum.
Sadece son 10 yılda yaşadıklarımızdan kim bilir kaç paha biçilmez senaryo çıkar. Özellikle polisiye, macera ve siyasi gerilim türlerinde.
Gezi dönemindeki gençlerin hikâyesi mesela.
Veya Fethullah Gülen örgütünün içyüzünün, kurbanlarından biri olan bir gazeteci gözünden adım adım anlatılan öyküsü...
Ama Ankara ziyaretimde okuyucular “Ülke kur, vatandaşı olalım” gibi şakalar yapınca konuya daha detaylı bir açıklama getirmek farz oldu.
Son kitabın adı ‘Memleketi ben kurtaracağım’ ya... Söyleşilerde, imza günlerinde ciddi ciddi “Siyasete girecek misiniz? Ya girsenize”, “Memleketin sizin gibilere çok ihtiyacı var”, “Başbakan olsanız hayatımız ne güzel olur”, “En azından bir milletvekilliği be, hadi be gülüm” gibilerinden tavsiye, ısrar hatta baskılara maruz kalıyorum.
Üç gün önce Ankara’ya gittim ve Türk siyasetinin merkezini yıllar sonra tekrar görme fırsatı buldum. Bu vesileyle, niye istesem de siyasetçi olamam, ana başlıklarla açıklamak isterim...
Geçen gün de hoca Hürriyet Pazar’daki röportajında “ ‘90 yıllık Cumhuriyet parantezi kapandı’ diyorlar, o parantez kapanmaz!” dedi. Sonrasında bu cümle sosyal medyada, sokakta, kahvelerde, köşe yazılarında kaç kez tekrar edildi bilmem ama çok insanın yüreğine su serpti. Zira ender olan bir şey vuku bulmuş, vizyonuna çok güvendiğimiz biri geleceğimize dair içimizi rahatlatan bir laf etmişti! Aklın, bilginin karneyle dağıtıldığı günlerden geçiyoruz zira.
İlber Ortaylı ve Celal Şengör’ün, Fatih Altaylı’nın moderatörlüğünde, tarih ve bilim hakkında sohbet ettiği “Teke Tek Özel” yayından kaldırıldı! Televizyondaki favorilerimden biriydi.
Programı, her hafta yüzbinlerce insan seyrediyor ve faydalanıyordu. Gençler başta, bir şeyler öğrenmek isteyen herkes için paha biçilmezdi.
Programın kaldırıldığı anons edildikten sonra, haber sabaha kadar Twitter’da TT oldu.
Terör amaçladığını başaramasın diye, mizahçıdan acık karanlık da olsa bir destek gelecek şimdi. Mizahçıdan değil de matematikten daha doğrusu. İhtimal hesapları marifetiyle bakın nasıl korkunuzu yeneceksiniz şimdi...
Öncelikle şunu hatırlatmak isterim: Mizahçı acımasız gibi görünen yufka yürekli bir zavallıdır.
Üzerinden zaman geçmiş trajedi komedidir. Mizahçıysa o zamanı üzülerek geçiremeyecek kadar dayanıksız bir ödlektir. Üzüntüyü, acıyı, travmayı sünger gibi emer. Ama ağlayıp rahatlamayı da kendine yediremez. Zira ağlayan palyaço feci bir klişedir.
Dolayısıyla mizahçı, üzüntülü hikâyeler, korku, panik gördüğünde, hemen bunları konu alan espriler yapmaya başlar. İster ki onları hemen komediye çevirelim, geçsin gitsin.