Gülse Birsel

Köprüler yaptırdım gelip geçmeye...

27 Ağustos 2016
Üçüncü köprüye asla laf ettirmem. O şıklık, o görkem... Golden Gate Bridge bizimkinin yanında konteynır ev gibi kalır. Ayrıca da milletin moral motivasyonu açısından fevkalade oldu. Tek kusuru, İstanbul trafiğine pek bir faydası olmayacağı gerçeği. Olsun, her şeyi devletten beklemeyi sevmem, köprü trafiğine kendim çözümler üretirim.

Fıstık gibi köprü yaptılar, bak laf edenin dilini ensesinden çekerim! Batılı liderler kıskançlıklarından uyuyamıyor, gece kalkıp kalkıp buzdolabından sarma filan atıştırıyorlardır.

 

İşte tek kusuru, İstanbul’un Avrupa-Asya trafiğine faydası olmayacağı gerçeği. Yani siz, Anadolu yakasında oturup Avrupa yakasında çalışanlar, yine arabada sesli kitap dinleyip edebiyat eleştirmeni kıvamına gelmeye, köprüde vakit geçirmek için hazırladığınız müzik playlist’leri sayesinde bir DJ yetkinliğine ulaşmaya, köprüde simit, su, telefon şarjı satanları akrabalarınızdan daha sık görmeye devam edeceksiniz, evet.

 

Pardon da, ben ne güne duruyorum? Vatandaşlık görevimi yapıp, devlete destek olmak, köprü trafiğine çözüm üretmek benim görevim değil mi? Köprü yapılsın diye vergimi verdim, trafik azalsın diye fikrimi mi esirgeyeceğim?

 

-Önceki yıllarda Boğaz’ın bir bölümüne boydan boya beton atma projemi dile getirmiştim ama devletimiz dikkate almadı. Oysa mesela iki semt, araya beton atılarak birleştirilebilir. Diyelim ki Beşiktaş-Üsküdar arası denizi doldurdun. Artık bu birleşmiş semte ‘Beşküdar’ ismi verilebilir. Semtin denizin ortasındaki bölümüne de deniz manzaralı pek çok rezidans yapılıp makul fiyatlarla vatandaşa satılabilir. İstanbul’da yeterince deniz manzarası yok çünkü. Bu büyük bir sorun. Hep benim aklıma gelsin bunlar, belediyeler uyusun ya.

 

Yazının Devamını Oku

Hiçbir şey olmamış gibi davranan pazar yazısı!

20 Ağustos 2016
Hepimiz daraldık, gelecek endişesinden bunaldık. Bugün siyaset bilimlerini bir yana bırakıp, eski, dertsiz Pazar yazılarını hatırlatacağım. Çok eski yıllarda arada yaptığım gibi Bodrum’da beğendiğim mekânları yazacağım. Ve “Duyarsızlık, tuzu kuruluk, yüzeysellik” eleştirilerine de gayet hazırlıklıyım.

 

Bugün, beach club’da mayokinisine mojito döküldüğü için bozulan kız gibi davranmak istiyorum!


Bugün, aşırı güneşte kalmadan ötürü omuzu soyulduğu için hayıflanan süslü ev hanımı kafası yaşamak istiyorum!

 

Bugün, tavlada yenilip karalar bağlayan, yenilgi çilingir sofrasında gündeme getirildiğinde surat asan yazlıkçı amca gibi olmak istiyorum!

 

Böyle şeylerden tadım kaçsın istiyorum ben artık yav. Oysa son dönemde uykumu bölen, beni üzen, bunaltan konular: Terör, darbe teşebbüsü, Suriyeli Ümran’ın fotoğrafı, ekonominin geleceğiyle ilgili projeksiyonlar... Kimim ben ya? Başbakan mıyım ben? Sarışın, neşeli bir komedi yazarıyım ben!

Yazının Devamını Oku

Siyaset, devlet, bürokrasi ‘sakat işler’ olunca...

16 Ağustos 2016
ACAYİP bir analiz kasacağım bugün. Ama içinde ünlü isimler filan da var, onun için sıkılmazsınız, okuyun!

Bence nasıl buraya geldik biliyor musunuz?

 

80 darbesi oldu, bizim kuşak siyasetten, devlet yönetiminden öcü gibi korkutuldu.

 

Aileler “Aman çocuğum” dedi. “Sakat işler, hiç girmeyin” dedi.

 

Dolayısıyla 60’ların sonunda, 70’lerde, 80’lerde doğan parlak insanlar, fıstık gibi okudu etti ve hemen özel sektöre girdi.

 

Yazının Devamını Oku

Binali Bey de bizi görecek mi?

9 Ağustos 2016
NÂZIM Hikmet’ten girdi, Ahmed Arif’ten çıktı...

Bir ara “Akın var güneşe akın” diye başlayan şiiri duyduğumda, yok ben kesin şairini yanlış hatırlıyorum diye düşündüm! Ne güzel şaşırttı.

 

15 Temmuz’dan beri birlik dedi, beraberlik dedi, uzlaşma dedi, “herkes” dedi, “Kim olursa olsun, ne görüşten olursa olsun” filan dedi...

 

Son günlerde, köprü, yol işlerini filan iyi yapan, pratik ama hitabeti zayıf bir bakandan, siyasetteki taze ümide dönüştü.

 

Birleştirici, kimseyi ötelemeyen, uzlaşmacı, söylemi yumuşak, kibar bir başbakan, içinde bulunduğumuz zamanların en hayati ihtiyaçlarından biridir.

 

Yazının Devamını Oku

Ne Paris’in kruvasanı ne Avrupa’nın monotonluğu

6 Ağustos 2016
Beş gün Avrupa’da gezindim ve memleketin kıymetini anladım. Teşbihte hata olmaz da, Türkiye animasyonlu tatil köyüyse, Avrupa Emekli Sandığı kampı! Ha evet, işler rahat, trafik yavaş, insanlar geç ölüyor, tamam. Ama bence o ölenler sıkıntıdan ölüyor. “Gidelim buralardan” diye ötenler, bu kadar adrenaline alıştıktan sonra çok ararsınız burayı!

Biz adrenalin bağımlısı olmuşuz, Avrupa bizi keser mi?


Yine de iki kruvasan yeriz, sokaklarda geziniriz filan diye kalktık gittik. Öncelikle, Avrupa’da sokaktaki muhabbetin hiç tadı tuzu yok. “Naptın”, “Notere gittim, arabamın vergisini ödedim”, “Akşamüstü ne yapacaksın?”, “Belki bir bira içerim, katılmak ister misin?” filan falan. Oysa ben daha pasaport kontrolünden çıkarken buraların sohbetini çok özleyeceğimi hissettim. Bizim polisin önüne SGK bildirisiydi, Hürriyet’te çalıştığıma dair belgeydi şuydu hepsini yığdım. Sonra şöyle bir diyalog yaşandı: “Bunları niye veriyorsun ki?” dedi. “Sen niye almıyorsun ki, mecburi değil mi?” dedim. “Niye, sen o kadar tehlikeli biri misin?” gibi bir çıkış yaptı. “Tehlikeli ha? Sen beni tanımadın galiba?” diye gördüm ve artırdım! Birkaç saniye dik dik birbirimizin gözünün içine baktık. Sonra hemen sarılıp resim çektirdik!

 

Şimdi, bu 40 saniye içindeki diyalog ve duygu durumu değişikliği ancak filmlerde yaşanır! Sevgili ‘Gelecekten endişeli kardeşim’, tut ki Avrupa’ya taşındın, bunu özlemeyecek misin? Gözlerimin içine bak ve söyle! Zaten ne dersen de, üç saniye sonra muhtemelen birbirimize sarılıp ağlar, sonra derhal siyaset konusunda küfürlü bir kavgaya girişiriz. Anlatabildim mi?

 

Avrupa şehirleri bizim memleketin yanında Akdeniz kasabası gibi. Kötü anlamda. Her şey yavaş, monoton, mıy mıy... İnsanlar sonsuza kadar yaşayacaklarını zannediyorlar. Oysa biz gerçeği biliyoruz. Her an ölebilirsin! Her an darbe olabilir. Herkesin gizli kimlikleri olabilir. Takma isimlerle tarikat kurmuş tipler ülkeye komplolar yapabilir. Öte yandan, her an düne kadar birbirine gıcık olanlar el ele tutuşabilir! Aşağı yukarı her şeyi görmüş bir millet olarak, bizim felsefemiz çok daha pratik: En iyisini ümit et, en kötüsüne hazırlıklı ol!

 

Yazının Devamını Oku

Bir yazılık mola...

2 Ağustos 2016
Memlekettekİ heyecan ve adrenalini bırakmak istemezdim ama çok önceden yapılmış planlar gereği bir 5 gün uzaklardayım.

Avrupalıların ne kadar monoton bir hayatı olduğunu yerinde inceleyip geleceğim!

 

Pazar günü ekte kaldığımız yerden muhabbete devam edeceğiz.

 

Ben yokken ülkeye iyi bakın. Herkes birbirine beğendiği kızın/çocuğun akrabasıymış gibi davransın, efendilikte birbiriyle yarışsın, kıskananlar çatlasın!

 

Türkiye size emanet. Bak döndüğümde çiçek gibi bulacağım buraları!

Yazının Devamını Oku

İyimserliğin dayanılmaz hafifliği

30 Temmuz 2016
Memlekette hakikaten kutuplaşma bitiyorsa, “Birlik beraberlik” uyarı cümlesi değil, genel hava haline geldiyse... Vallahi iflah olmaz iyimser olarak, sahilde güneşlenen Eda Taşpınar kadar parlak, Pokemon kadar çocuksu hayallerim var geleceğimize dair.

Bir süredir sosyal medyadan, etraftan geleceğe dair aşırı iyimserliğim konusunda eleştiriler alıyorum. Kimisi de sokakta filan “Emin misiniz Gülse Hanım yav, siz bilirsiniz, işler düzelecek mi?” diye ümitle soruyorlar.

 


Öncelikle, bunu benden duymanızı istemezdim ama sonuçta ben bir komedi senaristiyim, o kadar da her şeyi bilmiyorum! Yani bütün planlarınızı bana sorarak yapmayın gözünüzü seveyim! Fakat ikincisi, evet kendi çapımda sezgilerim ve nacizane analizlerim var, ve ben gayet iyimser ve umutluyum. Aşırı iyimserliğin kötü tarafı yoktur. Ama iyi bir tarafı vardır, hayat sevinci verir, çalışma azmi verir, hayal kurdurur. Onun için, bence siz de bana katılın.

 

POKEMON’DAN F16’LARA

 

Bu yazı, her Pazar eki yazısı olduğu gibi bir cuma gecesi yazılıyor.

Yazının Devamını Oku

Yabancı basına gelsin: ‘Anlamazdın anlamaaazdın!’

26 Temmuz 2016
GÜNLERDİR Batı basınını takip ediyorum.

Arkadaş, bir olay bu kadar mı yanlış anlaşılır, bu kadar mı tersinden yorumlanır, bu kadar mı kafası karışık anlatılır...

 

Teker teker bütün gazeteleri arayıp, “Ben Gülse Birsel, Google’la bakayım oradan ismimi çocuğum! Ünlüyüm oğlum ben! İngilizcem de çok iyi. O yüzden derhal bana editörünü ver, iki satır bir şey anlatacağım” diyesim var.

 

Hayır, hiç mi Türk tanımıyorsun? Burada bir tane muhabirin yok mu? Türkiye’de gelişigüzel seçilmiş bir şehrin, herhangi bir semtinde çık sokağa, gözünü kapatarak oo piti piti diye bir vatandaş seç, ona sor bakalım ne yaşandı! “Darbe olsaydı ne olurdu?” diye sor bakalım, dinle ne diyecek. Bir sor yav.

 

Kötü niyetle anlamazdan gelenlerin gözü kör olsun. Öyle basın da olmaz olsun.

 

Yazının Devamını Oku