Etrafımızda bizi yönetmesine izin verip, direnmeyi de içine hobi olarak yerleştirdiğimiz bazı alışkanlıklar edindik.
Durumlara, koşullara, terazinin bulunan bütün boşluklarına doldurulan sebeplerden mütevellit akıl almaz isimler verdik kendimize.
Üstelik utanmıyoruz bu şekilde seslenilmesine bize.
O isimler dışında çağrılamıyoruz zaten.
O isimler için savaşıyoruz.
O isimler için feda ediyoruz her şeyimizi.
Eşyanın tabiatıyla, hayvanın arzusuyla, doğanın kanunuyla derdimiz kalmamış gibi...
İlkokula başladım.
“Sınıf, öğrenci numarası” kısmını doldurmaktan bahsediyorum. Bakın ne yazmışım:
Adana İsmet İnönü İlkokulu’nda okudum. Bir birinci sınıf öğrencisi olarak, İsmet İnönü adını daima “İsmetin Önü İlkokulu” yazdım.
Garibim ne çıldırdı o öğretmen. Ne güldü, seneler sonra bile unutmadı.
“Kızım İsmet İnönü!”
“Tamam öğretmenim, İsmetin Önü...”
Çocukluğumun en tatlı anısı. Senin de öyle olacak tatlı kız.
Lisedeyim, dayımın ilkokul gömleğini giyiyorum.
Hiçbir okul gömleğinin yakası bu kadar güzel olamaz diye... Eskiye özlemim o zamandan başlamış...
Okulun içine kapanık, rock’n roll tipli bir çocuğuna âşığım...
Ama ne aşk!
Bir yandan yemek yiyip bir yandan hüngür hüngür ağlamak nedir o sıra öğrendim.
Eş, dost akraba bağırıyor “Kızım geçer, geçer” diye.
Dinler miyim?
Döküp saçmak istedim.
Bir gün gökten taş yağarsa, çingene fallarındaki gibi renkli ve geleceği kısmetli olsun isterim.
Ama ne yazık ki hepimizin sonu olacak.
O güne kadar sevdiğim şeyleri şöyle bir sıralamak isterim.
G G G
Bora Uzer albümü: Harika bir albüm. Bora didik didik çalışmış albümü.
Zorlu PSM’de lansmanı vardı geçtiğimiz günlerde. Ağzım açık izleyip sonra da ağzımdan bihaber ne dans etmek, ne eğlenmek...
Yani senin cevabını beklemiyor hiçbir şey.
Çünkü sistem o anda değişmiş oluyor.
Böyle daha çok mu tutar diyorlar bilmiyorum.
Toplumların anında zaplama korkusundan gelen bir şey sanırım.
Bunu görmemek bu kadar imkansızken, hali hazırda hiçbir devrim gerçekleştirememiş bir TV makinesinden ekranın daha geniş olması dışında ne bekliyoruz ki...
Hangi tartışma programı objektif...
Hangi dayanışma programı barışçıl...
Bu zamana kadar izlediğim en güzel Spielberg filmlerinden biriydi..
Baygınlık geçirircesine tansiyonu zayıflamış iliklerime tokat gibi geldi, neresinden aydınlanacağımı bilemedim.
“The Post” filmin adı.
NY Times ve Washington Post gazetelerinin Pentagon belgelerine dayalı bir haber için savaşını ve özgür basın kavramını işleyen filmde Meryl Streep ve Tom Hanks başrolde.
İkilinin akıl almaz güzellikteki oyunculuğunu izleyin derim.
Bedeli ne olursa olsun bir bireyin halkın milli güvenliği ve bilinci için sabahlara kadar uykusuz nasıl çalıştığını anlatmış Spielberg. İnsan onuru kadar büyük prodüksiyon yoktur.
Bir gün önce hastalandım, ağır gripten sabaha kadar hastanede kaldım. Arkası gelmeyen testler süredursun, günü doğurunca taburcu edildim.
Otomobil gidiyor, radyoda Teoman yeni çıkan akustik-nostalji albümünden “Bir gün bir istasyon gördüm trenleri geciken.
Yolcular ellerinde tek gidişlik bir bilet. Henüz bilmeseler de hayat bundan ibaret”i söylüyor.
Eve gittim
Yorgundum.
Eğer ödülü alırsam bir konuşma yapmam gerekir.
“Hayata imza atan kadınlar” ödülü üstelik.
Modern eğitim, teknolojik yenilikler, insan hakları ve birçok konuda maddeler okunmuş orada.
Yer: Gülhane Parkı. Sene: 1839.
O yıllarda Kars’tan bir edebiyatçı çıkmış mıdır diye soranlara söylüyorum.
Namık Kemal, “Vatan yahut Silistre”nin Zekiye’sine hayat veren kalem daha nice Ermeni çıkaracaktır Türk tiyatro sanatının göbeğine.
Şarkıları türküleri derken, biz Gülhane Parkı’nda bir ceviz ağacı olana kadar yani 1902 senesinde Nazım Hikmet’i bize verene kadar Osmanlı Ermeni oyuncuları ve Türk yazarlar müthiş bir işbirliğiyle ülkemizin adına harita denilen yol eşliğine kattıkça katıyordu dilin yoksunluğunu, kelimelerin ekonomik kullanıldığında ne denli değerli oluşunu.
Münir Özkül, Aydın Boysan...
Tıpkı Yesari Asım Arsoy’u bugün Denizkızı Eftelya’sız düşünemeyeceğimiz gibi, tiyatrosuz, sanatsız, insansız, yeniliksiz düşünemeyeceğimiz insanlar onlar.