Paylaş
Döküp saçmak istedim.
Bir gün gökten taş yağarsa, çingene fallarındaki gibi renkli ve geleceği kısmetli olsun isterim.
Ama ne yazık ki hepimizin sonu olacak.
O güne kadar sevdiğim şeyleri şöyle bir sıralamak isterim.
G G G
Bora Uzer albümü: Harika bir albüm. Bora didik didik çalışmış albümü.
Zorlu PSM’de lansmanı vardı geçtiğimiz günlerde. Ağzım açık izleyip sonra da ağzımdan bihaber ne dans etmek, ne eğlenmek...
Hugh Jackman’ın ülkemizde verdiği konserinde izlemiştik Bora’yı ama benim gibi öncesini bilenler de var yani.
“Benim Umurumda” albümü herkese önerimdir.
Yasemin Mori: “Estrella” albümüyle bu yıla damga vuracaklardan.
Artık Kelebekler, kuşlar neyse ödül törenleri şöyle gerçek, güzel, yaratıcı, eğlenceli, sürükleyici performanslar da izleyelim oralarda.
Çünkü Yasemin gibi yaratıcı, öykücü müzisyenler de var bu ülkede.
Şarkıların sözleri, geçişleri şahane. Mutlaka dinleyin!
Toy Tiyatro: Kemal Hamamcıoğlu’nun yazıp yönettiği “Baldan Karanlık” oyununda Metin Akdülger performansı seyrettik.
Özellikle Beyoğlu’nun çeşitli yerlerinde 90’lar ve 2000’li yıllarda sıkça rastladığımız özgün performansları özleten bir oyundu.
Meselenin özünde neyi anlatmaya çalışıyor olduğunu anladığınız anda bambaşka bir serüvene dahil ediyor oyun sizi.
Bugün artık buralarda mesleğini sürdüremeyen, uygun alanlar bulamayan, global festivaller dışında göremediğimiz, o güzel performans sanatçıları bu oyunu seyretse hem ne etkilenir hem de neler katar kim bilir.
Metin’i ve Kemal’i kutluyorum, oyuna köpek-kedi maması
alarak gelme isteğini uygulayan seyirciyi de.
Sevmediğim şeyler de oldu
◊ Bitmeyen bir dizi, TV sohbeti.
Kitap okumayan herkesin mesleğiniz hakkında konuşması, fikir vermesi ve anlayış beklemesi kadar, kütlelerce buz yutturan his daha tanımadım. Kendimizi açıklamamızı istiyorlar...
Açıklayayım. Yaptığım iş, işimdir. Beni her gün işe giden birinden ayırmaz. Kapatın artık şu konuyu.
Üstelik kadınsanız, başarılıysanız tuhaf bir şekilde herkesin ortak bir algısı var.
Başarılarımıza değil “mağdur olmamamıza”, “kimseye muhtaç olmamamıza” seviniyorlar.
Eğer bunu izah ederseniz de ya duygularınızın durumuna bakıyorlar ya erkeksi buluyorlar.
Kadın olarak başarımızı yalvararak tarif etmeye mıhlanmışız.
Başkası adına gerçekten onurlanmanın faydasını da göremiyorlar.
Bu da onların tekamülü elbette.
Dolayısıyla aslında konuşmak istedikleri günün sonunda kimsenin başarısı değil, “nasıl yırttığı”!
Bak sen şu talihe... Eee baktım...
N’oldu, ne değişti?
Talih ne enteresan bir kelime.
Aslında kelime anlamı olarak bizim sinir katsayımıza hiç hitap etmiyor.
Bizler rastlantısal şeylere daima karşıyızdır.
Cevap bulamazsak kafamızı leyla edene kadar, duvarlar adımızı çağırana kadar üstüne gideriz.
Beynimiz kazanır ama maçı da anlatamayız, çünkü teknik bilgimiz yoktur.
Tezahüratı bol, tahayyülü zaten geç, tahammülü hiç olmayan yerin yolcusu....
İnsan cehalet karşısında açık konuşabiliyor da inanın cehaletin gizlisi karşısında bile açıkça diyor ki, “arkadaş her şeyin alenisi makbul”...
Samimi ol da ne olamamışsan olmamaya devam et!
Ezcümle: Ne olur kitap okuyun. Televizyonları izleyin, tadını çıkarın.
◊ Birçok okuyan, yani sinema bilgisi olan, oyuncu, yönetmen insanla oturup konuşuyorum.
Arkadaş, bu sektörün bir bacağı var. Sektörü ve bu sektörün de bitmemesini sağlayan. Bilgi...
Yanılmıyorsam yaşamak için de ihtiyacımız olan bir şey...
İnsan, varlığıyla ilgili neden bilimsel bir meraka hiç girmez?
Ben neyim yahu? Günün sonunda kendini ne kadar etiketinle, tavrınla cilalasan da bir kaka hesabın var şu hayatta.
Hayır kimim ben diye nasıl merak etmez insan kendini yahu?
Ben neyden oluşuyorum? Bu beden aslında nedir, ne ister?
Yok abi varsa yoksa derin nefes... Al ver, al ver.
Tutabiliyorsan da en uzun sen tut...
Bu kişisel gelişimciler var ya, yaktı bizi size diyeyim.
En ufak hastalığı halanın dayına anlattığı şeye bağla, evdeki huzursuzluğu kanepenin cama dönüklüğüne, cinselliği o yine tütsünün erken söndüğüne bağlaya bağlaya, huzurla düğüm olduk. İstesek de kopamıyoruz...
Hele ki “sufi-ney-aslında” diye başlayan cümlelerin kurbanı olduğumuz şu gamsız günlerde bir iyilik edip bedeninizi okuyun.
Çünkü bugün bir gazeteci bana, “Gonca Hanım, siz bu ses telleriyle epey ilgileniyorsunuz” demez mi!
“Evet, işimin bir parçası” dedim. “Eee bu bayağı bayağı bir organ” dedi. Ah dedim, ben şimdi 60 yaşında bir oyuncu olmalıydım. Cevabın yaşı çok büyüktü.
Kardeşim, doktorlar da benim seyircim diye yapmıyoruz bu işi.
Sen de merak et zaten.
O yüzden ağzınızdan çıkanı kulağınız duymuyor.
Yarası olduğunu zannettiği şeyin D vitamini eksikliği olduğunu bilse böyle gocunur mu? Ah.
Demedim tabii bir şey.
İyice boğsun beni.
Zaten anne karnında nasıl oluştuğumuzu anlatmaya başlayıp, yeterince sinirlendirdim kendisini.
Paylaş