“Şimdi benim bir han avlusunda
Hiç bitmeyecek umutsuz kavgam,
Soluyorsa başı önde yorgunluktan;
Bil ki senin hep böyle umarsız,
Yarını göze alamayışından.
İşte bunun için sevmiycem seni...” Metin Altıok
Bugün bütün gün “anlaşılmayı” düşündüm. İnsan bu dünyaya geldiğinde ne amaç ediniyorsa, giderken cennetlik olmayı hedefliyor. Dolayısıyla buna hak ediş demek çok zor. Her şey o kadar planlı ki yaşarken. Peki ne yazıyor listede tam olarak? Kalbimize huzur veren bu güzel mekanı hak etmek için ne biriktirmeliyiz yaşamda?
Hayatım boyunca saflığını koruyacak ve ne yazık ki bozulamayacak duyguların içinde durdum bugün. Kırılganlık gibi. Hayal kırıklığı gibi. Yeni tanıştığım sevgisizliğim de cabası. Bu noktada köşesinden dönülmüş bir zafer varsa, öfkenin yokluğudur. Dünyaya karşı hissedilen ve hızla aramızda çoğalan sevgisizlik. İnsanı, hayvanı, bitkiyi alıp götürürken içimize yayılan bu yokluk hissini düşündüm.
Her iki eser 1942’de yayınlanan Albert Camus’nün “Yabancı” adlı romanıyla kardeş gibidir benim için.
“Dört Köşeli Üçgen” romanının Mehmet Güreli’nin yönetmenliğinde çekilen filmini de festivallerden hatırlarsınız.
“Dört Köşeli Üçgen” filmi,
27 Temmuz’da vizyona girecek.
Mehmet Güreli’nin dayısıdır Salâh Birsel.
Türkiye’de iki “bulut geçti” vardır. Biri Salâh Birsel’in şiiridir, diğeri Mehmet Güreli’nin şarkısıdır.
Nükhet Duru’dan “Adamların Adamı” çalıyor. Ölümsüz bir Sezen Aksu şarkısıyla bu yaş bu yaşama feda olsun diyorum.
98 yılının korkunç bir yazında geldim buraya. Kamyonun önünde oturuyordum. Dört saat sürmüştü yolculuk. Klimanın üstüne konulan çıplak ayakları, eşyalarımızı taşıyan amcaların bana ağlıyorum diye İstanbul’u anlatmasını hatırlıyorum.
İstanbul’a gelirken de ağlıyor insan. İstanbul’da yaşarken ve hatta terk ederken de...
Haklıyız. Şikayetimiz hiç bitmez bu şehirle. Köylüsü, şehirlisi, değişik topraklısı hepimiz esnaf adı altında büyümüşüz.
Sokak köşelerinde uyuyan teyzeler vardı. Kadıköy’ün eski dansözü Suna, şarkıcısı Nermin...
Gönlü zengin bu şehrin.
Sonuçta 1.5 ton mama alacak kadar para topladık. İnanın hiç de zor olmadı. Ayrıca mamacı da dağ gibi indirim yaptı.
İzninizle öncelikle o özel insanlardan bahsetmek istiyorum. Fırat Tanış, Leman Sam, Prof. Dr. Ayhan Kalyoncu, Nissan, Bora Koçak, Eser Özsaraç, Nilgün Bodur, Sabetay Totah, Kalben, Ceylan Ertem, Sunay Akın, Belgin Akın, Halil Sezai, İzzet Çapa ve Sezen Aksu’ya ayrıca teşekkürler ederek...
Mamayı yükledik ve yola çıktık. Türkiye bambaşka bir yer. Şehirler arası arabayla sık ziyaret edenler bilir. Hele yolda yağmura denk geldiyseniz yeşilin ve toprağın kokusu bambaşkadır. Söylemediğimiz şarkı kalmadı sanırım. Benimle 5 saat yol afedersiniz de sükut içinde geçecek değil!
Burdur’da bizi öğretmen Mesut Çal karşıladı. Hemen bahçesinde kurtardığı köpeklerle tanıştık. Mamaları yükledik.
Mesut, müzik öğretmeni orada. Çocukların eğitimiyle, gelişimiyle ilgili hemen hemen tüm organizasyonların ya başında ya da içinde aktif görev yapıyor. “Çocukları nasıl susturuyorsun peki, kızdığın da oluyor mu?” diye sorulunca “Ben çocuklarıma koşmayın, zıplamayın, susun, konuşmayın gibi şeyler söylemiyorum. Aksine daha çok konuşup hareket etmeleri gereken bir zaman” diye karşılık veriyor.
Tambur çalıyor Mesut. Konservatuvar mezunu. Bir sürü iş denemiş, hepsinde başarılı olmuş en son ruhuna burası yakın gelmiş. Müzik öğretmenliği...
Yazmazsam akıl, mantık cereyanının içinde ciddi anlamda tuhaf sesler duymaya başlarım.
Bu sesler bana ne dersin üstelik, nereye ait olduğumu ve ne hissettiğimi değiştiremeyecek.
Karıştıralı yıllar olmuş bir kitabım var.
Krishnamurti’den “Özgürlük Üzerine”.
(Bu arada serinin bütün kitaplarını tavsiye ederim.)
İnsanın gerçek
Cannes Film Festivali, protestolar-tepki şenliği gibiydi.
Şenlik diyorum çünkü gerçekten ırkçılık, taciz, göçmen hakları, hukuksuz yargılar, topuklu ayakkabı gibi ciddi tepkiler, kokuşmalar, pankart açmalar gerçekleşirken Murat Cemcir’in kolunun Bennu Yıldırımlar’ın önünü kapadığı konusuna odaklanamadık.
Çünkü gerçekten çekilen 345 fotoğrafın içinde o fotoğrafı da bulmaları komik olmuş.
Kristen Stewart’ın topuklu ayakkabıyı çıkarıp merdivenden bu şekilde çıkması müthişti.
Bir gazete köşesinde sevdiğim bir arkadaşım buna aşırı tepki demiş köşesinde.
Katılıyorum, ne gerek var topuklu ayakkabıya.
Kime güzellik ödevim var benim hayatta!
Aksi de çirkinlik olmadığı gibi. Ben bir kadınım kardeşim.
Tek başına içime ait şeyler değil çünkü.
İçtenlikle ve birbirimizle alakalı olan şeyler!
Güneş çıkınca, gündeme getirilecek “baharlı ricalarım” filizleniyor.
Tutamıyorum bu duygumu. Çünkü çok güzeller!
Söylersem dilim ağrıyor, susarsam da kalbim...
Bir yolu olmalı elbet.
◊ 19 Mayıs sabahında gençleri ellerinde bayraklarla, parklarda, stadyumlarda görmek ve bandolar eşliğinde güne uyanmak istiyorum..
◊ Sadeleşmiş, güzele meyil etmiş bir motivasyonla o eski iftar sofralarında sohbet istiyorum.
Bugün bir ağaç, bize rağmen büyüyorsa doğanın bir parçasıdır.
Bir hayvan bize rağmen yolda rahat yürüyorsa doğanın eşsiz bir parçası olarak yaşıyordur.
Bugün evde çocuklarınız atın, eşeğin, kuşun, tavşanın, kedinin hikayesini değil de ejderhayı merak ediyor ise size rağmen hayatta kalıyordur.
Yaşayan ve canlı olan şeylerin zarar görebileceğini, bilinçaltlarında nasıl taşıdıklarını konuşuyoruz çocukların.
En çok kedi-köpek cinayeti çocuklar tarafından işleniyor son yapılan araştırmalara göre.
Özellikle sosyal medyada gördükleri korkunç görüntülerin etkisinden ve şiddete dair genel anlamda erişime izinli oldukları bu ezbere dayalı gözlemlerinden kaynaklı.