Paylaş
Çetin coğrafyanın ne olduğunu biz Karadenizliler çok iyi biliriz. Zira sahip olunan bir avuç arazinizde bile ayağa kalktığınızda, yuvarlanmamak için dik duramazsınız. Arazi öylesine meyillidir ki dengeyi sağlayabilmek için kontrollü olmak zorundasınız.
Düz arazide ayakta durmak için ayrıca bir efor sarf etmeye gerek yoktur ama meyilli (dik) arazide buna mecbursunuz.
Şu halde bu coğrafyada var olabilmek ve varlığını sürdürebilmek için çok daha güçlü olmalıyız.
Aksi halde ya uydu, kullanışlı olacağız ya da yutulup gideceğiz.
Geçen asrın başlarında bize bir kefen biçilmişti. Cihan savaşıyla imparatorluğumuzu kaybettik lakin Kurtuluş Savaşıyla biçilen o kefeni yırttık.
Yedi düvel (devlet) üzerimize çullandı; bize bırakmak zorunda kaldıkları şimdiki bu vatan topraklarını aralarında paylaşamadılar, akıllarınca dizayn ettiler ve geldikleri gibi gittiler.
Vaktiyle, Fransa imparatoru Napolyon Bonapart, “Bir gün dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu” demiştir.
Dünyaya başkentlik yapacak bir yeri elinde bulunduracak ülkenin güçsüzlüğü düşünülebilir mi? Daha açık ifadeyle, böylesine kıymetli bir yeri veya yönetimini güçsüz bir ülkeye bırakırlar mı? Böyle bir ülke dünyanın en güçlü ülkeleri arasında yer almak zorundadır.
Bu yüzden düşmanlarımız ve dost gibi görüNen en tehlikeli düşmanlarımız, bizi zayıflatmak için ellerinden geleni artlarına koymadılar ve koymuyorlar ve bundan böyle de koymayacaklar.
Dışarıdan direkt saldıramıyorlar ama içeriden bizi birbirimize düşürüp kırdırmak için dünyanın en güçlü terör örgütlerini kurup, eğitip donatıp üzerimize salıyorlar.
2.Dünya Savaşı’na kadar Türkiye’nin izlediği denge politikaları savaşa girmemizi önledi lakin Sovyetlerin tehditleri, İnönü’yü ABD’nin kucağına itti.
Cumhuriyet’le birlikte Türkiye, tercihini Batı’dan yana kullanmış ve o günün lider gücü olan İngiltere’nin yanında yer almıştı. 2. savaştan sonra Batı’nın yeni lideri ABD oldu, Türkiye de ister istemez onun yanında konumlandı.
Truman Doktrini ve Marshall Yardımı ve NATO ile Türkiye, tamamen ABD’nin hinterlandına girmiş oldu.
Artık savunmamızı bile NATO (ABD) üstlenecekti, bizim kendiliğimizden bir şey yapmamıza gerek yoktu! Çünkü ABD, bu denli gafleti ve hatta ihaneti içselleştiren mankurtları içimize yerleştirmişti. (FETÖ)
Aklımızı başımıza devşirmemiz gerektiren onca hengâmeye rağmen uyutulduk. Zira dost ve müttefik bilip birlikte hareket ettiğimiz ülkelerin, düşmanın ta kendileri olduklarını ve düşmanca davrandıklarını neden sonra görüp anlayabilecektik.
Seneler senesi, komünizm tehlikesine karşı ABD’nin koruma ve himayesine güvenip dayandık.
İyi de dost ve müttefik !) bildiğimiz ABD’den bizi kim koruyabilecekti?
İşte bu yakıcı sualin cevabını ancak bu günlerde verebiliyoruz.
Nasıl mı?
Irak’a, Suriye’ye, Libya’ya, Doğu Akdeniz’e, Kafkasya’ya bakın; anlarsınız!
Paylaş