Dünyanın tüm aklıevvelleri, ahkâm kesenleri, atıp savuranları, mangalda kül bırakmayanları bizde. İğneyi kendimize batırarak itiraf etmeliyiz ki, bu işte başı biz gazetecilerle akademisyenler çekiyoruz.
Maşallah, biz gazeteci tayfasının bilmediği konu yok, her ilimde üstat, her sanatta mahiriz!
Akademisyenlerimizin de biz gazetecilerden aşağı kalır yanı yok, onlar da en ziyade kendi branşlarının cahili olup, diğer tüm bilim ve hatta sanat dallarında allame!
Televizyon ekranlarında her akşam aynı yüzleri görmekten gına geldi. Ondan sonra da reytingler niçin yerlerde sürünüyor diye yakınıyoruz.
Hani moderndik, çağdaştık, bilimsel düşünceye saygımız vardı? Bilim bizim ışığımız, yegâne mürşidimizdi?
İşin uzmanını bile konuşturmuyoruz, lafı ağzına tıkıyor ve utanmadan, kendi önyargılarımızı, bilim diye hezeyanlarımızı dayatmaya çalışıyoruz.
Bu cüreti nereden alıyoruz dersiniz?
Tek kelime ile cehaletimizden. Zira cahil cesur olur diye boşuna dememişler. Lakin bunca katmerli cehalet için de bayağı bir tahsil gerekir!
Şairler ne güzel terennüm etmişler: “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber/Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?” (N. Fazıl)
“Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm. Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm?” (E. Bayazıt)
“Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.” (Y. K. Beyatlı)
Burhan Hoca’yla gençlik yıllarımızdan beri dava arkadaşıydık. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde çileli bir hayatı oldu. Her Anadolu çocuğu gibi o da garipti.
Derslerinde çok başarılı olmasına rağmen karşıt görüşlü hocalarının hışmına uğradı. Dünya görüşünden taviz vermeden onlara direndi. Söke söke doktorasını yaptı, doçent ve profesör oldu.
Hep söyleniyor: Deprem değil, çürük binalar öldürür, lakin bizler inatla çürük binalarda oturmayı sürdürüyoruz.
Bir yerde eksik yapıyoruz ama nerede?
İnşaat teknolojisinde Türkiye, dünyada ilk beş ülke arasında yer almaktadır. İnşaat işini bu kadar iyi bilmemize rağmen bu güzelliği neden kendimize yapmıyoruz, anlayamıyorum.
Türkiye deprem kuşağı üzerinde bulunuyor. Tıpkı Japonya gibi depremle yaşamayı bilmeliyiz.
Japonya’da bizden çok daha şiddetli depremler olmasına rağmen ne binaları yıkılıyor, ne de insanları ölüyor.
Sebebi belli: Depreme dayanıklı binalar yapıyorlar.
İzmir’de yıkılan binaların balçık üzerinde inşa edildiğini gördük. Zemini balçık olan bostan tarlalarına 10-15 katlı binalara imar verip inşaatlar yaptırmışız.
Bu hal yalnızca İzmir’e özgü değil; Adapazarı’nda da böyle, İzmit’te de, Yalova’da da, Türkiye’nin başka yerlerinde de böyle.
Malum, her kaptan içindeki sızar. Cenabetten keramet beklediğimiz yok ancak o da haddini bilmeli ve ayağını denk almalı.
Aksi halde haddi bildirilmeli!
Aynı Fransa’da Sultan Abdülhamit Han döneminde, Voltaire’in sevgili Peygamberimizle (aliyhisselam) ilgili, onu (hâşâ) aşağılayan bir piyesi sahneye konulmuştu.
Devrin padişahı, bunun savaş sebebi olacağını ihtar edince, bu pespaye oyuna son verildi.
Dünya üzerinde 2 milyardan fazla müntesibi bulunan bir dinin kutsallarına hakaret etmek, onlarla alay etmek ve onları aşağılamaya yeltenmek ne zamandan beri fikir, ifade ve basın hürriyeti oldu?
Bu hal, kendi cibilliyetsizliklerini sergileyen, düpedüz bir provokasyondur. Belli ki Fransa ve Ermenistan el ele vermiş, Türkiye’yi ve Azerbaycan’ı kışkırtmak istiyorlar.
Sergiledikleri tüm bu rezillikler karşısında istiyorlar ki Türkiye ve Azerbaycan aklıselimi kaybetsin, kendilerinin yaptığı gibi pervasızca saldırsın, savaş çıkarsın ve sivilleri hedef alsın.
Biri sivil ahalinin üzerine misket bombaları, füzeler yağdırıyor; bir diğeri de aklı sıra İslam âleminin kutsallarıyla alay ediyor.
Öyle ya, ABD Başkan adaylarından Biden, Erdoğan’ı iktidardan alaşağı edebilmek için Türkiye’deki muhalefetin desteklenmesi gerektiğini niçin söylesin? Dünyanın öbür ucundaki bir başkan adayının Sayın Erdoğan’la ne alışverişi olabilir?
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, “Biz Avrupalılar Erdoğan ve hükümetine karşı açık ve sert olmalıyız” derken hangi dertten mustariptir? Hollandalı bir parti lideri müsveddesinin, Erdoğan’a karşı öz ciğerinin ufunetini kusması hangi saikledir? Azerbaycan Cumhurbaşkanı’na telefon eden çeşitli ülke liderlerinin “Sizin arkanızda Erdoğan var!” deyip aba altından sopa göstermeleri nedendir? Türkiye, Akdeniz’de kendi hak ve menfaatlerine sahip çıktı, Suriye sınırındaki tehlikeleri bertaraf etti, FETÖ-PKK ve diğer terör örgütlerinin belini kırdı ve daha önemlisi, kendi kabuğunu kırıp atağa geçti diye çıldıracak gibi oluyorlar.
Dışarıdaki Erdoğan karşıtı güçlere dikkat ederseniz, ortak noktalarının emperyalizm olduğunu görürüz.
Erdoğan iktidarlarında Türkiye çehre değiştirdi, Cumhuriyet tarihi boyunca yapılabilenlerin 3-5 ve hatta on misli işler yapıldı. Ayrıca bir de yapılamayanlar vardı, dışarısı tarafından el atmamız sakıncalı görülen sahalar vardı.
Bunların başında da savunma sanayisi gelmekteydi. Sayın Erdoğan bu sahaya da el attı ve ülkemiz adına çok büyük başarılar elde etti.
Türkiye’nin güçlenmesi ve meydan okumasıyla beraber, emperyalist güçler artık dünyayı, özellikle de eski sömürgelerini (başta Afrika) “köpeksiz köy görüp değneksiz dolaşamıyorlar”.
Belli ki Türkiye bu şahlanışıyla emperyalizmin kovanına çomak soktu.
Bütün bunlardan dışarıdakiler rahatsız da içeridekilere ne oluyor?
Bugün gelinen noktada, güçlü konumda olan dünyanın sözde en medeni(!) ülkeleri -ki bunların hiçbirisi Müslüman değildir- başta Türkler olmak üzere tüm Müslümanlara insan gözüyle bakmamaktadırlar.
Ne demek istediğimizi, İsrail’in ve Ermenistan’ın çoluk çocuk demeden işlemekte olduğu sivil katliamlarında görebilirsiniz. Bir hayvan katli için ayağa kalkan insanlığın, bunca Müslüman katliamları karşısındaki sessizliğini başka ne ile izah edebiliriz?
Bu denli bir düşmanlık, Müslümanların şahıslarından ziyade inanç sistemleri olan İslam dininedir. Bunu da saklamıyorlar; kimileri TV ekranlarından bu durumu dünyaya haykırmakta, kimi soysuzlar da bu dinin kutsal kitabı olan Kuran-ı Kerim’i meydan yerinde yakmakta bir beis görmüyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un İslamiyet’i dizayn etme küstahlığını hayretle izliyoruz.
Almanya’daki camiye saldırı, İslam düşmanlığı değil de nedir?
Siz hiç İncil’i veya Tevrat’ı yakan veya bunlara dil uzatan bir Müslüman gördünüz mü?
Peki kutsal kitap yakan mı, yoksa kutsal kitaplara saygılı olan mı daha medeni?
Bilmeliyiz ki onları razı edebilmenin tek bir şartı var: Onlardan olmak, İslamiyet’i bırakıp Yahudi veya Hıristiyanlık dinine girmek.
Geçen bu altmış dokuz yıllık serencamında, sicili hiç iyi değildir.
Bir devletteki mahkemeler, o devletin milleti adına karar verirler. Ama gelin görün ki bizim Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlardan halkımız, kahir ekseriyetiyle hoşnut değildir.
Hatta birçok kez millete rağmen kararlar alınmıştır.
Yine malum, bizim demokrasimiz darbelerle maluldür. Darbe öncesi ve sonrasındaki uygulamalarda yargının, bu meyanda Anayasa Mahkemesi’nin vebali az değildir.
Bu ülkede darbeleri her ne kadar asker yaptıysa da asker bu aşağılık eylemin icazetini yargıdan almıştır. Ve hatta yargı, diğer paydaşlarıyla el ele vererek darbeleri teşvik etmiştir.
Darbelere Genelkurmay Başkanlığı’nda sabahlara kadar yanan ışıklar sonucunda karar verilmiş ancak aynı mahalle, yargı mensupları, bu kez gündüz gözüyle gidip tekmil vermişlerdir.
Darbeci askerler karşısında bu denli hizalanmanın, yargıcın düğmesiz cübbesiyle izahı kabil mi?
Malum, FETÖ’nün en yoğun yuvalandığı yerlerden biri de yargıdır. Dört bin dolayında hâkim ve savcı, FETÖ’cü oldukları gerekçesiyle meslekten men edildi. Daha geçen gün, görevde olan 11 hâkimin FETÖ’cülükten görevlerine son verildi.
Geçen bu otuz yılın hikâyesine baktığımızda hak, hukuk, adalet adına insanlığımızdan utanıyor ve yarınlarımızdan daha çok endişe duyuyoruz.
Görmüyor musunuz, terörist devlet Ermenistan, dünyanın gözleri önünde savaş suçu işliyor, sivil yerleşim yerlerini füzelerle vuruyor, medeni(!) dünya sadece seyrediyor.
Bu Ermenistan da tıpkı İsrail gibi terörist bir devlet, hiçbir uluslararası kural tanımıyor ve işlediği tüm cinayetler yanına kâr kalıyor. Zira İsrail’in arkasında ABD, Ermenistan’ın arkasında da Rusya var.
Allah’tan şu andaki Ermenistan yönetimi Rusya karşıtı da Putin ayak sürüyor ve Paşinyan yönetiminin devrilmesini bekliyor. Zira Paşinyan’ı getiren Soros, Ermenistan’da olduğu gibi dünyanın çeşitli yerlerinde de ABD menfaatleri doğrultusunda hareket ediyor.
Bu savaşta biz yalnızca su üzerindeki aysbergi görüyoruz, asıl buz kütlesi derinde ve küresel güçler arasında cereyan ediyor. Soros (ABD) istiyor ki Hazar bölgesinde savaş yayılsın ve Çin’in ve ilgili ülkelerin İpekyolu projesi çöksün!
Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasındaki karayolu bağlantısı kesilsin, böylece güç birliği kuramasınlar.
Bir işin olmamasını isteyip sürüncemede kalmasını arzuluyorsanız o işi komisyona havale edin derler ya, bu otuz yıl süresince kurulan tüm komisyonlar, işi oyalamaktan başka bir şey yapmadılar.
O komisyonlarda vaktiyle Türkiye de yer aldı lakin ağırlığını koymadı veya koyamadı.