Fuat Bol

Geçti Bor’un pazarı!

14 Aralık 2020
Dünya değişti, değişiyor ve daha çok değişecek. Üstelik bu değişim, baş döndürücü hızla olacak. Değişkenliğin kodlarını yakalayıp gereğini yapabilenler kârlı çıkacak; kendilerini bu yeni düzene uyduramayanlar ziyan olacaktır.

Türkiyemiz işte dünyadaki bu değişime ayak uydurduğu, bu uğurda yoğun bir gayretin içinde olduğu için, diğer bir deyişle, canını kayırabildiği ve haklarını savunu, emperyalizme peşkeş çekmediği için hem AB’nin ve hem de ABD’nin hedefinde.

Emperyalizm böylesi bir Türkiye’yi istemiyor, onlar alışageldikleri eski Türkiye’yi istiyorlar.

Kafasına vurup lokmasını ağzından aldıkları bir Türkiye istiyorlar. Zira şimdiye kadar hep böyle olmuştu.

Laf dinleyen, uslu ve uydu bir Türkiye’yi dost ve müttefik biliyorlar. Kendi Hıristiyanlık ahlak ve hassasiyetleriyle söyleyecek olursak, bir yanağımıza vurduklarında –ki şimdiye kadar hep ama hep vurdular- diğer yanağımızı uzatmamızı bekliyorlar.

Yani onlar hep ağa olacak, sığıra biz bakacağız, sütünü sağıp onlara vereceğiz.

Bu durumu tarihteki alışkanlıklarından tevarüs ettiler. Nitekim daha düne kadar, Kızılderililere ve zencilere aynını yapmışlardı. Başkalarının sırtından geçinmeye alıştıkları için aynı alışkanlıklarını bugün de sürdürüyorlar.

Dost ve müttefik dedikleri Türkiye’ye ihtiyacı olan silah ve mühimmatı vermediler (hâlâ daha vermiyorlar); kötü komşu insanı mal sahibi yapar gereğince, Türkiye savunma silahlarını üretti, üretmeye devam ediyor.

Hem de Türkiye’nin ürettikleri (SİHA) karşısında, gözleri fal taşı gibi açılıyor.

Yazının Devamını Oku

Karabağ zaferi

12 Aralık 2020
Can Azerbaycan 30 yıldır kan ağlıyordu.

Dünyanın sözde en güçlü ve en medeni ülkeleri, bu haksızlığa el koyarak, giderilmesi için çaba harcayacaklardı.

ABD, Rusya ve Fransa’dan oluşan Minsk grubu, hak ve hakikati arayacakları yerde, zalimin yanında yer aldılar ve işi tek kelime ile sürüncemede bıraktılar.

Ne zalimin zulmü ne de mazlumun gözyaşı onlar için bir şey ifade ediyordu.

Akılları sıra işgali zamana yayıp unutturacaklardı. Yine onlara göre nasılsa Türk dünyası paramparça edilmiş, üstelik Türklükleri bile kendilerine unutturulmuştu!

Daha da unutturulması için aralwarındaki fiziki ve manevi bağlar koparılmalıydı ve koparılacaktı.

Onlara göre bu işgalle koparıldı. Zira Karabağ’ın Ermenistan’a işgal ettirilmesi, Türk dünyasına karşı yeni bir Çin seddi inşasıydı.

Ne hazindir ki bu seddi dik tutabilmek uğruna İran bile Ermenistan’ın yanında yer aldı. Halbuki İran’ın yarıya yakını Azeri Türkü’dür, diğer yarısı da Azerbaycanlılarla aynı inancı (mezhep olarak) paylaşmaktadır.

Öte yandan Ermenistan’la ortak hezimete uğramanın şaşkınlığıyla Fransa, meclisinde aldığı bir kararla Dağlık Karabağ’ın sözde bağımsızlığını tanıdı!

Yazının Devamını Oku

Devlet ve siyaset kurumu

9 Aralık 2020
Yanlış ve eksik bilgilerle doğru hükme varamazsınız.

Devleti yeterince tanımadığımızdan olacak, siyaset kurumunu hep karalayarak bu günlere geldik. Daha açık ifadesiyle, siyaset kurumuna sürekli haksızlık ettik ve onu hiç hak etmedikleri şekilde aşağıladık ve sürekli istiskal ettik.

Siyaset kurumu tek başına iktidara geldiğinde bile muktedir olabiliyor mu? Olması gerektiği şekilde söz sahibi mi, eski tabirle salahiyetli mi?

Nerdeee! İçi beni dışı seni yakar misali, tek başlarına gelen iktidarlar bile ‘hükümetçilik’ oynayıp gittiler.

Devletin idaresini sözde seçilmişlere, siyaset kurumuna verdik ama devlet hep başka telden çaldı; siyasetçi de o çalınanı dinlemek ve itaat etmek zorunda bırakıldı.

Parlamenter demokratik sistemde (bizdeki ucube şekliyle) tek başına bir parti ya da birkaç partili koalisyonlar, hükümeti kuruyor, parlamentoda çoğunluğu teşkil ediyor. Kanun çıkarabiliyor lakin anayasayı değiştiremiyor (yeterli çoğunluğu yoksa) ve bürokraside yalnızca kısıtlı sayıda atama yapabiliyor.

Üst düzey bürokratların atamaları üçlü kararname ile (ilgili bakan, başbakan ve cumhurbaşkanının imzalaması) gerçekleşebiliyordu. Cumhurbaşkanı imzalamasa, hükümet atama yapamıyordu. Nitekim bütün başbakanlar bu durumdan çok çekmiş ve davul bizim boynumuzda tokmak başkasının elinde diyerek sürekli yakınmışlardır.

Cumhurbaşkanı Necdet Sezer, AK Parti’nin 1. döneminde (2002-2007), tek bir atama kararnamesini bile imzalamadı ve koca ülke bürokraside 5 yıl boyunca vekâletlerle idare edildi.

Malum, 2. büyük savaştan sonra Türkiye, ABD’nin güdümüne sokuldu. 1945-50 arasında iki ülkenin yapmış olduğu anlaşmalara bakın, Türkiye’nin gerçekten bağımsız olmadığını görürsünüz. (Yüz milyon dolarlık bir yardım karşılığında, kendi ürettiğimiz uçak ve silah fabrikalarından bile vazgeçtik!)

Yazının Devamını Oku

Müslüman mahallesinde salyangoz satmak!

7 Aralık 2020
Dünya Müslümanları olarak ahir zamanın tipik yansıması olan garipliği, sahipsizliği ve bin bir parçaya bölünmüşlüğü yaşıyoruz.

Devlet-i Âliye (Osmanlı) yıkılıp tarih sahnesinden çekildikten sonra, İslam dini ve Müslümanlar, beşer planında sahipsiz kaldı.

Paramparça edildiler ve her bir parça kapanın elinde kaldı ve halen de kalmaya devam ediyor.

Kapanlar da Müslümanları ve Müslümanlığı, (çoğu kez içeriden) istedikleri kalıplara sokup çığırından çıkardılar.

Müslümanlık o hale getirildi ki sözde şeriatla idare edildiklerini iddia edenler, gerçek Müslümanlığın en uzağında olanlar. Müslümanlığın en kutsal beldeleri (Mekke, Medine), böylelerinin elinde adeta esaret hayatı yaşıyor!

Devlet memuriyetindeyken, Suudi kraliyet ailesinden birisiyle tanışmıştım (annesi Türk’tü). Cennetin ve cehennemin dünyada olduğunu söylemişti, kendisi de oruç tutmamak için Türkiye’ye gelmişti!

Malum, İngilizler Suudi Arabistan’ı Osmanlı’dan alıp iki aileye teslim etti. Bunlardan Muhammed bin Abdülvehhab ailesine dini (Dinin bozulmuş şekli olan Vehhabilik), Muhammed bin Suud ailesine de devleti teslim etmişlerdi.

Onlar da dini bütünüyle çığırından çıkararak kurdukları Vehhabilik’le, kendileri gibi inanmayan tüm Müslümanları kâfir ilan ettiler. O gün bugündür, ellerindeki petro-dolar gücüyle Vehhabiliği tüm İslam beldelerine yaymak için büyük gayret sarf etmektedirler.

Türkiye de İslam dininin içinde yetiştirilen bu zehirli otlardan ziyadesiyle nasiplendi.

Yazının Devamını Oku

Din ve bilim

5 Aralık 2020
Dinle bilimi ayrı ve hatta birbirine karşı görüp değerlendiren zavallılar derin bir aymazlık ve büyük bir yanılgı içindedirler.

Böylesi, bilim insanı olup dini inkâr ediyorsa dinden bihaber, dindar olup bilimi inkâr ediyorsa, bilimden bihaberdir.

Ve insan bilmediğinin düşmanıdır. Bilseler, her ikisi de ne dini ve ne de bilimi inkâr edecektir.

Dinsizin tekinin din düşmanı olması ve aleyhinde konuşması neyi ifade ediyorsa, bilimden nasipsiz zırcahil birisinin de bilim düşmanı olması ve onun aleyhinde olması aynı şeyi ifade eder.

Yani her ikisinin söylediklerinin en ufak bir değeri yoktur.

Bakınız: Bilimin tek kelime ile özeti determinizmdir (gerekircilik); yani her oluşumda sebep-sonuç ilişkisinin varlığı.

Peki, din bu konuda ne diyor? Bilimden farklı bir şey mi söylüyor? Determinizmi inkâr mı ediyor?

Din de evrende her şeyin bir sebeple (fizik, kimya, biyoloji kuralları paralelinde) olduğunu, sebepsiz hiçbir şeyin olmadığını söylüyor.

Ve insana sebeplere yapışması emrediliyor. Burada hemen herkesin yanlış yorumlayıp dini töhmet altında bıraktığı

Yazının Devamını Oku

Satılan kim ya da ne?

2 Aralık 2020
Sadece doğayı değil, dilimizi de kirlettik. Kirli ve zehirli dilin en çirkin örneklerini politikacılarda görüyoruz. Oysa onlar, güya seçilmişler ve halka örnek olması gereken şahsiyetler.

Yunusumuz ne güzel söylemiş:

“Söz ola kese savaşı,

Söz ola kestire başı,

Söz ola ağulu aşı,

Bal ile yağ ede bir söz.”

Dokunulmazlık zırhına bürünen politikacı, muhatabına hakaret etmeyi, onu aşağılamayı maharet sayıyor. Bunu yaparak, yandaşlarının gözünde büyüyeceğini zannediyor.

Kendisi gibi üç-beş kişi böyle düşünebilir lakin halkın kahir ekseriyeti bu durumu yadırgar, hoş karşılamaz ve kem söz sahibine aittir der.

CHP Mersin Milletvekili’nin belli ki ağzının ölçüsü yok. Türk ordusu için

Yazının Devamını Oku

Seçim dışı yöntem!

30 Kasım 2020
Kurt dumanlı havayı sever.

ABD’de başkanlık seçim yapıldı. Seçimlerden önce, Türkiye için hiç de iyi rüya görmeyen ve bunu pervasızca dillendiren Biden’ın başkanlığı kesinleşmiş gibi.

Biden, sıradan veya günün politikacısı değil; kırk yıllık siyasetçi derler ya, o cinsten biri. Önceki dönemde de Obama’nın başkan yardımcılığını yapmıştı.

Obama, Afrika kökenli bir siyahi idi ve bu ABD tarihinde bir ilkti. Demokratlar onu tesadüfen getirmediler; onun gelişiyle hem içerinin, hem dışarısının gazı alındı, ayrıca bir taşla onlarca kuş vuruldu.

Bir siyahi başkanın gelişiyle tüm dünyaya umut pompalandı lakin o saman altından su yürüten ve tek kelime ile kaos üreten politikalarıyla tüm dünyayı sükût-u hayale uğrattı.

İşte Biden, ABD’nin dünya üzerinde oluşturduğu tüm bu karışıklıkların baş mimarıdır.

Biden’ı başkanlık koltuğuna oturtanlar, ABD’nin her taşın altında olmasını isteyen güçlerdir. Bunlar belli ki ABD’yi dışa açacak ve yeniden eski şahin politikalarına döndürecektir.

Taç başı akıllandırır derler ancak bu başa tacı giydirenlerin iyi niyetli olmadıklarını şimdiye kadarki icraatlarından biliyoruz.

Bakınız: Daha koltuğa oturmadan, bu boşluktan (dumanlı havadan) istifade ile dünyanın çeşitli yerlerinde (özellikle ABD’nin hedefindeki ülkelerde) beklenmedik hadiseler olmaktadır.

Yazının Devamını Oku

Bu kafayı tanıyoruz!

28 Kasım 2020
Önce ‘bu kafa’yı tarif edelim: Bu milletten olduğunu iddia eder lakin bu milleti millet yapan değerlerle yakından ve uzaktan bir ilgisi yoktur.

Hatta onlara düşmandır. Millete tepeden bakar; milleti için değil, millete rağmen vardır.

Küçüğünden büyüğüne elde ettiği tüm makamları halkına eziyet için kullanır. En yakınları da olsa, onları ayakta ve kuyrukta bekletmekten ve acil görülmesi gereken işlerini dahi ertelemekten haz duyar. Halka ne kadar eziyet ederse, öneminin o denli artacağını bilir ve öyle davranır.

Hele yurtdışındaki temsilciliklerimizdeki bir görevde ise oradaki Türk vatandaşlarına insan gözüyle bakmaz. Öyle ki bulunulan yabancı ülkenin makamları, Türklere daha bir özenle yaklaşır.

El diyarında bu kafa, İngiliz’le İngiliz, Fransız’la Fransız, Alman’la Almandır ve asla, yabancıların bize baktığı gözle Türk (Türk’ü Türk yapan değerlere sahip) değildir.

Sadece o değerlerden soyutlanmakla kalmaz, ömr ü hayatını onlarla mücadele ile geçirir.

Bu kafa, yabancılarla el ele vererek kendi ülkesindeki iktidarlardan (yabancılara rağmen iş yapan) nefret eder.

Bu durum dün de böyleydi, bugün de böyledir. Zamanın ve dekorun dışında değişen bir şey yoktur; tip olarak şahıslar ve konular, harfi harfine aynıdır.

Bu kafa aydın(!) geçinir; zira aydın olmayı züppelik zanneder. Gerçekte ise zırcahilin tekidir.

Yazının Devamını Oku