Paylaş
Devlet-i Âliye (Osmanlı) yıkılıp tarih sahnesinden çekildikten sonra, İslam dini ve Müslümanlar, beşer planında sahipsiz kaldı.
Paramparça edildiler ve her bir parça kapanın elinde kaldı ve halen de kalmaya devam ediyor.
Kapanlar da Müslümanları ve Müslümanlığı, (çoğu kez içeriden) istedikleri kalıplara sokup çığırından çıkardılar.
Müslümanlık o hale getirildi ki sözde şeriatla idare edildiklerini iddia edenler, gerçek Müslümanlığın en uzağında olanlar. Müslümanlığın en kutsal beldeleri (Mekke, Medine), böylelerinin elinde adeta esaret hayatı yaşıyor!
Devlet memuriyetindeyken, Suudi kraliyet ailesinden birisiyle tanışmıştım (annesi Türk’tü). Cennetin ve cehennemin dünyada olduğunu söylemişti, kendisi de oruç tutmamak için Türkiye’ye gelmişti!
Malum, İngilizler Suudi Arabistan’ı Osmanlı’dan alıp iki aileye teslim etti. Bunlardan Muhammed bin Abdülvehhab ailesine dini (Dinin bozulmuş şekli olan Vehhabilik), Muhammed bin Suud ailesine de devleti teslim etmişlerdi.
Onlar da dini bütünüyle çığırından çıkararak kurdukları Vehhabilik’le, kendileri gibi inanmayan tüm Müslümanları kâfir ilan ettiler. O gün bugündür, ellerindeki petro-dolar gücüyle Vehhabiliği tüm İslam beldelerine yaymak için büyük gayret sarf etmektedirler.
Türkiye de İslam dininin içinde yetiştirilen bu zehirli otlardan ziyadesiyle nasiplendi.
Arap beldelerindeki üniversitelerde (Mekke, Medine, Kahire, Bağdat vb) sözde ilahiyat (teoloji) tahsili yapan Türk gençleri, Türkiye’ye gelerek zehirlerini kustular ve halen kusmaktalar.
Bu ve buna benzer tüm zehirli fikirler, asıl imam-hatip liselerinde ve ilahiyat fakültelerinde işlendi ve bu şekilde yetiştirilen din adamları ve din eğitmen ve akademisyenleri her yanımızı doldurdu.
Bu halin tipik örneğini ramazan ayında görüyoruz: Halkın dine en ziyade susamış olduğu bu mukaddes ayda, bu tiplerden her biri bir televizyon ekranına çıkıp zehrini din diye kusuyor ve her bir dinleyeni gerçek İslamiyet’ten koparıp perişan ediyorlar. (Samimi ve ehil din adamlarını tenzih ederim)
Resmi olsun özel olsun, din sahasının ne denli kontrolsüz ve başıboş bırakıldığının en yakıcı delili ve kötü örneği FETÖ’nün, sözde dini bir yapı olarak her yere nüfuz edebilmesidir.
Bu millete dini doğru dürüst öğretilseydi (Millet dinini doğru bilseydi), önüne gelen soytarıların (başta F. Gülen) herzelerini din diye benimser miydi?
Bu sahipsiz tarlayı önüne gelen sürdü ve maalesef devlet, Diyanet’iyle, YÖK’üyle seyirci kaldı.
İşte Marmara Üniversitesi’nde, sözde tefsir profesörü olan M. Öztürk, yıllar boyu, devletten maaş alarak din adamı olarak yetişmekte olan gençlere din adına dinsizlik, imansızlık aşıladı: “Kuran lafzen (söz olarak) Allah’ın kelamı değildir”, “Medeni ayetlerin (Medine döneminde inen, ona göre Peygamber’in söylemleri) bugün için geçerliliği yoktur” gibi bir sürü dinsizliği zırvalayıp durdu. Emekliliğini isteyinceye kadar, herkes sadece dinledi ve seyretti.
Düşünebiliyor musunuz, kendine tefsir profesörü diyen bu yaratık, Kuran-ı Kerim’den ayet okuyor ve “Bu Allah kelamı olamaz” diyor. Bu aşağılık sözü, bugüne kadar kâfirler bile söylemedi.
Adam, Müslümanların en kutsalı olan Kuran-ı Kerim’e inanmadığını üniversite kürsülerinden, gazetelerden ve televizyon ekranlarından bangır bangır bağırıyor, yazıyor-çiziyor, söylüyor; başta YÖK ve Diyanet olmak üzere herkes bön bön bakıyor.
Ey gaflet, dalalet ve ihanet içinde olanlar!
Uyanmak için İsrafil’in ‘Sur’a üfleyip kıyametin kopmasını mı bekliyorsunuz?
Bakınız şair (M. Akif) ne diyor:
‘Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsan bana... Sen böyle değildin.
Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan, bu vatan batmayacaktır.”
Paylaş