Malum; yolgeçen hanı görünümünde, at izinin it izine karıştığı vesayet altında bir sistemimiz vardı. İç ve dış melanet odaklarının, ayrı ayrı veya el ele vererek işledikleri envaiçeşit rezilliğin faturası hükümetlere kesilirdi.
Sorumlu lakin yetkisiz ve hatta olan bitenden habersiz hükümetler, adeta şamar oğlanı muamelesi görür; git denilince gider, gel denilince de gelirlerdi.
Bizim gazetecilik mesleği bile literatürde olmayan branşlarla anılır olmuştu. ABD’nin lider addedip muhatap olduğu ve kendileriyle iş tuttuğu askerler ve onların kurumları, ister istemez bu denli bir gazeteciliği doğurmuştu. (Genelkurmay gazeteciliği!)
YAŞ toplantıları öncesinde ve sonrasında gazetelerin birinci sayfaları bunların haberleriyle dolardı. Kurmay albaylara kadar, isim isim tüm terfi eden subayların listeleri yayınlanırdı.
Genel Kurmay Başkanı’nın, 2. Başkan’ın, kuvvet komutanlarının, ordu komutanlarının isimlerini hemen herkes ezbere bilirdi. Ezbere bilirdi çünkü günlük gazetelerin birinci sayfaları bu zevatın beyan ve resimleriyle her gün beyin yıkardı.
Bütün bunların tek bir sebebi vardı; vesayet dışına çıkmaya yeltenen hükümetleri, darbeyle hizaya sokmak. Yani aranılan kişi ya da kişiler, darbeye teşne komutanlardı.
İşte buna demokrasi deyip bunun özlemini çekenler var. 6’lı, gerçekte 7’li masanın sözde liderleri, böyle bir sistemin hayali ile yanıp tutuşmaktalar.
Neden acaba?
Malum; Komünizm, işçi hakları adına iktidara geldi; işçi haklarını yok eden ve işçiyi köleleştiren bir sistem olarak yapmadığı zulüm kalmadı. Sonunda, kangrenleşen sistem, kendi içinden infilak ederek yıkılıp gitti.
Yine malum; insan hakları, hürriyet diye gelen Batı sistemleri de insan haklarını yok ederek (hayat hakkı dahil) ve insanları maddede ve manada köleleştirerek zulmünü icra etti ve etmeye devam ediyor.
Sular bulanmadan durulmaz; bize şer görünen pandemi ve Rusya-Ukrayna savaşı, tıpkı turnusol kâğıdı gibi, dünyanın örtülü gerçeklerini (hemen hepsi de iğrenç ve pislikten ibaret) tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi.
Mızrağın çuvala sığmayacağı görüldü. Batı (ABD ve AB), zoru görünce (kıtlık ve pahalılık) kendi derdine düştü. Küçük şeytanların her birisi, büyük şeytanın güdümünden çıkmak ve ayrıca onun zulmüne ortak olmamak için çırpınıyor. Zira iş başa düştü!
Rusya’ya karşı uyguladıkları ambargolar ters tepti; Rusya doğalgazı kesince hemen hepsi kalın battaniye arayışına girdi. Yakında birbirlerinin battaniyelerini çalarlarken görürseniz şaşırmayın. Malum dün de birbirlerinin maskelerini çalıyorlardı.
ABD Başkanı’nın Ortadoğu ziyareti fiyasko ile bitti. Buna mukabil aynı dönemde gerçekleşen Türkiye, Rusya, İran zirvesi ve ayrıca Erdoğan-Putin görüşmesi, yeni bir dünyanın doğuşunun sinyallerini verdi. Aralarındaki ticareti milli paralarıyla yapma kararları, Batı’nın zulüm düzenine atılacak en önemli şamardır.
Ve bu daha başlangıçtır.
Açlıkla karşı karşıya kalan ve yarınlarından emin olmayan, olamayan ülkelerin gözleri Türkiye’de. Batı, körelmiş vicdansızlığıyla; sebep oldukları Ukrayna-Rusya savaşının devamını istiyor. İstiyor ki, silahları Ukrayna’ya boca ediyorlar.
Güçlü iseniz kural koyabilirsiniz, güçlüyseniz koyduğunuz kuralları uygular ve uygulatırsınız.
Amerikan Doları’na, dünyadaki dolaşımına, değerine ve etkisine bakın; ne demek istediğimizi anlarsınız.
Dünya üzerinde güç, adillerin elindeyse adalet, huzur ve sükûn vardır; güç zalimlerin elindeyse fitne, kaos, kan, zulüm, gözyaşı, işkence ve vahşet vardır.
Dünyanın bugünkü haline bakıp gücün kimin ya da kimlerin elinde olduğunu söyleyebiliriz.
Bizim medeniyetimizde; iki günü eşit olan ziyandadır ve düşmanın silahlarıyla silahlanmak ve her bakımdan daha üstün olmak vardır. Diğer bir deyişle namuslu olmak ve haklı olmak yetmiyor; namusu ve hakkı koruyabilmek için güçlü olmak mecburiyeti vardır.
Dünyanın son taksimi 2. Büyük Savaş’tan sonra yapıldı (1945). Güçsüz devletler, güçlülerin hegemonyalarına sokuldu. Sovyetler tehdidi karşısında Türkiye, ABD’ye boyun eğmek zorunda bırakıldı.
Geçen bu 75 yıl zarfında ABD, Türkiye ile, kedinin fare ile oynadığı gibi oynadı ve halen daha oynamak istiyor.
ABD, sivil ve askeri sistemimizi (NATO ile) vesayet altına alarak, güçlenmesi konusunda Türkiye’ye adım attırmadı.
Kovboy (sığır çobanı) filmlerini (Western) izleyin; oradaki vahşeti görün, ne demek istediğimizi anlarsınız. ABD, tarihi, kültürü ve medeniyeti olmayan köksüz bir devlet.
Ama güçlü.
Gücünü alınteriyle çalışarak değil, zorbalıkla sömürdüğü ülkelerden elde etmiş.
Aynı emperyalist anlayışı bugün de sürdürüyor; yaptığı hemen her hareket ve davranışıyla, tabiri caizse zücaciye dükkânına fil gibi girip, ortalığı tarumar edip bırakıyor.
Şu Irak’ı getirdiği hale bakar mısınız? Bütün dünyanın gözlerinin içine bakıp yalan söyleyerek; uydurduğu bu büyük yalanı bahane ederek Irak’a girdi. Girerken de utanmadan, ‘Ya benimlesiniz ya karşımda!’ diyerek tüm dünyaya meydan okudu.
Güçlü olduğu için de hiç kimse delinin zoruna bakmadı, bakamadı.
Yalanı bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmasına rağmen, ne kendi yüzü kızarıp özür diledi ne de herhangi bir ülke bu yalanını yüzüne vurabildi.
O gün bugündür Irak kan ağlıyor; paramparça olmuş ülkenin birleştirilmesinin imkân ve ihtimali yok. Aynı Irak, yine aynı güçler tarafından, daha önceleri İran’la sekiz yıl boyunca savaştırıldı.
Erdoğan’a kadar hep böyleleri siyasette söz sahibi oldu; geriden gelenler de ister istemez onları takip etti ve böylece siyaset de şirazesinden çıkmış oldu.
Tarihler, Sayın Erdoğan’ı ‘Tabuları yıkan adam’ ve Türkiye’de demokrasiyi rayına oturtan diye yazacak. İlk yıktığı tabu da, siyaset insanındaki anlaşılmaz, muamma, karanlık olan bu haldir.
Siyaset, nefislerin ayyuka çıktığı ve kişiyi zıvanadan çıkaran bir meslek olup öyle her babayiğidin harcı değildir. Bunun için de, kişilerin maddeten ve manen temiz ve örnek şahsiyetler olmaları gerekir. Malum şöhreti ve parayı herkes taşıyamaz.
Partiyi kur, bir sene sonrasında seçimlere gir, tek başına iktidara gel ve bunu 20 yıl boyunca sürdür. Partin ve kendin dimdik ayakta kal ve halen aranan kişi ve parti olmaya devam et.
Bu arada milletimizin kadirşinaslığını unutmayalım; milletimiz engin öngörüsü ile kendisine sevdalı liderini buldu; ona ve davasına kendisini ölümüne adadı. Demokrasi tarihimizde, bu denli bir teveccühe layık olabilen bir lider hatırlamıyoruz.
Sayın Erdoğan’dan önceki liderlere de (Menderes-Demirel- Erbakan) darbeler yapılmış lakin bunlardan hiçbirisi milleti arkasına alamamış, milletin emanetine gerektiği gibi sahip çıkamamıştır.
İlk defa, Sayın Erdoğan ‘Ölümüne!’ diyerek, milleti sokaklara dökmüş ve yapılmak istenen onca darbe girişimleri ‘lider-millet el ele’ vererek durdurulabilmiştir.
Sayın
Diyanet’in bu açıklamasını, ismi lazım olmayan bir gazete manşetine taşıyarak, üstbaşlık ve anabaşlıkta şu ifadelere yer verdi: (‘Fiyatları tayin eden Allah’tır’ fetvasıyla sorumlulukları sakladı; DİYANET’in işi AKP’Yİ AKLAMAK)
Bu hadis-i şeriften böyle bir mana çıkarabilmek için, insanın ya dinle imanla bir alakasının olmaması ya da son derece art niyetli, habis bir ruha sahip olmak lazım.
İnanan bir insan için her şeyi yaratan ve her an varlıkta durdurup yok olmaktan koruyan Allahü Teâlâ’dır. Allahü Teâlâ’nın yegâne yaratıcı olması, kulları sorumluluktan kurtarmaz. Zira cenab-ı Hak, kula irade-i cüziye vermiş; kul kendi seçim ve tercihiyle, bir işin yapılmasını veya yapılmamasını ister, Allah da yaratır.
Mesela başka hadis-i şeriflerde; ‘Emirleriniz amellerinizdir’ ve ‘Nasıl iseniz (neye layıksanız) öyle idare edilirsiniz.’ Unutmamak gerekir ki, Allahü Teâlâ kullarına zulmetmez; peki, bunca zulümleri niye yaratıyor? Elbette kulları istediği için yaratıyor.
Kulların fiilinde bir zorlama yoktur, kendi hür seçimleriyle hayrı veya şerri istiyorlar, Allah da onların istekleri doğrultusunda yaratıyor. Dolayısıyla kul, hür iradesiyle ortaya koyduğu isteğinden ve fiilinden sorumludur.
Evrende cereyan eden her şey cenabı Hakkın külli iradesi ve yaratmasıyla oluyor. Bundan dolayıdır ki, yaratmak yalnızca Allah’a mahsustur.
Kullar fiillerinden sorumludurlar; zira akılları ve fiilleri isteyecek hür iradeleri ve onları eyleme döndürecek güçleri vardır.
Allahü Teâlâ İbrahim Suresi’nde mealen şöyle buyurur: “
Zira bilmezler ki devlet ve milletlerinin olmadığı yerde, kendileri de çıkarları da yoktur.
Yalnızca Sayın Erdoğan ve AK Parti’nin serencamına bakalım ve küçük dilimizi yutalım.
AK Parti’yi temelde kuran dörtlü sacayağına ve kurucu olup sonradan milletvekili olan yığınla insana bakın. Bunlardan Sayın Erdoğan dışındakilerin her biri ayrı telden çalıyor ve hemen hepsi, davamız dediği AK Parti’den ve liderimiz dediği Erdoğan’dan yollarını ayırdı.
Hani AK Parti, yüzyılın davasıydı, bunlar da şaşmaz neferleriydi? Hani ölmek var, dönmek yoktu? Öyle deyip milletten oy almadılar mı?
Liderliğin ne kadar zor olduğunu anlayın; insan ülkeyi mi idare etsin, dış dünyayı mı, bu tipleri mi?
Evet, insanlar evlatlarını seçemez, arkadaşlarını seçebilir ama inanın malzeme budur. Sadece siyasette değil, hemen her yerde malzeme bu kalitededir; liderler bu malzemelerle işlerini yürütmek zorundadırlar.
Mahut tipler, Erdoğan’ın şahsında icraatlarına ve dolayısıyla bizzat kendilerine hakaretin ve aşağılamanın binlercesini yapmaktan geri kalmıyorlar.
Halbuki onların her birinin,
Her renk, desen ve ideolojiden teröristlerin kullanıldığı yeni savaş konseptinde, düşmanın şekli-şemaili, kimliği de değişti. Artık dost ve müttefik bilinen veya öyle gözüken ülkeler, düşmanlığın en alçakçasını pervasızca icra edebiliyor; bütün bu terör örgütlerini kuruyor, besliyor, yetiştiriyor, eğitiyor, silah ve mühimmata boğuyor ve ardından da, hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyorlar.
Tüm bu melanetleri işlerken de, gözümüzün içine baka baka, biz, sizinle dostuz/müttefikiz diyebiliyorlar.
Murat Suyu’nun kenarında meftun Terzi Baba’nın (Vehbi Hayati) yerinde bir tespiti var: ‘Fesad-ı ümmet oldu aşikâre; müdara etmeden yok gayrı çare!’. Yani değil düşmanlar arasında, dost ve kardeşler, dindaşlar arasında bile fesatlar çoğaldı, artık dostlara bile müdara etmekten (onları güler yüz tatlı dille idare etmekten) başka çare yoktur.
Normalde, dostlara karşı açık olunur ve mertçe davranılır, düşmanlar idare edilirdi. At izinin it izine karıştığı günümüz dünyasında, hemen herkese nasıl davranılması gerektiği güneş gibi meydandadır.
Biri dostumuz ve müttefikimiz olan ABD ile, bir diğeri komşumuz ve dostumuz gözüken İran’la münasebetlerimiz tek kelime ile ‘müdara’ yöntemiyle sürdürülmektedir. Bu her iki ülke liderlerinde, Putin’deki mertliğin, dürüstlüğün ve sözünün eri olmanın zerresini göremezsiniz.
Putin de sütten çıkmış ak kaşık değil lakin, adamcağız, hiç olmasa sözünün eri; ne ise o; diğerlerini gibi kaypak değil.
Hele İranlılar; öylesine mübalağalı, sözde şirin, sevecen ve sizden gözükürler ki sanırsınız sizi sizden çok düşünüyorlar. Halbuki bunları söylerken bile, sizin hakkınızda en dipsiz kuyuyu kazmaktadırlar!
İran’ın dini lideri