Ferai Tınç

Türkmenistan’ı zor günler bekliyor

22 Aralık 2006
YOKSUL ve kimsesiz bir çocuk olarak başladığı hayatını, bir ülkenin sahibi olarak tamamlayan Saparmurad Niyazov, 20’nci yüzyılın diktatörler müzesindeki yerini alırken, Türkmenistan acı gerçekleriyle baş başa kalıyor bugünden itibaren. Onu Saparmurad Niyazov iken, "Türk liderler" toplantılarında tanımıştım.

Türkmenbaşı dönemindeki lafını esirgemezliği, o zirvelerdeki sürpriz çıkışlarında da kendisini diğer Türk kökenli devletlerin liderlerinden farklılaştırıyordu.

Yedi yıl önce ANAP’lı enerji Bakanı Cumhur Ersümer’i azarladığında da, vurgulanmış zenginlik abidesi mermer sarayındaki buluşmayı izleyen 50 gazeteci arasındaydım.

Tonu daha düşük de olsa birkaç yıl sonra zamanın Dışişleri Bakanı İsmail Cem’i de Türkmenistan ziyareti sırasında azarlayacak kadar, Türkmenlerin atası, Türklerin de ağabeyi havasındaydı.

İlk çıkışı, Mavi Akım projesi nedeniyle oldu. Ziyaretten birkaç gün önce Başbakan Yılmaz ve Ersümer’in Moskova’da Mavi Akım ile ilgili görüşmelerde bulunmalarına fena halde kızdığını belli etmişti. Bu girişimin Türkmen doğal gazının Türkiye’ye Hazar denizinin altından taşınmasını öngören Trans-Hazar projesini engelleyeceğini söylüyordu.

İkincisi de Türkiye’nin tüm dikkatini Batı’ya yönelterek Doğu’yu unuttuğu hatırlatmasıydı.

Her iki çıkışta da haklılık payı belki vardı.

Ama onunla iş yapmak da hiç kolay değildi. Türkmenbaşı ne Kazakistan lideri Nazarbayev’di, ne de Özbekistan Devlet Başkanı Kerimov.

Hele Haydar Aliyev hiç değildi.

* * *

RUSYA
’dan sonra dünyanın en büyük ikinci doğal gaz rezervlerine sahip olan Türkmenistan’ın bundan sonra hayatı kolay olmayacak.

Azerbaycan gibi, Türkmenistan’ın da bağımsızlığı enerji piyasasında Rusya’ya karşı rekabet gücüne bağlı.

Rus doğal gazının Mavi Akım projesi ile Türkiye pazarlarına yönelmesi kararlarının verildiği dönemde, Türkmenistan elindeki gazı çok düşük fiyata Rusya’ya satmak zorunda kalmıştı.

Avrupa’nın ihtiyacına daha fazla yanıt vermek ve pazardaki tekelini kaybetmemek için Rusya’nın Türkmenistan doğal gazına ihtiyacı artınca, en son 5 Eylül’de imzalanan yeni bir yasayla Türkmenistan, 1000 metreküpü 100 dolardan, üç yıllığına 162 milyar metreküp doğalgaz satışı altına yeni bir imza attı. Önceki fiyat 65 dolardı.

Türkmenistan zengin doğal gaz kaynaklarıyla Çin’in de çok önem verdiği bir ülke. Geçen yıl ABD’nin desteklediği Trans-Hazar doğalgaz boru hattı konuşulurken, Türkmenbaşı Hindistan ve Çin ile doğalgaz petrol hattı projeleri imzaladı.

Türkmenbaşı o kadar çok imza attı, o kadar çok söz verdi ki, enerji piyasalarında bile tam olarak bilinmiyor.

Ama bilinen bir gerçek var, o da Türkmenistan’ın doğru dürüst çalışan boru hattının Rusya-Türkmenistan "merkezi" hattı olduğu.

* * *

DÜN
sabah, Türkmenbaşı’nın ölüm haberi duyulduktan sonra Moskova’dan gelen açıklama da, Türkmenistan’ın geleceğinde enerji rekabetinin belirleyici rol oynayacağını gösteriyor.

Rusya Devlet Başkanı Putin’in danışmanlarından Prikhodko, "Türkmenistan yeni yönetiminin siyasetinin devamlılık göstereceğini umuyoruz" diyor "Yeni yönetimin, Türkmen halkının çıkarları doğrultusunda hareket edeceğini ve ikili ilişkilerin güçlenmesi için çalışacağını düşünüyoruz."

Henüz kurulmamış hükümeti hedef alan bu talimat gibi mesaj bile, Türkmenbaşı sonrası dönemin kolay olmayacağının işaretini veriyor.

Türkmenbaşı, kendinden bir masal kahramanı yarattı. İmkansızı başardığına inandı. Bakalım bu masalı kim anlatmaya devam edecek, anlatsa bile artık kim dinleyecek?

Tek adamın arkada bıraktığı düzen, enerji kurtlarının üşüşeceği bu sofrayı korumaya yetecek mi?

Türkmenistan tarafsızlık politikasını sürdürebilecek mi, bunları zaman gösterecek.
Yazının Devamını Oku

Tartışmalı toplantıya beklenmedik destek

18 Aralık 2006
IRAK Devlet Başkanı Celal Talabani’nin, kızgın tepkisi üzerine, Saldırganlığa karşı Küresel Direniş Girişimi adlı uluslararası sivil toplum örgütünün, İstanbul’daki konferansını daha dikkatli araştırdım. Talabani, Türkiye’nin bu toplantıya izin vererek, Irak’tan PKK faaliyetlerine son verilmesini isteme hakkını kaybettiğini söylüyordu neredeyse.

Bu çok ciddi iddia üzerine toplantıya kimlerin katıldığına bakarken Adnan El Duraimi’nin ismini gördüm.

Adnan El Duraimi, Irak Parlamentosu’ndaki Sünni koalisyon grubu Irak Ulusal Uzlaşma hareketinin lideri.

Talabani’nin başkanlık yaptığı devletin önemli bir parçası.

Irak’ın yanı sıra Türkiye, Pakistan ve diğer bölge ülkelerinden siyasetçiler, akademisyenler ve aktivistlerin katıldığı toplantıda, iddia edildiği gibi çeşitli karanlık gruplarla ilişkileri olan, hatta El Kaide’nin temsilcisi konumundaki kişiler olup olmadığını sorduğum yetkililerden, "Terör listelerinde adı geçenlere Türkiye temsilciliklerinin vize vermiyor" yanıtı aldım.

* * *

BU toplantının ilginç bir tarafı da Irak’tan gelen tepkilerin farklılığı oldu. Devlet Başkanı Talabani’den başka hükümet sözcüsü Ali El Dabbagh da İstabul’daki toplantıyı eleştirdi. "Irak karşıtı olarak" niteledi. Kürt Şii Assamblesi üyesi olan Dabbagh, 14 Aralık’ta yaptığı açıklamada Türkiye’ye girişimde bulunarak toplantıyı protesto edeceklerini söylerken,

Devlet Başkan Yardımcısı Tarık El Haşimi’nin liderliğindeki Sünni İslam Partisi’nden destek geldi. Yapılan açıklamada, "Bu konferans Şii milislerin katliamlarına karşı bir yardım çağrısıdır" deniyordu.

Daha dikkat çekici bir başka açıklama ise Şii lider Mukteda el Sadr’ınkiydi.

Sadr, 15 Aralık Cuma günü yayınladığı mesajında, İstanbul’daki toplantıya destek verdiğini açıkladı.

"Ben işgale ve Baasçılara karşı çıkanların toplantılarını destekliyorum" dedi. "Sünnileri ve Şiileri ya da Irak’ı destekleyen bu tip konferanslara katılmaya hazırım. Eğer fetva vermeye mezun bir ulema olsaydım, Sünnilerin öldürülmesini yasaklardım. Sünnileri ya da Şiileri öldürenler Allah’ın düşmanıdır."

Toplantıya gelen tepkilerin bu kadar çelişkili olması dikkat çekici. Acaba, yeni bir Amerikan stratejisi öğütleyen Baker planının etkisi olabilir mi?

Çünkü o planda Irak’ta ulusal uzlaşma üzerinde duruluyor.

Irak’ın bölünmesinin, çeşitli grupların iç içe yaşamaları nedeniyle etnik temizliğe yol açabileceği uyarısında bulunuluyor, toprak bütünlüğü savunuluyor.

Kerkük referandumunun ertelenmesi isteniyor ve petrolün merkezi hükümetin denetiminde olması gerektiği vurgulanıyor. .

* * *

RAPORUN
yayınlanmasından kısa bir süre sonra, bu hafta sonunda Bağdat hükümetinin, bütün etnik ve dini grupların katıldığı bir uzlaşma toplantısı düzenlemesi tesadüf müydü?

Irak hükümeti ulusal uzlaşma konusunda harekete geçmemekle eleştiriliyordu.

Irak’ta, ulusal uzlaşmanın sağlanmasına kim karşı çıkabilir? Ülkenin bölünmesini isteyenler.

Neyse ki Irak’ın bölünmesinin bedelinin ne kadar ağır olabileceği artık çok daha geniş çevrelerde tartışılıyor.

Şimdi, bu uzlaşma arayışlarına ve katliamın, karmaşanın, istikrarsızlığın engellenmesine destek olma zamanı değil mi?
Yazının Devamını Oku

Ne derlerse desinler Türkiye zirvesiydi

17 Aralık 2006
BAZI cümleciklere artık kesinlikle kulaklarımı tıkadığımı cuma günü fark ettim.<br><br>O kadar çok kulak vermişim, ciddiye almışım ve her seferinde aksiyle karşılaşmışım ki, benim için hiçbir şey ifade etmiyorlar. Hayal kırıklığı mı?

Hayır, sözlerin arkasındaki niyeti görmenin getirdiği umursamazlık

Avrupa Birliği Liderler Zirvesi’nin sonunda, toplantıdan çıkan herkes gibi Komisyon Başkanı Barroso da, "Türkiye’ye kapı açık" dediğinde aynı şey oldu. Yani benim için hiç bir şey söylenmemiş gibi oldu.

Bu cümlecik bana o kadar bir anlam ifade etmiyor ki, evden çıkarken bile "kapı açık" deseler dönüp arkamı bakmayacağım.

O hale geldim.

Hangi kapı açık Türkiye’ye? Diğer fasıllarda müzakerelerin süreceği, KKTC’ye izolasyonların kalkacağı, Kıbrıslı Rumlardan herkesin sıkıldığı, Avrupalı liderlerin Papadopulos’u görünce yollarını değiştirdiği söylentilerine de kulak asmıyorum pek.

***

KULAK
asmıyorum çünkü, sonuç bildirisinde Türkiye’den sadece bir cümle ile söz edilmiş olsa da, onlar istedikleri kadar Türkiye zirvesi değildi deseler de, bu zirve Türkiye zirvesiydi.

Avrupa’nın, içerisini yola sokana kadar Türkiye’yi eşikte tutma kararı alınan tarihi bir dönemeçti.

Kapıların açık mı kapalı mı olacağını bu süreçte Avrupa’nın geçireceği evreler belirleyecek.

Almanya’nın dönem başkanı olarak iddialı bir biçimde ele almaya hazırlandığı Avrupa anayasası bu süreci etkileyecek.

Ayrıca, diğer fasıllarda müzakerelerin açılıp açılmayacağı konusunda hiçbir garanti verilmedi Türkiye’ye.

İşin başında, kendi iradesinin belirleyici olduğunu söyleyen Kıbrıs’ın etkisi nerede öne çıkartılacak, hangi noktada aşılabilecek belli değil.

KKTC üzerindeki izolasyonlar konusunda, "Zaten ne üretiyorlar" diyen Papadopulos’un "Bizim limanları kullansınlar" önerisinin geri çevrilmesi de kolay değil. Yani şu sıralarda, Avrupa bu meseleyle uğraşacak durumda değil.

Mesela dün Tony Blair, "Hukuki engel yoksa Ercan’a uçak indirmek isteriz" diyor. Biz de "İngiltere dostumuz, destek oluyor" yorumları yapıyoruz.

Mesele zaten hukuki engel. Azerbaycan bile bu yüzden durdurmak zorunda kalmadı mı uçuşları?

***

MÜZAKERE
sürecinin Brüksel tarafından askıya alınmasının bugünden öngörülemeyen ciddi riskleri var.

Türkiye’de reform sürecinin daha da yavaşlamasından endişe etmiyorum. Çünkü Türkiye’nin iç dinamiklerine inanıyorum. Hatta, Avrupa vesayetinden kurtulmak daha da atak ve aktif hale getirebilir sivil toplumu.

Ancak Kıbrıs’tan endişe ediyorum. Kıbrıs sorunu çözümsüzlüğe mahkum edilerek dayatmalarla karşı karşıya bırakılırsa ciddi kriz riskini tetikler.

Evet, Avrupa Birliği ektiğini biçer ama Kıbrıs nedeniyle yaşanacak her kriz Türkiye’de demokratik süreci de olumsuz etkiler.

Avrupalılara, bunu biz mi anlatacağız? Hayır. Bir yıldan beri "Avrupa üslubu böyle" diyerek siyaset yapmayı bırakan ve AB’nin teknik dilini öne çıkartmayı tercih eden Kıbrıslı Türklerin seslerini çıkartması daha etkili olmaz mı?
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs tuzakları

15 Aralık 2006
İKİ yıl önce Avrupa Birliği liderler zirvesi kararında Türkiye’yi "Avrupa’ya demirlemek"ten söz edildiğinde bu kavramı çok tartışmış ve eleştirmiştik. Şimdi, son kararlarla Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecini iyice Kıbrıs’a "demirliyorlar."

Bu durum, önümüzdeki dönemde ne yazık ki Türkiye’nin sorun çözme kapasitesini sınırlandırıcı bir etki yaratacak gibi görünüyor.

Kıbrıs blokajı, Türkiye’nin önündeki birçok sorunun arka plana atılmasına, çözümsüzlüğüne ve tabii ki büyümesine yol açacak ortamı besliyor.

Son ana bırakılan Kıbrıs çıkışından önce reformlar konusunda neden hiçbir adım atılmadığını, 301 skandallarına neden göz yumulduğunu sorgulamayı şimdilik bir kenara bırakıp, Kıbrıs tuzaklarına dikkat çekmek istiyorum.

* * *

"SEKİZ
fasılda müzakere açılmayacak ama Kıbrıs Türkleri üzerindeki izolasyonlar kalkacak, Türkiye’nin ek protokolü rahatlıkla uygulayabileceği ortam oluşacak ve biz bu tıkanıklığı aşacağız" yorumları yapılıyor.

Keşke, ama Avrupa Birliği, Kıbrıs Türkleri’nin dünyaya açılmasının önündeki engelleri kaldırma kararı almadı ki. Bu bir niyet. Çünkü Avrupa’nın verdiği bir söz var. Karar, önümüzdeki ay şekillenmeye başlayacak.

Almanya, dönem başkanı olarak bu konuda gayret sarfedeceğini söyledi. Hatta Rumların ikna edildiği haberleri bile yayınlandı.

Bu haberleri temkinli karşılamak gerekiyor.

Avrupa Birliği, izolasyonların kaldırılması konusunda Dışişleri Bakanları toplantısında, "Kıbrıs’ın kuzey tarafındaki ekonomik gelişmenin çerçevesi konusunda siyasi bir anlaşma sağladılar" demekle yetindi.

Rum AKEL Partisi’nin kararla ilgili açıklaması da olumlu yorumlara yol açacak bir durum olmadığını ayan beyan ortaya koyuyor.

"Kıbrıs Türk toplumunun Avrupa Birliği ile ticareti konusu sonuç bildirgesi içerisinde değil, AB Dönem Başkanlığı’nın ayrı beyanında yer almaktadır. Bununla ilgili olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sonuç alıcı bir şekilde denetim yapmadığı bölgelerine değinilmesi de beyanın olumlu unsurunu teşkil etmektedir."

* * *

AKEL
’in dikkat çektiği, dün KKTC Cumhurbaşkanı Talat’ın da öfkelendiği, "Kıbrıs’ın kuzeyi", daha sonraki metinlerde ve açıklamalarda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işgal altındaki toprakları anlamında kullanıldı.

Hukuken de bu anlamı taşıyor.

İzolasyonların kaldırılması konusunda, Kıbrıs Rumları önümüzdeki ay "Tamam Türkler kendi mallarını istedikleri kişilere bizim limanlarımızdan satabilirler. Madem Kıbrıs’ın kuzey tarafındaki ekonomik gelişmenin sağlanmasını istiyorsunuz. Buyursunlar Türkler bu limanları kullansınlar" derlerse ne olacak?

Bunun için, "yasal limanlardan Türkler ticaret yapabilir" formülasyonunu kullanmak yeterli.

Hiçbir AB üyesi bu formüle itiraz etmez.

Kıbrıs Türkleri bunu kabul edecek mi? Bu, Türkiye açısından KKTC üzerindeki izolasyonların kalkması mı demek olacak?

Hayır. O zaman, "Biz KKTC’nin üzerindeki izolasyonların kalkmasını istemiştik" mi diyeceksiniz? Yani KKTC’nin egemenliğinin tanınmasını kastettiğinizi mi söyleyeceksiniz?

Bunu demeye hazır mısınız?
Yazının Devamını Oku

Irak raporunu doğru okumak

11 Aralık 2006
"TÜRKİYE, önemli Sünni bir ülke olarak Irak’taki ulusal uzlaşma sürecinin desteklenmesinde bir partner olabilir. Kürdistan’ın birleşik Irak’ın ayrılmaz parçası olarak kalması ve terörist Kürtlere (PKK) güvenli bölge haline gelmesinin önlenmesi Türkiye’nin çıkarınadır." Irak’ta batağa saplanan Bush Yönetimi’ni kurtarmak ve Amerika’ya Irak’ta çıkış yolu aramak amacıyla hazırlanan Irak Çalışma Grubu Raporu’nun, Türkiye perspektifi böyle.

Bu rapor, Türkiye’ye de önümüzdeki dönemde roller biçmesi açısından dikkatle incelemeye değer.

Baba Bush’un Dışişleri Bakanı ve Amerikan devletinin en etkili isimlerinden olan James Baker’ın adı ile anılmasına rağmen çalışma grubu, Cumhuriyetçi ve Demokrat devlet adamlarının da imzalarını taşıyor. Raporu, dikkatle okuyunca ileri sürüldüğü gibi sadece Başkan Bush’a seslenmiyor.

Evet, bugün Irak’ta gelinen noktanın çok kötü olduğu tesbiti yapılıyor ama rapor esas olarak, önce Kongre’ye, ardından da Irak’a komşu ülkelere ve uluslararası topluma mesaj gönderiyor.

* * *

RAPORLA
ilgili haberlere bakıldığında, esas olarak iki nokta öne çıkıyor. Irak’tan asker çekilsin, Washington İran ve Suriye ile ilişki kursun. Ancak çok yüzeysel bir okuma ile bu sonuca varmak mümkün.

Oysa rapor, asker çekilmesinden söz etmesine rağmen Irak’taki Amerikan varlığının derinleşerek artmasını öngörüyor. Savaşan birliklerin sayısının iki yıl içinde azaltılması öngörülürken, Irak Ordusu’nu ve polis gücünü eğitmek amacıyla askeri birliklerin ve özel kuvvetlerin sayısının 3-4 binden 20-30 bine çıkartılmasını öneriyor.

Ayrıca, güvenlik kuvvetlerini eğitecek Amerikalı eğitmen polislerin sayısının artması, Irak İçişleri Bakanlığı’nın yeniden örgütlenmesinde Amerikan Adalet Bakanlığı’nın katkıda bulunması, Ekonomik yeniden yapılanmada üst düzey Amerikalı danışmanların katkıda bulunmaları, ABD Dışişleri’nin istikrar operasyonlarında yer alacak görevlileri eğitmek için devreye girmesinden ve CİA’nın Irak istihbaratını eğitmek için daha aktif devreye girmesinden söz ediyor rapor.

Bu önerilerden, Amerikan Yönetimi’ne "Irak’ı terk et" anlamı mı çıkıyor?

Hayır. Rapor, ABD’nin şu anda Irak’terk etmesinin hem Irak, hem komşu ülkeler, hem bölge, hem Amerikan çıkarları hem de küresel ekonomi açısından son derece olumsuz sonuçlara yol açacağını açıkça belirtiyor. Bu sonuçları sadece amerikan kamuoyu değil Irak’ın komşularının da önüne koyuyor ve "bize yardım etmelisiniz" diyor.

* * *

IRAK’
a savaşa giderken, uluslararası toplumu hiçe sayan anlayışın bir özeleştirisi de diyebiliriz rapora. Bugünkü durumdan kurtulmak için izlenmesi gereken iki yol gösteriliyor. İçeride, ulusal uzlaşmanın sağlanması, bu amacın gerçekleşebilmesi için uluslararası kamuoyu desteğinin en geniş biçimde harekete geçirilmesi.

Bu yıl sonuna kadar Yönetime, bu amaçla bir diplomatik hamle başlatması tavsiyesinde bulunuluyor. Hemen birlikte "Uluslararası Irak’ı Destek Grubu"nun oluşturulması öneriliyor. Bu grup, Irak hükümetine kendi iradesini dayatmak değil, onun kararlarına destek olmak amacıyla oluşturulacak. Türkiye ve diğer komşu ülkeler ile BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri, Almanya, Japonya ve Güney Kore de burada olacaklar. Ayrıca isteyen ülkeye de kapı açık olacak.

İşte İran ve Suriye, böyle bir desteği vermeleri için bu gruba dahil edilecek ama bu, İran ile nükleer sorunların bir kenara bırakılması anlamına gelmeyecek, ne de Suriye’ye Lübnan konusundaki baskıların kalkmasına yol açacak.

Raporda her iki ülkenin de Irak’ın kaosa yuvarlanmasından zarar göreceği vurgulanıyor. Irak’ın bölünmesi durumunda Suriye ve İran’daki Kürt azınlıklarının sorun çıkaracağı ima edilirken, ayrıca İran’daki Azerilerin nüfusun yüzde 24’ünü meydana getirdiği hatırlatılıyor. Bölerseniz, bölünürsünüz iması yapılıyor.

* * *

IRAK
Raporu’na Başkan Bush’un soğuk baktığı yorumları yapılsa da, Irak politikasının ağırlık merkezi olan Pentagon’un başına bu raporu hazırlayanlar arasında bulunan Robert Gates’in getirilmiş olmasının bir anlamı olmalı mutlaka.
Yazının Devamını Oku

Brüksel’in B planında neler var?

10 Aralık 2006
GENİŞLEME konusunda değişik görevler üstlenmiş olan bir Komisyon bürokratının, "Bugün son ümit ışığı da söndü. Şimdi B Planı’nı devreye sokuyoruz" dediği gün takvimin yaprakları 27 Kasım’ı gösteriyordu. Brüksel’de bizimle, bir grup Türk gazeteciyle konuşan bu yetkiliye B planını sorduğumuzda şu yanıtı aldık: "Sorunu en az hasarla atlatma planı olacak bu."

Brüksel’in B Planı, yani "hasar sınırlandırma" operasyonu ne kadar etkili olacak?

Şimdiden yanıt vermek olanaksız.

Her ne kadar "önceden bu işi bitirin" talimatı vermiş olsalar da, liderleri yine bir Türk gecesi bekleyecek gibi görünüyor 14 Aralık’ta.

Brüksel haberleri konusunda son yıllarda en güvenilir kaynaklardan biri haline gelen AbHaber.com, Finlandiya’nın yarınki dışişleri bakanları toplantısında ele alınmak üzere hazırladığı, zirve sonuç bildiri taslağını yayınladı.

Taslağa göre, beklemeye alınması istenen fasılların sayısı konusunda henüz bir anlaşma netleşmiş değil. Komisyonun önerdiği sekiz fasılda görüş birliği olmadığını gösteriyor bu.

Türkiye’nin son anda limanlarla ilgili yaptığı ve her soruda daha da karmaşık bir hale gelen öneri bu sayıyı sınırlamaya yetecek mi?

Bunu yarın daha iyi göreceğiz.

***

TASLAKTA
dikkat çeken bazı noktalar var.

Örneğin komşularla ilişkiler. Bölgesel işbirliği ve komşularla iyi ilişkilere dikkat çekilirken, Türkiye’den ikili sorunlara çözüm için çaba harcaması isteniyor ve "özellikle de sınır sorunlarında" deniyor.

İlerleme raporlarında ve Konsey kararlarında daha önce de gördüğümüz uyarının formülasyonunda bu kez sınır sorunları üzerinde farklı bir vurgunun bulunması uyarının sadece Yunanistan ve Kıbrıs ile sınırlı olmadığını gösteriyor.

Parlamento’daki tartışmaları da dikkate alırsak, bu uyarının içinde Ermenistan sınırına da göndermede bulunulduğu aşikar.

Türkiye’nin müzakere sürecini yavaşlatmak isteyen ülkeleri memnun etmek için böyle bir ifade kullanılmış.

***

DİKKATİMİ
çeken ikinci nokta ise Türkiye ile müzakerelerin, Kıbrıs meselesine rağmen devamını sağlayacak bir açılımın bulunması.

"Konsey, şimdi tarama sürecinin devam edeceğini ve teknik hazırlıkları tamamlanmış olan fasılların müzakere çerçeve belgesine uygun olarak açılmasını vurgular."

Eğer, Konsey’de bu noktada değişiklik olmazsa Türkiye ile müzakerelerin kesintiye uğramasını istemeyen ülkelerin ellerini güçlendirir bu yaklaşım.

12 Haziran’dan beri tıkanmış olan sürecin harekete geçirilmesine de yardımcı olur.

Komisyon’un hazırladığı bu öneri, hasarın sınırlanmasını, sürecin yavaşlasa da devamını sağlamayı amaçlayan Brüksel’in "B Planı"nın en önemli yönü. Diğeri ise askıya alınacak fasılların azaltılması.

***

TASARIDA
bulunmayan ama onu etkileyecek olan bir nokta daha var dikkatimi çeken. Ankara’nın Kıbrıs önerisi.

Bu konuda müzakereler bitmeden konuşmak istemiyorum. Evet, tartışma yaratmayı ve gündem oluşturmayı başardı.

Ama fazla muğlak, fazla kurnaz. Benim anladığım bir pazarlık üslubu değil.

Anlamadığım bir şey daha var. Böyle kritik bir dönemde-dönemeçte Genelkurmay Başkanı’nın tepkisini kamuoyu ile paylaşması, Başbakan’ın da, zaten bunun taktik bir girişim olduğunu her açıklamasıyla belli etmesi. İşte bunu hiç ama hiç anlamıyorum.
Yazının Devamını Oku

Merkel’in şifreleri ve son dakika girişimi

8 Aralık 2006
ANKARA’nın dün Brüksel’e götürdüğü öneriler tıkanıklığı aşmaya yetecek mi? Pazarlıkların bugün de devam edeceği anlaşılıyor ama önemli bir gelişme beklenmiyor. Yine de dönem başkanı Finlandiya’nın girişiminin başarısızlığa uğramasından sonra böyle bir çıkış, Türkiye’nin hem Avrupa Birliği sürecinin devamı konusundaki isteğini, hem de Kıbrıs’ta gerçekten çözüm istediğini göstermesi açısından olumlu bir girişim.

Ancak böyle kritik bir kararın, gizli kapaklı oluşturulup ortaya atılması ciddiyetini gölgeliyor.

KKTC yönetimi bile son ana kadar önerinin ayrıntısından habersizdi.

Bu taktik, Komisyonun sekiz maddenin dondurulmasıyla ilgili tavsiyesini yumuşatmaya yetse de yetmese de resmin bütününü gözden kaçırmamak gerekiyor.

* * *

"TEKNİK hazırlıkları tamamlanmış olan fasıllarda müzakerelerin açılması engellenmeyecektir."

Eğer Avrupa Birliği Liderler Zirvesi’nin sonunda yayınlanacak belgedeki Türkiye paragrafına buna benzer bir cümle girmezse, çok sancılı başlamış olan müzakere sürecinin devam etmesi zaten olanaksız. Ültimatoma filan ihtiyaç yok.

İlk faslın açılıp geçici olarak kapandığı 12 Haziran’dan bu yana donmuş durumda olan sürecin, hareketlenmesi için ancak böyle bir irade gerekiyor.

Çünkü fasılların açılmasıyla ilgili tartışmalar, en alt komiteyi bile aşamıyor henüz. Rumların ve süreci yavaşlatmak isteyen her üye ülkenin elinde bu olanak var.

* * *

EVET Merkel
ve Chirac, İngiltere’nin çabaları sonucunda, keskin bir tavır göstermekten geri durdular. Ama bu takvim konusunun tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmiyor.

Merkel Türkiye’de seçimlerden sonra, yani 2007 son baharı ile 2009 ilk baharındaki Avrupa Parlamento’su seçimleri arasındaki uygun bir sürede komisyonun bir rapor hazırlamasını istiyor.

Bu oldukça muğlak bir açıklama.

Zaten her yıl ilerleme raporu hazırlanmıyor mu? Neden yeni bir şeymiş gibi rapordan söz ediliyor?

Çünkü bu ima edilen, yeni bir şey.

Merkel, "Evet bir ültimatom söz konusu değildir...Ama biz, komisyonun neler başarıldığını ve nasıl devam edebileceğimizi bize söylemesini istiyoruz..." diyor.

Nasıl devam edebileceğimiz ne demek? Tam üyelik hedefi ile müzakerelere başlamasına karar verilmiş bir ülke ile "nasıl devam edileceği" belli.

Merkel’in söylediği de bu değil zaten. Başka bir şey.

Almanya Başbakanı ve Fransa Devlet Başkanı, Komisyon’u Türkiye ile müzakere kararını yeniden gözden geçirmeye çağırıyorlar.

2009’daki parlamento seçimleri sonrasında Avrupa’yı, Türkiye’nin üyeliğini yeniden düşünmeye hazırlıyorlar.

Avrupa anayasasının ele alınacağı bu iki yıla, Türkiye gölgesi düşürülmesin istiyorlar.

Bu arada 2007 seçim yılında Türkiye’yi rahatlatmak, seçimlerden sonra Kıbrıs konusunda daha rahat adım atmasını sağlamak da Brüksel kulislerinde taraftar bulan iyimser yorum.

* * *

ARALIK
zirvesinden çıkacak karar, daha az sayıda faslın müzakerelerinin dondurulmasına karar verilse de, teknik hazırlıkları tamamlanan fasıllarda müzakerelerin başlayacağı güvencesini vermiyorsa, doğrusu beni artık pek heyecanlandırmıyor.

Avrupa sürecinin darboğaza girdiği bu dönemde, siyasilerin nasıl bir Türkiye vaadiyle yola çıkacakları ilgilendiriyor beni.
Yazının Devamını Oku

2007’yi Çanakkale örneğiyle aşabiliriz

4 Aralık 2006
<b>ÇANAKKALE </b><br>AVRUPA Birliği ile ilişkiler donuyor mu, sürecek mi tartışmalarını yaparken geçen müzakerelere başlama kararından bu yana neler oluyor sorusunu kendimize sormakta yarar var. Kıbrıs’ın süreci tıkayacağı, bu durumu dengeleyecek tek çarenin reformlara hız vermek olduğu defalarca yazıldı ve söylendi.

Bu uyarı hiç kaale alınmadı. Türkiye’nin çözüm bekleyen iç sorunlarına ciddi biçimde eğilinmedi. Halkın değişik kesimlerinin farklı talepleri geçiştirildi.

Oysa herkesi rahatlatacak uzlaşmaları bulmak siyasi liderliğin sorumluluğu değil miydi? Öyleydi ama hükümet bu yıldan itibaren seçim stresine girdiği için hiç bir şey yapmama dengesinde durmayı tercih etti.

301. maddedeki sıkıntıyı medya kuruluşları Avrupa Birliği’nden çok önce hükümetin dikkatine getirmedi mi? Getirdi. Ama, "uygulamaya bakacağız" cevabıyla yetinildi.

Reform rüzgarı yaratabilecek, bu adımları zorlayacak güçlü bir sosyal demokrat hareket olmaması da bizim, yani halkın açısından bir başka şanssızlıktı.

* * *

AVRUPA
Birliği ile ilişkiler, ilk faslın açıldığı 12 Haziran’dan beri zaten donmuş durumda.

Henüz pazarlıklar sürüyor ama Brüksel’deki 14-15 Aralık liderler zirvesinden çıkacak sonuç da bu durumu değiştirmeyecek.

Hatta Yunanistan, Rum kesimi ve bazı AB ülkeleri, komisyonun önerilerini daha da ağırlaştırmak için uğraşıyorlar.

Müzakereye açılmayacak maddelerin artırılması ya da Türkiye’ye "şu tarihe kadar limanlarını ve havaalanlarını Kıbrıs’a açmazsan bütün süreci askıya alacağız" diye ültimatom verilmesi isteniyor.

Artık şurası kesin. Kıbrıs konusunda Türkiye hiç bir adım atamaz. Atmayacak. Bu konuda kamuoyunda geniş bir görüşbirliği var. Ve Kıbrıs Rumları, Avrupa kartını kaybetmiş durumda. Fiilen çalışmayan bir Avrupa süreci kozuyla Türkiye’ye dayatma politikalarını sürdürmeleri mümkün değil.

Bu gerçeği fark edip Kıbrıs’ın geri adım atmasına da önümüzdeki yıl seçimlere hazırlanan Fransa, yeni Avrupa anayasası için kafasını toparlayıp öneri hazırlamaya çalışan Almanya gibi Avrupa’nın etkili ülkelerinin durumu müsait değil. Ayrıca Yunanistan’ın da gelecek yıl seçim dönemine gireceğini göz önüne alırsak 2007’de Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yapılacaklar daha şimdiden bir yıl ertelenmiş durumda.

* * *

2008’e kadar bizim için kendi sorunlarımıza, kendi çözümlerimizi üretmek için bir fırsat. Çanakkale’de olanlar buna iyi bir örnek.

Çanakkale, Türkiye’nin dünya tarihine damgasını vuran en önemli kentlerinden biri olmasına rağmen, en zor ulaşılan kenti durumunda. Sıcak denizleri soğuk denizlere bağlayan önemli bir boğazın kıyılarına sahip, Kuzey Ege’nin de en önemli limanlarından olmasına rağmen, Çanakkale ne denizcilikte, ne ticarette ne de turizmde kendi değerini kanıtlayabiliyor, buna uygun yeni değer üretebiliyordu.

Ama sorunlarına sahip çıkan sivil toplum örgütlerinin, iş adamlarının, üniversite ve yerel yöneticilerinin çabaları sayesinde Kepez’de yeni inşa edilen limandan dün İtalya’ya ilk roro gemisi kalktı.

Artık iç hatlarda Çanakkale’ye uçak seferleri başlıyor. Çanakkale dünyaya açılıyor, ulaşılır hale geliyor. Bu bir başlanıç, kent tarihinde önemli bir adım. Aynı zamanda bir örnek de.

Çağdaşlık kriterlerinin, kendi gücüne dayanarak ama geniş işbirlikleriyle yakalanacağını gösteren bir örnek.

2007 için bu örneği önümüze koymalıyız. Seçim havanında su dövmek yerine, kendimize çeki düzen vererek, sorunlara çözümlerimizi üreterek geçirebilirsek 2008’i beklemeye gerek kalmayabilir.
Yazının Devamını Oku