Ferai Tınç

Gürcü lideri kim itti?

11 Ağustos 2008
MADEM apar topar çekilecektin neden 13 yıldan beri donmuş olan Güney Osetya meselesinde provokasyona geldin ey Saakaşvili? Ülken bugün ya da yarın değil ama bir gün, bir biçimde NATO üyesi olacaktı, Bükreş’teki zirvede söz verdiler. Avrupa Birliği ile üyelik hayalleri kuruyordun neden dostunu düşmanını, herkesi denemeye kalktın?

Neden, Acarya’dan sonra Abhazya ve Güney Osetya’yı da alacağım diye tarihe bugün damga vurmaya heves ettin?

Birileri seni arkadan mı itti?

Saddam’a Kuveyt için yeşil ışık yakanlar sana da, "Olimpiyatlar tam zamanıdır" mı dedi?

* * *

GÜRCİSTAN
Devlet Başkanı Saakaşvili’nin, son zamanlarda Moskova’nın faaliyetlerini artırdığı Güney Osetya’ya askeri operasyon kararını kendi başına almayacağını söyleyenler uluslararası kulislerde gittikçe artıyor.

Özellikle Washington ziyaretinde ABD Başkanı Bush ile Oval Ofis’te yaptığı görüşme, ardından ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın Tiflis’i ziyaretinin bu kararda etkisi olduğu ileri sürülüyor.

Belki "hadi git" denmedi açıkça ama Saakaşvili’ye cesaret veren bir desteğin varlığı kesin. Gürcü liderin, tek başına Rusya’ya meydan okumasının ne kadar zor olduğunu bölgeyi yakından izleyenler bilir.

Önceki gün "henüz emir almadık" diyen Karadeniz’deki Rus filosu, sabaha karşı Gürcistan kıyılarını abluka altına almıştı bile.

Putin’in Kosova’nın bağımsızlığına verdiği tepkiyi bilenler, Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyeliğini engellemek için giriştiği diplomatik mücadeleyi izleyenler, Çeçenistan sorununu nasıl çözdüğünü anımsayanlar, Ermenistan’daki Moskova’yı farkedenler Rusya’nın Kafkasya projesine karşı çıkmanın bedelsiz olamayacağını bilebilirdi. Biz bilirdik de Saakaşvili bilmez miydi?

Bilirdi ama bizimle onun arasındaki fark, o müttefiklerine fazla güveniyordu.

* * *

RUS uçakları Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ilk kez bağımsız bir ülkeye hava operasyonu düzenlerken arkadaşlar yardımına koşmadı Saakaşvili’nin.

Ne Washington’dan gelen açıklama onun beklediği idi, ne de Avrupa Birliği’nden. Birleşmiş Milletler’den bir kınama bile çıkamadı.

Dün komplo teorileri yine uçuştu kulislerde. Kimi yorumcular, ABD’nin İran’a yaptırım vaadi karşılığında Rusya’ya Güney Osetya tavizi verdiğini ileri sürdüler.

Kimileri de Saakaşvili’yi iterek Rusya’nın kapana düşürülmek istendiğini iddia etti.

Bu gerilim, Gürcistan’ın NATO üyeliğini garanti edecek bir çatlak yaratacaktı Rusya ile NATO üyesi ülkeler kamuoylarında.

Zaman yorumları netleştirecek.

Ama enerji kaynakları ve yollarının çeşitlendirilmesini, enerji ve dış politikalarının ağırlık noktası haline getirmiş olan Washington’un, Hazar petrolünün batı pazarlarına ulaşım yollarının en önemli noktalarından biri olan Gürcistan’ın güvenliğini hafife alması mümkün değil.

O yüzden de bu savaş, Kafkasya’da alışageldiğimiz çatışmalara benzemiyor.

Tsinvali, Gori ya da Poti de yine olan halka oluyor, hayat savaşa yenik düşüyor.
Yazının Devamını Oku

Kafkasya’da süper güç rekabeti

10 Ağustos 2008
GÜRCİSTAN ve Rusya arasındaki savaş, dünya petrolünün iki büyük aktörü Rusya ile ABD arasındaki paylaşım rekabetinin en sıcak çatışma noktası olarak tehlikeli bir viraj aldı. Kendi derdimize düştüğümüz için çevremizdeki gelişmeleri izleyip yorumlama yeteneğimizin iyice azaldığı bugünlerde, Budapeşte’deki NATO Zirvesi’nden sonra Kafkasya’da havaların ısınmaya başladığını es geçtik.

Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyeliği, Rusya’nın etkili müdahaleleri sonucu kabul edilmedi ama bu iki ülkeye Aralık ayı yeni tarih olarak vaad edildi.

ABD’nin Doğu Avrupa’ya yerleştirmek istediği füze kalkanı konusunda Çek Cumhuriyeti ile varılan anlaşmadan sonra ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın Temmuz ayının ilk yarısında Tiflis’i ziyareti ve orada ABD’nin Gürcistan’ın toprak bütünlüğünden yana olduğu açıklaması Rusya’da sinirleri iyice gerdi.

Haziran sonu ve Temmuz ayı başları Abhazya ve Osetya’da olaylı geçti.

Rus Barış Gücü Merkezi makineli tüfekle taranınca, Güney Osetya’daki Gürcistan Yönetimi temsilcisi saldırıya uğradı.

Bombalar, silahla taramalar, saldırılar tırmanınca Washington, Rus barış gücü yerine bölgeye uluslararası barış gücü yerleştirilmesini istedi.

Bu açıklama, Rusya’nın Abhazya ve Güney Osetya’daki güvenlik sorumluluğunu hiçe saymak olarak yorumlandı.

1980 sonları ve 90’lardaki çatışmaların ardından anlaşmalar imzalanmış ve Rusya’nın Abhazya ile Güney Osetya’nın güvenliğinden sorumlu olması kararlaştırılmıştı. Kosova’nın şubat ayında ilan ettiği bağımsızlığın tanınması üzerine ise Rusya Osetya ve Abhazya’yı resmen tanımasa da doğrudan ekonomik ve siyasi ilişki kurma kararı almıştı.

Hükümete ait Rusya Gazetesi 9 Temmuz tarihli sayısında, "ABD Dışişleri, Rusya ve Abhazya ile diyalogdan kaçar ve sömürgeleriymiş gibi konuşmaya devam ederse 2008’de Kafkasya’daki sıcak yazı, sıcak bir sonbahar ve yine sıcak bir kış izleyecek" diyordu.

* * *

GERİLİM
, cuma günü çatışmaya dönüştü. Gelişmeler, Gürcistan’ı önümüzdeki dönemde daha kırılgan hale getiriyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Kafkasya’daki denetimini kaybetmemek için Azerbaycan ile Ermenistan arasında Karabağ sorununu tırmandıran Rusya’nın, enerji rekabetinin böylesine kızıştığı bir dönemde bu bölgeye sırtını dönmesini beklenemezdi.

Uluslararası kulislerde Gazprom Cumhuriyeti de denen Rusya, enerji piyasaları üzerindeki denetimini zayıflatacak her girişime olduğu gibi Hazar petrolünün Baku-Tiflis-Ceyhan üzerinden geçerek Avrupa pazarlarına çıkmasını hiçbir zaman kabul edemedi.

Geçen hafta, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının Türkiye’deki bölümünde meydana gelen ve PKK’nın üstlendiği ileri sürülen patlamanın sonuçları da bu açıdan önemli.

Hattın tekrar açılmasının ne kadar zaman alacağı henüz belli değil. Ama bu sırada BP sahip olduğu petrolü, Rusya’daki boru hatlarına yönlendirecek.

Rusya, dev petrol şirketleri için her zaman olduğu gibi hálá en güvenilir alternatif olduğunu gösterirken, Gürcistan’ı bıçak sırtında tutarak ABD’nin tepkisini de ölçüyor.

* * *

KAFKASYA
, ABD ile Rusya arasında enerji rekabetinde, Türkiye’yi de yakından etkileyen gelişmelerin en can alıcı noktası.

İran nükleer krizi, Irak’ta istikrarın sağlanması, İsrail-Filistin, Lübnan sorunları ve Kürtlerin ABD ile ittifakının nasıl devam edeceği bu rekabetin çemberinden geçiyor.

Kafkasya’da istikrarsızlık Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Gürcistan ve Azerbaycan ile ilişkilerin en köklü bölgesel işbirliği örnekleri gösterdiği, Ermenistan ile ilişkilerde düzelme işaretlerinin geldiği bir dönemde ve Rusya ile ilişkilerin iyi bir düzeyi tutturduğu sırada Türkiye’nin bu savaşta tarafsızlığını koruması çok gerekli ama o kadar da zor.
Yazının Devamını Oku

Kürt sorunu ışığında AKP-asker ilişkisi

8 Ağustos 2008
GERİLİM artıyor. İran’a askeri seçeneği savunan lobi, Tahran’dan gelen son cevap üzerine diplomasinin yetmeyeceği, İran’ı engellemek için "vurmak" gerektiği konusunda sesini yükseltmeye başladı.

Bu gelişmelere İran da, Hürmüz Boğazı’nı kapatabileceği tehdidiyle yanıt veriyor.

Bir yandan İran krizi, öte yandan Kerkük sorunuyla ilgili kriz tırmanıyor.

Dışişleri Bakanlığı yetkilileri Türkiye’nin, bu krizlere diplomatik çözüm bulmak için bütün gücüyle devrede olduğunu söylüyorlar.

* * *

IRAK’
ta Kerkük sorununun, yeni çatışmalara neden olacak biçimde sonuçlanması ya da İran’ın askeri müdahale ile karşı karşıya kalması Türkiye için en kötü senaryo.

Irak savaşının yol açtığı sıkıntıların üstesinden gelemedik. Sadece ekonomik kayıplar değil, PKK meselesi bu dönemde daha da içinden çıkılmaz bir hal aldı, ulusal boyutundan çıkarak bölgesel bir tehdit haline geldi.

İran’ın daha fazla sistem dışına itilmesi ve askeri müdahale ile karşı karşıya kalmasının bize nelere mal olabileceği belli değil.

Ama bu gelişmelerin bölgeyi, bizi de etkileyecek biçimde tamamen altüst edeceği kesin.

Karşımızda yanıtını bilmediğimiz birçok sorunun bulunduğu kritik dönemeçteyiz.

* * *

ÖNÜMÜZDEKİ
dönemde Türkiye’yi bekleyen iç siyasi gelişmeleri, çevremizdeki gelişmelerden bağımsız olarak ele alırsak yanılırız.

Bu açıdan baktığımızda Kürt meselesi, çözüm bekleyen en acil sorun.

Dün Radikal Gazetesi’nde Murat Yetkin,"Kürt sorunu ve büyük resim"e dikkat çekiyordu yazısında. Hükümet ile asker arasında Kürt sorunuyla ilgili görüş birliği olduğunu ama anayasa değiştirme ve türban meselesinin bu sürece sekte vurduğunu söylüyor, "Büyükanıt’ın 28 Ağustos’ta görevi devredeceği Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Başbuğ’un aynı çizgiyi sürdüreceği beklenebilir" diyordu.

Yıllardan beri askerler, "Biz güvenlik konusunda üzerimize düşeni yapıyoruz, terörle savaşıyoruz. Ama esas olan siyasilerin bu konuda harekete geçmeleridir" mesajı veriyorlar.

Fakat her siyasi girişim de yine aynı çevreler tarafından şüpheyle karşılanıyordu.

Durum değişti. Kürt sorununun çözümü için sivil-asker ittifakının en derin bir biçimde sağlanması, PKK’nın kitle temelinin zayıflatılacağı siyasi çerçevenin, demokratik bir uzlaşma ile hazırlanması zamanı geldi.

Dünyadaki ve bölgedeki gelişmeleri iyi okuyanlar, Türkiye’nin bu yeni döneme hazırlanmak zorunda olduğunu görüyorlar. Bu hazırlığı kolaylaştırıcı tek yol ise Avrupa Birliği ipine asılmak.

Bu pencereden bakınca AKP ile askerler arasındaki ilişki daha iyi anlaşılıyor. Her kurumun kendi tabanını yeniden biçimlendirme zamanı şimdi.

Mesela gençleri koruma yasaları ile bu yol yürünmez. Gençleri korumak yasaklarla değil gelişmelerine yardımcı olacak olanakların sunulmasıyla mümkündür ancak.
Yazının Devamını Oku

Kerkük krizi tırmanıyor

4 Ağustos 2008
KÜRT sorunu, PKK’yı devre dışı bırakarak Kuzey Irak’lı Kürtlerle birlikte çözülebilir mi? AKP Hükümeti’nin Kuzey Irak açılımı, ABD’nin desteklediği böyle bir seçeneği de masaya taşımak üzereydi ki, Kerkük krizi yeniden patlak verdi.

Son zamanlarda satır aralarına, kulislere kulak kabarttıkça PKK’nın, onu destekleyen çevreler tarafından gözden çıkarılmakta olduğunu düşünmeye başlamıştım.

Kerkük çözülmeden böyle bir gelişme siyaseten zor.

Kerkük konusu ise Irak Cumhurbaşkanı Talabani’yi cumartesi günü Kürt partilerle yaptığı toplantıda bayıltacak kadar patlama noktasının eşiğinde.

Irak Cumhurbaşkanı, bu kritik dönemde cumartesi akşamı ABD’ye gitti.

Resmi açıklamaya göre, Başkan, iki Kürt partisi ile görüşme sırasında fenalık geçirerek bayıldı, apar topar sağlık kontrolü için ABD’ye gitti.

Ya da, Kerkük’te yönetimin Kürtler, Araplar ve Türkmenler arasında eşit biçimde paylaşılmasını öngören yeni yerel seçim yasasını, gizli oyla oylanıp Meclis’te kabul edildikten sonra veto ettiği için Washington’dan gelen çağrı üzerine yola çıktı.

Bu sadece bir yorum.

* * *

KERKÜK
diken üstünde. Bağdat’taki karardan sonra Kerkük yerel yönetimi Kürt Yönetimi’ne bağlanma kararı aldı. Kuzey Kürdistan Eyaleti Yönetimi Başkanı Barzani bu kararı tanıdıklarını açıklayınca durum daha da gerginleşti. Araplar, kararın kendi temsilcilerinin bulunmadığı bir toplantıda alındığını söyleyerek itiraz ediyorlar. Hem de çok sert biçimde. Bombalar patlıyor, gösteriler oluyor ve uzlaşmalar çatırdıyor. Amerikan kamuoyuna Irak’ta durumun düzelmekte olduğu mesajını vermek isteyen Bush Yönetimi’nin planlarını da bozuyor.

Kerkük meselesi, uzun bir süre Kürtlerin bağımsızlık hedeflerinin en canlı simgesi olarak hem Kürt politikacılar hem de işgal güçleri tarafından kullanıldı.

Saddam’ın devrilmesinden sonra kente giren Kürt grupların bütün devlet binalarını yağmalamalarına, arşivlerin yok edilmesine bölgede güvenlikten sorumlu Amerikan birlikleri göz yumdular. Saddam’ın Kürtlere yaptıklarının intikamı üzerine inşa edilen bu geri dönüş rüyasına Kürt-Amerikan ittifakının dayanaklarından biri olarak uzun süre hiç dokunulmadı.

Ama bu planın yeni istikrarsızlıklara yol açacağı ortaya çıktıkça durum değişti.

Şimdi Kerkük, Kürtlere Irak’ın bütünlüğünün simgesi olarak kabul ettirilmek isteniyor.

* * *

YEREL
seçim yasasında uzlaşma sağlamak üzere görüşmeler sürüyor ama bu hiç de kolay değil. Talabani’ni bayıltacak kadar ciddi durum. Özellikle Kürt bölgesini yöneten iki parti ve liderleri Barzani ile Talabani’nin çok sıkışık bir durumda oldukları kesin.

En büyük Sünni Arap grubu El Tawafuk liderlerinden Khalaf el Ulayan Irak basınına yaptığı açıklamada, Kürdistan Yönetimi’nin bütçesinden 500 milyon doların Bağdat’ta milletvekillerine ve bazı gruplara Kürt yönetimi tarafından rüşvet olarak dağıtıldığını açıkladı önceki gün.

Gelişmeler Ankara’da da dikkatle izleniyor. Cuma akşamı Dışişleri Bakanı Babacan, Kerkük’teki saldırılarla ilgili Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari’yi telefonla aradı. Kürt yöneticilerin Kerkük iddialarında ısrar etmeleri, gerginliği tırmandırmaları, Türkiye ile düzelmekte olan ilişkileri de sıkıntıya sokabilir.

Bazı çevreler, Kerkük’ün Kürdistan yönetimine bağlanmasının uzun vadede Türkiye açısından daha iyi sonuçlar vereceğini söylüyorlar. Ayrıca, Türkiye karışmasın diyenler de var.

Kerkük, öncelikle Irak’ın meselesi. Doğru. Ama Irak’ta istikrarsızlığı derinleştirecek her şey aynı zamanda Türkiye’nin de meselesi. Bölgede istikrarsızlık, onu tetikleyen, derinleştiren diğer bazı komşu ülkelere yarıyor. Türkiye’ye değil.
Yazının Devamını Oku

Kaçak ve izinsiz

3 Ağustos 2008
KURAN kurslarının içeriğini ilk kez bir tanıdığımın çocuğu kursa giderken öğrendim. Orada çocuklara dinle ilgili bilgiler veriliyor, hayat bilgisi, ahlak konuşmaları yapılıyor, bu arada kuran öğretiliyor sanırdım. Meğer çocuklara, ezberledikleri surelerin çevirisinden vazgeçtim, genel olarak ne anlama geldikleri bile anlatılmıyormuş.

Hiç olmazsa bir saat Arapça öğretilmesini beklerdim. O da yokmuş.

Sadece ezber.

Aileler, bazı yerlerde diğerlerinden geri kalmamak için çocuklarını kuran kurslarına gönderiyorlar ama genelde yazın çocukları sokaktan kurtarmak, belli bir disiplin eğitimi vermek için.

Bir kısmı da yoksulluktan. Tarikat kurslarının bedava mutfaklarından çocuklar faydalansın diye.

Çöken binadan kurtarılan çocuğunu görmeye gidecek para bulamayan Konyalı baba gibi.

***

KONYA
’da ölen kız çocukları içimi yaktı.

Bildiklerini çok ciddiye alan ama bilmediklerini de hiç umursamayan büyüklerin cehaleti yüzünden küçük kızların hayatları söndü.

Cumayı karşılamak üzere perşembe gecelerini dua ederek geçirmek için çocukları tatilden çağıracaksın, ama onları geri gönderme sorumluluğu diye bir şey olduğunu aklına bile getirmeyeceksin.

Öğreniyoruz ki, kursun bulunduğu binanın ruhsatı yokmuş. Kurs da izinsizmiş.

Bir ülkede yasalar varsa, ne kaçak bina ne de izinsiz kuran kursu olur.

İlgilenirsin, düzeltirsin.

Tabii ki cezaları caydırıcı olmaktan çıkartacak düzenlemeler yapmazsın.

2004’te TCK’da yapılan bir değişiklikle, kaçak kuran kursu açanlara verilen cezalar hafifletilmişti.

***

İZİNSİZ
binada kaçak kurs açmak denetimsizliğin, kayırmacılığın örneği.

Ama Konya’da yaşadığımız felaketin bir başka boyutu daha var.

Diyanet’ten gelen bilgilere göre geçen yıl Kuran kurslarından 1 milyon 436 bin öğrenci yararlanmış. Bu kurslar genelde yaz aylarında düzenleniyor.

Okullar tatil olduktan sonra, yaz aylarında çocuklar boş kalıyorlar.

Ne yazık ki, çocukların bilgi ve becerilerini arttırırken, onların yeteneklerini ortaya koymalarını sağlayacak eğlendirici boş zaman okulları yaygın değil bizde. Olanlar da pahalı, herkesin ulaşabileceği türden değil. Alternatif olarak yerel belediyelerin aklına tek gelen de çim saha.

Yaz okulları yaygınlaştırılabilir. İsteyen çocukların izleyebileceği kuran kursları da bu okulların içinde açılabilir.

Din eğitiminin boş zaman okulu yaklaşımıyla programlanmasının önünde ne engel olabilir ki? Oyunlarla, kuklalarla, resimlerle çocuklar hem dinlerini öğrenir, hem eğlenir, yaratıcılıklarını ortaya koyarlar. Arapça telaffuzu ile okumayı öğrendikleri surelerde ne dendiğini ehil öğretmenlerden dinlerler.

İlle de, anlaşılmayan hikayelerin bilinmezliği ile korkuya dayalı inanç mecburiyetini mi devam ettirmek gerekiyor?

Cesur ve kararlı bir açılım ile yaratıcı kuran kursları açılabilir ve çocuklar da bundan yararlanabilirler.

Ama önce yobazlığı muhafazakarlık olarak yorumlayan zihniyeti değiştirmek gerekiyor.

Kaçak ve izinsiz olanın yıkımına yol açmamak için.
Yazının Devamını Oku

AKP kapatılmadı şimdi ne olacak

1 Ağustos 2008
ANAYASA Mahkemesi kararı, Türkiye'nin siyasi krizlerden demokratik çözümlerle çıkabileceğini gösterdi. Ben bütün bu süreçten siyaset sınıfının da ders çıkartacağını umuyorum. Çıkartmayanlara da derslerini halk verecek. Denklemi böyle kurmak en iyisi.

AKP'nin kapatılma davası Türkiye dışında çok yakından izlendi.

Kapatılırsa ne olacağı sorusu, her çevrede en çok tartışılan ve karşılaştığımız soru idi.

Ama kapatılmazsa ne olacağı sorusu da çok soruldu.

* * *

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan'ın, kararın açıklanmasından sonra yaptığı konuşmayı dinlerken bir yıl önce, seçim zaferinden sonra halka seslenişini anımsadım.

O zaman da halkı kucaklayacağı vaadini vermişti. Şimdi yine tekrarlıyor.

Ama bu kez geçen seferden daha farklı durum.

Verilip de tutulmayan sözler var ortada. Sadece AKP karşıtları için değil yandaşları için de.

Başbakanın konuşmasında beni rahatsız eden bir ton vardı.

Gelinen nokta itibariyle her kesime sorumluluk düştüğünü vurgulayan başbakan, "Biz üzerimize düşen sorumlulukla hareket etmeye devam edeceğiz" dedi.

Yani şimdiye kadar sorumlu davranan taraf AKP olmuştu.

Diyelim ki, Başbakan dava öncesi süreci değil de, sonrasını kast ediyor.

Başsavcının Anayasa Mahkemesi'ne başvurmasıyla başlayan süreçte AKP'li yöneticilerin eleştirileri, Brüksel'de medet arayışları, toplumu mağdur dindarlar ve saldırgan laikler olarak ikiye ayırmalarını nasıl yakıştıracağız sorumlu yaklaşıma?

Bu açıklama Anayasa Mahkemesi kararının sadece bir yönünü görüp, uyarı içeren diğer yönünü göz ardı etmek anlamına geliyor.

Kendisi ret oyu vermiş olan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, kararı açıklarken sonucun AKP'ye ciddi bir uyarı olduğunu söyledi.

Yani bu karar, AKP'ye yapılan bir haksızlığı düzeltmiyor. Kapatılmasını gerektirecek ağırlıkta değil ama yaptırımla uyarılması gereken düzeyde rejime yönelik bir tehdit oluşturduğunu söylüyor.

Buna verilecek olan yanıtın, daha alçakgönüllü, özeleştiri yönü de olan bir ton taşıması gerekmez miydi?

* * *

AKP'nin kapatılmamış olmasına ben de sevindim. Çünkü muhalefet hakkının açık ihlali olduğu için siyasi partilerin siyasi nedenlerle kapatılmasına karşıyım.

Bu tip müdahaleler demokrasi ile bağdaşmıyor.

Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın da söylediği gibi, bu kapatma alışkanlığına en kısa zamanda çözüm getirmek zorundayız.

Yeni bir toplumsal sözleşme oluşturma amacıyla anayasa çalışmalarına yeniden başlama olanağı tanıyor bu karar.

İşte tam da bu noktada, şimdi en çok merak edilen soru gündeme geliyor.

AKP kapatılmazsa ne olacak?

Olması gerekeni herkes biliyor. Zaten Başbakan da ifade etti. Türkiye yoluna devam edecek, Avrupa Birliği hedefinde çağdaşlaşma koşusuna devam edecek.

Ama artık herkes için farklı içerikler taşıdığını bildiğimiz bu genel doğruları tekrarlamak yetmiyor.

Avrupa Birliği müzakereleri gerçekten gündemimize girecek, reform süreci devam edecek mi?

AKP Hükümeti, reform sürecini sırtlayıp götürme cesaretini gösterecek mi?

Yoksa önümüzdeki yerel seçimlerin siyasi atmosferi içinde popülist politikalar yine öne çıkacak ve Türkiye zaman ve enerji kaybetmeye devam mı edecek?

AKP kapatılırsa ne olur sorusuna yanıt aramakla geçti bu yılın ilk yarısı. İkinci yarısını da AKP kapatılmadı şimdi ne olacak sorusuna yanıt aramakla geçirmesek.
Yazının Devamını Oku

Sorgulama dönemi

28 Temmuz 2008
ERGENEKON iddianamesi kabul edilir edilmez binlerce sayfa iddianame metni ile boğuşmaya başladık.

İddianamenin nasıl değerlendirileceğini, hukuki tartışmaları, siyasi müdahaleleri olayların nereden gelip nereye gideceğini önümüzdeki süreçte göreceğiz.

Ben bu davanın Türkiye’de devlet içinde devlet gibi davranan, yasaları hiçe sayan derin devlet yapılanmasının ne kadar su yüzüne çıkartacağını merak ediyorum.

Ergenekon adı verilen tasfiye, mafya ayağı ile birlikte klikler arası bir mücadele mi yoksa, soğuk savaş kalıntısı yapılanma ve zihniyetin gerçekten Türkiye Cumhuriyeti devletinden temizlenebileceği bir sürecin ilk adımı mı?

Çünkü bu sadece klikler arası bir tasfiye mücadelesi ise demokratikleşme açısından pek bir değişiklik sağlamayacak demektir.

Yazının Devamını Oku

Kafalardaki sansürü kaldırmaya 100 yıl yetmedi

25 Temmuz 2008
İKİNCİ Meşrutiyet’in ilk özgürlük adımı sansürün kaldırılması olmuştu. 24 Temmuz günü gazeteciler "müsvedde"lerini sansüre göndermeme kararı aldılar. 25 Temmuz günü yani, tam yüz yıl önce gazeteler ilk kez sansürsüz çıktı okuyucu karşısına. Kafaların değişmesi zaman ile doğrudan orantılı bir şey değilmiş demek. 100 yıl geçti ama sansürcü zihniyet bugün hálá canlı.

Üstelik siyasi parti, ideolojik duruş filan hiçbir fark gözetmeden.

Herkesin kafasında kendi sansürünün sınırları var.

Eğer öyle olmasaydı, bugün insanlar düşüncelerini ifade ettikleri için hapislerde olmazdı. Gazeteciler, yayıncılar haklarında açılan davalar nedeniyle zamanlarının bir kısmını mahkemelerde geçirmez, ağır para cezaları, hapis tehditleri basın özgürlüğünü bugünkü gibi tehdit ediyor olmazdı.

Hükümeti eleştirdiği için Latife Tekin susturulmaz, İnegöl’ün AKP’li Belediye Başkanı’nın yaptığı gibi kimse belgeseli yarıda kesip yönetmenini kovmaya kalkışamazdı.

Roj TV, nevruz ile ilgili bir yayınından alıntı yaptığı gerekçesi ile Hayat Televizyon Kanalı, İçişleri Bakanlığı’nın talimatı ile kapatılmazdı.

Eğer kafalardaki sansür duvarları bu kadar kalın olmasaydı, kapatılmadan önce Hayat TV’ye savunma hakkı tanınırdı.

Bir insanın düşünce ve isteğini ifade etme hakkının ne anlama geldiğini kavramadan, değil yüz yıl, bin yıl geçse bile sansürcü zihniyetten kurtulmak mümkün değil.

Sansürcü zihniyet, dün olduğu gibi bugün de Türkiye’nin önündeki en büyük engel.

Muhalefeti susturarak düdüğünü öttürmek isteyen sansürcü zihniyet, çatışma ideolojisi ile besleniyor.

Ama günün birinde durum değişip o düdükler artık üflenemeyecek kadar köhneleşince geri adım atmak büyük sorunlara yol açıyor.

Barış dilini bulmak çok ama çok zorlaşıyor.

ERMENİSTAN BARIŞI ÖNE ÇEKTİ

DÜN,
Bakü-Tiflis-Kars tren yolunun temel atma töreni yapıldı Kars’ta. Bu büyük bir proje, güney Kafkasya’yı dünyaya bağlayan önemli bir yol açılıyor. Bu güzergáhın doğal istasyonu olan Ermenistan neden bu projede olmasın? Kafkasya, halklarının zenginliği, kültürü ile en az Avrupa kadar ortak bir yaşam alanına dönüşme potansiyeline sahip.

Ama düşmanlık dili ile beslenen toplumların barışa hazırlanması çok ama çok zor. Onu görüyorum.

Ermenistan, soykırım konusunu Türkiye ile ilişkilerinde gündeminin gerisine düşürmeye çalışıyor ama diyaspora engeli ile karşı karşıya.

Başbakan Tigran Sarkisyan hafta başında, pazartesi günü Erivan’da diyaspora gençlerinden bir grup ile yaptığı konuşmada çok önemli mesajlar verdi. APA haber ajansının haberine göre Başbakan Sargisyan, "Türklere karşıt değil, Ermeni yanlısı bir zihniyeti tercih etmeliyiz" dedi.

"Düşmanlık toplumda hakim duygu haline gelmemelidir. Siz diyasporanın soykırım konusunda çok çaba sarf ettiğini söylüyorsunuz. Ama bu tavır her şeyden önce bizim halkımız için zararlıdır. Bizim amacımız kimseyle çatışma değil, halkımızın refahını artırmak olmalıdır."

Varlığının temelinde hesaplaşma kültürü olan diyasporanın zihinsel sansürünü aşmak zor olsa da Ermenistan hükümeti üslup değiştirmeye çalışıyor. Eski Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan da benzer bir adım atmış ama Ankara’nın zamanında harekete geçememesi nedeniyle sonuçsuz kalmıştı. Ermenistan ile ilişkileri normalleştirmenin Azerbaycan’ın çıkarlarını savunmaktan vazgeçmek anlamına gelmeyeceğini de görmeli, gelişmeleri sansürden arınmış kafalarla izlemeliyiz.

Sansürün toplumsal zihniyetimizdeki temellerini sarsmak için yüz yıl daha bekleyemeyiz.
Yazının Devamını Oku