Ferai Tınç

Kavruk ağaçlar vadilerinden geçerken

31 Ağustos 2008
İZMİR istikametinden Çanakkale’ye ilerlerken İntepe’yi geçer geçmez kavrulmuş bir orman çıkıyor karşınıza. <br><br>O ağaçların gölgelerine sığınarak Truvalı komutan Hektor’un tümülüsüne çıkalı çok olmadı. Artık o ağaçlar yok.

Alevler yolun her iki tarafını da yakmış kavurmuş.

"Arka köylerden birinde" yine biri çıkıp anız yakmış.

Rüzgar yön değiştirmeseymiş evler de yanıyormuş az daha.

Bir kıvılcım yetiyor. Kendi dünyasında kavrulmuş bir insanın bilinçsizce yaktığı bir kibrit, ya da dalgın bir şoförün fırlattığı bir izmarit, binlerce ağacın kül olmasına, köstebeklerin, yılanların, böceklerin canlı canlı yanmalarına yetiyor.

***

LAPSEKİ
’den Gelibolu’ya giderken de aynı manzara.

Dünyanın tükenişini gösteren bir sergi gibi.

Bir tabela koymuşlar.

"Bir balya makinesinden çıkan kıvılcım yaktı" diye.

Okuyan var mı bilmiyorum. Ya anlayan? Ondan da emin değilim.

Çünkü az ötede, Tekirdağ’a giderken kesif bir duman kaplıyor her tarafı.

Anız yakmış biri. Otları temizliyor.

***

ORMAN
yangınlarından kaçınmak kolay değil. Üstelik sadece bizim canımızı yakan bir durum da değil.

Küresel ısınma en büyük tehdit ama yolsuzluk, ağaçların yerine siteler oteller görmek isteyen aç gözlerin tehdidi de hiç küçümsenmemeli.

Ormanların arasından yolların geçirilmesi de önemli bir faktör. Çünkü, kesilen ağaçların yerlerine yenilerinin dikilmesi yetmiyor. Genç ağaçlar daha çabuk ve kolay yanıyorlar.

Yangınlara karşı, halkın bilinçlendirilmesi, söndürmek için gerekli olan teknik donanım kadar önemli. Hatta daha fazla.

İnsanın sokaklarını evi kadar kendisine ait bir alan görmesine bağlı bu. Evinde temizlik istiyorsan, sokağın, havan, çevreni de temiz tutmak zorundasın. Çamuru taa evinin kapısına kadar götürüp, ayakkabını kapının önünde bırakmakla temizlik olmuyor.

Ölümün yüceltildiği değil, hayatın kutsandığı kültür yaygınlaşsa ormanlar da kurtulur.

Gerçek yurtseverliğin toprak uğruna ölmek değil onu yaşatmak, güçlendirmek, üretkenliğini artırmak olduğunu öğrenmeden bu iş kolay değil.

Avrupa Birliği, orman yangınlarına karşı çeşitli projeler uyguluyor. Risk bölgelerini belirlemek, önleyici çalışmalar, söndürme ve rehabilitasyon için gerekli hazırlıklar konusunda çeşitli projeler düşünülmüş. Türkiye’de neler yapılıyor? Pilot projeler var mı? Vardır mutlaka ama, geçen yıllarda yaşanan yangınlardan artakalanların da kül olması bekleniyor herhalde duyurulmaları ve hayata geçirilmeleri için.

***

HANGİ
önlemi alırsanız alın, gideni geri getiremiyorsunuz. Önleyici politikalar o yüzden çok önemli. Kavrulmuş ağaçların kenarından hüzünlü, kızgın geçip giderken Çanakkale Çevre Platformu’nun uluslararası haykırışı kulaklarımda çınlıyor. Kuzey Ege’nin oksijen kaynağı Kaz Dağları, dört yıldan beri devam eden altın arama faaliyetlerinin yüzünden delik deşik ediliyor. Yetkililerin duyarsızlığı karşısında onlar da "Kazdağları Dünya Kültür Mirası listesinde olmalı" diyorlar.

Belki bu çağrı, üç bin yıllık hikayesini bildiğimiz Kazdağları’nı, ağaçlarını, çiçeklerini, hayvanlarını kurtarır.
Yazının Devamını Oku

Çanakkale’de değerleri tanıma seferberliği

29 Ağustos 2008
HIZLI dönüşüm programlarının, ormanlara odun, boğazlara su yolu, sahillere altın yumurtlayan tavuk, dağlara paraya tedavül edilmesi gereken maden yatakları kavrayışıyla yaklaştığı bu günlerde, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi "Çanakkale İli Değerleri"ni ortaya çıkartmak için örnek bir projeyi hayata geçiriyor. Üniversite Rektörü Prof. Dr. Ali Akdemir ile Çanakkale Valisi Orhan Kırlı’nın omuz omuza vererek gerçekleştirdikleri, Çanakkale Sanayi ve İş Adamları Derneği, Ticaret ve Sanayi Odası’nın desteklediği, belediyelerin de katıldığı bu mini seferberlik çerçevesinde Ege’nin en güzel en değerli toprakları arasında bulunan Bozcaada, Gökçeada, Eceabat, Gelibolu, Lapseki, Biga, Çan, Yenice, Bayramiç, Ezine, Ayvacık, Küçükkuyu, İntepe’de 25-31 Ağustos tarihleri arasında sempozyumlar düzenleniyor.

Ben Çanakkale ve Bozcaada’daki sempozyumlara katıldım ve bugüne kadar hiç bilmediğim öyle şeyler duydum ki, çok nadide mücevherlerin bulunduğu bir sandığı emanet almış gibi hissettim.

* * *

BİRÇOK
kez, kum çekildiğine tanık olduğum kumsalların yerbilimsel açıdan dünya çapında çok özel ve sadece Bozcaada’ya has bir örnek oluşturduğunu, Ege denizindeki doğal olayların 100 bin yıllık geçmişine ışık tutacak örnekler sergilediğini öğrendim.

Türkiye’de bir örneği sadece Niğde’de 1200 metre yükseklikte görülen bir pembe çiçeğe, yine Bozcaada kayalıklarında rastlandığını, tüm Çanakkale bölgesinde bir tek Sadrazam mezarı olduğunu, onun da Bozcaada’da bulunduğunu bu sempozyumda duydum.

Çanakkale’deki Türkmen köylerinin, kökleri Şamanlıkta olan birçok geleneği sürdürdüklerini, Çanakkale seramiklerinin benzersizliğini, Ezine peynirinin, Bozcaada şaraplarının ve üç bin yıllık bağlarının, Ayvacık, Geyikli zeytinyağlarının, Çanakkale helvasının markalaşma serüvenini ortaya koyan tebliğler sunuldu.

Hiç bilmediğimiz değerleri tanıdık bu sempozyumda.

* * *

TARİHÇİDEN
arkeoloğa, turizmden gök bilimcisine kadar çok farklı disiplinlerden bilim adamlarının seferber olduğu bu çalışma sonucu, Çanakkale ve ilçelerinin değerlerini gösteren 14 kitap var artık.

Çanakkale Üniversitesi’nin yayınladığı bu kitaplar, Çanakkale değerlerinin envanteri niteliğinde.

On Sekiz Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Akdemir, bu çalışmanın amacını açıklarken, "Çanakkale’nin tarihi, arkeolojik, tarımsal, ekolojik, mitolojik değerlerinin korunması Çanakkale’nin ekonomik gelişimini üzerine inşa edeceği ekonomik sektörlerle doğrudan ilgilidir" diyor "Soft sanayi sektörleri dışında ağır sanayı yatırımlarıyla kalkınma, değerlerin erozyonuna neden olabilir. Bu nedenle Çanakkale’nin bilinen, bilinmeyen değerlerinin ortaya çıkartılması ve bunların ekonomiyle ilişkilendirilmesi zorunluluktur."

* * *

REKTÖRÜN
ortaya koyduğu anlayış, günümüzde çağdaş üniversitenin anlamını ortaya koyması açısından önemli. Üniversiteler bulundukları bölgelerde yaşamın içinde olmalı, değişim dinamiklerine bilimsel önderlik yapabilmeli.

Çanakkale Valisi Orhan Kırlı, "Çanakkale İli Değerleri Sempozyumu sonucunda elde edilecek bilgi ve veriler, bilim adamları tarafından ortaya konan görüş ve önerilerin Çanakkale Çevre Düzeni Planı için önemli bir altlık oluşturacağını, önümüzdeki dönem yatırımlarına da yol göstereceğini" söyledi.

Umarım öyle olur. Bozcaada’nın, değerleri korumaya kararlı genç kaymakamı İbrahim Çenet’in temenni ettiği gibi, "yatırım politikaları değerleri koruyacak ve geliştirecek biçimde belirlenir ve yerel yöneticiler, değerleri hiçe sayan yatırımcıların baskıları karşısında yalnız bırakılmazlar."
Yazının Devamını Oku

Boş zaman işi çevrecilik ulusal programın neresinde

25 Ağustos 2008
HÜKÜMET, Avrupa Birliği müktesebatıyla ilgili üçüncü ulusal planını hazırladı. AKP hükümeti Avrupa Birliği reformlarını yeniden gündemine aldı. "Brüksel olmazsa biz adını değiştirir Ankara reformları der yola devam ederiz" anlayışının pek bir şey ifade etmediği iyice anlaşıldı. Bu yüzden, reformların AB müktesebatı çerçevesinde yeniden hükümetin gündemine alınmasına memnun oldum. Ama bu reformları kimin yapacağı sorusunu bir türlü yanıtlayamıyorum.

Güçlü bir siyasi iradenin liderliği olmadan reformları yapmak, onları hayata geçirmek mümkün mü?

Mümkün değil, üstelik bu iradenin yetersiz olduğunu gösteren örneklere her gün bir yenisi eklenirken hiç mümkün değil.

Mesela. Başbakan çevrecileri, yerelleri ile yetinmeyip, küresel çapta mahküm ediyor. Başbakan çevrecilerin dünyada "ele avuca gelecek pek bir şey" yapmadıklarını söylüyor, çevre ile ilgili sivil toplum çalışmalarını boş gezenin boş kalfalarının işi olarak niteliyorsa, Avrupa Birliği müktesebatı ile uyum için çevre konusundaki reformları nasıl gerçekleştirecek?

Üstelik Çevre, en zor fasıllardan biri. Ulusal programa dün yeniden göz attım. Meclis’in bir yıl içinde çıkartması gereken yasalar arasında Doğa ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma kanunu var. Biyo güvenlik kanunu var. Çerçeve Ajansı Kanunu, Çerçeve Su Kanunu var.

Kısaca, bazı insanların boş vakitlerini değerlendirmek için yaptıkları her şey var ulusal programda.

Bitmedi.

***

ULUSAL
Program, çevre konusuyla ilgili Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalara bir yıl içinde uyumu sağlayacak yasaların çıkartılmasını da öngörüyor.

Bonn Sözleşmesi, Göteborg, Rotterdam ve Aarhus sözleşmesi.

Aarhus sözleşmesi, Başbakan’ın nükleer enerji santraline karşı çıkan çevrecilere sinirlendiği noktada dönülüp bakılması gereken bir yükümlülüğe işaret ediyor.

Bu sözleşme, sivil toplumun çevreye ilişkin konuda bilgiye ulaşım, karar alma mekanizmalarına katılım ve adalete erişimine ilişkin hakları ve yükümlülükleri düzenliyor.

Bir de 2007 yılında çıkartılması öngörülmüş olan ama çıkartılmayan ikincil düzenlemeler var. Örneğin Çevresel Değerlendirme Yönetmeliği.

Bu yönetmeliğin amaçları arasında, "Bir kamu otoritesi tarafından onaya tabi plan ve programların çevresel açıdan değerlendirilmesi ve bu sürece halkın katılımının sağlanması?" da var.

***

NASIL
olacak bu iş? Dün çevrecilere sinirlenen bir başbakan, yarın bu reformları nasıl yapacak? Hayata geçirilmesi için hangi siyasi iradeyi ortaya koyacak?

Bir hükümet nükleer enerji santrali kurmayı programına alabilir. Ama buna karşı çıkanları ikna etmek, inandırıcı gerekçeler ortaya koyma çabası göstermeyi de önemsemek gerekir. Nükleer enerjiyi kaçınılmaz bir seçenek olarak sunarken temiz enerji konusundan da haberdar olmalı, en azından bu noktada çaba gösterildiğini çevreye ve doğal kaynaklara saygılı insanlara söyleyebilmelidir.

Dünya, eski kalıplarla izah edilemeyecek biçimde yeni bir yöneliş içinde. Bu yönelişte çevre en belirleyici unsur olarak her geçen gün daha önemli bir konum kazanıyor.

Önümüzdeki dönem, dünya politikalarını, temel ihtiyaçlara, gıda, su ve enerji kaynaklarına olan küresel talebin nasıl karşılanacağı belirleyecek.

Çevrenin korunması ve onun ekonomik verimlilik çerçevesi içinde değerlendirilmesi insanların daha da çok zamanını alacak.

Geleceğe boş gözlerle bakanlar bunu belki hiç anlamayacak.
Yazının Devamını Oku

Altıncı Filo Karadeniz’e nasıl çıktı

24 Ağustos 2008
ALTINCI Filo Karadeniz’e adım adım çıktı. Şöyle oldu. Bundan üç yıl önce Washington, Aktif Çaba adlı Deniz Görev Gücü’nün alanını Akdeniz’den Karadeniz’e de uzatmak istedi. Türkiye bu isteğe Montrö’yü gerekçe göstererek çekince koydu. Müzakereler sürdü. 2006 ilkbaharında bu çekince kalktı. Türkiye, ABD ve Gürcistan Karadeniz’de ilk kez ortak tatbikat düzenlediler. Adı da Karadeniz’de Uyum Tatbikatıydı. Bu çekincenin sürdüğü dönemlerde, Montrö’nün tümü değilse bile bazı maddelerinin değiştirilebileceği iddiaları çok duyuluyordu. Washington’un ısrarının altında, Karadeniz’in enerji güvenliğinde stratejik önemde bir yer haline gelmesi yatıyordu.

2006 yılının sonlarında, The Heritage Foundation’ın yayınladığı bir rapor bu ilginin nedenini açıkça ortaya koyuyordu.

"Karadeniz bölgesi, Afganistan, Irak, İran ve Hazar bölgesi ile Batı pazarları arasındaki enerji deniz nakil yollarının askeri, yeniden yapılanma ve istikrarlılaştırma operasyonları için önemli bir platformdur" deniyordu raporda: "Orası aynı zamanda Avrupa’nın yeni güneydoğu sınırıdır. Bu nedenle, buradaki bazı faaliyetlerin güvenliğini sağlamak, diğer bazılarını engellemek ve Karadeniz bölgesinde varlık göstermek Avrupa Birliği ve ABD’nin çıkarınadır."

ABD, Karadeniz’de uzun zamandan beri varlığını artırmayı, NATO’yu da bu strateji içine çekmeyi istiyordu. Gürcistan, bu isteği meşrulaştıran önemli bir bahane oldu.

* * *

ANIMSAYALIM. ABD Başkanı Bush, Gürcistan’a hastane gemilerini göndereceğini açıkladığında, Pentagon’un bile bundan habersiz olduğu söylendi. Pentagon’un, "Türkiye’ye sormadan bu karar nasıl verilir" sorusunu yönelttiği haberleri geldi. Ama sonra hastane gemilerinin gönderilmesinden vazgeçildi. Sorun "Montrö’ye ters düşmeyecek formüller ile"çözümlenecekti. Öyle de oldu.

Altıncı Filo’ya bağlı McFaul, Girit’teki üssünden çıktı ve Cuma günü Çanakkale ve İstanbul Boğazı’nı geçerek Karadeniz’e ulaştı. Bugün yarın Dallas da aynı üsten hareket ediyor. Altıncı Filo’nun bayrak gemisi Mount Whitney’in ise önümüzdeki hafta İtalya’daki Gaeta üssünden ayrılacağı söyleniyor.

İlk geminin geçişi sırasında Çanakkale Boğazı Gemi Trafik Hizmetleri Merkezi Müdürlüğü’ne gideceği liman konusunda bilgi vermediği söylendi. Gürcistan’a yardım bıraktıktan sonra başka bir şey daha mı yapacaktı? Dün bu soruya yanıt aranırken, her iki gemi için çok daha önceden Türkiye’den izin alındığı iddialarına rastladım. ABD ile Türkiye arasında gemi krizi iddialarını ilk olarak yayınlayan McClatchy Gazetesi, McFaul ve Dallas için bu yıl başında Karadeniz’de tatbikata katılmaları için izin alındığını yazıyordu. Haberin kaynağı yine kimliğini açıklamayan bir Pentagon yetkilisiydi.

* * *

KARADENİZ enerji rekabetinin kritik çatışma noktalarından biri haline geliyor. Çanakkale ve İstanbul Boğazları’nı da yakından ilgilendiren önemli bir gelişme bu. Daha da önemlisi, Türkiye’yi kritik seçimlerle karşı karşıya bırakacak bir durum da ortaya çıkıyor, NATO’nun da Karadeniz’e ilgisi artıyor, bölgeye aktif olarak çekiliyor. Ne yazık ki, biz bu konuları hiç ama hiç gündeme getirmiyor, doğru dürüst tartışmıyor en kötüsü olaylar geçtikten sonra unutup gidiyoruz.

Ve bize net bilgiler verilmemesini doğal karşılıyor, "Dikleşmeyen ama dik duran bir hükümetiz" gibisinden açıklamalarla yetinebiliyoruz.
Yazının Devamını Oku

Kafkasya platformunun tam zamanı mı

22 Ağustos 2008
RUS tanklarının Gürcistan’a girdiği günlerde Başbakan Tayyip Erdoğan ile Gürcistan Devlet Başkanı Saakaşvili’nin ortak basın toplantıları televizyonlardan canlı yayınlandı. Dikkatle izledim.

Başbakan Erdoğan, bölgede istikrarın öneminin altını çizdi ve Türkiye’nin Kafkasya’da güvenlik ve ekonomik işbirliği temelinde bir girişim planladığını açıkladı.

Bu konuşmadan sonra Saakaşvili’yi dinledik.

"Her şey iyi güzel de, genel yaklaşımlara değil, bizim şimdi Rus tanklarını ülkemizden çıkartmak için desteğe ihtiyacımız var" diyordu.

Rusya ise bu teklifin dışişleri bakanları tarafından değerlendirileceği açıklamasıyla yetindi ağırdan alan bir edayla.

Dün de Başbakan Erdoğan Bakü’deydi.

Bu görüşmenin esas konusu yine Kafkasya platformuydu.

Bölgesel işbirliği platformu oluşturmak, bunun güçlenmesi için çaba sarf etmek çok doğru bir adım olabilir ama zamanı ve zemini önemli.

Türkiye’nin, bölgede şu anda dönüp durmasının görünür bir gelecekte pek yararı yok.

Dün, Başbakan Erdoğan Bakü’deyken Azerbaycan Ulusal Forumu adlı sivil toplum kuruluşu, açıklama yaptı ve Karabağ sorunu devam ettikçe Ermenistan ile her türlü işbirliğine karşı olduklarını açıkladı.

Azerbaycan’da Ekim ayında cumhurbaşkanlığı seçimleri var.

Muhalefet, birkaç parti dışında Aliyev’e karşı geniş bir cephe oluşturdu. Aday göstermeye yanaşmıyor.

Bu seçim ortamında, hele de herkesin birbirini hata bulmak için gözaltına aldığı bir dönemde, İlham Aliyev’i böyle bir anlaşmaya davet etmek pek akılcı değil.

Önerinizin samimiyeti şüphe uyandırır.

Gerçekten bölge adına mı yoksa Türk Hükümeti’nin kendi adına yaptığı bir girişim mi sorusunu tartıştırır.

RUSYA
’nın, Soğuk Savaş sonrası NATO ve küresel sistem içinde yer alıp almayacağı, alacaksa bunun parametrelerinin neler olacağını belirleyecek olan çok karmaşık bir süreçten geçerken Türkiye’nin arabuluculuk değilse bile böyle bir barış mesajcısı rolüyle çıkmasının sebebi acaba nedir?

İsrail-Suriye arasındaki arabuluculuk çabasının olumlu yola girmesinin etkisi var mı bu çıkışta?

Olabilir.

Ama dramatik adımlar atmadan önce, tam da şu sıralardaki gelişmeleri çok iyi takibe almakta yarar var.

Örneğin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, iki günlük bir ziyaret için Rusya Devlet Başkanı Medvedev’in daveti üzerine Rusya’ya gitti. Moskova’nın önemli konuklarını ağırladığı Soçi’deki buluşma sırasında Suriye Devlet Başkanı, ev sahibinin çok hoşuna gidecek açıklamalar yaptı, "Gürcistan savaşı başlattı, ama Batı Rusya’yı kınıyor. Gürcistan’ın tetiklediği bu olay, Batı’nın Rusya’yı yalnızlaştırma isteklerini açığa çıkarttı" dedi.

Üstelik ziyaret sadece güzel sözlerle geçmedi, Soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’daki en büyük deniz üssü olan Tartus limanındaki üssün Rusya’ya açılması kararına imza attı. Newsru.com sitesinin verdiği habere göre ise, Rus uçak gemisi Amiral Kuznetsov’un liderliğinde denizatlıları ve savaş gemileri Rusya’nın Murmansk limanından Akdeniz’e hareket ettiler bile.

Karadeniz’e yabancı savaş gemilerinin çıkmasına yanıt Rusya’nın Akdeniz’de boy göstermesi.

Türkiye bu süreçte sıkışıyor. Bölgesel güvenlik ve barış girişimleri iyi de zamanı zemini uygun olmalı.

Arabuluculuktan prim çıkartalım derken arada kalmak da var. Bunu da her zaman akılda tutmalı.
Yazının Devamını Oku

Kutup meselesi değil, hukuk sorunu çözülmeli

18 Ağustos 2008
KAFKASYA’daki savaşın yıkıntılarından çok kutuplu bir dünya doğduğunu söylüyor Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Rusya dişlerini gösterdi diye içimize su serpiliyorsa ve bunu da ABD’nin dengelenmesi olarak değerlendiriyorsak doğru.

Ama, dünya barışının en çok ihtiyacı olan şey güç dengesine mi?

Cumhurbaşkanı l, İngiliz The Guardian Gazetesi ile konuşmasında, "Dünyanın tek merkezden kontrol edilebileceğini düşünmüyorum. Kafkasya’daki savaşın yıkıntılarından çok kutuplu yeni bir dünya düzeni çıkmalı ve ABD başka ülkelerle güç paylaşımına başlamalı" diyor.

Hayata güç ve iktidar penceresinden baktığınızda, bir gücü ancak diğer bir gücün kontrol edebileceğine inanırsınız tabii ki.

Oysa, bir başka pencere daha var, daha iyi bir dünya yaratabilmek için. Hukuk penceresi.

Bütün bu yıkıntıların, savaşların enkazı altından uluslararası hukuk düzeninin güçlenerek çıkmasını isterdim ben olsaydım.

Ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir ülkenin uluslararası hukuku ihlal etmemesini dilerdim. Bunun için güç paylaşımı yapılmamasını dilerdim.

* * *

ÇOK
kutuplu dünyada, yani ABD ve Sovyetler arasındaki soğuk savaş dengesinde dünya çok mu daha iyiydi?

Atom bombası, savaşlar, Afrika’nın sömürülmesi, üçüncü dünya ülkelerindeki diktatörlerin silahlandırılması, İran devrimini hazırlayan koşullar, nükleer silahlanma yarışı bütün bunlar güçler dengesi döneminin ürünleri değil miydi?

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra, özellikle de 11 Eylül ile birlikte ABD uluslararası hukuku hiçe saydı. İhlal edilemez diye düşündüğümüz en temel kriterler bile çiğnendi.

Irak savaşı ile başlayan süreç Kosova ile devam etti. Bu süreçte Türkiye dahil her ülke, işlerine geldiği noktalarda ihlallere göz yumdular.

Evet ABD Irak savaşına, uluslararası ittifaka sırt çevirerek girdi. Dünyayı "benden yana olanlar, bana karşı duranlar" diye kaba bir biçimde bölerek.

Ama bu süreçte uluslararası alanda reel politika gerekçesi ardına saklanan sessiz ittifakı, derin uzlaşmayı görmemek mümkün müydü?

* * *

BUGÜN
sorunlarımızın temelinde korkuya dayalı caydırıcılığın ortadan kalkması mı, yoksa çifte standardın bu kadar gönül rahatlığıyla kabul görmeye başlaması mı var?

Uluslararası ilişkilerde hukuki yükümlülükleri, anlaşmaları, teamülleri hiçe sayarsanız, ve her şeyi kendi çıkarınıza göre yorumlamakta sakınca görmezseniz, gün gelir Kosova’nın bağımsızlığını tanırken, Güney Osetya’da frene basamaz, Kuzey Kıbrıs’ta tavana bakamaz ve Karadağ’da ıslık çalamazsınız.

Anayasa hazırlarken, Kürtlere Kerkük sözü verip de, işler sarpa sardığında geri adım atmaya kalkışarak Irak’ta demokrasiyi yerleştiremezsiniz.

Türkiye ile Avrupa Birliği müzakerelerine başladıktan sonra vazgeçmeye kalkarsanız da olmaz. Bunlar kimsenin gözünden kaçmayan, güvensizlikleri ateşleyen en temeldeki çatışma fitilleridir.

Toplumların adalet duygusunun zedelenmesi dünya barışına yönelik en büyük tehdittir.

Nereye ne zaman sıçrayacağı belli olmayan bu ateşi, "çok kutuplu dünya" da caydıramaz.

Eski dünya düzeninin kendi terminolojisi vardı. Kutuplar, soğuk savaş, caydırıcılık gibi. Şimdi yeni bir düzenin dilini yaratmak zorundayız.

MUHABİRLERİN GÜVENLİĞİ

BU yıl dünyada en çok sayıda gazetecinin görev başında yaşamını kaybettiği, ya da yaralandığı, sakat kaldığı yıl oldu. Gürcistan’daki savaş sırasında meslektaşlarımızın, bizim haber alma hakkımız uğruna ne kadar zor koşullar altında görev yaptıklarını izledik. NTV muhabiri Hilmi Hacaloğlu, Kameraman Cumhur Çatkaya, Kanal Türk muhabiri Levent Öztürk ve kameramanı Güray Ervin kurşun yağmuru altında kaldılar. Levent Öztürk bir gözünü yitirdi. Çok üzüldüm. Geçmiş olsun ve sizlere çok teşekkür ederiz. Uluslararası Basın Enstitüsü bu durumu gündemine aldı, kınadı ve ihlallerin peşini bırakmayacak. Ama kurşunlar yağarken bir beyaz bez bile bulamadıklarını görünce sormadan geçemiyorum. Kurumlar, savaş bölgelerine gönderdikleri gazetecilerin güvenliği için nasıl önlem alıyorlar, gerekli eğitim veriliyor mu? Meselenin bu tarafını da konuşmalıyız.
Yazının Devamını Oku

Ahmedinejad’ın izzet yolu mu?

17 Ağustos 2008
İRAN Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Türk halkına mesaj vermek için gitmeden önce tek başına basın toplantısı düzenledi. Ekran başında dikkatle bana vereceği mesajı izliyorum.

Her şeyden önce İran Cumhurbaşkanı’nın bu ziyaretten memnun ayrıldığı belli oluyor.

İlk mesajı Amerika’ya sonra da kendi kamuoyuna.

"Bizi yalnızlaştıramazsınız. İşte Türkiye yanımızda "

Hatta biraz Mısır’ı filan karıştırarak, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerini ürpertecek büyük bir ittifak şemsiyesi de çizmeyi ihmal etmiyor.

Üstelik bu ittifak balonunu uçururken kendi pozisyonundan bir milim bile gerilemiyor, Siyonizm ile Museviler arasında bir ayrım yaparmış izlenimi verse de İsrail halkının bu coğrafyada yeri olmadığını herkesin anlayabileceği biçimde söylüyor.

"Dış politikamızın en önemli yönü dünyadaki zulme karşı olmaktır" derken İran’ın sayın Cumhurbaşkanı bir soru takılıyor aklıma.

Ya içerideki zulüm?

***

NASİM Sarabandi, Fatma Dehdaşti, Ronak Safarzadeh, Mahbube Kerami? Bunlar sadece birkaçı. Cinsiyetler arası eşitlik talep ettikleri ve bunun için ülke çapında bir imza kampanyası başlattıkları, eğitim çalışmaları yaptıkları için Evin cezaevinde hapis cezalarına çarptırılan kadınlardan sadece bir kaçı.

Suçları, "Sisteme karşı propaganda yaparak devlet güvenliğini tehdit etmek."

Bugün sekiz kadın fuhuş yaptıkları iddiasıyla taşlanarak öldürülmeyi bekliyorlar. İkisi Tahran’da, ikisi Kürt bölgesinden, ikisi Arap kökenli ikisi de kuzeyden Azeri kökenli. Hepsi de yoksul, yüzlerine okunan cezayı anlayacak kadar bile eğitimli değiller, çoğu zaten Farsça bilmiyor. İranlı insan hakları savunucuları, recmin uzun zamandan beri uygulanmadığını ama son dönemlerde muhafazakarların güç kazanmasıyla yeniden bu cezaların görüldüğünü söylüyorlar.

Parlamentoya sunulan yeni ceza yasasında göz çıkartma, el kesme de olduğu haberleri geliyor.

Ya azınlıklar? Son bir ay içinde ikisi öğretmen biri öğrenci üç Kürt kökenli İran vatandaşının başına gelenler zulüm değil mi?

***

İSTANBUL
halkının çektiği eziyetten söz edilince, "Bizde böyle şeyleri yaptırmıyoruz" diyerek topu ev sahibine atacak kadar popülizmi siyaset tarzının merkezine oturtan İran’ın sayın cumhurbaşkanı, konuşmasında birkaç kez "Ben Türkiye’yi çok seviyorum. Türk milletini çok seviyorum" dedi.

Bunu kanıtlamak için de Sultanahmet’i dolduran kalabalığın kucağına atlamak için tüm güvenlik sistemini altüst ediyor.

Görmeyenler bu kucaklaşmayı, bütünleşmeyi görsünler diye.

Basın toplantısında, nükleer bir ülke olmakla, bio teknolojide dünyanın ilk beş, nano teknolojide ilk on ülkesi arasına girmekle övünen İran Cumhurbaşkanı, "Türkiye-İran işbirliği insanlığın izzet yolunun son noktasına ulaşmamız için önemli" diyor.

Ne Sultanahmet, ne de cuma namazı umursanıyor. Ona tekbir getiriyor kalabalıklar. Tekbir cemaati ile kucaklaşan popülizm, izzet yolunu hangi nano teknolojiyle bulur acaba sorusu geçiyor aklımdan.

***

SAYIN
Cumhurbaşkanı İran’ın, ben de İran’ı çok seviyorum. Tarihini, kültürünü öğrendikçe hayranlık duyuyorum. İran sinemasındaki gelişmeyi heyecan verici buluyorum. Kardeşliği hissediyorum.

İranlı arkadaşlarım var. Birlikte katıldığımız uluslararası toplantılardan dönünce tutuklandıklarını duyduğumda isyan ediyorum. Döner dönmez sorguya çekildiklerini öğrendiğimde de. Akademisyen arkadaşlarımın kendi ülkelerinde ders veremiyor olmalarını kaygıyla izliyorum.

Ben de İran’ı çok seviyorum. İran milletini de.

Ama İran rejimini değil.
Yazının Devamını Oku

Rusya’ya karşı koz var artık

15 Ağustos 2008
SAAKAŞVİLİ’yi kim itti diye sormuştum, geçen haftaki yazımda. Gürcistan ile Rusya arasındaki çatışmanın üzerinden bir hafta geçtikten sonra artık kimin neden ittiğini söyleyebilirim. Çünkü durum yavaş yavaş aydınlanıyor.

ABD Başkanı Bush, Gürcistan’a saldırısı nedeniyle Rusya’nın 21’inci yüzyılın diplomatik, siyasi, ekonomik ve güvenlik yapılarında yerini alması için gereken "Amerikan desteğinin riske girdiğini" açıkladı önceki gün.

ABD Dışişleri Bakanı Rice da aynı yönde açıklamalar yaptı. Rusya’nın uluslararası toplumdan tecrit edilebileceği açıklamalarını duymaya başladığımız sıralarda ise ilk somut işaretleri gördük.

Rusya ile NATO arasında Ağustos’ta yapılması planlanan bir toplantı iptal edildi hafta başında.

Bir diğer iptal kararı da Kuzey Denizi’nde Rusya ile NATO’nun yapacakları ortak askeri tatbikatla ilgiliydi.

Bu iki küçük işaret fişeğinin ardından, Rusya’nın zenginler zirvesinden çıkartılabileceği haberlerini duyduk.

* * *

BUGÜN
bazı çevreler Rusya’nın Gürcistan ile savaştan güçlenerek çıktığını ileri sürüyorlar.

Putin’in, tek lider olarak sivrildiğini, Çeçenistan’da batağa saplanmış olan Rus ordusunun kendisini toparladığını, bunu da Gürcistan’da kanıtladığını söylüyorlar.

Evet belki Rusya, Gürcistan’a karşı kendisini toparladı ama ABD ve Avrupa’nın küresel ortağı olma stratejik hedefinde zemin kaybetti.

Ukrayna’ya gönderdiği doğal gazı kesmenin başına açtıklarını anımsayın. Avrupa’daki en yakın müttefikleri bile enerji kaynaklarını çeşitlendirme kararı aldılar. Nabucco bu sürecin bebeği değil miydi?

Şimdi de Rusya, İran konusunda, hiçbir açığı olmadan oturduğu masadaki pozisyonunu hafifletti.

Artık, ABD’nin de Rusya’ya karşı bir kozu var. Gürcistan’da Rusya bu kozu Washington’a hediye etti.

Hem de İran nükleer krizinin çok kritik bir safhaya girdiği, uluslararası kulislerde "zaman daralıyor" yorumlarının yapıldığı bir dönemde.

* * *

İRAN
Devlet Başkanı Ahmedinejad’ın İstanbul ziyareti, nükleer krizde kılıçların çekildiği kritik bir noktada Türkiye’yi de bu sürecin bir parçası olarak devreye sokuyor.

İşin ilginç tarafı Türkiye ve İran için bu ziyaretin amacı farklı.

İran Devlet Başkanı, etrafında tecrit duvarlarının yükseltildiği bir dönemde Türkiye gibi güçlü bir komşu ile iyi ilişkiler içinde olduğunu gösterecek bu ziyarette.

Türkiye için amaç farklı.

Nükleer krizle ilgili İran’a önerilen son çözüm paketine Tahran diplomatik seçeneğin işlerlik bulabileceği bir yanıt vermedi. Bu durumun ortaya çıkmasından sonra Türkiye’nin arabuluculuk değil ama kolaylaştırıcılık rolü üstlenebileceği konuşuldu. Burada, uluslararası toplumun ne kadar ciddi olduğu anlatılacak Ahmedinejad’a, bir komşu olarak uzlaşma için gayret göstermesi istenecek.

Ahmedinejad zamana oynuyor, Amerika’daki seçim sonuçlarını bekliyor ama Amerika ve İsrail’deki savaş lobisi baskısını arttırıyor.

Bu süreçteki en etkili aktörlerden biri olan Rusya, bugüne kadar İran’a karşı tepkinin kontrollü olmasında baş rolü oynamıştı.

Rusya’yı pazarlık masasında sıkıştıracak bir kozu yoktu muhatapların elinde.

Gürcistan, bu kozu verdi.

Ben de Saakaşvili’yi kim itti diye düşünüyordum. Bu toz duman kalktığında Putin de düşünecektir eminim.
Yazının Devamını Oku