Kutup meselesi değil, hukuk sorunu çözülmeli

KAFKASYA’daki savaşın yıkıntılarından çok kutuplu bir dünya doğduğunu söylüyor Cumhurbaşkanı Abdullah Gül.

Rusya dişlerini gösterdi diye içimize su serpiliyorsa ve bunu da ABD’nin dengelenmesi olarak değerlendiriyorsak doğru.

Ama, dünya barışının en çok ihtiyacı olan şey güç dengesine mi?

Cumhurbaşkanı l, İngiliz The Guardian Gazetesi ile konuşmasında, "Dünyanın tek merkezden kontrol edilebileceğini düşünmüyorum. Kafkasya’daki savaşın yıkıntılarından çok kutuplu yeni bir dünya düzeni çıkmalı ve ABD başka ülkelerle güç paylaşımına başlamalı" diyor.

Hayata güç ve iktidar penceresinden baktığınızda, bir gücü ancak diğer bir gücün kontrol edebileceğine inanırsınız tabii ki.

Oysa, bir başka pencere daha var, daha iyi bir dünya yaratabilmek için. Hukuk penceresi.

Bütün bu yıkıntıların, savaşların enkazı altından uluslararası hukuk düzeninin güçlenerek çıkmasını isterdim ben olsaydım.

Ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir ülkenin uluslararası hukuku ihlal etmemesini dilerdim. Bunun için güç paylaşımı yapılmamasını dilerdim.

* * *

ÇOK
kutuplu dünyada, yani ABD ve Sovyetler arasındaki soğuk savaş dengesinde dünya çok mu daha iyiydi?

Atom bombası, savaşlar, Afrika’nın sömürülmesi, üçüncü dünya ülkelerindeki diktatörlerin silahlandırılması, İran devrimini hazırlayan koşullar, nükleer silahlanma yarışı bütün bunlar güçler dengesi döneminin ürünleri değil miydi?

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra, özellikle de 11 Eylül ile birlikte ABD uluslararası hukuku hiçe saydı. İhlal edilemez diye düşündüğümüz en temel kriterler bile çiğnendi.

Irak savaşı ile başlayan süreç Kosova ile devam etti. Bu süreçte Türkiye dahil her ülke, işlerine geldiği noktalarda ihlallere göz yumdular.

Evet ABD Irak savaşına, uluslararası ittifaka sırt çevirerek girdi. Dünyayı "benden yana olanlar, bana karşı duranlar" diye kaba bir biçimde bölerek.

Ama bu süreçte uluslararası alanda reel politika gerekçesi ardına saklanan sessiz ittifakı, derin uzlaşmayı görmemek mümkün müydü?

* * *

BUGÜN
sorunlarımızın temelinde korkuya dayalı caydırıcılığın ortadan kalkması mı, yoksa çifte standardın bu kadar gönül rahatlığıyla kabul görmeye başlaması mı var?

Uluslararası ilişkilerde hukuki yükümlülükleri, anlaşmaları, teamülleri hiçe sayarsanız, ve her şeyi kendi çıkarınıza göre yorumlamakta sakınca görmezseniz, gün gelir Kosova’nın bağımsızlığını tanırken, Güney Osetya’da frene basamaz, Kuzey Kıbrıs’ta tavana bakamaz ve Karadağ’da ıslık çalamazsınız.

Anayasa hazırlarken, Kürtlere Kerkük sözü verip de, işler sarpa sardığında geri adım atmaya kalkışarak Irak’ta demokrasiyi yerleştiremezsiniz.

Türkiye ile Avrupa Birliği müzakerelerine başladıktan sonra vazgeçmeye kalkarsanız da olmaz. Bunlar kimsenin gözünden kaçmayan, güvensizlikleri ateşleyen en temeldeki çatışma fitilleridir.

Toplumların adalet duygusunun zedelenmesi dünya barışına yönelik en büyük tehdittir.

Nereye ne zaman sıçrayacağı belli olmayan bu ateşi, "çok kutuplu dünya" da caydıramaz.

Eski dünya düzeninin kendi terminolojisi vardı. Kutuplar, soğuk savaş, caydırıcılık gibi. Şimdi yeni bir düzenin dilini yaratmak zorundayız.

MUHABİRLERİN GÜVENLİĞİ

BU yıl dünyada en çok sayıda gazetecinin görev başında yaşamını kaybettiği, ya da yaralandığı, sakat kaldığı yıl oldu. Gürcistan’daki savaş sırasında meslektaşlarımızın, bizim haber alma hakkımız uğruna ne kadar zor koşullar altında görev yaptıklarını izledik. NTV muhabiri Hilmi Hacaloğlu, Kameraman Cumhur Çatkaya, Kanal Türk muhabiri Levent Öztürk ve kameramanı Güray Ervin kurşun yağmuru altında kaldılar. Levent Öztürk bir gözünü yitirdi. Çok üzüldüm. Geçmiş olsun ve sizlere çok teşekkür ederiz. Uluslararası Basın Enstitüsü bu durumu gündemine aldı, kınadı ve ihlallerin peşini bırakmayacak. Ama kurşunlar yağarken bir beyaz bez bile bulamadıklarını görünce sormadan geçemiyorum. Kurumlar, savaş bölgelerine gönderdikleri gazetecilerin güvenliği için nasıl önlem alıyorlar, gerekli eğitim veriliyor mu? Meselenin bu tarafını da konuşmalıyız.
Yazarın Tüm Yazıları