Ferai Tınç

Yerellik Avrupa’sında Türkiye’ye yer var

11 Ocak 2010
FERDİNAND Richard, Fransız Yeşiller’in kültürel işler sorumlusu, Mart ayında yapılacak yerel seçimler için Marsilya’dan aday. 60’ların rockçusu şimdi de Ulusal Güncel Müzik Geliştirme Merkezi Başkanı.

Ferdinand Richard ile Marsilya’da tanıştık. Fransa’da Türkiye Mevsimi çerçevesinde  İKSV’nin düzenlediği çağdaş sanat sergisinin açılışı öncesinde konuştuk.
Richard aynı zamanda Marsilya’da eski Tekel fabrikasına kurulan sanat üretim merkezi La Friche Belle de Mai’nin fikir babası.

Son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde kendilerinin bile beklemediği bir başarı elde eden  Yeşiller Mart ayında Fransa’daki yerel seçimlerden de umutlu.

Solun boşluğunu yeni söylemle doldurmaya başlayan Yeşiller’in kültür politikalarını anlatırken Richard ilginç bir tahlil yaptı. “Fransa’da kültür politikası İkinci Dünya savaşı’nın damgasını taşır. Marşal yardımlarıyla belini doğrultmaya çalışan bu ülkede, kültür bakanlığı ilk kez De Gaulle’ün kararlarıyla  kuruldu ve NATO’nun talimatlarıyla Malreux kültür bakanı oldu. Kültür Bakanlığı, Amerikan kültürünün Avrupa’da yayılması için harika bir araç haline geldi..Kültür devletin propaganda aracı olarak kullanılmaktan kurtulamadı, bağımsızlaşamadı.”
Geçen hafta Dışişleri Bakanı Kouchner’in, ulusal kültüre ilişkin açıklamasını da bu sürecin devam ettiğinin örneği olarak gösterdi.  

Yazının Devamını Oku

Mevsimlik işçi, Fransa’ya ayna tuttu

10 Ocak 2010
AVRUPA’da son yılların en sert kışı. Marsilya’da bile sıcaklık sıfırlarda. Karanlık hava Akdeniz kıyılarına yakışmıyor. Hele 70 bin metrekarelik alana oturan eski Tekel binası bu havada olduğundan da yıkık ve terk edilmiş görünüyor. İçeri girene kadar.
Duvarların içinde rengarenk bir dünya. Friche La Belle de Mai, 400 sanatçı ve teknisyenin birlikte çalıştığı sanat üretim merkezi. 
Fransa’da Türk Mevsimi çerçevesinde düzenlenen sergi de dün akşam La Friche’in galerilerinde açıldı.
İstanbul Kültür ve Sanat Merkezi’nin, Sextant et Plus ve Cultures France ile ortaklaşa düzenledikleri sergi, değişen, kendisiyle yüzleşen Türkiye’yi yansıtırken bu değişimin evrenselle buluştuğu noktalara da dikkat çekmiş. 
Veronique Collard Bovy ile birlikte serginin kuratörlüğünü yapan Çelenk Bafra’nın bu projesi üç ayrı grup sanatçının yapıtlarından oluşuyor.
Ayrı kentlerden ve ayrı ortamlardan gelen sanatçıların bir kısmı, Marsilya’da iki ay çalışarak buradaki günlük hayatın izlerini de yakalamışlar.
Elmas Deniz, Cevdet Erek, Deniz Gül, Borga Kantürk, Ahmet Öğüt, Canan Şenol, Merve Şendil, Gökçe Süvari eserlerini “Düzenlemeler” başlığı altında toplamışlar.
Xurban Collective’in projesinin adı ise “La Ville Blanc”. Sürekli büyüyen ve küreselleşen kentlerin yoksulu, farklıyı, zayıfı dışlamasını eleştiriyor sanatçılar.
Diyarbakırlı sanatçılar Şener Özmen, Cengiz Tekin ve Berat Işık’ın fotoğraf ve video çalışmaları ise Fransız şair Eluard’ın “Şimdiye kadar bana esrarlı biçimde yasaklanmış kelimelerin bir bölümü” adlı şiirden esinleniyor. Karşı cephelerin giderek daha çok birbirine benzemesi yüzünden bugünün Türkiye’sinde taraf olma zorluğunu anlatıyorlar.        
Sonuçta, geldikleri yer farklı olsa da, bireysel çalışsalar da ortak geçmiş, sanatçıların eserlerinde ister istemez yakalanan ruh birliğini fark ettiriyor izleyenlere.  
SARKOZY FİKİR DEĞİŞTİRMİŞ
TÜRKİYE Mevsimi’nin çeşitli faaliyetlerini izledim. Eleştirileri de izledim. Ama bütününe bakınca ben olumlu not veriyorum. Her projenin Fransa’yı sarsması gerektiğini hiç beklemedim. Bizans’tan günümüze İstanbul sergisini, bugüne kadar 200 bin kişinin izlemiş olması hiçbir şey mi? 
Yaz başında Strasbourg’da tesadüfen açılışına katıldığım Le Corbusier ve İzmir sergisi de konuyla ilgilenenleri çeken başarılı bir örnekti. Üniversitelerdeki akademik tartışmalar, bazı belediyelerin düzenlediği Türkiye günleri, Eyfel kulesinin kırmızı beyaz aydınlatılması da öyle. 31 Mart’a kadar program dolu.
Sarkozy de, bu hafta Fransa’nın sanatçılarıyla yaptığı yeni yıl toplantısında Türkiye Mevsimi’ne değindi. Mevsimin çok olumlu geçtiğini ve memnun olduğunu söyledi.
Türkiye’de Fransa mevsimi başlarken çıtayı alçak tutma mesajı vermiş olan Sarkozy’nin fikir değiştirmesinde Fransa’da elde edilen sonucun etkisi yok mudur hiç?
SEÇİM TESADÜF DEĞİL
Mevsimlik İşçi projesinin Marsilya’da sergilenmesinin sıradan bir tesadüf olmadığını düşünüyorum.       
Marsilya, Ermeni diasporasının Avrupa’daki en etkili merkezi. Burası Türkiye karşıtı iddiaların ve söylemin kemikleştiği yer.
Türkiye gündeme geldiğinde eleştiriler genelde aynı kalıplarla yapılır. İşte böyle bir ortama Türkiye’nin farklı bir yüzünü, kendisini sorgulayan Türkiye’yi de tanıtıyor sergi.
İzmir’den, İstanbul, Antakya ve Diyarbakır’dan genç sanatçılar, yaşadıkları kentin gündelik hayatından kesitler yansıtırken Marsilya’nın günlük hayatıyla buluşuyorlar. 
Fransa’da Türk mevsimi ile amaçlanan da zaten bu değil mi?
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs’ta gerçeğe dönüş

8 Ocak 2010
İKİ lider, Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarının liderleri pazartesi gününden itibaren hızlandırılmış görüşmelere başlayacaklar. Hiç kuşkusuz ki, bu son raund değil.

Ama insanda iyimser beklenti uyandıran bir ivme.

11 Ocak’ta başlayacak hızlandırılmış görüşmelerin ilk oturumu üç gün sürecek.

İkincisi bir hafta sonra başlayacak.

Bu arada, Kıbrıs sürecinde “realiteye dönüş” diyebileceğim önemli bir gelişme olacak.

Hristofyas, ilk oturumdan sonra Atina’ya giderek, son durumu Yunanistan Hükümeti ile görüşeceğini açıkladı.

Bu bence önemli.

Annan görüşmelerini hatırlayın.

İsviçre Alpleri’ndeki gerilimli Bürgenstock görüşmelerinin son anını. Herkes referandum için teşvik edici konuşmalar yaparken, Yunanistan’ın, o dönemde iktidara yeni gelen Başbakanı Kostas Karamanlis’in, hiçbir şey söylememesi süreci nasıl olumsuz etkilemişti.

Sonra da Yunanistan “Kıbrıs bağımsız bir ülkedir. Kararlarına biz karışamayız” yaklaşımını benimsedi. 

Bu, çözümün Avrupa kararları çerçevesinde dayatılmasını sağlayan ve sorunu Kıbrıs ile Türkiye arasındaki bir mesele olarak ele alan tarifi güçlendiren bir davranıştı.

İşte şimdi Hristofyas’ın, yoğunlaştırılmış görüşmelerin ilk yarısında Atina’ya gidiyor olması bana göre önemli bir adım. İyi bir gelişme. Gerçeğe dönüş.

* * *         

KIBRIS’ta iki halk arasındaki kalıcı çözüm için Türkiye gibi Yunanistan da devreye girmelidir.

Komşularla sıfır sorun politikasını benimseyen AKP Hükümeti’ni bu dönemde Yunanistan ile ilişkileri öncelikleri arasına asa ne kadar iyi olur.  

Şu sırada ekonomik krizle baş etmeye çalışıyor olsa da ve ekonomik kriz dönemlerinde ırkçı, aşırı milliyetçi sesler daha yüksek çıksa da, Yunanistan’da
Papandreu’nun iktidarda olması bir avantaj. 

* * *    

GÜNLERDEN beri, görüşmelerde gündeme gelen bir öneri tartışılıyor. Bu öneri, Başkan ve Başkan yardımcısının Türk ve Rum oylarıyla seçilmesi önerisi.

Henüz tartışmaya son nokta konmadı. Ama önerinin amacı, dönüşümlü olan bu görevlere gelecek kişilerin seçiminde temsil edecekleri kitlenin de iradesinin bulunması. Anlaşılır bir kaygı. 

Bu iradenin sayısal eşitlikle temsil edilemeyeceği gerçeğinden hareketle, şimdi müzakere masasında siyasi eşitliği güvence altına alacak bir formül üzerinde çalışılıyor.

Tabii, gündemde dikenli birçok konu daha var. Onları da iki oturumda çözmek mümkün değil.

Ama, Ankara ile Atina arasında kalıcı güvenin temelleri atıldıkça çözüm arayışı, Avrupa Birliği çerçevesinden kendi realitesine oturdukça bu mesele gerçekten de bu yıl içinde hallolur.    

* * *     

KIBRIS sorunu, uluslar arası konjonktür açısından incelendiğinde de varoluş nedenlerini yitirmeye başlıyor. Kemikleştiği için, Türkiye’nin ve Yunanistan’ın kemikleşmiş pozisyonlarının devamı olduğu için sürüyor bu sorun.

Akdeniz’de bölünmüş bir Ada’nın varlığı, bölge istikrarı açısından kimin işine yarayabilir? Eski aktörlerden ne ABD, ne Rusya böyle bir bölünmüşlük peşinde. Birleşmenin ise, zorla ya da bir tarafın diğerini yutarak gerçekleşmesinin mümkün olamayacağı, böyle bir birleşmenin daha fazla istikrarsızlık nedeni olacağı açık. Ada’da iki ayrı devletin varlığı mümkün mü? Ancak iki tarafın rızasıyla böyle bir şey olabilir. O da bugün için mümkün görünmüyor. 

Kalıcı barış, Ankara ve Atina’nın ortak çabalarıyla sağlanabilir. O yüzden bu Kıbrıs realitesine göre dönüş önemli.
Yazının Devamını Oku

Yılın sorusu: Kıbrıs’ta çözüm olacak mı?

4 Ocak 2010
BU yılın en ilginç sorusunu bulmak için uzun zamandan beri düşünüyorum. <br><br>Sonunda karar verdim. Evet bu yılın en ilginç sorusu şu: 2010’da Kıbrıs meselesi çözüme kavuşacak mı?

Yanıtını artık hiç merak etmediğimiz için gittikçe ilginçleşen bir soru bu bana göre. 

Bu hafta KKTC Cumhurbaşkanı Talat, Dışişleri Bakanlığı’nın davetlisi olarak Ankara’ya geliyor. İnşallah, “Bizde cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Ben bir süre daha görüşmelere devam ederim olursa olur. Seçimlerden sonraya kalırsa, o zaman da Allah Kerim” demez.

Çünkü böyle dedikçe, çözüm süreci ister istemez siyasileşiyor. En zararlısı bu. Ada’da yıllardan beri bir Rumlarda, bir Türklerde seçim gerekçesiyle çözüm süreci hep baltalanıyor, hep sulanıyor.

* * *   

Yazının Devamını Oku

Yeni yıla bir sınır hikâyesi ile başladım

3 Ocak 2010
BATI Trakya’ya ilk kez gittim. <br><br>Dış Haberler’de gazeteciliğe adım attığım geçen bin yılda, Batı Trakya haberleri en sevmediğim dış haberdi. Irkçı baskılar, ayrımcılık, çözülemeyen sorunlar, Türkiye ve Yunanistan arasındaki siyasetlerde koz olarak kullanılan insanlar.
Herkesin birbirine casus muamelesi yaptığı, aklımın ermeyeceği, olayları yorumlayamayacağım kaygan bir bölgeydi Batı Trakya benim gözümde.
O insanlık dışı bulduğum mütekabiliyet zihniyetinin beslendiği nokta.  ***
30 Ocak’ta çok yakın arkadaşlarımın teşviki ve bir son an kararı ile otomobiline atlayıp Lütfü ile birlikte yola çıktık.
TEM’den Kınalı çıkışını takip edip E-5’e, oradan duble yollar üzerinden Tekirdağ ve altı saatte İpsala sınır kapısına geldik.
Triptik kalkmış, medeni bir gümrük kapısı. İnsana kendisini potansiyel suçlu hissettirmeyen polis memurları, gerekli işlemleri süratle yaptılar. Yarım saate kalmadı işlemler tamam. Yan yana duran Türk ve Yunan bayraklarını, onların dibindeki nöbetçi askerlerin önünden geçerek Yunanistan sınır kapısına girdik. Orada da işleri kolaylayan genç polisler karşıladı bizi. 
Bu işlemin bir zamanlar ne kadar bıktırıcı, ne kadar caydırıcı olduğunu bildiğimden ayrıntılı yazıyorum. 
Geriye dönüp bakmadan nerede olduğunu fark edemiyor insan.
* * * 
YUNANLILARIN İstanbul’a “Konstantinopoli” demesine sinirlenenler, “Dedeağaç”a Alexandropolis demezler.
Alexandropolis, eski bir balıkçı kasabası değil artık. Enez’in tarihteki yerini Alexandropolis almış. Eski adı Dedeağaç, sonra değiştirmişler. Şimdi ikisi birden kullanılıyor. 
Üniversitesi, askeri mektepleri ile bir memur kenti. Yılın son günü sokaklarda kurulan mangallarda pişen ve bölge esnafının gelen geçene ikramı olan etlerle içilen uzolar, retzinalara rağmen atmosfere alçakgönüllü bir neşe hakim. Gecenin inmesiyle birlikte sokaklar bomboş. 
Evlerde ya da önceden rezerve edilen tavernalarda kutlandı yeni yıl. Bizim gittiğimiz büyük taverna Angelos, bir gün önce deniz kenarındaki Arkipelago gibi kendi küçük olmasına rağmen balık ve mezelerini konuşturan bir yer değildi. Ne de limana açılan dar sokaklardaki dükkanların sunduğu ve sofranın ortasına kağıt içinde gelen kömür ızgaraların tadındaydı yemekleri. Yine de güzeldi.  
12’den sonra dolan pistte kimse de çıldırmadı, Trakya havaları eşliğinde halaylar çekildi. Ordu’nun ünlü oyunlarını seyreder gibi oldum. Zaten orkestranın müzisyenlerin çadırımın üstüneden, top top şekerime kadar uzanan geniş repertuarlarında sadece Türkçe ve Yunanca şarkılar vardı.
Eski İstanbul’umun, sakin yumuşak ama eğlenceli folklorik yılbaşılarını anımsadım.
* * *   
DIŞ Haberler Editörü Nilgün Tekfidan Gümüş’ün ailesi Batı Trakya göçmeni. Dün konuşurken, eskiden yaşanan sıkıntıların Yunanistan’ın Avrupa Birliği’ne girmesiyle azalmaya başladığını anlattı. Evlere bir çivi bile vurulmasına izin verilmezdi. Nilgün’ün kuzeni Atina’da Tıp Fakültesi’ni bitirmiş. Türk gençlere üniversite yolu yeni açılıyor. Gümülcine muhafazakar. Halkı geri bırakan bir muhafazakarlık işe yaramaz ama, Asmalı Çarşı’da yüzyıllık geçmişe sahip leblebici, şekerlemeci ve kahve dükkanlarıyla devam eden bir kültürün muhafaza edilmesi de hoş olmuş. 
Unutmayın, Gümülcine’de Çukur Kahve’de güllü muhallebi ile kahve içilecek, Nedim’den bademli kurabiye alınacak. Ksanti-İskeçe’de ara sokaklar gezilecek, karioka (bölgeye has bir çikolata) tadılacak,  Ferre’de 12’nci yüzyıldan kalma Kosmosteira Kilisesi gezilecek, Sufli’de ipek bakılacak. Son not, Batı Trakya’ya yine gidilecek.
Bizans, Osmanlı ve Avrupa’ya Trakya’dan bakınca, Türkiye-Yunanistan ittifakının Avrupa’nın geleceğini belirleyecek dinamizmi taşıdığını görüyor insan. 
Eğer öyle bir yetkim olsa, her iki ülkenin dış politika mimarlarına yeni yılda bu ittifakı güçlendirme görevi verirdim.
Yazının Devamını Oku

On yıllık trend tahmin raporlarından

1 Ocak 2010
GERÇEĞİN sanal karşısındaki patlayışının yaşandığı bir yılda sonra, artık hiçbir alanda “mış gibi” yapılamayacağı iyice ortaya çıktı.

Küresel ekonomik krizi tetikleyen sanal zenginliğin altından çıkan gerçek, 2010’un trendlerinin dinamiği olacak.

Müneccimliğe, 21’inci asrın ilk on yılının son günlerine damgasını vuran Ertuğrul Özkök’ün Genel Yayın Yönetmenliği’ni bırakması olayıyla ile başlarsam, dünyada zaten bir süredir görüldüğü gibi Türkiye’de de konuşulan ve konuşturan genel yayın yönetmeni döneminin kapandığını söyleyebilirim.

Dijital medyanın çeşitliliği böyle bir markalaşmaya olanak tanımayacak artık.

Dijital köylerde dolaşmaya çıktığınızda, her cemaatin belli dönemlerde öne çıkanlarının kısa zamanda yerlerini başkalarına bıraktığını bir süredir zaten izliyoruz.

YouTube ünlülerinden aklınızda kalan var mı? Facebook’çulardan ya da twitter civcivlerinden?

En çok izlediğiniz sayfaların marka yazarları? Yok.

Ben Basri ve Fatoş ile büyüdüm. Onlar sahiciydi. Tekti. Yeni sanal kahramanlar artık sahici değil. Çeşitli kanallardan karşımıza çıkan aynı kahramanın o kadar farklı yorumları var ki. Örümcek Adam’a bakın. İyisi, kötüsü, motosiklete ya da otomobile meraklı olanı gibi binbir çeşidi var.  

Çizgi kahramanların maketlerinin, aksesuvarlarının satıldığı koleksiyon dükkânlarını bir ziyaret edin. Çeşitliliği göreceksiniz.

Yazının Devamını Oku

2010’lar için bir tahmin

28 Aralık 2009
TEK ne kelime, artık dünya çok kutuplu bile değil. Önümüzdeki on yıla “kutupsuz” bir atmosferde giriyoruz. Çizgilerin esnediği, alanların iç içe girip çıktığı, hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı bir dönem.

İhtimaller denizinde usta kaptanların bile pusulayı şaşırabilecekleri belirsizlikler on yılı. 

Karamsar değilim. Yüzyılların ilk yirmi yılı geri kalanları belirleyecek belirsizlikler dönemi olmamış mıydı her zaman?

Önümüzdeki on yılda neler göreceğiniz kristal kürenize nereden baktığınıza bağlı.

Türkiye’den bakınca, çevremi seçmekte zorlanıyorum, etraf toz duman içinde.

Yazının Devamını Oku

Yine gazeteciye saldırı, yine tehdit

27 Aralık 2009
YAŞADIĞI kentteki yolsuzlukların üzerine gittiği için, sokak ortasında öldürülen Güney Marmara’da Yaşam Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Cihan Hayırsevener’den sonra bu hafta da bir başka yerel gazeteci saldırıya uğradı.

Çorum Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ayhan Aykanat.

Aykanat 24 Aralık’da evinin önünde uğradığı saldırıda yaralandı. Belediyedeki yolsuzluklarla ilgili haberler yaptığı ve bu yüzden de tehditler aldığı biliniyor.

Bu yıl Türkiye’ye damgasını vuran olayları sırala derseniz basın özgürlüğü derim.

Tam bir gerileme dönemi.

Bu durum yerel basında da ağır biçimde hissediliyor. 

Genelde de durum hiç parlak değil.

* * *

EVET

Yazının Devamını Oku