Ferai Tınç

Ne olacak Hatoyama’nın hali?

25 Aralık 2009
HABER dört dörtlük olana kadar temkinliyim, hemen kaleme sarılıp fikir açıklayamam. Doğrulatmadan, ne olup bittiğini iyice anlamadan yorum yapmak becerebildiğim bir şey değil.

En iyisi bugün Yukio Hatoyama’dan söz edeyim. Çünkü dedim ya, Meclis Başkanı’na suikast girşiminde bulunacağı hükümet tarafından doğrulanan, genelkurmay açıklamasına göre aslında bir başka meslektaşını izlemekle görevlendirildikleri açıklanan subaylar olayı iyice karmaşık.    En iyisi ben Hatoyama’dan söz edeyim. Japonya’da 50 yıllık muhafazakar yönetimi sarsarak iş başına gelen yeni Başbakan’ı sarsan yolsuzluk ile ilgili tavrını anlatayım.  Çünkü Erzincan ve Erzurum’da iki savcının birbirlerine açtığı davalar da çok karışık. Ne yazarsınız? MİT, polis ve jandarmanın arasındaki kapışmayı anlamak bu toz duman arasında mümkün değil. Devlet içindeki çatışmaların böylesine keskinleştiği dönemlerden ilk kez geçmiyor Türkiye ama bu farklı. Devlet çatırdıyor.   Hatoyama diyordum, seçim öncesi toplanan bağışlarla ilgili bir danışmanının sahtecilik yaptığı ortaya çıkınca halkın karşısına çıkıp özür diledi.  Dün sabah düzenlediği basın toplantısında Hatoyama, “Bu durumla ilgili kendimi çok ciddi biçimde sorumlu hissediyorum” dedi. Japonlara imrendim. Bir gün ben de bir yöneticinin, asker sivil fark etmez, “şu iş nedeniyle kendimi çok ciddi biçimde sorumlu hissediyorum” dediğini duyacak mıyım acaba? * * *TEKEL işçileri 10 gündür eylemde. Hükümetin tepkisi ne kadar sertti. Gerekçe eylemlerinin yasal olmadığıydı.  Ama önceki gün Avrupa Birliği Baş Müzakerecimiz Egemen Bağış, gazetecilerle bir araya gelmiş (haberi gazetelerden okudum ben de) AB reformları için “takvim saptanmasını isteyeceğim” demiş. 2008 yılında yayınlanan ulusal programda takvim vardı. Dün baktım, mesela Sosyal Politika ve Mevzuat Uyum Takvimi’ne göre işçilerin grev hakkının düzeltilmesi ile ilgili reformların 2009 içinde gerçekleşmesi öngörülmüştü.   Kamu işçilerinin grev hakkı da dahil. Reformlar bu yıl içinde yapılsaydı, belki de bu sertlik yaşanmayacaktı. Kim bilir? Nerede kalmıştım, Hatoyama’nın partisi için toplanan bağışların kimler tarafından geldiği tam olarak belli değil. Savcılık soruşturmasında bağış yapmış görünen bazı isimlerin yaşamadıkları ortaya çıktı, listede ismi olan bazıları ise böyle bir parayı vermediklerini söylediler. Hatoyama, savcıya göre suçlu değil, yardımcısı işleri karıştırmış. Ama Hatoyama, “Böyle bir soruna neden olduğum için herkesten çok özür diliyorum. Emin olun bu olayla ilgili hiç bir bilgim yoktu” diyor.* * * DÜN sabah Diyarbakır’da operasyon vardı. Belediye Başkanları gözaltına alındı. Kürt meselesinin çözümü ya da resmi adıyla Milli Birlik projesi’nin ilk somut adımları biraz tuhaf olmadı mı? Parti kapatma, belediye başkanlarının gözaltına alınması filan.  Neyse yazıyı Hatoyama’nın beni en çok etkileyen sözleri ile bitireyim. “Evet özür diliyorum ama görevime devam etmek istiyorum. Çünkü istifam, hükümet değişikliği istediğini oylarıyla gösteren halka karşı sorumsuzluk olacak. Ama eğer halk bu yönde sesini yükseltirse, istifa ederim.” Ne olacak bu Hatoyama’nın hali? 

Yazının Devamını Oku

İstanbul, evet Kudüs’ün devamıdır

21 Aralık 2009
RUM Ortodoks Kilisesi Patrik’i Bartholomeos’un CBS Televizyonu’nun 60 dakika programındaki röportajı izledim.

Eğer farklı bir siyasi iklimde olsaydık, bu söyleşiyi Türkiye’ye büyük ilgi uyandırabilecek bir turizm belgeseli gibi izleyebilirdik.

Dünya dinler tarihinin eşsiz mirasına sahip bu topraklara Amerikalıların ilgisini çekecek bir çekim. 

Gazeteci Bob Simon, çok tanrılı Anadolu’nun tek tanrılı toplumlara dönüşmesinde kilit rol oynayan Rum Ortodoks Kilisesi’nin bin yedi yüz yıllık geçmişinden söz etmekle kalmıyor, İstanbul’dan, Kapadokya’dan gösterdiği kesitlerle merak uyandırıyor.

Ama bizim yükümüz ağır. Patrik’in sözlerini de bu ağır yükle değerlendirip, yorumları geçmişin birikimleriyle köpürttükçe, toplumu geren bir keskin kılıçtan inip bir diğerine kolayca zıplayıveriyoruz.

Gazeteci soruyor: “Madem ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorsunuz. Vatandaşlık haklarından eşit biçimde yararlanmadığınızı düşünüyorsunuz.  Rumsunuz. Neden Yunanistan’a gitmiyorsunuz?” 

Patrik, “Ben burada doğdum, bu ülkenin vatandaşıyım. Bu topraklarda ölmek istiyorum.” diyor ve ekliyor: “Burası Kudüs’ün devamıdır. Bizim için aynı biçimde kutsaldır. Biz burada kalmayı tercih ediyoruz, bazen çarmıha gerilsek bile. Çünkü kutsal kitap bize sadece Hazreti İsa’ya inan demiyor, ama Hazreti İsz gibi acı çekmemizi de söylüyor.”

Bob Simon, “çarmıha gerilmiş gibi mi hissediyorsunuz?” sorusunu yöneltiyor, Patrik “Evet öyle” yanıtını veriyor. * * *

BU konuşmanın özü, çarmıha gerilmek değil. Patrikhane’nin sorunları nedeniyle yaşadığı sıkıntılar. Ve bu sıkıntıların bir türlü çözülememiş olması.

Yazının Devamını Oku

Gazeteciyi öldürmek kolay, çünkü

20 Aralık 2009
DÜN sabah gördüğüm resim, gazetecinin yere yığılmadan önceki son halini gösteriyordu. Allak bullak oldum.

Güney Marmara’da Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Cihan Hayırsevener, cuma günü öldürüldü. Son sözleri “Kimin vurduğunu biliyorum” olmuş.

Aslında vuranları hepimiz biliyoruz.

Gazetecinin sokak ortasında öldürülmesi Türkiye’de bir ilk değil. En son Hırant Dink’i kaybetmiştik yazdıkları yüzünden.

Onu da vuranları biliyoruz. Gazeteciyi vuranlar, kurdukları tezgâh dağılmasın diye halkı uyutmaya devam etmek isteyenlerdir. 

Arkalarına sakladıkları sırlarının, gizli ortaklıklarının, ancak karanlıkta götürebildikleri karmaşık işlerinin ortaya çıkmasıyla çırılçıplak kalanlardır.

Düzeni bozulan, yarattıkları tabuların çatırdadığını gören, gerçeklerden korkanlardır. 

New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) bu yılki raporunu açıkladı. 2009’da dünyada 69 gazeteci öldürülmüş. Ölen 20 gazetecinin de gazetecilik faaliyetleri nedeniyle öldürülüp öldürülmedikleri araştırılıyor. Eğer yazdıkları yüzünden öldürüldülerse bu sayı daha da yükselecek. 

CPJ Başkanı Joel Simon, raporu açıklarken “Bu yıl dünya medyası açısından benzeri olmayan bir felaket yılı yaşandı” diyor “Kurbanların büyük çoğunluğu yerel basının üyeleriydi. Çoğu da yazılı basındandı.”

Yazının Devamını Oku

Model ortaklık

18 Aralık 2009
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın ABD gezisi ile ilgili yorumlar yapıldı bitti. Daha doğrusu Türkiye’de bu geziden sonra gündem hızla değişti. Yorumlar derinleştirilemedi.

Ama Atlantik ötesinden gözlemcilerin geziyle ilgili yorumları gelmeye devam ediyor.

Ian Lesser, Amerikan dış politika yapım süreçlerinde 90’lı yılların başından beri etkili bir isim. German Marshall Fund’da Ortadoğu, Türkiye ve uluslararası güvenlik meseleleriyle ilgili çalışmalar yapıyor.  

Başbakan Erdoğan’ın ziyareti ile ilgili makalesinde, Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerin geleceği konusunda ilginç tahminlerde bulunuyor Lesser.

“Bundan sonra iki ülke arasındaki ilişkileri, görüş birliği sağlanamamış olan konularda tarafların alacağı pozisyonların belirleyeceğini” söylüyor.

“Her iki taraf da bazı önemli konularda görüş birliğine varıldığına ikna olmuş durumdalar. Ama özellikle İran, Filistin meselesi ve Kafkasya’nın karmaşık sorunları gibi önemli meselelerde ziyaret, algılama ve yaklaşım farklılıklarını aşmada fazla bir şey getirmedi” diyor.

YENİ TARİF

Model ortaklık, 11 Eylül’den sonra ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye için seçtiği “model ülke”nin yerine geliştirilen bir kavram. Türkiye’nin Müslüman ülkelere model oluşturması yaklaşımı çok tartışma yaratmış ve kabul görmemişti. Onun yerine geliştirilen “model ortaklık” kavramı tuttu. Başbakan Erdoğan’ın Washington ziyareti sırasında bu kavrama sıkça atıfta bulunması da bunu gösterdi.

Lesser, kavramın anlamını, ABD için Türkiye’nin önemini “Sisteminin doğası değil, iki ülke arasındaki işbirliği yelpazesi ve bunun niteliği belirliyor” diye yorumluyor. Bu kavramın aynı zamanda “stratejik işbirliği” değil, daha esnek bir işbirliğine işaret ettiğini söylüyor.

Yazının Devamını Oku

AB zirve sonuçları kimseyi ilgilendirmedi

14 Aralık 2009
AVRUPA Birliği’nin Brüksel’de 10-11 Aralık’ta yapılan zirve sonuçlarının Türkiye’de tartışılmadığını fark ettiniz mi?

Haberlerin pek iyi olmamasından mı? Yoksa artık iyi haberler gelse de AB sürecini kimsenin umursamamasından mı kaynaklanıyor bu ilgisizlik? 

Zirve sonuçlarının hiç tartışılmamasının tek nedeni DTP’nin kapatılması değil şüphesiz. Anayasa Mahkemesi’nin kararı tabii ki gündemi kapladı ama Brüksel’den çıkan sonuçlar da Türkiye açısından önemliydi.

Tuhaf olan Hükümet’in bile sonuçlarla ilgili fazla bir tepki göstermemesiydi. Daha doğrusu gösterdi. Üstelik bir değil iki açıklama yapıldı.

Başmüzakereci Bağış, sonuçların olumlu olduğunu söylerken, Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs’ın beş başlığın açılmasını ipotek altına almasını ve diğer AB üyesi ülkelerin bu talebe sessiz kalmalarını eleştirdi.

Muhalefet ise zaten ortada yok.

Türkiye’nin elli yıldan beri devlet politikası olan bir konu ile hiç ilgili değil. Karşı çıkma ve reddetme dışında ne yapıcı bir öneri geliyor muhalefetten, ne de kamuoyunu bilgilendirmek için olsun gelişmeleri sorguluyor.

HİÇ BİR ŞEY OLMAMIŞ GİBİ

Ben, Brüksel’den gelen haberlere daha etkili ve tek sesli bir yanıt verilmesini beklerdim.

Yazının Devamını Oku

AKP kılını kıpırdatmadı

13 Aralık 2009
ONLAR savaş ağaları. Savaş ağalarının PKK’lı mı yoksa başka bir menfaat çetesi içinde mi oldukları hiç önemli değil.

Onların yaşam garantisi çatışma. 

Adım adım izledim. DTP’li milletvekillerinin ilk başlarda Kürt açılımına destek vermek için gösterdikleri çabalar, uzlaşma dilini kullanarak verdikleri mesajlar, PKK’nın son talimatları ile değişti.

Açılımın ilk gününden itibaren PKK yayın organlarında gençleri dağa çıkmaya davet eden çağrılar yer almaya başladı.  

Türkiye’nin PKK izni olmadan Mahmur’dan kimseyi çıkartamayacağına ilişkin açıklamalar yapıldı, son günlerde ise İmralı’daki cezaevi koşulları ve Abdullah Öcalan’ın sağlığı bahanesiyle “DTP aklını başına alsın!” mesajları geldi.

Sıkıntının ardındaki neden yine PKK’nın yayın organlarında açıkça ortaya konuyordu. “Açılım ile PKK’yı tasfiye etmek istiyorlar!”

Bu endişe, Türkiye’nin Kürt sorununu çözmek için, eksik de olsa adım atmaya başlamasından daha önemliydi bazıları için.

Aman bizim dükkana kimse dokunmasın. Bu tezgahı kimse bozmasın. Türkiye’nin rahat nefes alacağı demokratikleşme ortamı filan kimin umurunda?

Ne yazık ki, bu sürecin en zor noktasında bulunan DTP de gelen talimatlara göğüs gerecek bir irade gösteremedi. “Biz siyaset yolunda yürüyeceğiz” diyemedi.

Yazının Devamını Oku

Bütün dikenli yollar nisana çıkıyor

11 Aralık 2009
WASHINGTON ziyaretinde Başbakan Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Barack Obama arasındaki en gerilimli konulardan biri İran ise diğerinin de Ermenistan açılımı olduğu anlaşılıyor.

Dün Sedat Ergin de aynı tesbitte bulunuyordu. Ermeni diasporasına soykırım konusunda güçlü sözler vererek Başkanlık koltuğuna yürüyen Obama, geçen yıl nisan konuşmasında “soykırım” sözcüğünü kullanmamak için Ankara ile Erivan arasındaki sıcak rüzgarların estiğinin altını çizdi ve gelişmelerin izlenmesi mesajını verdi.

Bu yıl, bu yetmeyecek. Obama’nın, “soykırım” sözcüğünü telaffuz için gelen baskıları telafi edecek yeni adımlara ihtiyacı var. 

Bu da Nisan ayının sonuna kadar Ermenistan sınırının açılması ya da en azından protokolün imzalanması ile mümkün.

Ama Başbakan Erdoğan, işgal altındaki Azerbaycan topraklarının iadesi yoluna girilmeden protokolün imzalanmayacağı mesajını açık bir biçimde iletti.  

Dün ilginç bir gelişme oldu. Önümüzdeki yıl Karabağ sorununda ilerleme kaydedileceği şönünde Rusya kaynaklı bazı haberler geldi.

Umuyorum haberler doğrudur. Bu yönde bir gelişme olmazsa önümüzdeki yıl başından itibaren Türkiye üzerindeki baskıların artacağı kesin. * * *    

2010’nun ilk dört ayında dikkatlerimiz başka bir gelişmeye, Kıbrıs meselesine de yoğunlaşacak. Kıbrıs’ta çözüm sürecini hızlandırmak için herkesin gösterdiği hedef “nisan”. Nisan ayında KKTC’de yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar bu sorun çözülmezse durumun zorlaşacağına inanılıyor.

Avrupa Birliği’nin de baskısı bu yönde. Öümüzdeki bahar aylarında AB durumu yeniden değerlendirecek.

Yazının Devamını Oku

Washington’da sıcak temas

7 Aralık 2009
ABD Başkanı Barack Obama’nın Türkiye ziyaretinden sekiz ay sonra Başbakan Tayyip Erdoğan Washington’da.

İki ziyaretin gündemindeki konular aynı olsa da, köprülerin altından sular geçti. Bazı konuların geldiği nokta iki ülkeyi sert pazarlıkların eşiğine getiriyor. Afganistan’da olduğu gibi. Önceki gün New York Times Gazetesi’nde, Obama’nın Afganistan’a asker yollama kararını nasıl derin analizler ve aylar süren çalışmalar sonucu aldığını anlatan uzun bir haber vardı. Bu haberi okuyana, “Afganistan’dan hızla çıkmak için hızla asker sayısını artırmak gerekiyor. Başka çare yok” mesajını veren bir haber.Nobel barış ödüllü bir başkanın Afganistan’da 20 bin Taliban askerine ve 100 El Kaide militanına karşı yüz binden fazla bir güçle saldırma kararı kolay bir karar değil. Bu gücün geniş bir ittifakla oluşturulması orada süren savaşın bir Afgan-Amerikan savaşı olmasının engellenmesi taktik gereklilik. Hele bu gücün arasına Türkiye’den muhariplerin de katılması çok önemli. Bunun pratik etkisi kadar psikolojik sonuçları da olacak.Ama Türkiye bu talebi her zaman olduğu gibi yine geri çeviriyor. Afganistan’da işgal güçleri arasında Türk askerinin yer almasını kamuoyuna da kabul ettirmek zor zaten. Bu görüşmede asker baskısı nereye kadar varır, Afganistan ve Pakistan’da Taliban ve diğer yerel güçlerle ilişki kanallarının devreye sokulması için Türkiye’den daha fazla destekle yetinilir mi göreceğiz.  * * * ABD Başkanı Obama, önümüzdeki ay başında İran’a yeni yaptırımlar uygulanması için harekete geçeceğini açıkladı. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da AB zirvesi öncesi Brüksel ve Atina’daki temasları sırasında konuyu mevkidaşlarına açtı. Rusya’nın, pozisyonunu yumuşattığı haberleri geliyor. Çin son kararını henüz belli etmedi. İran tabii ki Washington ziyaretinde gündem maddelerinden biri.   Hem de önemli bir madde. Türkiye ne yapacak? BM Güvenlik Konseyi’nin geçici üyesi olarak ocak ayının ilk yarısında yaptırımlar önüne gelirse diğer üyelerle aynı yönde mi oy kullanacak ters mi düşecek? Uzun zamandan beri tartışılan İran’ın nükleer programıyla ilgili krizde hangi noktaya varılacağı merak konusu. * * * PKK ve terör Türkiye açısından önemli. Özellikle PKK’nın her türlü demokratikleşme sürecini torpilleme kararlılığının iyice yükseldiği bu günlerde, Ankara’nın da Washington’dan talepleri olacak. Ama, Irak’ta seçim öncesi zaten büyük sorunlarla karşılaşan ABD Yönetimi’nin çok etkili bir jestle sonuçlanacak herhangi bir adım atabileceğini sanmıyorum. Ermenistan ile yakınlaşma, hem Ermeni lobisinin sürekli baskısı hem de gündemdeki yeri nedeniyle mutlaka konuşulacak. Washington’dan gelen haberler, Ermenistan ile imzalanan protokolün onaylanarak yürürlüğe konmasının isteneceği doğrultusunda. Başbakan Erdoğan’ın bu ziyaret sırasında Musevi lobisini ziyaret etmeyeceği haberlerine rağmen, Ortadoğu bağlamında İsrail ile ilişkiler görüşmede ele alınacak bir başka konu.Ekonomik ilişkilerin gelişmesinin önündeki engeller de konuşulacak şüphesiz ama bu ziyaretin en önemli konularından biri askeri alımlar. Ve ABD’nin satmak istediği silahlar kadar, Türkiye’nin almak isteyip de bir türlü alamadığı Cobra helikopterleri. Türkiye Cobra almak istiyor, Amerikan tarafı sorun çıkartıyor.  * * * BAŞBAKAN Erdoğan’ın Washington ziyareti, Obama’nın Türkiye’ye gelişine göre daha tartışmalı, daha sıcak geçeceğe benziyor.

Yazının Devamını Oku