Ferai Tınç

Avrupa'dan değişim manzaraları

27 Ocak 2002
StrasbourgPARLAMENTERLERE ayrılan salondaki başı örtülü kadının kim olduğunu sorduğumda 'Çeçenistan delegesi' dediler. Birilerini bulup konuşurum düşüncesiyle kuliste ilerlerken karşıma, bana göre yüz metre uzunluğunda bir dev adam çıktı. Genç yüzlü dev adamın üzerinde bembeyaz bir takım elbise, beyaz gömlek, beyaz kravat vardı. Ayakkabıları da sipsivri burunlu ve beyazdı. Soğuk savaş yorgunu, 21'inci yüzyıl şaşkını Avrupa Konseyi'nde dolaşan bir aykırı.Azerbaycan'ın Konsey'e üye olmasının birinci yıldönümü nedeniyle düzenlenen görkemli törenler için rüzgarlar diyarı Bakü'den, ihtiyar Avrupa'nın ihtiyarlar kenti Strasbourg'a gelmiş. Ünlü bir genç tenor.İçeride, Bosna Hersek'in Avrupa Konseyi'ne üyeliği için yeşil ışık yakılırken, dışarıda genç tenor ülkesinin Avrupalılığı şerefine aryalar söylemeye hazırlanıyordu.Avrupa Demokratik Grubu adına Fransız parlamenter Michel Hunault'nun imzasını taşıyan 'Terörizme karşı mücadele ve insan hakları' başlıklı rapor tartışılırken Ermeni parlamenter, İlham Aliyev'in 'Karabağ, terör ve her türlü kaçakçılık merkezi oldu' iddiasına, 'Azerbaycan'da El Kaide var' demek için söz alıyordu. Siyasi İşler Komitesi'nin Rus Başkanı Margelov'un, komitesi adına verdiği değişiklik önergesinde, 'Yoksulluk, eğitim seviyesi ve diğer sosyal faktörler terörizmi destekleyen nedenler arasında sayılsa da, Ortadoğu ve diğer bazı bölgelerdeki etnik ve dini farklılıklardan kaynaklanan çatışmalar terörizmin gerçek nedenleridir. Bu çatışmalara kalıcı çözümler bulunmadıkça terörün kökü kazınamaz' deniyordu.Avrupalılığın sınırı, Rusya'yı dolaşıp Kafkaslara uzanıyor ama onunla sınırlı kalmıyordu tabii. * * * TÜRK parlamenterler grubu başkanı Uluç Gürkan, Avrupa'nın PKK ve DHKP-C'yi terör listesine almamasını sert bir dille eleştirip, 'Avrupa bu örgütlere hálá kucak açma aptallığını neden gösteriyor acaba?' diye sorgularken hiçbir Avrupalı bu söze alınmıyordu.Azerbaycan ve Ermenistan da kaldırdıktan sonra, Avrupa alanının idam cezasından bir türlü vazgeçemeyen tek ülkesi durumundaki Türkiye, 'idam cezası uygulanmayacağına dair güvence verilmesi halinde suçluların iadesinin mümkün olabileceği' kararını benimsiyordu. Çünkü zaten Türkiye bu konuda güvence veriyordu.Avrupa terörizmle mücadeleyi insan hakları ve demokrasiden taviz vermeden sürdürmenin yollarını arıyordu. Terörizm tartışmalarını bir yazı konusu yapmayı kararlaştırıp, Şimon Peres'in bir gün önceki konuşmasına yanıt veren Filistin Yönetimi Sözcüsü Saab Erakat'ın basın toplantısına yöneldim. Erakat, ABD ve Avrupa'yı, Ortadoğu'ya müdahale etmeye çağırıyordu.Sanıyorum o sırada, Avrupa zirvelerinde girişim hazırlıkları yapılıyordu. Kimilerine göre İsrail'e bir uyarı geliyordu. Kimileri ise 'Bizim verdiğimiz paralarla Filistin'in altyapısını tahrip etti. İsrail'e yaptırım uygulayalım' önerisini getiriyordu.* * * ELİNDE bir kağıt sallayarak gelen Romanyalı meslektaş, tepki almak için bir Türk parlamenter aradığını söylüyordu. Romanyalı senatörün imzasını taşıyan karar tasarısında, 'Bugüne kadar onu koruyup tertemiz baktıkları için teşekkür ederiz ama Türkler artık Ayasofya'yı Hıristiyan alemine geri versinler. Hıristiyanlığın Kudüs'ü olsun Ayasofya' deniyordu. İran'da 30 milyon Azeri'nin lideri olduğunu söyleyen Mahmudali Çehragani, Basın Merkezi'nin ücra bir köşesinde sadece Türk ve Azerbaycanlı birkaç gazetecinin ilgi gösterdiği mütevazi bir basın toplantısında, 'İran'da dillerini özgürce konuşmak, Türklüğü yaşamak için mücadele ettiklerini' söylüyor, 'Amacımız ayrılık değil. Şimdilik' mesajı veriyordu.Kendinden menkul sürgündeki Kürt parlamentosu adına koridorları arşınlayan iki kişi, ne eskisi kadar ilgi ne de tepki çekiyordu.* * * ANLATMAKLA bitmez. Ama yeni Başkan Schieder'in şu sözleri 53 yaşındaki Konsey'in diğer soğuk savaş örgütleri gibi, değişimi acil kılan sona yaklaştığını özetliyordu. 'When I get older loosing my hair' (Yaşlanıp saçlarım döküldüğünde). Paul Mc Cartney'in 60'lardaki şarkısı, bizim neslin en büyük soru işaretini taşıyor. Bana hálá ihtiyaç duyacak mısın, beni hálá besleyecek misin, 64 yaşına geldiğimde?'
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs'ta ambargonun sonu geliyor

25 Ocak 2002
STRASBOURG<br><B>AVRUPA </B>Konseyi'nde bu hafta kabul edilen Kıbrıs raporu, üzerinde dikkatle durulması gereken önemli ipuçları taşıyor. Evet, Kafkasya'dan eski Doğu Bloku ülkelerine kadar geniş bir coğrafyayı da artık içine alan Konsey, sadece Avrupa'nın görüşünü temsil etmiyor ve yaptırım etkisi yok. Ama buradan çıkan tavsiye kararları Avrupa Birliği kararlarının ilk adımını oluşturuyor. Brüksel, her konuda olduğu gibi Türkiye ya da Kıbrıs ile ilgili bir konuda görüş oluştururken de buradan çıkan kararları, raporları dikkate alıyor.

Macar parlamenter Andras Barsony tarafından hazırlanan raporu bu açıdan değerlendirdiğimizde Kıbrıs skoru dendiğinde artık sadece Rum tarafının dikkate alınmadığı ortaya çıkıyor. Uluslararası platformlarda Kıbrıs Türklerinin iradesi de, ne düşündükleri, ne istedikleri de önem kazanıyor.

Bu durum raporda da dile getiriliyor. Bugüne kadar Kıbrıs ile ilgili konularda sadece komisyonlarda görüşlerine başvurulan Kıbrıslı Türklerin, Avrupa Konseyi Parlamenterler Assamblesi'ne ve Komisyon çalışmalarına daha etkin biçimde katılmaları istendi.

Üstelik de bugüne kadar olduğu gibi ‘‘Kıbrıs Türklerinin temsilcileri’’ denmedi. ‘‘Kıbrıs Türk toplumunun seçilmiş temsilcileri’’ dendi.

Bu bir ilk. Tabii ki KKTC'nin tanınması anlamına gelmiyor. Ama Kuzey'de seçilmiş bir yönetimin var olduğu ilk kez Konsey kayıtlarına geçiyor.

Konsey kararlarına göre Kıbrıs Türk toplumundan bir temsilci de Kıbrıs heyeti içinde toplantılara katılma hakkına sahip ama bu kez ‘‘bu kararın çerçevesinin ötesinde’’ bir katılma hakkından söz ediliyor.

Bu ne demek oluyor?

Önümüzdeki dönemde, Kıbrıslı Rum parlamenterlerin yanı sıra Genel Kurul'da Kıbrıslı bir Türk parlamenterin de konuşması mümkün olacak örneğin.

Tabii ki hemen değil. İzlenecek akıllı politikalarla hızlanabilecek bir süreç açılıyor.

* * *

RAPOR'daki ikinci önemli nokta ise Kıbrıs Türklerine yıllardan beri haksız biçimde uygulanan ambargoyla ilgili.

Rapora son anda, Hollandalı bir parlamenterin girişimiyle eklenen ve büyük çoğunlukla kabul edilen bir maddeye göre Avrupa Birliği'ne, pazarını Kıbrıs Türk kesiminde üretilen mallara açması çağrısı yapılıyor. Daha da önemlisi AB ile Kuzey Kıbrıs arasındaki ticaretin, siyasi konulardaki farklı görüşlerden etkilenmemesi kaydı da düşülüyor. Kıbrıs Türk ve Rum ticaret odalarının temsilcilerinin bu hafta Atina'da bir araya geldikleri dikkate alındığında, ambargonun kalkacağı anlaşılıyor.

Gelelim, rapordaki üç yeniliğin üçüncüsüne.

O da Kıbrıs Rum Yönetimi'nin, turistlerin kuzeye geçişleriyle ilgili engel ile ilgili. Turistlerin, kuzeye geçişlerindeki zorlukların kaldırılması isteniyor. Bunlar, ekonomik baskılarla çözüm süreci arasında doğrudan ilişki olduğu gerçeğini de ortaya koyuyor.

* * *

ÇÖZÜM atmosferi, herkesi dikkatli olmaya itiyor. Taktik olsa bile sonuç değişmiyor. Strasbourg'daki oturumlarda Pangalos bile sözlerine dikkat ediyor. Yunanlı bir milletvekilinin, ‘‘Avrupa söz verdi, çözüm olmasa da Kıbrıs'ı alacak. Klerides'in görüşmelere katılması alicenaplık’’ sözleri ise atmosfere hiç uymuyor. Avrupa Konseyi Parlamenterler Assamblesi'nde bu hafta salt çoğunluğa yakın bir destekle kabul edilen Barsony raporunda, Kıbrıs'ın Avrupa üyeliği için çözüm koşulu ağırlık kazanıyor.

Brüksel ile Strasbourg farkı bir taktik farkı aslında. Hedef çözüm. Kıbrıs'ta Türkleri de Rumları da çok ilginç günler bekliyor.
Yazının Devamını Oku

ABD terör konusunda Türkiye için devrede

21 Ocak 2002
BRÜKSEL<br><br><B>ABD</B>'nin aksine Avrupa Birliği'nin terör listesine Türkiye'den hiçbir terör örgütünün alınmaması, Atlantik'in iki yakası arasında gerginliğe yol açtı. ABD, bu konuda Avrupa başkentlerinde girişimlerde bulunuyor. Terörizmin tarifi konusundaki görüş ayrılıkları ciddi tartışmalara neden oluyor.

Türk Atlantik Konseyi'nin düzenlediği bir program çerçevesinde Brüksel'deki NATO merkezinde dinleme fırsatı bulduğum yetkililerden birisi, bu konunun önemini şu sözlerle dile getiriyor: ‘‘Terörizm tarifi konusunda birleşemezseniz, uluslararası terörizme karşı mücadele de edemezsiniz.’’

PKK ve DHKP-C'nin, AB'nin açıkladığı terör örgütleri listesine alınmamalarının nedeni konusunda ilginç açıklamalar yapılıyor. Avrupalı yetkililer, bu örgütler tarafından tehdit edildiklerini ileri sürüyorlar. Eğer listeye alınırlarsa Avrupa'da istikrarsızlık yaratacak eylemlerin patlak vermesi olasılığından söz ediyorlar.

***

İKNA edicilikten uzak bu gerçeği bir kenara bırakıp, bu örgütlerin listeye alınmasına en çok karşı çıkan ülkelerin, hangileri olduğuna bakalım. O zaman durum daha iyi anlaşılıyor.

İtalya ve Yunanistan başta geliyor. Yunan Hükümeti'nin başı zaten 17 Kasım örgütü ile ilişkisi olduğu iddiaları yüzünden dertte, bir de kolları arasında yakalanan bir başka örgüte kendi elleriyle terörist damgası vurması kolay değil.

İtalya'nın tavrı ilginç. PKK liderinin Roma'da bulunduğu dönemde, o zaman muhalefet lideri olan Berlusconi bir kaç defa Öcalan'ın ülkeden çıkartılması için önerge vermiş, Türkiye'nin isteklerinin göz önüne alınmasını istemişti. Zamanın Roma Büyükelçisi İnal Batu ile sık sık görüşen Berlusconi'nin bugünkü tavrı, dünkünün taban tabana zıddı. Belki İtalya da çok yakın bir geçmişte bir terör örgütünün liderini ağırlayan ülke olma damgasını yememek için böyle yapıyordur. Kim bilir?

Türkiye, turnusol rolü oynayarak terör karşıtı cepheye yine bir iyilik yaptı. Türkiye konusundaki görüş ayrılıkları, terörizm konusunda ittifak içinde ortak anlayış olmadığı gerçeğini ortaya koydu.

İttifakın sağlam olması açısından çok önemli bu. NATO'daki yetkilinin dediği gibi, terörizme karşı ortak mücadele için, önce terörizmin tarifi konusunda birleşmek gerekiyor.

***

TERÖRİZM dünya zirvelrinin en hararetli konusu. Yarının güvenlik politikaları ve siyasi dengeleri bu kavramın yerine oturmasıyla berraklaşacak.

Önümüzdeki günlerde NATO üyeleri terörizme karşı mücadele konusunda önlemler paketini tartışacaklar. Ülkeler arasındaki istihbarat alışverişini arttırmak, nükleer ve biyolojik silahlara karşı konvansiyonel olmayan silahların geliştirilmesi, terörist saldırılara karşı sivil otoritelerin güçlendirilmesi başlıkları var pakette.

Öylesiye derin görüş ayrılıkları olan konular ki bunlar, bakalım ne zaman, nasıl sonuç çıkacak.

Dünkü yazımda da söz ettiğim gibi NATO geleceğini tartışıyor. Aslında soğuk savaş döneminde etkili olan bir çok örgüt için geçerli bu.

Bu örgütler içindeki rolümüzle oluşturduğumuz kimliğimizi, stratejik hedeflerimizi de yeniden gözden geçirme zamanı geldi.

Bu, geniş bir tartışma ama bana göre Avrupa Birliği hedefine bağlı, bölgesel güvenlik ve enerji yollarının korunmasında ABD ile birlikte etkili, bölgesel istikrara ve terörizme karşı mücadelede imrendirici demokratik ve laik bir model ülke rolünü daha da derinleştirecek.
Yazının Devamını Oku

NATO, tarihi dönemeçte geleceğini tartışıyor

20 Ocak 2002
BRÜKSEL<br><br><B>NATO</B>'nun merkezi, hararetli biçimde geleceğini tartışıyor. Brüksel'de NATO karargahında geçirdiğim iki gün içinde, dinlediğim herkes aynı noktada birleşiyordu, <B>'Bizim içine doğduğumuz NATO yok artık. Yeni koşullara uygun yeni NATO'yu oluşturmak zorundayız.'</B> 11 Eylül, tüm soğuk savaş örgütlerini olduğu gibi NATO'yu da değişime zorluyor.

Ulusal kimliğimizin önemli ayaklarından birinin de 'Türkiye'nin NATO'daki rolü' olduğunu göz önüne alırsak, bu değişim belki de en çok bizi ilgilendiriyor.

NATO değişiyor. Roller değişiyor. NATO'nun dönüm noktasında, bizim de tartışmaya katılmamız gerekiyor.

* * *

NATO'nun karar mekanizmaları içinde görev yapan bir yetkili, 'NATO'nun tarihi dönüm noktası' ile ilgili şu açıklamaları yapıyor:

‘‘Genişleme kararı ile birlikte yeni bir sürece giren NATO, 11 Eylül'den sonra bu alt yapı ile günümüzün güvenlik koşullarına yanıt veremeyeceğini anladı. Radikal bir değişim gerekiyor.'

NATO Genel Sekreteri Lord Robertson, bir an önce NATO'nun yeni rolünün tartışılması gerektiğini açıkladı. Sonbaharda Prag'da yapılacak olan Zirve, bu açıdan bir dönüm noktası olarak niteleniyor.

Yanıt bekleyen birçok soru var.

Terörü ortak düşman ilan eden 5.Madde NATO'nun 53 yıllık tarihinde ilk kez yürürlüğe girdi. Önümüzdeki dönemde NATO esas olarak bir karşı terör örgütü olarak mı faaliyet gösterecek? Alt yapı buna göre nasıl oluşturulacak, çünkü bu koşullarda böyle bir rol üstlenmesi zor.

Ancak üst düzey bir yetkiliye göre, 'ABD, terörizme karşı mücadeleyi öncelikli dış politika hedefi olarak ilan etti. Bu da NATO'nun değişimini etkileyecek.'

Soğuk Savaş önceliklerine göre oluşan NATO, terörizme karşı mücadele önceliğinin taleplerini karşılayabilecek mi?

Genişleme, ittifakı nasıl etkileyecek? Bu yıl eski Doğu Bloku üyelerinden en az bir ülkenin örgüte katılması bekleniyor. NATO, günün koşullarına yanıt vermekte bugünkü yapısı ile bile hantal kalıyor, sayı arttıkça bu durum daha da derinleşmeyecek mi?

ABD ile diğer müttefiklerin savunma kapasiteleri arasında ciddi bir uçurum var. Bazı yetkililer önümüzdeki dönemde NATO'da rol dağılımının iki esasa göre yapılacağını söylüyorlar. Biri 'Dijital sınıf' esası. Bu sınıfın tek temsilcisi ABD, savunma teknolojisi açısından en ileride olan NATO üyesi. Diğer üyeler ise 'Kanayan sınıf'ı oluşturacaklar. Yani ABD savunma teknolojisini verecek, diğerleri askerlerini.

NATO'nun Avrupa Birliği ile ilişkileri ne olacak? Avrupa ordusu kurulabilecek mi? Savunma için para harcamak istemeyen Avrupa, kendi ordusunu nasıl oluşturacak? ABD, Avrupa'nın operasyonlara daha etkin biçimde katılmasını istiyor.

NATO, Rusya ile stratejik işbirliğini nasıl geliştirecek? 11 Eylül, Rusya ile NATO'yu yakınlaştırdı. NATO'nun 19 üyesi ile birlikte Rusya'nın da katıldığı bir konsey kuruluyor. Burada, 'herkesin hem fikir olduğu konular ele alınacak sorun çıkmasın diye' deniyor. Ya daha sonra? Örneğin, Kafkasya'da çıkacak bir soruna NATO müdahalesi söz konusu olduğunda Rusya'ya danışılacak mı? Bazı yetkililere göre, NATO ne isterse o olacak. Bazılarına göre ise 'Bu da bir soru.'

* * *

'KÜLTÜR farklılığı da önemli bir sorun' diyor bir yetkili 'Atlantik'in bir yakasında Teksaslı Cumhuriyetçiler, diğerinde 68'liler. Sorun buradan kaynaklanıyor.'

Yoksa ABD, NATO'yu Avrupa'ya devredip, kritik kriz bölgelerinde tek başına mı harekete hazırlanıyor?

Bu da, Brüksel'deki NATO koridorlarında dolaşan bir başka soru?
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs'ta kıskaç politikası

18 Ocak 2002
<B>ARTIK </B>iyice anlaşıldı. Kıbrıs'ta başlayan görüşme sürecinde taraflar, dışarıdan gelen açıklamalarla diken üstünde tutulacak. Avrupa Birliği'nin genişlemeden sorumlu üyesi <B>Verheugen</B>'in, <B>‘‘Türkiye'nin Kıbrıs'ta borcu var' </B>şeklinde yansıyan sözleri bu beklentimi güçlendiriyor. Verheugen, Aralık başında görüşme süreciyle birlikte daha çok konuşmaya başladı.

Yaptığı her açıklama taraflardan birini ya da ikisini birden kızdıracak nitelikte.

Aralık ayında, 'Kıbrıs Rum kesimini çözüm olmasa da AB'ye alacağız' demişti.

Taraflardan ikisini de kızdıran bir açıklamaydı bu.

Rumların kızmalarının nedeni, açıklamanın gözden kaçan bir yönünü ortaya çıkarması açısından ilginçti.

Rumlar, Ada'nın tamamının değil de sadece Rum kesiminin AB'ye alınacağını söylediği için kızmışlardı Verheugen'e.

Evet, herkesi kızdıran adam Verheugen'in Alman Gazetesi'ne verdiği demeç kabul edilebilir gibi değil. Üslup itici. Türkiye'nin borcu var ne demek? Kuzey Kıbrıs, Türkiye'nin güneye olan borcu mu?

Neyse ki, daha sonra BBC'ye verdiği demeçte Verheugen, tavır değiştirip, 'Çözüm olmadan Kıbrıs Rum kesiminin AB'ye alınması konusunda Avrupa'nın henüz son sözü söylemediğini' vurguluyor.

Zaten Helsinki belgesi de, karardan önce tarafların çözüme katkılarının değerlendirileceğini ve sorunla ilgili tüm sorunların göz önüne alınacağının altını çiziyor.

Avrupa politikaları, Washington'un da yakın takibiyle birlikte değerlendirdiğimizde, iki taraf üzerinde de baskı dengesine oturuyor.

* * *

DENKTAŞ ile Klerides arasındaki görüşme süreci boyunca, Kıbrısla ilgili açıklamalara hazırlıklı olmalıyız. Bunlardan bazıları bizi kızdıracak, bazıları memnun edecek. Abartmaya gerek yok.

Çözüm için kıskaç politikasının bir parçası bu.

11 Eylül sonrası süreçte Güneydoğu Avrupa'nın istikrarı, Avrupa ve ABD'nin güvenlik politikalarında çok önemli bir yere oturuyor.

Bu istikrarın bir ayağında Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin tatmin edilmesi varsa, diğerinde de Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin taleplerinin karşılanması var.

Kıbrıs Türklerini, azınlık durumuna düşürecek bir anlaşmanın görünüşte bir çözüm sağlamaktan öteye gidemeyeceğini yavaş yavaş herkes anlıyor. Zaten bir süre önce basına sızan 'Kıbrıs Birleşik Devletleri' planında da bu görülüyor.

Ama bu süreçte en belirleyici nokta Türkiye. Türkiye'nin AB ile tam üyelik görüşmelerine başlayabilmesi, Avrupa Birliği üyesi olacağına güvenmesi lazım.

Verheugen gibi, etkili ağızlardan çıkan olumsuz ve cesaret kırıcı açıklamalar Türkiye'nin güvensizliğini artırıyor ve işleri zorlaştırıyor. Ama sadece Türkiye ve Kıbrıs Türkleri açısından değil. Rumların da işi zorlaşıyor.

Türkiye tarafından bakınca pek fark edilmiyor ama, Rum tarafı da, üyeliği istediği anlamda sağlam kazığa bağlamış görünmüyor. Çözüme, ama sonradan içinden çıkılması daha zor sorunlara yol açmayacak çözüme Rum tarafının da ihtiyacı var.

Ada'da liderlerin basına konuşmama kararı aldıkları açıklandı. Yanlış. Tam da şimdi konuşmaları gerekiyor.

Eğer gerçekten de çözüm için kolları sıvadılarsa, kamuoylarını bir arada yaşamaya hazırlamak için konuşmaları gerekiyor. Yoksa meydan Verheugen'a kalıyor.
Yazının Devamını Oku

Azerilerden sonra Karabağ'ı fareler basmış

14 Ocak 2002
<B> Stepanakert<br><br>BAŞBAKAN Ecevit</B>'in Washington ziyareti burada, Ermenistan'ın başkenti Erivan'da dikkatle izleniyor. Ermenistanlı bir meslektaşım, <B>‘‘Ecevit Ermenistan ile ilişkiler ve Karabağ konusunu da gündeme getirecekmiş. Biz böyle bir haber aldık’’</B> diyor. Benim net bir bilgim yok ama 11 Eylül'den sonra ortaya çıkan yeni durumda Kafkasya'da istikrarın daha da önem kazandığı kesin. ‘‘Bu konuyu ele alabilirler’’ diyorum. Yani Dağlık Karabağ'ı.

TEHLİKELİ SESSİZLİK

MİG
helikopter 2 bin 400 metre yükseklikte Dağlık Karabağ üzerinden uçarken, biz Türkiye'den giden gazeteciler aşağıda gördüğümüz yerler hakkında ayrıntılı bilgi alıyoruz.

Dağların sivri zirveleri de dahil her yer bembeyaz. Kar altında. İsviçre görünümü. Ama biraz daha dikkat edince hayat belirtisi olmayan birçok köy, yarı terk edilmiş kasaba ve kahırlı iki kent.

İşgal altındaki Azerbaycan topraklarının iadesi ve Nahcıvan'ın Ermenistan topraklarından geçen bir koridorla Azerbaycan'a bağlanması karşılığında Karabağ'ı Ermenistan'a bağlaması öngörülen Laçin Koridoru.

Bu, on yıldır tartışılan senaryolardan sadece biri. Senaryolar yapıldı. Rusya, ABD, Azerbaycan ve Ermenistan'ın temsil edildiği Minsk grubu yıllardır bu sorunun çözümü için çaba harcadı. Türkiye de bir ara bu grubun etkili bir üyesiydi ama sonradan etkisini kaybetti.

Dağlık Karabağ sorunu, Azerbaycan'da sefalet içinde yaşayan bir milyon civarındaki göçmenin acıları ve ilan ettiği bağımsızlığı kimse tarafından tanınmayan Stepanakert Yönetimi'nin yokluk ve yoksunluğu ile sürüp gidiyor.

Kafkasya'da enerji yollarının güvenliği açısından en riskli sorun Karabağ sorunu.

Türkiye'yi de yakından ilgilendiriyor. Bu sorun yüzünden Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan arasında kurulacak işbirliği ve barış ortamı sayesinde refah bölgesi haline gelebilecik bir coğrafyanın olanakları heba ediliyor.

Helikopterimiz yüksek dağların arasından ilerleyerek, Azerilerin terk ettikleri hayatsız köyler, yarı yaşayan kasabalar üzerinden süzülerek, Şuşa ve Hocali'yi aşıp Stepanakert'e buz üstüne iniyor.

Güneş batmadan geri dönmemiz gerekiyor ama beceremiyoruz. Konuşmalar uzun sürüyor ve gece burada Stepanakert'teyiz.

Ama garip bir şey var burada. Yaşam bir bekleyiş olmuş. Konuşmalar bir yere varmıyor, kendi yüzünü bize gösterecek bir resim bile çekemiyoruz. Çekecek bir şey bulamıyoruz. Sessiz film izliyoruz sanki. Ürkütücü bir sessizlik var bu dağlarda.

FERELERE KARŞI ORTAK SAVAŞ

DAĞ
insanı sert oluyor. Dağlık Karabağ'ın Cumhurbaşkanı Ğukasyan'ın sorunu, Karabağ görüşmelerine alınmıyor olması. Bu Ermenistan ile Azerbaycan arasında bir sorun denmesinden rahatsız oluyor. ‘‘Biz savaştık, biz kazandık. Altında bizim imzamız olmayan bir anlaşmayı kabul etmeyeceğiz’’ diyor.

Dışişleri Bakanı Naira Melkonyan genç bir hanım. ‘‘Barış istiyoruz’’ diyor ve Azerbaycan'a ilginç bir çağrıda bulunuyor.

Azerilerin terk etmesinden sonra bomboş kalan köyleri ve depoları basan farelere karşı ortak mücadele. Geçen yıl, fareler depolara dalıp buğday, tahıl ne varsa yiyip bitirmişler. Büyük bir felaket yaşanmış. Hatta bir ara ‘‘farelerin üzerine askeri birlik göndermeyi’’ bile düşünmüşler.

Başa çıkamamışlar. Azeriler de işgal altındaki topraklar iade edilmeden farelere karşı ortak mücadele teklifini kabul etmemişler.

Azerilerden sonra Karabağ'ı fareler basmış. Karabağ'dan dönüşte verebileceğim tek haber bu.
Yazının Devamını Oku

Şu sarı gelin meselesi

13 Ocak 2002
ERİVAN<br><br><B>BURASI</B> Erivan'ın en otantik lokantasıymış. Adı? Tabii ki Ararat . Her sabah kalktığınızda gökten yeryüzüne uzanan kristal bir zirveyle yüzleşseniz, geçmişten geleceğe köprülerini henüz kuramamış bir toplumun efsaneler dünyasındaki tutsaklığını daha iyi anlardınız. Ağrı, yani Ararat, bu taraftan bakıldığında düşsel bir dünyanın gerçeğe uzanan gölgesi gibi duruyor Erivanlı Ermenilerin yaşamında.

Geçen yıl, bir 50 bin kişinin daha yoksulluğa dayanamayıp terk ettiği Ermenistan'a gazetecilerin düzenlediği bir konferansa katılmak üzere geldik. Leyla Tavşanoğlu, Cengiz Çandar, Yusuf Kanlı ile beraber.

* * *

DİASPORA ve Ermenistan'daki şahinlerin baskısı sonucu, Türkiye ve Ermenistan'daki emekli büyükelçiler, eski politikacılar yani akıl adamlar arasındaki görüşmeler kesildikten sonra iki ülkenin gazetecileri arasındaki ilk buluşma.

Gündüz Aktan, Radikal'e yazıyor. Diaspora son zamanlarda, soykırım iddialarını Birleşmiş Milletler, Avrupa Parlamentosu gibi uluslararası platformlarda, ‘‘şimdi Türkiye ile diyalog başlattınız, bu girişimler diyaloğa zarar verir’’ gerekçesiyle gündeme aldıramayınca, diyaloğu torpillemiş.

Ama ben size bunlardan söz etmeyeceğim.

Başka bir şeyi ‘‘irdeleyeceğim’’. Ararat Restaurant'da dinlediğimiz ‘‘duduk''çuların çalıp söyledikleri Ermeni türkülerini, özellikle de şu Sari Ağçik meselesini anlatacağım.

* * *

EN aklı başında, uygar, anlayışlı, barış ruhuyla dopdolu ortamlarda bile bazı konular vardır ki, bomba gibi patlar.

Örneğin, Yunanlı kadınlarla bir ‘‘çözüm’’(conflict resolution) toplantısında son derece ‘‘olgun ve sevgi dolu’’ bir havada tartışırken, aniden konu dolmalara, köftelere gelince ortalık feci biçimde karışmıştı. ‘‘Dolma bizim. Köfte de mi sizin?’’ diye neredeyse saç saça baş başa geliyorduk.

Dün gece, ‘‘duduk’’lar eşliğinde Ermeni Türkülerini dinlerken de benzer bir ruh halinin kıyısından geçtik. Zaten bu konu son zamanlarda Ermenilerle aramızdaki yeni bir sorun olarak ortaya çıkmıştı. Evet, doğru tahmin ettiniz, ‘‘Sarı Gelin’’ meselesi.

Azerbaycan Büyükelçiliği tarafından resmi bir açıklama bile yapılmıştı bu türkü hakkında ‘‘bizimdir’’ diye.

Ama Ararat restoranın, kırmızı halılarla iyice koyulaşan şark atmosferinde, dört duduk ustasının eşlik ettiği ‘‘Sari’’ ne pekiyi? ‘‘Sarı’’nın Ermenicesi mi? Ya türkünün içinden geçen ‘‘dagın kızı’’ lafları?

Tamam anladım ‘‘Yerevani sirun ağçik’’ (Erivan'ın güzel kızları) şarkısı Ermenice ama nakaratlardaki ‘‘yarim’’ler?

Nasıl paylaşacağız? Neyi? Mesele de bu değil mi zaten. Böylesine iç içe geçmiş olmak.

Birbirini eğrisiyle doğrusuyla yaşamış olmak.
Yazının Devamını Oku

50 ton silah, İran'ı da hedefe oturttu

11 Ocak 2002
<B>BİR</B> hafta önce sabaha karşı Kızıl Deniz'in ortasında içi silah dolu bir gemi, çok iyi hazırlanmış bir operasyonla ele geçirildi. Son zamanlarda uluslararası sularda sık görülen bir korsanlık olayı değildi bu.

Perşembe sabaha karşı, İsrail Deniz Kuvvetleri'ne bağlı komandolar, Hava Kuvvetleri'nin desteğiyle gemiye tırmanıyor ve tek bir kurşun atılmadan gemiyi ele geçiriyordu.

İddiaya göre bu operasyondan Amerika'nın da haberi vardı.

Gemi, üç ay önce Bulgaristan'da bir satıcıdan alındığından beri İsrail istihbaratı, ‘‘Ne taşıyacaklar?’’ diye olayı yakın takibe almıştı.

Gazze'den Tel Aviv'in kenar mahallelerini menzili içine alabilecek roketler, orta menzilli Katyuşa'lar, anti tank füzeleri, mühimmat ve çok büyük miktarda C-4 patlayıcı taşıyan gemi yükünü, İran'ın Keşm adasından almıştı. Son durak Gazze'ydi.

Haber ilk duyulduğunda herkes şüpheyle baktı.

7 Ocak günü, İsrail Başbakanı Şaron tantanalı bir toplantıyla, ülkedeki yabancı büyükelçiler ve gazetecilere silahları gösterdi.

Arafat'ı ve İran'ı barış sürecini torpillemekle suçladı. Filistin Yönetimi, güvenlik kuvvetlerinin ihtiyacını karşılayabilecek boyut ve oranda silah alma hakkına sahipti anlaşmalara göre ama ele geçen silahlar savunma değil saldırı amaçlıydı. Bu da Oslo anlaşmasına aykırıydı.

Arafat, silahlardan haberi olmadığını, Filistin yönetiminin konuyla ilgisi bulunmadığını söyledi.

8 Ocak'ta dünya basını habere yer verdi.

Aynı gün akşama doğru geminin kaptanı, göz altındayken Reuter haber ajansına konuştu.

Kaptan Akawi, Filistin Yönetimi'nin Deniz Kuvvetleri'nde görevliydi, ‘‘Emri Filistin Yönetimi'nden aldım’’ dedi. Kargoyu, İran'dan yüklediğini açıkladı.

İran ve Arap dünyasının sessizliği dikkat çekiciydi.

* * *

WASHİNGTON çarşamba günü, silah alımının Filistin Yönetimi'nin bilgisi dahilinde olduğunu açıkladı. İsrail'in elindeki kanıtlar ikna edici bulunmuştu. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, ‘‘Arafat'ın da bundan haberi olabilir’’ dedi. Powell, Arafat'ı arayarak derhal açıklama istedi.

Ama kesin olan bir şey vardı. İran. Silahlar İran'dan geliyordu.

Bu şu demekti. Oslo anlaşmasından bu yana Filistin'e mesafeli duran İran, yeniden resme giriyordu.

* * *

ABD her yıl İsrail'e silah alımı için 2 milyar dolar kredi verirken, Filistin'in 100 milyon dolarlık silah alması kadar doğal bir şey olamaz.

Kaldı ki İsrail bundan önce de birçok sefer Filistin'e gitmekte olan silahlara el koydu. Bu kadar büyük olay yaratmadı. Yani bu ilk değil.

Ama riskli olan gelişme İran'ın resme girmesi. İran, yeniden taraf mı oluyor? Sovyetler Birliği'nden boşalan yeri İran mı doldurmaya çalışıyor?

Bu, 11 Eylül sonrası ABD'nin bölgede sağladığı ittifakı tehlikeye sokacak bir gelişme.

Son günlerde Washington'da bazı çevreler, İran'ı da Saddam'ın yanına oturtmak istiyorlar. New York Times Gazetesi dün, Afganistan ile ilgili yayınlanan bir haberde Washington'un, İran'ın Afganistan'daki faaliyetlerinden kaygı duymaya başladığını yazıyordu.

Bir askeri yetkiliye göre ‘‘İran, Afganistan'ın Türkiye gibi laik bir ülke olmasını istemiyor’’du.

Ortadoğu'da çember daralıyor. Sorunlar, pazarlıklar ve hazırlıklar bizi yakından ilgilendiriyor.
Yazının Devamını Oku