Ferai Tınç

Haklar namusa takıldı

16 Temmuz 2004
TARTIŞMALI Türk Ceza Kanun Tasarısı, Çarşamba sabahı Adalet Komisyonu’ndan da geçerek, Genel Kurul için son halini aldı. Eylül ayında Meclis’te geniş bir biçimde tartışılarak yasalaşacak. Hazırlık çalışmaları sırasında sivil toplum olarak en aktif rolü kadınlar oynadı. Kadın örgütlerinin oluşturduğu haberleşme ağı, komisyon çalışmalarını adım adım izleyerek kamuoyunu bilgilendirdi. Görüşmeler sırasında birçok kadın Meclis’e giderek ‘lobby’ yaptı. Kadınların haklarının yasalarla en geniş biçimde güvence altına alınması için gerçekten ısrarlı çaba harcayan TBMM komisyon üyelerini desteklediler. Kendi bakış açılarını, ihtiyaçlarını yasa yapıcıya aktardılar. Bu çaba içinde yer alan kadın örgütleri, hukuk devleti bilincine sahip olduklarını göstererek, sivil topluma da örnek oluşturdular. Ama yine de bir şeyler eksik kaldı. CHP Adana Milletvekili Gaye Erbatur, Çarşamba günü Komisyon’da yaptığı konuşmada bu konunun altını şu sözlerle çizdi: ‘Adalet Komisyonu’nda görüşülen tasarı üzerindeki çalışmalar, artık, komisyondan Genel Kurul’a gönderilmek üzere tamamlandı. Ancak, 84. maddede ‘nitelikli adam öldürme’ bölümüne, töre saikiyle işlenen cinayetler de nitelikli adam öldürme suçu olarak alındı ve müebbet hapisle cezalandırılacak. Ancak yapılan bu uygulama bizler için yeterli değil... Bu cinayetlerin, müebbet hapis korkusu ile işlenmelerini engellemenin ötesinde daha önemli hususlar da vardır. Bunların başında insanların yüreklerinden ve beyinlerinden ‘töre-namus-kadın’ halkasına kilitlenmiş ahlak kavramının silinmesi, kadının insan haklarının tanınması ve kadının özgür birey olarak varlığının kabulü gelir.’* * *UZUN tartışmalardan sonra, töre cinayetlerinde ceza indiriminin kaldırılması kabul edilirken aynı madde içine neden ‘namus saikiyle’ kaydı da eklenmedi? Neden, CHP’li komisyon üyelerinin ısrarına rağmen AKP’li üyeler buna karşı çıktılar? Neden kadınlarla ilgili haklar, ‘namus’a takıldı. Cinayet işlemeyi, namus korumak için başvurulabilecek en son çare gibi gören zihniyetin baskısıyla mı acaba? Yeni tasarı töre cinayetlerini en ağır biçimde cezalandırarak, ‘kan davası’na son vermeyi amaçlıyor. Bu da çok önemli bir adım. Ama tasarının bu maddesine namus unsurunun eklenmemesi, bilinçli bir ayrım yapıldığını gösteriyor. Bir ‘tercih’e işaret ediyor. ‘Namus’u cinsellik olarak tarif etmek bu kavramı sığlaştırıyor. Bu anlayışa göre, ‘kanla’ temizlenebilen bir şey haline geliyor namus. Öldür, temizle.Eğer, bu kadar tartışmaya ve karşı görüşe rağmen ‘namus saikiyle’ kaydı ilgili maddeye eklenemiyorsa, burada ciddi bir zihniyet engeli var demektir. O zaman da, kadını baskı altında tutarak, onu örtmek ve saklamakla yetinerek namuslu olunacağını sanan anlayışı değiştirmek için, bu konuyu tartışmaya devam etmeliyiz. * * *AVRUPA Birliği ile uyum sağlamak için düzenlenen yasal değişiklikler, bakış açılarımızı değiştirecek tartışmalara da olanak sağlıyor. Anayasa değişikliği ve Ceza Kanun Tasarısı’ndaki kadınlarla ilgili maddelerin ele alınması sırasında bunu gördük. Evet eksikler var, ama yine de bu konuda önemli bir yol kat edildi. Bir çok toplumsal ön yargının üzerindeki örtü kaldırıldı. Tartışmaya açıldı. Şimdi kadın örgütleri, Eylül ayında tasarı Meclis’e geldiği zaman daha aktif bir kamuoyu desteği ile tartışmaları sürdürmek için kolları sıvıyorlar.
Yazının Devamını Oku

İspanyol askerlerinin şahsi eşyaları da yok

13 Temmuz 2004
BİR yıl önce Mayıs ayında, Trabzon Havaalanı’na inmeye çalışırken düşen Ukrayna Hava Yolları’na ait uçakta yaşamlarını yitiren 62 İspanyol askeri ile ilgili skandallara bir yenisi daha eklendi. Afganistan’daki İspanyol Görev Gücü’ndeki yakınlarının dönüşünü dört gözle beklerken onların ölüm haberiyle sarsılmış olan ailelere, birkaç kimlik kartı ve birkaç euro’dan başka askerlere ait hiçbir şahsi eşya verilmedi. İspanyol yetkililer, ‘Türkler şahsi eşyaları, Müslüman adetlerine göre tabutlara koydu’ derken, tutulan zabıtlar 65 koli eşyanın Türk makamları tarafından İspanyollara teslim edildiğini ortaya koyuyor.

Savcı Cemil Balcılar, geçen yıl 26 Mayıs günü olay yerine jandarma ile birlikte giden iki Maçka savcısından biri. ‘Acı içindeki asker aileleri için, bir yüzüğün, bir resmin ne kadar önemli olduğu bilinci içinde hareket ettik. Kırık cep telefonlarını bile toplatarak kutulara koyduk’ diyor.

Nitekim bölgeden sorumlu Jandarma Komutanlığı görevlileri tarafından tutulan zabıtta, ‘26.05.2003 günü Komutanlığımıza bağlı Trabzon İli Maçka İlçesi Şahinkaya beldesi Konaklar Mahallesi Kaçkina Merası’nda Ukrayna Havayollarına ait olan ve İspanyol askeri personelini taşıyan uçağın düşmesi sonucu aynı gün, delil tespit faaliyetlerine başlandı’ deniyor. Ve üç gün sonra bulunan şahsi eşyalar, kime ait olduğu belli olanlar ayrı, olmayanlar ayrı paketleniyor.

Bu iş o kadar titizlikle yapılıyor ki, savcının dediği gibi kırık telefonlar, takılar, defterler, askerlerin silah parçaları, kuruşuna varana kadar ceplerinden etrafa saçılanlar, hepsi kendi cinsine göre sınıflanarak kolilere yerleştiriliyor.

Bir ay sonra da İspanyol yetkililer, bir kargo uçağı ile gelerek kolileri alıyorlar.

AİLELER FERYAT EDİYOR

Ancak bu eşyalar ailelere dağıtılmıyor. Ailelerin avukatı Belkıs Baysal, kendileri ile görüşmek üzere Madrid’e gittiğinde kendisine ‘Bir yüzükleri bile mi bulunamadı?’ diye sorulduğunu aktarıyor.

Savunma Bakanlığı yetkilileri ailelere bazı kimlikler veriyor ve 2 bin euro civarında bir parayı 62 askerin aileleri arasında bölüştürüyorlar. Diğer şahsi eşyalar için ise, ‘Müslüman adetlerine göre tabutların içine kondu, bu koşulla tabutları aldık’ gerekçesini uyduruyorlar. Oysa, eşyalar tabutların tesliminden bir ay sonra İspanyol makamlar tarafından alınıp, kargo uçağına yüklenerek İspanya’ya götürülüyor.

Madrid’den ulaşan bilgilere göre, Savunma Bakanlığı bu hafta ailelere şahsi eşyaları iade edecek ancak bu eşyaların 65 koliyi dolduracak kadar olmadığı belirtiliyor.

Eski Başbakan Aznar Hükümeti’nin Savunma Bakanlığı, bu olayı bir an önce örtbas etmek için ailelerin Ukrayna Hava Yolları’na karşı tazminat davası açmasını bile engelledi. Türkiye de ağır baskılar altında kaldı. İspanyollar, ‘Bu işi büyütmeden kapatmak istiyoruz. Muhalefet seçimler öncesi aleyhimizde kullanacak, Savunma Bakanı istifa etmek zorunda kalacak, Ordu içinde huzursuzluk olacak’ diyorlardı. Afganistan’dan askerlerini, ucuza olsun diye Ukrayna Hava Yolları ile taşıtmak başlarına iş açacaktı. Türkiye’ye iki konuda baskı yapıldı, ‘Hemen cesetleri verin, DNA testi yaptırtmayın.

Eski Savunma Bakanlığı, aileleri susturmak için ‘suçu’ Türkiye’ye attı. Hem de en sıradan ön yargılara sığınarak, ‘Türkiye’de teşhis yapılamaz geri bir ülkedir, Müslüman adetlerine göre eşyaları sakladılar’ gerekçelerini kullandılar. Türkiye ‘geri bir İslam ülkesi’dir diyerek halklarını kandırmaya çalıştılar.
Yazının Devamını Oku

Uçak kazasındaki sır perdesi aralanıyor

12 Temmuz 2004
İSPANYOL askerlerini Afganistan’dan ülkelerine götürürken Trabzon’a düşen Ukrayna uçağı ile ilgili sır perdesi aralanıyor.Bugüne kadar iki kez ailelerin başvurusunu, ‘görev alanım dışında’ gerekçesiyle reddetmiş olan mahkeme, yeni hükümetin olaya sahip çıkmasıyla ceza davası açmayı kabul etti. İlk duruşma bugün. Maçka ve Trabzon savcılıklarının, jandarmanın, Trabzon ve İstanbul Adli Tıp Kurumları’nın meslek sorumluluğu ve insana saygı örneği oluşturan çalışmaları, asker ailelerinin avukatı Belkıs Baysal’ın inatçı ısrarı sonucu ortaya çıkan skandal, eski Başbakan Aznar Hükümeti’ne de uzanıyor. Türkiye’de yapılan DNA testleri sonucu, cesetleri sahte kimlik dokümanları düzenleyerek ailelere verdikleri ortaya çıkan iki generalin, ordudan uzaklaştırılmasından sonra, yeni hükümet parlamentoda da soruşturma başlatma kararı aldı. Bu olay, Irak ve Afganistan gibi istikrarsızlık noktalarına asker gönderilmesinin NATO’nun yeni görevi olarak tanımlandığı bir dönemde, devletlerin kendi asker ve yakınlarının insan haklarına karşı özel bir hassasiyet göstermeleri gerektiğini açıkça ortaya koyan bir örnek. İspanya’yı değil, hepimizi ilgilendiren bu olayın ayrıntıları ibretlerle dolu. SAHTE BELGELERKazadan hemen sonra Maçka ve Trabzon Savcılıkları tarafından hazırlanan ve İspanyol yetkililerin de imzalarının bulunduğu tutanakta, kimlikleri belirlenen cesetlerle ilgili üçer ya da dörder satırlık ayrıntılar yer alıyor. Durumu, üzerinde bulunan ve kimliği belirlemeye yarayan parçalar belirtiliyor. Ama, aile yakınlarına verilen raporlar çok daha uzun. Avukat Belkıs Baysal bu durumu fark edince DNA testi konusunda daha ısrarcı oluyor. İspanyol Savunma Bakanlığı’nın Trabzon’a gönderdiği iki general Jose Antonio Beltran Dona ve Vicente Carlos Navaro Ruiz, Türkiye’den İspanya’ya giderken uçakta 30 cesedi tespit ettiklerini iddia ediyor ve raporları hazırlıyorlar. İspanyol Heraldo Gazetesi yazarı Ramon J. Campo, 4 Temmuz’da yayınlanan haberinde gelişmeleri saat saat anlatıyor ve ‘Cesetlerin kimlik tespiti ortalama 26 dakikada yapılmış. Yetkililer bu süre içinde tespitin mümkün olmadığını söylüyorlar’ diyor. Bu haberden yirmi gün sonra Türk Adli Tıbbı, İspanyol ailelerden aldıkları kan örnekleri yaptıkları DNA testleri sonucu, kendilerine verilen cesetler arasında akrabalık bağı olmadığını açıklıyor. İspanyol ailelere verilen cesetler arasında Ukraynalı mürettebata ait olanların da bulunduğu ortaya çıkıyor. NEDEN UKRAYNA UÇAĞIÇeşitli rütbelerden 65 İspanyol askeri, Afganistan’dan ülkelerine neden Ukrayna uçağı ile taşınmıştı? Üstelik de bu uçak bir buçuk ay önce arıza yapmıştı. Kara kutularından biri de bozuktu. Aileler bu sorulara da yanıt arıyor. Taşımanın ucuza mal edilmek istendiği söylenmişti kendilerine. Ama, Irak’a giden İspanyol askerlerini taşıyan Air Europa’dan daha ucuz olmadığı iddiaları, İspanyol basınında da yer aldı.Yetkililerin verdiği yanıt ise şu: ‘Bizim yeterince uçağımız yoktu. NATO’nun bu işlerini yapan NAMSA ajansı aracılığıyla Ukrayna uçağı bulundu.’ ŞÜPHELERBu olay bir kader kazası değil. Yeni Savunma Bakanı Bono’nun dediği gibi ‘ihmaller ve hataların’ sonucu. Örneğin, Ukrayna uçağı ile yapılan kontratın ve uçağın, İspanyol Savunma Bakanlığı tarafından yeterli kontrolden geçmediği anlaşılıyor. Ayrıca, uçak, aynı mürettebat ile 24 saate yakın bir uçuş rotası izliyor. Bu da, yorgunluk unsurunu göze alan sivil havacılık kurallarına aykırı. Kabil’den kalkan uçak, Azerbaycan Bakü Havaalanı’na indiğinde ailelerini telefonla arayan askerlerden bazıları ‘Uçağın aşırı kalabalık ve yüklü’ olmasından şikayetçi. Neden kalabalık? Uçak ne taşıyor? Askerlere ait şahsi eşya dışında, Afganistan’a götürülen patlayıcıların da bulunduğu iddiaları var. DNA testi yapılmasının engellenmeye çalışılması, kimlik tespitinde sahtecilik, kazanın kapatılmak istenmesinin ardında yatan bu mu? Uçağa patlayıcı mı yüklenmişti, mürettebat ve askerlere ait ceset torbalarının yanı sıra, kimliği belirlenemeyen 10 ayrı torbadaki parçalar kime ait? Bu soruların yanıtlarını mahkemelerin sonuçları aydınlatacak. BAKAN AİLELERLE GÖRÜŞMEDİ Türkiye’de işler çok iyi yürüyor ama hükümet seviyesinde, bu olaya karşı titiz bir mesafe çizgisi izlendiği anlaşılıyor. Adalet Bakanı Cemil Çiçek kendisiyle görüşüp teşekkür etmek isteyen İspanyol ailelerle görüşmüyor. Oysa Yak-42 Kazası Kurbanları Aileleri Derneği Başkanı Carlos Ripolles Barros, Adalet Bakanı Çiçek’e 8 Mart’ta yazdığı mektupta, ‘Türk yetkili makamları tarafından uluslararası protokollere uygun iyi bir teknik, bilimsel ve adli çalışmanın yerine getirilmiş olmasından dolayı bir kez daha minnettarlığımı arz ederim’ diyor ve ekliyordu ‘Ne yazık ki ve büyük bir üzüntü ile aynı şeyi benim sevgili İspanya’m için söyleyememekteyim.’ Ve Barros, bakanı şahsen ziyaret etmek istiyor. Ama isteği yanıtsız kalıyor.
Yazının Devamını Oku

Türkiye’deki çalışmalar skandalı ortaya çıkardı

11 Temmuz 2004
Ukrayna’ya tazminat davası açmak isteyen acılı İspanyol aileleri avukat Belkıs Baysal’ın kapısını çaldı. Baysal’ın davayı üstlenmesiyle baskılar da başladı.

GEÇEN yıl Afganistan’dan dönen İspanyol askerlerini taşıyan uçağın Trabzon’da düşmesi sonucu meydana gelen kazada skandal boyutuna varan ihmalkarlık, Türk Savcı ve Adli Tıp görevlilerinin işlerini iyi yapmaları ve bir avukatın yılmadan sürdürdüğü çabalar sayesinde ortaya çıktı.

İspanya bu skandalla çalkalanıyor. Kazadan sonra Türkiye’ye gelip cesetleri teslim alan iki general görevden alındı. Her ne kadar İspanyol Savunma Bakanı Jose Bono, bu olayla ilgili olmadığını söylese de, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları değişti.

65 askerin cesetlerinin, İspanyol yetkililer tarafından kimlik tespitleri tam olarak yapılmadan, rastgele hazırlanan sahte belgelerle ailelere verildiği, Türkiye’de DNA testi yaptırmalarıyla ortaya çıktı.

OLAY NASIL GELİŞTİ? İSPANYOL askerlerini taşıyan Ukrayna’ya ait Yakovlev-42 uçağının düştüğü haberi alınır alınmaz jandarma güçleri olay yerinde gerekli koruma önlemini almış, Maçka Cumhuriyet Savcılığı’nda görevli iki savcı Tufan Çoban ve Cemil Balcılar, bir saat sonra kaza yerine ulaşmışlardı. Çoğu yanmış, parçalanmış cesetler ve parçalar toplanarak, titiz bir ayrım sonucu torbalara yerleştirilmişti. Torbalar numaralanıp derhal Trabzon’a iletilerek buzluğa kondu. Orada Trabzon savcılığı devreye girdi, çok ayrıntılı bir rapor hazırlandı. Trabzon ve İstanbul’dan gelen Adli Tıp ekipleri de, DNA testi için gerekebileceği düşüncesiyle cesetlerden parçalar alarak kavanozlara koydular. Kavanozlar, üzerleri numaralanıp, bulunabilenlerin kimlikleri de etiketlere yazıldıktan sonra saklandı. 32 cesedin kimlikleri belirlenebilmişti, ama diğer 30 cesedin kimliği belli değildi. Türk yetkililer, onların da kimlik çalışmalarını yapmaya hazırlanırken, İspanya’dan gelen Hava Kuvvetleri’nden General Jose Antonio Beltran Dona ile Sağlık bölümünden General Vicente Carlos Navarro Ruiz, ‘Bu torbalarda bulunan cesetleri ismen bilmemekle birlikte, İspanyol vatandaşı, bize ait olduklarını kesinlikle tespit etmiş bulunmaktayız. Bunların tarafımıza teslimini istiyoruz. Gerekli işlemleri yapacağımızı taahhüt ediyoruz. Sorumluluğu üstleniyoruz’ dediler. İfade gayrı ciddiydi. Neye göre parçaların İspanyol oldukları tespit edilmişti? Türk savcılar, bu ifadeleri kayda geçip imzalattılar. Ama kapıdan çıkar çıkmaz generaller, sözlerini unuttular. Cesetleri rastgele tabutlara koyup, üzerlerine de isimler yazarak, evlatlarını bekleyen aielelere ‘çocuklarınız’ diye verdiler.

Yazının Devamını Oku

İsmail Cem’in Kıbrıs tanıklığı

9 Temmuz 2004
<B>KİTABI</B> okurken, geri gittim. Üç ya da dört yıl önceydi, bir sonbahar günü Dışişleri Bakanı <B>İsmail Cem</B>, dış politika ile uğraşan bir grup gazeteciyi, <B>‘ufuk turu’ </B>için Tarabya’ya Dışişleri Bakanlığı’nın İstanbul temsilciliğine davet etmişti.‘Bu,Kıbrıs’ta çözüm için artık daha fazla çaba harcamalıyız’ diyordu.

Önceki akşam Türk ve Yunan bayraklarının dalgalandığı Sultan Ahmet Meydanı’ndan Sertap Erener ile Sakis Rouvas’ın şarkıları yükselirken, iki ülke halklarının korkularını aşmak için ilk önemli adımları atan İsmail Cem’i anımsamamak mümkün mü?

Avrupa Birliği, ağırdan da olsa, Kıbrıs Türk Yönetimi ile doğrudan temas kurarken, bu süreci hazırlayan adımları görmemek olur mu?

İsmail Cem, Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan son kitabı ‘Türkiye Avrupa Avrasya’ ile Yunanistan ile yumuşama ve Kıbrıs’ta değişim sürecinin ilk adımlarını birinci elden anlatıyor.

Dış politikayı yakından izlememe rağmen, Kıbrıs’ta çözüm fikrinin Türk dış politikasında, sanılandan daha uzun bir süreden beri var olduğunu, bu çizginin zaman içinde nasıl olgunlaştığını İsmail Cem’in kitabını okuyunca daha iyi gördüm.

İsmail Cem’in şu satırları tarihe düşmüş bir not olarak ne kadar ilginç:

‘...Bakanlık olarak, KKTC olarak, yeni düşünceler, yeni çözüm yolları ürettik. Muhtemel bir uzlaşmanın, konfederasyon temelindeki çözümün mekanizmalarını, ayrıntılarını geliştirdik... Nitekim, daha sonra Birleşmiş Milletler’in hazırladığı (Annan Planı diye tanımlanan) çözüm planında, Türk önerilerinin belli bir bölümü yer aldı, ya da planın özelliklerini etkiledi. Şunu rahatlıkla söylemek mümkün: Annan Planı’nda bizim olumlu bulduğumuz ne varsa, bunlar, konfederasyon çerçevesinde Cumhurbaşkanı Denktaş ile birlikte düşünüp geliştirdiğimiz, Denktaş’ın Klerides ile görüşmelerinde savunduğu yaklaşımlardır...’

* * *

BUGÜNKÜ Türk Hükümeti’nin desteği ve Kıbrıslı Türklerin Annan Planı’na ‘evet’ demeleri sayesinde Avrupa Birliği, ambargoların kalkması için ilk adımı attı. Yeterli mi? Bana sorarsanız yeterli değil.

KKTC’nin ürettiği malların Avrupa pazarlarına nereden ve nasıl ulaşacağı konusu netleşmiş değil. Hava ulaşımı konusunda Avrupa daha net bir tavır alabilirdi.

Ama bu bir süreç. İsmail Cem’in kitabında da görüldüğü gibi.

Komisyonun önerisi, Konsey’de onaylanacak ve ondan sonra hayata geçecek.

KKTC’nin bu olanağı en geniş biçimde kullanabilecek yeteneklere sahip olması, yani rekabete açık bir sanayi geliştirebilmesi, yerli ve yabancı yatırımı teşvik edebilmesi, gerekli yasal çalışmaları yapmasına, alt yapıyı güçlendirmesine bağlı.

AB’nin muhatap kabul ettiği Ticaret Odası Başkanı Ali Erel de bu konuya dikkat çekiyor. Ve eğer bu hazırlıklar yapılamazsa AB kararının da kağıt üzerinde kalabileceğini söylüyor.

Doğru. Üstelik, daha fazla hakka sahip olabilmek için önce eldekileri kullanabilmek lazım.

KKTC’de yaşanan hükümet krizinin bir an önce aşılması ise bunun ilk adımı olmalı.

* * *

KIBRIS’ta süreç devam ediyor. Süreci anlamak için sürekliliği görmek isteyenlere, son on yılda Türkiye’nin dümeninde yer alanlardan birinin, Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in kitabını öneriyorum.
Yazının Devamını Oku

İsmail Cem’in Kıbrıs tanıklığı

9 Temmuz 2004
KİTABI okurken, geri gittim. Üç ya da dört yıl önceydi, bir sonbahar günü Dışişleri Bakanı İsmail Cem, dış politika ile uğraşan bir grup gazeteciyi, ‘ufuk turu’ için Tarabya’ya Dışişleri Bakanlığı’nın İstanbul temsilciliğine davet etmişti. ‘Bu,Kıbrıs’ta çözüm için artık daha fazla çaba harcamalıyız’ diyordu.Önceki akşam Türk ve Yunan bayraklarının dalgalandığı Sultan Ahmet Meydanı’ndan Sertap Erener ile Sakis Rouvas’ın şarkıları yükselirken, iki ülke halklarının korkularını aşmak için ilk önemli adımları atan İsmail Cem’i anımsamamak mümkün mü? Avrupa Birliği, ağırdan da olsa, Kıbrıs Türk Yönetimi ile doğrudan temas kurarken, bu süreci hazırlayan adımları görmemek olur mu? İsmail Cem, Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan son kitabı ‘Türkiye Avrupa Avrasya’ ile Yunanistan ile yumuşama ve Kıbrıs’ta değişim sürecinin ilk adımlarını birinci elden anlatıyor.Dış politikayı yakından izlememe rağmen, Kıbrıs’ta çözüm fikrinin Türk dış politikasında, sanılandan daha uzun bir süreden beri var olduğunu, bu çizginin zaman içinde nasıl olgunlaştığını İsmail Cem’in kitabını okuyunca daha iyi gördüm. İsmail Cem’in şu satırları tarihe düşmüş bir not olarak ne kadar ilginç: ‘...Bakanlık olarak, KKTC olarak, yeni düşünceler, yeni çözüm yolları ürettik. Muhtemel bir uzlaşmanın, konfederasyon temelindeki çözümün mekanizmalarını, ayrıntılarını geliştirdik... Nitekim, daha sonra Birleşmiş Milletler’in hazırladığı (Annan Planı diye tanımlanan) çözüm planında, Türk önerilerinin belli bir bölümü yer aldı, ya da planın özelliklerini etkiledi. Şunu rahatlıkla söylemek mümkün: Annan Planı’nda bizim olumlu bulduğumuz ne varsa, bunlar, konfederasyon çerçevesinde Cumhurbaşkanı Denktaş ile birlikte düşünüp geliştirdiğimiz, Denktaş’ın Klerides ile görüşmelerinde savunduğu yaklaşımlardır...’* * *BUGÜNKÜ Türk Hükümeti’nin desteği ve Kıbrıslı Türklerin Annan Planı’na ‘evet’ demeleri sayesinde Avrupa Birliği, ambargoların kalkması için ilk adımı attı. Yeterli mi? Bana sorarsanız yeterli değil.KKTC’nin ürettiği malların Avrupa pazarlarına nereden ve nasıl ulaşacağı konusu netleşmiş değil. Hava ulaşımı konusunda Avrupa daha net bir tavır alabilirdi.Ama bu bir süreç. İsmail Cem’in kitabında da görüldüğü gibi.Komisyonun önerisi, Konsey’de onaylanacak ve ondan sonra hayata geçecek. KKTC’nin bu olanağı en geniş biçimde kullanabilecek yeteneklere sahip olması, yani rekabete açık bir sanayi geliştirebilmesi, yerli ve yabancı yatırımı teşvik edebilmesi, gerekli yasal çalışmaları yapmasına, alt yapıyı güçlendirmesine bağlı. AB’nin muhatap kabul ettiği Ticaret Odası Başkanı Ali Erel de bu konuya dikkat çekiyor. Ve eğer bu hazırlıklar yapılamazsa AB kararının da kağıt üzerinde kalabileceğini söylüyor. Doğru. Üstelik, daha fazla hakka sahip olabilmek için önce eldekileri kullanabilmek lazım. KKTC’de yaşanan hükümet krizinin bir an önce aşılması ise bunun ilk adımı olmalı.* * *KIBRIS’ta süreç devam ediyor. Süreci anlamak için sürekliliği görmek isteyenlere, son on yılda Türkiye’nin dümeninde yer alanlardan birinin, Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in kitabını öneriyorum.
Yazının Devamını Oku

Avrupa’da Türkiye için kampanya

5 Temmuz 2004
AVRUPA’nın en tanınmış politikacılarından Emma Bonino, ülkesi İtalya’da 1970’den beri kadın hakları için mücadele eden bir kadın politikacı.Radikal Parti’nin Başkanı ve Avrupa Parlamentosu üyesi. Taliban’a karşı Afganistan’daki kadınların hakları için dünya çapında açtığı kampanyaya Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinden gelen desteği unutmuyor. Bonino şimdi Türkiye için kampanya yapıyor. Daha doğrusu, Açık Toplum tarafından desteklenen çok kapsamlı bir projede Avrupa’nın çeşitli ülkelerinin önde gelen politikacılarıyla birlikte yer alıyor. Finlandiya’nın eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari, Fransız Sosyalist Partisi’nin ağır toplarından, eski Başbakan Michel Rocard, İspanyol Marcelino Oreja Aguirre Hollanda’nın eski Dışişleri Bakanı Hans Van Der Broek Türkiye ile ilgili bir rapor hazırlıyorlar. Altı Eylül’de açıklanacak olan rapor, bir nevi ‘Avrupalı akil adamlar’ın Türkiye ile ilgili görüşünü Avrupa kamuoyuna duyurmayı amaçlıyor. * * *ANKARA’daki temaslarından sonra heyet, önceki gün İstanbul’daydı. Avrupa Parlamentosu seçimleri sırasında birçok partinin izlediği Türkiye karşıtı tutuma rağmen Türkiye’yi savunmuş olan Bonino ile önceki akşam kendileri için Boğaz kıyısında düzenlenen bir yemekten birlikte çıktık. Ortaköy’den Dolmabahçe’ye akan trafiğe, cumartesi gecesi hengámesine, kalabalığa bakarken, ‘Türkiye Avrupalı değilse eğer kim Avrupalı acaba?’ demekten kendini alamadı Bonino, oteline bırakmak üzere bindiğimiz taksi şoförüne benim aracılığımla sorular yöneltiyor. Türkiye’nin Avupa Birliği’ne üye olmasını istiyen taksicinin gerekçeleri, ‘Avrupa’ya girip zengin olmak’ değil. ‘İnsan haklarından yararlanmak istediğini, insan yerine konmak istediğini’ söylüyor şoför. ‘Acaba nereli?’ diye merak ediyor Bonino, ‘Güneydoğulu mu?’ Hayır, Sivaslı olduğunu söylüyor şoför. Pekiyi Avrupa Birliği Türkiye’ye katkıda bulunabilir ama ya Türkiye, ya sen ne vereceksin Avrupa’ya?‘İnsan.’ Bonino da ben de ne demek istediğini anlıyoruz. ‘Bizim insanlarımız şimdi yeterince eğitilmiş değil’ diyor şoför ‘Ama Avrupa Birliği’ne girince eğitileceğiz ve çok faydalı olacak Avrupa için.’ Emma Bonino, Avrupa’nın Türkiye ile müzakerelere başlamasını, Arap ve İslam dünyasında demokrasi süreci açısından da çok önemli görüyor. Mısırlı kadınların ‘eşitlik’ mücadelesine destek veren bir başka önemli projede de çalışan Bonino, ‘Aralık’a kadar Türkiye için çalışmalıyız. Avrupa’nın her köşesine her kesimden temsilcilerinizle barışçı bir çıkartma harekatı yapmalısınız’ diyor ‘Müzakere süreci başladıktan sonra da birlikte Arap ve İslam kadınlarının eşitlik mücadelesinde birlikte çalışmalıyız.’ * * *MICHEL Rocard ise, tartışma fırsatı bulduğumuz toplantıda Fransa’daki durumu anlatırken, Fransız kamuoyunun parlamento seçimleri sırasında Türkiye’nin AB üyeliğine karşı oluşturulduğunu anlatırken, ‘ama endişeler aşılabilir’ dedi. Ancak, Ermeni diyasporasının sorunlarını, Türkiye-AB çerçevesine ilişkilendirmek istemişler ve bunu da büyük ölçüde başarmışlardı. Bu konuda bir uzlaşma gerektiği görüşündeydi Rocard.Avrupa’nın ‘akil adamları’nın bu girişimi, Türkiye’nin Müslüman olduğu için AB üyesi olamayacağında ısrar eden ‘ırkçı’ önyargı engelini esnetebilir. Thomas Mann’ın 1936 yılında, Nazizmin yükselişine karşı dikkat çekmek amacıyla kaleme aldığı makalenin başlığında belirttiği gibi, ‘Avrupa’ya uyarı’ niteliği taşıyabilir bu girişim.Mann, bu tarihi makalede Hitler’in karşısında sesini çıkartmayan Avrupa aydınını eleştirirken, fanatizme karşı ‘Avrupa hümanizmini’ anımsatarak onu Avrupa değerlerine sahip çıkmaya çağırıyor. ‘Avrupa hümanizmi eğer kendisinin farkına varamayacak ve mücadele edemeyecekse’ diyordu Mann ‘Bu, onunla birlikte Avrupa’nın da ölümü olacaktır. Avrupa, sadece coğrafi ve tarihi bir isim olarak kalacaktır.’ Bu uyarıya kulak tıkayan Avrupa’nın yaşadığı felaket ortada. Türkiye, Avrupa için yeni bir ‘uyarı’.
Yazının Devamını Oku

Kim ve kimlik

4 Temmuz 2004
<B>KİMSİNİZ?</B> Kimlerdensiniz? Bu soru oldum olası bana ters gelmiştir. İnsanları, sahip oldukları değil, ait oldukları değerlere göre ölçmek. <B>‘Bizden olanlar ve olmayanlar’</B> yaratmanın en kestirme yolu. TESEV’de düzenlenen bir toplantıda, hükümetin dış politika perspektifi ile ilgili bir tartışmaya katıldım.

Kimlik meselesi orada aklıma takıldı. Dış politikanın etkili isimlerden biri idi dinlediğimiz.

‘Kimlik referansı kimliksizlikten iyidir’ diyen yetkili, milli kimliğin yanı sıra dini kimliğin de dış politika eksenlerinden biri haline gelmekte olduğunun işaretini veriyordu.

Gerçekten de AKP Hükümeti, dış politikada önemli adımlar attı. Uzlaşmacı bir üslup ve alternatifleri düşünülmüş ısrarcı müzakere tekniği ile başarılı oldu. Bugüne kadar ‘savunma’ ağırlıklı politikalar sonucu tıkanan Kıbrıs çözülme sürecine girdi.

Kuzey Irak, kendi içimizde de kırgınlıklar ve cepheleşmelere yol açacak gerginliklerden uzaklaşmakta.

* * *

TESEV’deki toplantıda dinlediğimiz yetkili, ‘kırmızı çizgiler’ konusunda çok önemli bir şey söyledi. ‘Irak hızlı bir değişim süreci içine girdi. Böylesine dinamik bir süreçte, statik pozisyonlarla ilerleme sağlanamaz.

Daha önce Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de, ‘Türkiye’nin on yılı aşkın bir zamandır Kuzey Irak’ta istikrarın sağlanması için hem maddi hem de siyasi destek sağladığına dikkat çekerek, bu emeğin havaya savrulamayacağını’ söylemişti.

Kaşığı ile verip sapı ile çıkartma üslubunun terk edilmesi iyi bir şey.

Kuzey Irak, Irak’ın Türkiye’ye en yakın bölgesi. Tabii ki sınırlarda sorunsuz ilişkiler tüm bölgeyi rahatlatacak. Ama kalıcı adımlar atabilmek için ortak kimliklerin öne çıkartıldığı politikalar yeterli değil. Örneğin Kuzey Irak’ta etnik sürtüşmelerin üstesinden gelmek için Müslüman kimliğe ağırlık verilmesi doğru bir seçim olabilir mi?

Böyle bir yaklaşım, Türkmenlerin meselesini, Arapların sıkıntılarını anlamak ve yardımcı olmaya yeter mi?

Bu bizim işimiz mi? Evet işimiz. Sadece bizim değil, son NATO Zirvesi sırasındaki tartışmalardan da görüldüğü gibi uluslararası toplumun sorumluluğu. Bizi ise komşu olduğumuz için misliyle ilgilendiriyor.

* * *

ON yıl önce, yine ‘tarihi derinliğimizi’ siyasete yansıtmak amacıyla Orta Asya ve Kafkasya’ya Türk kimliğini öne çıkartarak ‘açılmıştık’. Türklere ağabeylik politikaları başarılı olmadı.

Şimdi Müslümanların ağabeyi mi olacağız?

Türkiye’nin İslam Örgütü’nün başkanlığını üstlenmesi, dini kimlik temelinde bir dayanışmadan mı ileri geldi yoksa, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne yakınlaşan, ekonomik ve siyasi sorunlarını çözme yeteneğine sahip bir ülke haline gelmesinden mi?

İlişkilerin sağlamlığı, ortak çıkarların doğru belirlenmesine bağlı olduğu gibi dış politikanın da itici gücü çıkarlardır.

Etnik ya da dini kimlikler penceresinden hayata bakanlar eninde sonunda muhafazakarlığın ve kaçınılmaz olarak tutuculuğun pençesine düşerler ve hayatın hızını yakalayamazlar.

Tabii ki masalları paylaşmak, ortak destanları anlatmak hoş bir şey.

Ama 21’inci yüzyılda, esas paylaşmamız gereken şey, demokrasi, insan hakları, şeffaflık, piyasa ekonomisi, adil rekabet düzeni ve hukuk devleti gibi ortak değerler. Ortak kimliğimiz de kültürümüz de bu olmalı artık. Ortak çıkarımız da.
Yazının Devamını Oku