Haritayı yıllara göre yapınca her şey görünüyor zaten.
2014’te Suriye’nin kuzeyine “kafa kesen sapkınlar, yani DEAŞ” yerleşiyor.
O günlerde internette yayınlanan “infaz videoları” ile dünya ayağa kalkmış durumda.
Avrupa’nın göbeğinde bombalar patlıyor.
Ve ABD karar veriyor:
“DEAŞ bitecek.”
NATO açıklamaları, uluslararası terörle mücadele falan derken Türkiye DEAŞ’a karşı taşın altına elini koyuyor.
İçini bir ateş basmıştı...
Ne güzel günlerdi.
Eşi Muhittin Bey’le ilk tanışmaları. Boğaz’da yaşanan o aşk dolu günler.
8.5 metrelik motorsuz kotralarıyla adalara doğru açılan yelkenler... Akdeniz’e inen ilk amatör denizciler...
İzinleri ayarlıyor. Hasta randevularını organize ediyor. Önceden teknesini “daha güvenli” diye Adriyatik’ten Türkiye’ye gönderiyor.
Ve nihayet teknesiyle bir tatile çıkıyor. Ülkesinin güzelliklerini göstermek için aynı hastanede çalıştığı 3 Amerikalı doktor arkadaşını da davet ediyor.
Davet eden de Ceyhun Zincirkıran...
Ceyhun denizci büyüğümüz, komodorumuz, gazeteci olarak da duayenimiz Necati Zincirkıran’ın oğlu... Çok şey öğrendik Sadun Boro’nun can dostu Necati Abi’den. Hâlâ öğreniyoruz. Ceyhun da babadan oğula bir denizci... İşadamı...
Dr. Hakan, ABD’de aynı hastanede çalıştığı üç doktor arkadaşıyla birlikte teknesine geliyor...
Türkiye’nin güney kıyılarını görecekler... Efsane medeniyetleri, Likya yollarını gezecekler...
Bodrum’dan yelkeni açıyorlar. Didim ve Deveburnu’ndan sonra dünyanın sayılı tarihi limanlarından Knidos’a geliyorlar.
Knidos milattan önceye dayanan bir medeniyet limanıdır...
Bu detay, AB’yi arkasına alma sevdasıyla Türkiye’yi Mavi Vatan’ından kovmak gibi bir gaflete kapılan Yunanistan’ın her şartta nasıl bir şımarıklık içinde olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Ömer Çelik’le konuşurken bir ara soruyorum:
“Doğu Akdeniz’de herkesin tatmin olacağı bir çözüm üretilemiyor mu? Yani Türkiye’nin de Yunanistan’ın da haklarının korunacağı bir çözüm?”
İşte Çelik’in cevabı:
“Biz aslında onlara en makul teklifi yaptık. Dedik ki, ‘Kıbrıs adasının etrafındaki zenginliklerin hakça dağılımı için bir mekanizma kuralım. Ada halkları bu mekanizma sayesinde gelirleri ortak olarak paylaşsın. Kıbrıs’ta bir ortak devlet kurulana kadar bu böyle gitsin. Sonra zaten o mekanizma gelişir’.”
“Tamam. Gayet makul. Peki ne cevap verdiler?”
Çelik:
“
Annesi Mukaddes Hanım’ın yaptığı buğday çorbasının kokusu yayılmıştı. Elini yüzünü yıkadı.
Babası “Muhammet!” dedi.
“Buyur baba...”
“Gel oğlum yanıma...”
Bir gariplik vardı. Gitti babasının yanına...
Topladıkları kâğıt ve plastikleri satıyor, aile bütçesine katkıda bulunuyorlardı...
İkisi de ortaokulda okuduğu için ancak okul sonrası gidebiliyorlardı. Okular açık olmadığı için uzun zaman çöp merkezinde kalabiliyorlardı.
Önceki gün iki kardeş yine çöp merkezine gittiler. Tam kâğıtları alıyorlardı ki...
Yunus bağırdı:
“Argeş, şu kırmızı şeye bakar mısın? Bizim bayrak değil mi bu ya?”
Argeş eğilip uzanır:
“Vallahi öyle... Üzerindeki çöplerden anlaşılmıyor ama...”
Yunus
Sözcü gazetesi muhabiri yazmış:
“Fatih Bey, MUÇEV yönetiminde olduğunuz söyleniyor. Bu konuda haber trafiği arttı. Bir açıklama yapar mısınız?”
Kibarca bir mesaj...
“Allah Allah” dedim, “Palavra haber yine piyasaya sürülmüş sanırım...”
Baktım. Gerçekten de Sözcü gazetesi “Sahiller parsel parsel tanıdık vakıflara veriliyor” başlığıyla haberi yayınlamış.
Sonra da sahilleri “parsel parsel” alan şirketin yönetim kurulunu yazmış...
Baktım, yönetim kurulunda ben de varım...
Tabii bunu okuyan birçok okurumdan mesaj geldi:
“O haberi aldığınız an ne hissettiniz?”
Berat Bey’in sesinde tarihi bir zaferin dalgaları vardı:
“O an sadece şükrettim. Bir milletin geleceği için, çocuklarımızın geleceği için muazzam bir keşiftir bu. Çok şükür...”
Ve sonra devam etti:
“Düşünün ki bu milletin her yıl üzerine gelen 40 milyar dolarlık yük artık kalkıyor. Bu müthiş bir şey... Bağımsızlığımız için, geleceğimiz için tarihi bir gelişme. Türkiye artık büyükler ligine yükselmiştir. Yıllarca yabancı enerji şirketlerinin sondajlarına bakan bir Türkiye, artık kendi yerli ve milli sondajlarını yapmaktadır. Sonuç da işte böyle müjdeyle ortaya çıkmıştır.”
Berat Bey’in sesinde kutsal bir görevi yerine getirmiş bir kişinin mutluluk, heyecan ve huzuru vardı...
İşte o huzurla dedi ki: