Sonuçları geldikçe daha iyi anlıyoruz.
Belki bir basın toplantısıyla haberler arasından geçip gidiyor. Yeterince anlayamıyoruz.
Ama öylesine müthiş hikâyeler var ki... İşte bu pazar onları anlatacağım. O hikâyelerin kahramanlarını.
Başlıkta “
“Türkiye Ege Ordusu’nu lağvetmeli.”
Nereden geliyor?
Yunan tarafından...
Şu anda resmi bir talep değil...
Ama el altından pompalıyorlar...
Bunun anlamı şudur:
Eğer görüşmeler pozitif bir noktaya doğru giderse, “masayı dağıtmak” için Ege ordusunu kendilerine bir tehdit olarak ortaya koyacaklar.
Dün bu konuyu Milli Savunma Bakanlığı’ndaki önemli bir yetkiliye sordum.
Alçakların kaçtıkları otomobilin plakası belli.
Kaçarken düşürdükleri cep telefonları elde.
Hadi be polis kardeşim, yakalayın şunları...
Benim bildiğim İstanbul polisi bırakmaz bu olayın peşini...
Peki olay nedir?
Önceki gün Dolmabahçe Sarayı’nı gezen ABD’li bir aile, büyülenmiş bir şekilde saraydan ayrılır ve caddeye çıkarlar. Tam özel minibüslerine binecekler... İki kişi hızla üzerlerine gelir. Çantalarına asılırlar. Ama Amerikalı kadın ve eşi çetin ceviz çıkar. Rehberleri ve minibüsün şoförü de müdahale edince... Alçaklar fotoğraftaki otomobile binip kaçarlar. Ama rehber İlarya peşlerini bırakmayıp bir de kaçtıkları otomobilin fotoğrafını çeker...
ABD’li aile ertesi gün şok halinde Türkiye’den ayrılır...
Kökünde ve arkasında...
Avrupa’yı zehirli bir sarmaşık gibi kuşatan, ırkçılığın, faşizmin, Türkiye ve yabancı düşmanlığının temeli vardır.
Kökünde...
Avrupa’da yükselen ırkçılığa oy için prim veren siyasiler vardır.
İşte bu pazar, günlerdir dalga dalga üzerimize gelen Türkiye düşmanlığını olaylarla ve örnekleriyle inceledik.
BELÇİKA’DA KADIN POLİSİN NAZİ SELAMI
Yani deniz mevsimi biterken...
Yani sonbaharla birlikte sahiller boşalırken...
Bütün çevrecilerin merak ettiği soru şudur:
“Acaba bu yaz ormanları ne kadar yaktık? Denizleri ne kadar kirlettik?”
Dün, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’la sohbet ediyoruz...
Tabii Murat Bey’e hep çevreci sorular gelir.
Oysa şehircilik için de muazzam bir çalışma yürütüyor.
Deprem bölgeleri... Yeniden yapılan konutlar... Toplu konutlar... Şehircilik planları... Karadeniz’den Güneydoğu’ya, oradan Ege’ye ve Akdeniz’e uzanan yatırımlar...
Muazzam bir proje...
İstanbul-Ankara arası “süper hızlı tren”...
Biraz araştırıyorum... Gerçekten de böyle bir hazırlık var... Eğer proje gerçekleşirse, İstanbul’dan kalkan süper tren 1.5 saat sonra Ankara’da... Müthiş bir şey...
Düşünsenize...
Ankara’da randevusu olan bir işadamı, mesela sabah 07.30’da süper trene biniyor.
09.30’da randevusuna gidiyor. İşini çözüyor. Ve öğlen İstanbul’da işinin başında...
Projenin gerçekleşme sürecini bilmiyorum. Ama proje gerçekleşecekse umarım 2023’e yetişir...
Belli ki 2023 tam bir 100’üncü yıl şöleni olacak...
25 yıldır Vatikan’ın ana arşiv binasından girip fresklerle süslü tavanlardan ve uzun koridorlardan geçiyor... Turistlerin bir kapıya kadar girebildiği binanın, Dan Brown filmlerindeki o labirenti andıran ve odalardan oluşan asıl arşiv bölümü müthiş bir koruma altındadır.
Yıllardır işte o arşivde çalışır.
Arşiv binasının altında ise ışık ve nem ölçerlerle korunan resim, grafik ve haritalar bulunur. Bir kez de yeraltındaki özel korumalı odaya bir camiyi tanımlamak için girmiştir.
Evet, Rinaldo Marmara’yı ancak böyle bir girişle anlatabilirdim.
Çünkü dünyada Vatikan “özel” ya da “gizli” arşivlerine girebilen, orada uzun yıllar çalışabilen az sayıda kişiden birisidir.
Birkaç gün önce bir kitap çıkardı. Detaylarını aktaracağım.
Uzunca bir telefon konuşması yaptık..
Etrafı dağlarla çevrili 32 haneli Dağdibi köyü ahalisi, otobüsün önünde İnce’yle konuşuyor:
Vatandaş: “Parti kursana...”
“Kurayım mı?”
“Kuuuuuuur...”
Sonra bir daha soruyor Muharrem İnce:
“Yani parti kurayım mı?”
“Kuuuuur... Vallahi yıllar oldu buraya kimse gelmemiştir...”