Arkasındaki duvar gibi...
Yani o kirli mor ve sıvaları dökülmüş bir duvar gibi...
Umutları yıkılmış, hayalleri dökülmüş öylece duruyor...
Mahcup ve masum... Ve artık kirlenmiş...
Fatih Mahallesi sakinleri silah sesleriyle camlara çıkıyor.
Merak... Panik... Korku...
Acaba kim kimi vurdu?
Caddeye bakan evlerdeki birkaç kişi hemen polisi arıyor.
Polis zaten anında harekete geçmiş, caddeyi tarıyor.
Ve cadde boyunca kan izleri...
Ambulans çağrılıyor.
Ve yaralı en yakın hastaneye kaldırılıyor.
Heyecanlandım. Gururlandım. Ve umutlandım...
Çünkü...
Kıbrıs’tan yükselen şu sesler bir “ay-yıldız müjdesi”ydi.
İşte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şu sözü:
“Yakın zamanda KKTC Cumhurbaşkanı, kardeş Azerbaycan’ı ziyaret edecek.”
Arkadaşlar, bu söz çok önemlidir.
Çünkü bugüne kadar KKTC’yi resmen bir devlet olarak tanımayan Azerbaycan...
Bu ilk resmi ziyaretle, dünyaya resmen
VALİ KAFEDEKİ GENÇLERİ UYARIYOR
Vali Kemal Çeber, sosyal mesafe kurallarının aşıldığı ve uzmanlar tarafından bulaş noktası olarak görülen yerlerdeki vatandaşları uyarıyor. Kentteki en önemli bulaş noktalarından biri de, tabure üzerinde çay içilen mekanlar. Vali Bey aslında denetimden çok sohbet ediyor. Maskesi olmayan gençleri babacan bir dille uyarıyor. Koronavirüsten korunmak için maske, mesafe ve hijyen kuralına dikkat etmelerini tavsiye ediyor.
VATANDAŞ, ‘ MASKE ŞART’ DİYOR
İşte o sırada DHA muhabiri bir vatandaşla konuşuyor. Ağzında maskeyle konuşan vatandaş şöyle diyor:
“Sokakta dolaşmaktan daha iyi burada oturmamız. Ama burada otururken de kurallara uyuyoruz, sosyal mesafemizi sağlıyoruz, çayımızı içmediğimiz zamanlarda maskemizi de takıyoruz. ”
HERKES MASKESİNİ TAKMIŞ
Üç vatandaş taburede sohbet ediyor... Hepsinin maskeleri var. Ve gelen muhabire ağızlarında maskelerle şöyle diyorlar:
“Burada vakit geçiriyoruz. Sosyal mesafeye dikkat ediyoruz. Maske takmayanları uyarıyoruz. Bu şekilde inşallah bu hastalığı def edeceğiz...”
Rahmetli Ecevit ve Erbakan Hoca nur içinde yatsın...
Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Gazilerimiz çok yaşasın...
Ve şimdi...
Barış harekâtı günlerinde Türkiye’ye uygulanan ambargoyu hatırlıyorum da...
Savaş uçaklarımızın yedek tekerlekleri için bile ambargo konmuştu.
Öylesine yukarıdan konuşuyorlardı ki...
“Hibe” adı altında, bizim yerli sanayimizi tıkıyorlardı.
“Ne gerek var? Bak biz müttefik olduk. Ben sana veririm. Yeter ki sen üretme...”
Benim cevabım:
“Devletler arasında aşk ilişkisi yoktur. Yalnızca menfaat ilişkisi vardır. Türkiye ve ABD’nin menfaatlerinin buluştuğu çok önemli noktalar ve konular vardır. Sonuçta Türkiye’nin dış politikasında bir değişiklik olmaz. Karşılıklı menfaatler boyutunda ilişki sürer. Keskin krizler olmaz. İnişler çıkışlar olabilir.”
Ankara’dan edindiğim izlenim:
“Türkiye’nin ABD ile ilişkilerindeki politikada bir değişiklik olmaz. Karşılıklı menfaatler çizgisinde ilişki birer müttefik olarak devam eder...”
Yani diyorum ki...
Kur ve siyaset üzerine oynayanlar...
Boşuna kriz beklemeyin... Krize yatırım yapmayın...
Denizciliğe merak salmıştım. Amatör denizciliğin efsane ismi Sadun Boro, dünya gezgini Osman Atasoy ve Meriç Köyatası’nın verdiği cesaretle küçük bir yelkenli almıştım. Bu üçlüden epey bir ders de aldım.
Ve tek başına bir gezi sonrasında Göcek’te bir marinaya yanaşıyordum.
Hava sertti. Dümen tutmak zordu. Korkuyordum...
Marinaya girmiş “Şimdi ne yapacağım” diye şaşkın şaşkın bakarken, sancak tarafından bir ses geldi:
New York Times’ın merkezinden İstanbul’a bir telefon geliyor:
“İlk fırsatta Azerbaycan’a geçip oradaki durumu bütün çıplaklığıyla bir haber haline getirin.”
O günlerde Ermenistan Gence’ye füze yağdırıyor, çoluk çocuk gece uykularında yanıyor.
Merkezden gelen telefon üzerine New York Times’ın İstanbul büro şefi Carlotta Gall, hemen girişimlere başlıyor.
Ve Azerbaycan’a giriş için doğal olarak bulunduğu ülkeden yani Ankara’dan yardım istiyor.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı akreditasyonu kolaylaştırıyor.
Ve New York Times ekibi birkaç gün sonra Karabağ’a ulaşıyor.
Doğal bir gazeteci refleksiyle gidecekleri kenti kendileri seçmek istiyorlar.