Esat Yılmaer

Mucize gibi

28 Kasım 2002
<B>BAZI </B>maçlar vardır, kazanmak için her şeyi yaparsınız. İşler kötü gitse de yıldızınızı bulur ters giden olayı lehinize çevirirsiniz. Ve ‘‘Her şey tamam, ben bu maçı kazandım’’ dersiniz. Ama işte o an tıpkı dün Kiev'de olduğu gibi beklenmedik şeyler olabilir.

Yıldızınız inanılmayacak bir hata yapabilir. Rakip de acayip bir atışı sayıya dönüştürür ve ‘‘kazandım’’ dediğiniz maçı elinizden alıp götürür. İşte bunun için basketbol son derece ilginç ve neyin ne zaman olacağı hiç belli olmayan spor. Sanırım, basketbolun güzelliği burada yatıyor.

Ukrayna'ya kazanıp, İsveç vizesini resmileştirmek için gelmiştik. Aydın Örs de bunun yolunun savunmadan geçeceğini söylüyordu. Oyunun büyük bir bölümünde istediğimiz savunmayı yaptık. Adam adama başarılı olamadık, alan savunmasını oturttuk. Ancak, sorunumuz hücumda idi. Özellikle 3. periyotta hücum organizasyonunu bir türlü oturtamadık. İbrahim'in yanına skorer de bulamadık. Biraz Hüseyin gayretliydi o kadar.

HESAPTA YOKTU

Son priyotta İbo baktı ki, işler kötüye gidiyor, aldı sazı eline. Bütün topları kullanıp, Ukrayna potasını bombardımana tuttu. Bunun sonucunda da farkı kapıtıp, öne bile geçtik. (6/11 2 sayı, 5/8 3 sayı, 7/8 faul atışı, 4 asist, 2 ribaund) Ama gecenin başrol oyuncusu İbo bu sorumluluğu alıp, takımın tüm gücünü yüklenirken, o kadar yoruldu ki, basit bir çizgiye basma hatası yaptı.

Lokmanchuk'un mucize atışı geldiğinde maçın kaderi belli olmuştu. Ancak, skorbordun bozuk olduğu, sayıların ve saniyelerin kenardan söylendiği bir maçta hesabımızda olmayan bir yenilgi aldık. Fakat bu yenilgi bizi yolumuzdan döndürmez. Türkiye bence, İsveç vizesini çoktan aldı bile.

Dünkü maçta savunma yönümüze alkış tutarken, hücumdaki sıkıntılarımızı yine çözemediğimizi söyleyeceğim. İbranim ve Hüseyin'in yanına başka bir skorer bulamamamız en büyük sıkıntımızdı. Ayrıca ribauntlarda rakibe yenilip (33-28), yüzde 39 ile şut atmamız eksik yönlerimizdi.
Yazının Devamını Oku

Kazanma arzusu

18 Ekim 2002
<B>BASKETBOLDA</B> başarının sırrı savaşmaktan geçer. Önce, kazanacağına inanacaksın, sonra da bunun için sonuna dek mücadele edeceksin. Tıpkı dün akşam Ülker'in Olympiakos karşısında yaptığı gibi. Bu sene son derece mücadeleci ve savaşçı bir görüntü çizen Ülker'in başarılı teknik patronu Tolga Öngören, deneyimli ve güçlü Olympiakos'u devirmenin yolunun iyi savunmadan geçtiğini tüm oyuncularına ezberletmişti sanki. Özellikle maçın başında yapılacak etkili savunmanın, maçın anahtarı olduğunu düşünen Öngören, rakibin tehlikeli şutörlerinin durdurulması gerektiğini de planlamıştı.

ŞAŞKIN ÖRDEK

İlk iki periyotta Öngören'in hedeflediği bu savunma tıkır tıkır işleyince, Olmpiakos kendi evinde şaşkın bir ördeğe döndü. Hele ikinci periyodun başında rakibe tam 6 dakika sayı şansı tanımayan Ülker, hücumda da çember altında Blair'i çok iyi kullanınca, farkı 18 sayıya kadar çıkardı: 35-17. Ancak, farkın getirdiği rehavet üçüncü periyotta Ülker'e az daha pahalıya malolacaktı. Şutör savunması unutulup, Tomiç'e boş şut attırılınca, bu şansı iyi kullanan Olympiakos farkı eritip, öne bile geçti. Ama dedik ya Ülker kazanmaya kararlıydı. O bir bölümde coşan Olympiakos silahlarını gene etkili kelepçelerle suskun hale dönüştürdüler. Praskevicius kritik anlarda sahne aldı, Blair etkisini sürdürdü, sahada mücadele eden herkes, birlikte savaşmanın gerekliliğini yeniden hatırladı. Ve de tüm bunlar olunca Ülker, cehennem gibi bir salondan önemli bir zaferle çıkmasını bildi.
Yazının Devamını Oku

Hayali senaryolar

26 Eylül 2002
Basketbolda Dünya Şampiyonası bitti ama tartışması hala sürüyor. Ortalığı kaplayan bu toz bulutu daha uzun süre de dağılmayacak gibi gözüküyor. Amaçları üzüm yemek değil de, bağcıyı dövmek olan belli bir grup tarafından üretilen dayanaksız suçlamalar ise basketbola zarar vermeye devam ediyor.

Dünya Şampiyonası'nda elde ettiğimiz ve bizce de başarısızlık olarak nitelenen 9'unculuktan sonra federasyonu yıkmak amacıyla hareket edenler, Hürriyet'in yaptığı bir haberi de dillerine doladılar. Bu haberlere ulaşamayanlar, ‘‘Bunlar Milli Takımlar Menajeri Doğan Hakyemez tarafından Hürriyet'e sızdırıldı’’ diye garip ve anlaşılmaz bir iddia içine girdiler. Bu iddialarına dayanak olarak da, Doğan Hakyemez'in, Hürriyet Gazetesi'ne yazı yazmasını gösterdiler.

Ancak, yanıldıklarını hemen söyleyelim. Doğan Hakyemez, turnuva boyunca Hürriyet'e hiçbir yazı yazmamıştır. Kaldı ki, çok konuşulan harcırah olayının nasıl basına yansıdığını daha önce de dile getirmiştik. Görevinin ve sorumluluğunun bilincinde olan Hakyemez'in haberleri Hürriyet'e sızdırdığını iddia etmek, insafsızlıktan başka bir şey değildir.

MAİLLER ELİNİZDE

Milli basketbolcularımızdan Hüseyin Beşok, geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaptı ve isim vermeden, ‘‘Milli Takım içindeki bir görevli haber sızdırdı’’ dedi. Ama fırsat bekleyenler ve hayali senaryo üretenler bunun sorumlusunun Hakyemez olduğunu söylediler.

Hürriyet haberinde, Hüseyin Beşok ve eşinin kişiliklerine dil uzatmamış, sadece eşi ile yaptığı gezilerin Milli Takım’ın disiplinine yakışmadığını dile getirmiştir. Hüseyin'in, Indiana'daki davranışlarını görüp tanık olan Türk basketbolseverlerin gönderdiği mailler de, sanırım sadece Hürriyet'e değil, basının tüm birimlerine ulaşmıştır.

Hayali senaryolarla birilerini suçlamak ve gazetecilik görevini yerine getiren Hürriyet'e saldırmak kimseye yarar getirmez. İlkeli ve dürüst habercilik anlayışı ve objektif yorumlarıyla basketbolumuza yön veren Hürriyet'in haber için köstebeğe ihtiyacının olmadığının da bilinmesi gerekir.

Üzüm yemek yerine, bağcıyı dövmeyi tercih edenlerin tüm gayretlerine, hayali iddialarına gülüp geçeceğiz ve doğru bildiğimiz yolda başımız dik yürümeye devam edeceğiz.
Yazının Devamını Oku

Indiana gerçeği

13 Eylül 2002
<B>BASKETBOL</B> Federasyonu Başkanı <B>Turgay Demirel</B>'in dün yaptığı basın toplantısını hayret ve şaşkınlıkla izledim. İndianapolis'i değerlendiren Demirel'in bazı değerlendirmelerine bir basketbol adamı olarak katılmak mümkün değil. Basketbol Federasyonu Başkanı, Dünya Şampiyonası'nda istediğimiz dereceyi elde edemediğimizi, ancak 9'unculuğun da başarısızlık sayılamayacağını söylüyordu. İşte bu noktada itirazım var.

Biz Avrupa ikincisi bir takım olarak Dünya Şampiyonası'na gittik. Giderken de hedefimiz ve beklentimiz büyüktü. Hele Futbol Milli Takımının elde ettiği Dünya üçüncülüğünden sonra 12 Dev adamımızın daha iyisini yapabileceğinden emindik. Ancak Porto Riko maçındaki kötü oyunumuz, ardından iyi mücadele ettiğimiz Brezilya maçındaki talihsiz yenilgi bizi hedefimizden uzaklaştırdı.

Son derece kaliteli ve klas oyunculardan kurulu Milli Takımımızın çeyrek final hedefinden uzak kalması elbette eleştiri konusu olacaktı ve oldu da. Yarı final hayalleri ile gidilen bir turnuvadan 9'unculukla dönülmesi de bu açıdan bakıldığında asla iyi bir sonuç olarak değerlendirilemez.

Gelelim çok tartışılan bir başka konuya. Turgay Demirel'in dün kalem kalem açıkladığı harcırah tartışması daha uzun süre konuşulacak gibi gözüküyor.

NASIL YANSIDI?

Demirel,
dün basın toplantısında bu konuda bir tartışma çıkmadığını söyledi. Bence Demirel, harcırahların kalem kalem nereye dağıtıldığını açıklayacağına, olayın nereden kaynaklandığını ve basına nasıl yansıdığını açıklasaydı çok daha doğruyu yapmış olurdu.

Dilerseniz takımı huzursuz eden ve tartışma yaratan harcırah konusununun gerçeğini açıklayalım ve sorumlusunun da Genel Müdürlük mutemedi Kadriye Sadak olduğunu söyleyelim. Kadriye Hanımın Detroit kampının üçüncü günü oyunculara, ‘Sizin harcırahınız 1790'ar dolar bu parayı almadınız mı?’’ şeklindeki açıklaması, o ana dek ne kadar harcırah alacaklarını bilmeyen basketbolcuları şok etti. Oyuncular, bu konuyu yapılan toplantıda Turgay Demirel'e sordular. Demirel dün olduğu gibi kalem kalem açıklama yaptı ve sonuçta masrafları düşerek 600'er doları basketbolculara ödedi.

Ancak, basketbolcuların kafasındaki soru işaretleri gitmedi. Eğer Demirel, takımın içine dinamit koyan Kadriye Hanım'ı bu toplantıya getirseydi ve o hanımın yaptığı yanlışı herkesin içinde yüzüne vursaydı bu konu böylesine uzamazdı.

ARKASINDA DURMADI

Demirel'in bir diğer büyük hatası da dün arkalarında olduğunu söylediği teknik ekibin arkasında şampiyona boyunca aynı kararlılıkla durmaması. Bu durumun da teknik kadroyu oldukça rahatsız ettiği bizlerin gözünden kaçmadı. Yani dün geleceğe umutla baktığını söyleyen federasyon, İndiana da bizce bazı hatalar yaptı. Tabii bu arada yemek problemini ve bazı sorunları çözmedeki gayretlerini de takdir edelim.

Bu arada Demirel'in FİBA Başkanlığı'nı kaybettikten sonra yönetimde kalmaması da hakem tayinlerinde karşımıza bir handikap olarak çıktı. Nitekim Demirel de Amerikalı hakemin üzerine yürüyerek bu konudaki rahatsızlığını da dile getirdi. Ama davranışının biraz aşırıya kaçtığını söyleyelim. Ama şimdi bu hataları görmezden gelip, suçu sadece medyaya yüklemek ne kadar doğru olur?
Yazının Devamını Oku

Gölge düştü

10 Eylül 2002
<B>DÜNYA</B> Şampiyonası'na gölge düştü. Yugoslavya bir kez daha hakem kararıyla şampiyon yapıldı. Bundan önceki 2 Avrupa Şampiyonası'nda olduğu gibi hakemler tarafından korunan Yugoslavya önünde son kurban, belki de bu turnuvanın en iyi takımı olan Arjantin oldu.

Divaç'ın kaçırdığı 2 serbest atıştan sonra son topu kullanan Arjantin'den Sconochini'ye faul yapıldı. Bunu es geçen Yunanlı hakem, ardından topu alan Oberto'ya yapılan faulü de çalamadı. Eğer bu faul çalınsaydı Arjantin yürekli mücadelesini şampiyonlukla süslerdi. Ama öyle sanıyorum ki, FIBA Genel Setrekeri Stankoviç, (1 Ocak'ta görevini bırakıyor) gider ayak ülkesine şampiyonluk tattırdı. Bu olaydan sonra Arjantinli oyuncuların isyanları o kadar haklıydıki. Yugoslavya alışık olduğu bir şekilde yine altın madalyayı aldı.

Mirsad birinci

FIBA
Medya Konseyi Genel Sekreteri Esat Yılmaer'in de oy kullandığı Dünya Şampiyonası'nın en iyi beşi şöyle: Nowitzki (Almanya), Ginobili (Arjantin), Stojakoviç (Yugoslavya), Cameron (Yeni Zelanda) ve Yao Ming (Çin). Nowitzki aynı zamanda en değerli oyuncu (MVP) seçildi. Mirsad Türkcan da 3 sayı atışında ilk sırayı aldı, ribauntta ikinci oldu. Öte yandan şampiyonada 9’uncu olan Milli Takımımız dün yurda döndü. Başantrenör Aydın Örs, ‘‘Beklentilere cevap veremedik. Yurda buruk döndük’ dedi.
Yazının Devamını Oku

Savaşmak

8 Eylül 2002
<B>BÜYÜK </B>hayaller kurarak geldiğimiz Indianapolis'ten dünya 9'uncusu olarak dönüyoruz. Kağıt üzerinde bakıldığında ilk kez katıldığımız bu turnuvada elde ettiğimiz derece, başarı olarak görülebilir. Ancak biz, kalitemizin ve klasımızın karşılığını alamadığımıza inananlardanız. Bir Brezilya maçı belki bizi rüyalarımızın dışına itti. Ancak, İspanya ve Yugoslavya maçlarında da iyi oynamadığımız bir gerçek.

Dün 9'unculuk için çıktığımız Rusya karşısında sabah mahmurluğundan olsa gerek, uzun süre istediğimizi yapamadık. 16 sayı geriye düştükten sonra nedense uyandık. Kaptan Harun mücadeleyi ateşledi. Ondan sonra Kaya ve Haluk savaşçı kimlikleriyle öne çıktılar. Mirsad da onlara katılınca, farkı eritip, Indiana'daki turnuvayı 9'unculukla noktaladık.

MÜCADELE ŞART

Şurası bir gerçek ki, biz 5 tane yıldız oyuncuyla birarada oynamayı beceremiyoruz. Bu yıldızların yanına mutlaka savaşçıları koymalıyız. Ya da yıldızlara savaşmayı öğretmeliyiz. Indiana'dan aldığımız en büyük ders, savaşmadan, mücadele etmeden hiçbir yere varılmayacağı. İşte dün Rusya karşısında üç periyot uyuduktan sonra son çeyrekte savaşmayı hatırlayınca, neler yapabileceğimizi gördük. En önemlisi de, sessiz sakin kişiliğiyle hiçbir şeye fazla karışmayan kaptan Harun'un bu maça ağırlığını koymasıydı. Dileriz, Indiana'da gerekli dersleri almışızdır. Bu dersler bize önümüzde oynayacağımız Avrupa Şampiyonası elemeleri için çok gerekli olacak.

Klasımıza ve kalitemize mücadeleyi ekleyip, birlikte oynamayı öğrendiğimizde büyük başarılara imza atarız. Ama bunun için de takımdaki herkesin birbirini sevmesi ve sayması şart. Egoların bir kenara itilmesi Türk Milli Takımı'nı takım yapar. Ama bunlar yapılmazsa, Indiana'da olduğu gibi yine sadece hayallerle yaşarız.
Yazının Devamını Oku

Baskı kalkınca

7 Eylül 2002
<B>INDİANAPOLİS</B>'te gerçekten çok ilginç bir Dünya Şampiyonası yaşadık. Biz büyük hayallerle geldiğimiz bu turnuvadan, istediğimizi bulamadan ayrılırken, asıl büyük şoku evsahibi ABD yaşadı. NBA oyuncuları ile şampiyon olmayı düşleyen evsahibi, önce Arjantin, sonra da Yugoslavya'dan öyle birer tokat yedi ki, sanırım uzun süre kendine gelemez. Divac'ın onur mücadelesi yaparak sürüklediği Yugoslavya, ABD'ye tarihi bir ders verirken, NBA karşısında dünya basketbolunun da artık söz sahibi olacağını gösterdi. Neyse, gelelim bize... İlk sekiz hayallerimizi yitirdikten sonra dokuzuncu olarak avunmak amacındaydık. İşte bu düşünce ile çıktığımız Çin karşısında, üzerimizdeki baskıdan arınmış bir şekilde oynayınca istediğimizi aldık.

KOLAY KAZANDIK

Şurası bir gerçek ki, Çin bize rakip dahi olamaz. Biz onlardan çok daha iyi bir takımız. Dün de bu açık açık gözüktü. İstediğimiz anlarda tempoyu yükselttik, rahat fast-breakler bulduk ve hep önde götürdüğümüz maçı kolayca kazandık. Üç sakatla çıktığımız maçta baskıdan kurtulmuş oyuncularımız hem savunmada hem hücumda gayretli bir görüntü içindeydiler. Özellikle bugüne dek çok eleştirdiğimiz Hüseyin'in, o durgun görüntüsünü atması gerçekten sevindiriciydi. Dün görev yapan Hidayet, Mehmet Okur ve Mirsad, birlikte oynadıkları zaman neler yapabileceklerini ortaya koydular.

Dokuzunculuk mücadelesi için Çin'i mutlaka geçmemiz gerekiyordu ve iki takımın arasındaki klas farkı ve kapasite, maçı bize kazandıran faktörlerin başındaydı. Şimdi sırada Rusya maçı var. Hiç olmazsa bunu da kazanıp, çeyrek final beklentisiyle geldiğimiz Indianapolis'ten dokuzunculuk tesellisiyle ayrılalım. Bu Milli Takım'ın dünkü görüntüsüyle bunu başaracağına da inanıyorum.
Yazının Devamını Oku

İbrahim'e sarılın

6 Eylül 2002
<b>BÜYÜK </B>ümitlerle geldiğimiz Dünya Şampiyonası'nda umduğumuzu bulamadık. Niye? Çünkü biz oyun şekli olarak öncelikle geriye yavaş koşuyoruz. İkinci olarak hücumda az hareket edip, az pas yapıyoruz. Ve şut seçimimizi iyi yapamıyoruz. Tüm bu şut seçimini dengesiz yaptığımızdan da çabuk fast-break yiyoruz. Dolasıyla iyi yaptığımız savunmayı beceremiyoruz.

Teknik heyet çok fazla hata yapmadı, ama Tolga Öngören ile Murat Özyer'in görevi bırakması bir eksiklik olarak gözüktü. İkisi de iyiydi. Oyuncularla iyi diyalog içindeydiler. Maçlara yeterince konsantre olamadık. Takım olamadık. Herkes iki tane oyun kurucu ve 2 guardla oynarken biz bütün yükü Kerem'in üzerine yıktık. Dolayısıyla da onu günah keçisi yaptık. Oysa bizim artık bundan sonra yapacağımız bir liderin etrafında yeni bir takım oluşturmak.

NBA SENDROMU

Milli takım turnuvaya sakatlıkların da etkisiyle istediği gibi hazırlanamadı. Bu yüzden kim yedek, kim görev adamı belli olamadı ve bir organizasyon kurulamadı. Tabii bunların üzerine Indianapolis'te bir de NBA sendromu bindi. Çünkü NBA ile Avrupa'da basketbol çok farklı oynanıyor. NBA'de bire bir oyuncular öne çıkıyor. Sacramento'da Chris Webber oynarken Hidayet'e hep elinin tersiyle ‘‘Köşeye git, orada bekle’’ diyordu. Şimdi Hidayet geldi, burada aynısını yapmaya kalttı. Avrupa'da böyle bir şey yok. Bireysel oyun üste çıkınca takım içinde kopmalara neden oldu. NBA'de kilit adam bire bir oynarken diğerleri onu anlıyor. Avrupa'da ise diğerleri bakıyor. Bundan çok fazlasıyla etkilendik.

Takımın içinde oyuncuların güveneceği, korkacağı, lafını dinleyeceği bir saha içi lideri yok. Kimse kimseden korkmadığı ve saymadığı için herkes maçı kurtarmaya gidiyor. Birisi abuk subuk bir şut attığında, diğeri sıra bana geldi deyip tekrarlıyor.

ÇÖZÜM ÖNERİLERİ:

Artık kendini değil, milli takımı düşünen oyuncuları ve birbiri ile arkadaş olan oyuncuları biraraya getirmemiz lazım. Bu forma çok önemli. Milyarlar kazanan oyuncuların 100'er dolarlık yövmiyeleri, kötü yemekleri ve kötü kamp yerini bahane etmemeleri gerekiyor. Çünkü sonuçta bu bizim ülkemizin takımı.

Malesef özellikle NBA'e giden ve NBA hayali kuranlar yeteri kadar profesyonel olmadan hava atmaya başlıyorlar ki, bu da düzeni bozuyor. Federasyon da buraya gelirken, çocuklara primlerini açıklamayarak ve hakettikleri yevmiyeleri vermeyerek yanlış yaptı.

Bazı federasyon yöneticilerinin sahaya atlayıp, oyunculara bağırmaları ve bazı oyunculara taviz vermeleri takım içindeki dengeleri bozdu. Artık milli takım, İbrahim'in liderliğinde yeniden oluşturulmalı.
Yazının Devamını Oku