5 Ağustos 2002
<B>HAZIRLIK</B> maçı da olsa, gazozuna karşılaşma da olsa, adı üstünde milli maç. İnsan, ne olursa olsun kazanmak istiyor. Ancak daha önce yenildiğimiz Brezilya'ya dün bir kez daha boyun eğdik. Oysa bu kez Dünya Şampiyonası'nda aynı grupta rakibimiz olacak Güney Amerika temsilcisini yenmek istiyorduk. Yenmek için de, çok koşan, iyi mücadele eden ve iyi şut atan Brezilyalılar'ın yaptıklarını yapmamız gerektiğini de biliyorduk. Bunu biliyorduk ama oyunun sadece bir bölümünde yapabildik.
Maça iyi başladık. Savunmamız iyiydi, mücadelemiz etkiliydi, hücumda da İbrahim, Hüseyin ve Mirsad olmamasına karşın güzel işler yapıyorduk. Bu düzen ilk yarının sonlarına dek devam etti. Ama sonra Brezilya'nın alan savunması tüm planlarımızı bozdu. Hücumda topu içeri geçiremediğimiz gibi, dış atışlardaki yüzdemizi de düşürdük. Buna karşın Brezilya, disiplinini hiç bozmadan kendi oyununu oynadı ve farkı kapatmayı başardı.
LİDERİ BULAMADIK
Tüm turnuva boyunca olduğu gibi, üçüncü periyot sendromu bu kez de karşımıza çıktı. Savunmadaki mücadele eksikliğimiz belirginleşti, hücumda da aradığımız lideri bir türlü bulamadık. Asım inanılmaz top kayıpları yaparken, Hidayet sakatlığının etkisinden olacak, bir türlü kendi performansına yaklaşamadı. Kazanmak için savunmayı sertleştirdik ama hücum sıkıntımız sürünce Brezilya'ya bir kez daha teslim olduk.
Tamam, eksiklerimiz var, takım olarak da henüz tam hazır değiliz. Ama Dünya Şampiyonası'nda mücadele edeceğin rakibine hem de kendi evinde üst üste iki kez yenilirsen, bu psikolojik olarak seni olumsuz etkiler. Şimdilik bu sıkıntıyı yaşıyoruz. Dileğimiz, yıldızlarımızın bir an önce o yürekli mücadele düzeyine gelmeleri. Eğer bu fizikli ve yürekli mücadeleyi veremezsek, Dünya Şampiyonası'nda işimiz zor olur. Dün bunu tüm çıplaklığıyla bir kez daha gördük. Umarız oyuncularımız da gereken dersleri almışlardır.
Yazının Devamını Oku 4 Ağustos 2002
<B>DÜNKÜ </B>Yugoslavya maçı sonuç açısından hiç ama hiç önemli değil. Çünkü bir gün önce burnu kırılan <B>İbrahim</B>'e, adalesi çeken <B>Hidayet</B>, bileği ağrıyan <B>Harun</B> ve zaten sakat olan <B>Hüseyin </B>de eklenmişti. Hücum silahlarımızın olmayışı elbette skor gücümüzü azaltmıştı. Aydın Örs'ün amacı da bu maçta diğer oyuncularımızın neler yapabileceğini görmek, savunmada nasıl mücadele edebileceklerini anlamaktı.
Hücum silahsız 12 Dev Adamımız ilk yarıda istediğini sahaya pek yansıtamadı. Savunmayı zaman zaman becerebildik ama güçlü Yugoslav takımı karşısında hücumu çok da iyi yaptığımız söylenemez. Özellikle çember altı savunmasında da aksayıp, bu bölgeden sayı çıkartamayınca, deneyimli Yugoslavlar farkı 19 sayıya dek taşıdılar. Tüm umutlarımız kırılmıştı. Ama millilerimiz mücadele güçlerini yitirmemişlerdi.
FARKI ERİTTİK AMA...
İşte bu hırs ikinci yarıda sahaya son derece olumlu yansıdı. Savunmamızı derleyip toparladık. Ömer ve Mirsad canlı savunmalarıyla takımı ateşleyince hücum organizasyonundan da verim almaya başladık. Bu mücadele gücü ve arzusuyla son Avrupa şampiyonu Yugoslavya karşısında farkı erittikçe erittik, hatta skora denge bile getirdik. Ama oyunun son bölümünde basit hatalar yaptık. Deneyimli Yugoslavlar da özellikle müthiş şutör Stojakoviç ile bu hatalarımızı cezalandırdılar ve maçı kazanmayı bildiler.
Sonuçta bir hazırlık maçını yitirdik. Üstelik önemli sakatlarımız da vardı. Ancak sevindirici olan, oyuncularımızın yürekli, hırslı ve arzulu mücadeleleriydi. İkinci yarıda verdikleri savaş bize Indiana öncesinde çok olumlu işaretler verdi. Biz böyle takım gibi oynarsak, eksiklerimiz de olsa, sakatlarımız da bulunsa, amacımıza ulaşırız.
Yazının Devamını Oku 3 Ağustos 2002
<B>BREZİLYA</B> maçı, bizim açımızdan çok önemliydi. Dünya Şampiyonası'nda, aynı grupta bulunduğumuz bu takım karşısında, ne yapacağımızı görmek istiyorduk. Brezilya, son derece sert müdafa yapabilen ve hızlı hücum eden bir takım, bu takıma karşı kazanmak için aynı sertlikte cevap vermek lazım. Ancak biz maça, çok yumuşak başladık. İçeriyi zorlayamadığımız gibi, dışarından da istediğimiz isabetli atışları bir türlü yapamadık. Buna bir de ribaund eksikliğimiz eklenince, Brezilya hemen öne fırladı. Ancak daha sonra toparlanıp müdafayı sertleştirdik ve oyuna ortak olduk. Şunu açıkça söylemek gerekir ki, basketbolda şuta dayalı oyun, iki ucu keskin bıçak gibi. Tutarsa, rakibi darmadağın edebilirsin ama tutmazsa dün olduğu gibi sahadan boynu bükük ayrılırsın.
Dün geceki maçta Brezilya karşısında silahlarımızın pek de iyi işlediği söylenemez. Bizim için gerekli olan savunmayı bir türlü yapamadık. Hızlı hücum silahımızı hiç kullanamadığımız gibi, dış atışlarda da son derece düşük bir yüzde ile oynadık. Buna karşın rakibin iki etkili ismi Machado ve Varejao'nun etkilerini azaltamadık. Bu iki oyuncu, potamıza toplam 50 sayı atarken, bizden sadece Hidayet skora katkı yapabildi.
TAKIM OLMAK
Şanssız bir sakatlık yaşayan İbrahim hepimizi üzerken, hasta hasta oynayan Mirsad çabuk yoruldu. Açıkçası dün istediklerimizin hiçbirini yapamadık. Hal böyle olunca da, galibiyet düşleyerek geldiğimiz salondan üzgün ve sorunlu ayrıldık. İbrahim'in durumu Milli Takımımız'ı mutlaka olumsuz etkileyecektir. Ancak takım olmak böyle sıkıntıların altından kalkmaktan geçer. Daha önümüzde uzun bir zaman var. İnşallah dünkü maçtan gerekli dersleri alır ve aynı hataları bir kez daha tekrarlamayız. Böyle yumuşak oynarsak ve pas, hareket yüzdemizi bu kadar aşağıda tutarsak, arzuladığımız hedeflere varamayız. Dünü unutup ileriye bakmak gerek. Adı üzerinde bu bir hazırlık maçı. Yeter ki gerekli dersler çıkartılabilsin.
Yazının Devamını Oku 2 Ağustos 2002
<B>BU </B>Milli Takım, her geçen gün daha iyi oluyor. Dünkü Angola maçı, bir önceki Çin maçına oranla çok daha etkili basketbol oynadığımız bir karşılaşmaydı. Şurası bir gerçek ki, Türk Milli Takımı istediği anda basketbolun kralını oynayabiliyor. Şu andaki sorunumuz bu oyunu tüm maç süresine yayamamamız. Zaman zaman tempoyu bulup harika işler yapıyoruz, zaman zaman da tempoyu kaybedip, hem savunmada hem hücumda duraksıyoruz.
Bizim Milli Takımımız'ın en büyük silahı savunma. Yıldız oyuncularımız iyi savunma yaptıkları zaman, hücumda da son derece moralli oluyorlar. Bu da onların hem daha etkili hücum yapmalarına hem de daha isabetli şut atmalarına yol açıyor.
ANGOLA YABANA ATILMAMALI
Angola hiçte yabana atılacak bir takım değil. Son derece sert ve mücadeleciler. Ayrıca müthiş tempolu oynuyorlar. Tüm bunların yanı sıra bütün Dünya kupalarına ve olimpiyatlara katılmak gibi önemli bir de deneyim avantajları var. İşte böyle bir takım karşısında çok iyi savunma yaptığımız bölümlerde oyunu rahatça sürükleyip farkı açtık. İbrahim yine skorer kimliğini konuştururken, Harun bir gün önceki gibi takımın yıldızları arasına ismini yazdırdı. Hidayet bu kez daha etkili gözüktü. Mirsad yine ribaundların hakimiydi.
Milli Takımımız'daki en belirgin özellik oyuncuların birbirleriyle dayanışma içinde oluşları ve son derece özverili bir şekilde mücadele etmeleri. Bu durum da takım olma yolunda bize büyük bir avantaj getiriyor. Biliyoruz ki, biz takım halinde mücadele ettiğimiz zaman aşamayacağımız engel yok. Süper yıldızlarımız da bu bilinç içinde birbirlerine sürekli destek vererek, basketbol oynamaktan keyif alıyorlar. İşte bu keyif ilerleyen günlerde daha da büyüyüp, bu takımın Indiana'da çok iyi sonuçlar almasına yol açacak. Her geçen gün yükselen artı değerlerimiz maksimuma vardığında, inanın ülke olarak büyük zaferler yaşayacağız.
Yazının Devamını Oku 1 Ağustos 2002
<B>DÜNYA</B> Şampiyonası öncesinde Çin maçı bizim için önemli bir hazırlık sınavıydı. Şunu açıkça söyleyebilirim ki, Milli Takım turnuvanın ilk maçında bizden olumlu puanlar aldı. Oyunun ilk yarısının önemli bir bölümünde yapılan savunma, 12 Dev Adamımız'ın takım olma yolunda önemli adımlar attığının göstergesiydi. Yıldızların en önemli eksikliği savunmayı pek sevmemeleridir. Ancak dün gördük ki Hidayet de, İbrahim de, Mehmet de, Kerem de, hemen hepsi hatta savunmayı sevmez denilen Harun bile büyük bir özveriyle bu görevi yerine getirdi.
Hücumda İbrahim'in faul problemiyle kenara alındığı 3. periyotta çektiğimiz sıkıntı dışında, fazlaca bir sorunumuz yok gibi. Doğru atışları buluyoruz. Ama isabet sağlayamıyoruz. Bu da kanımca geçici bir sıkıntı. Nitekim son bölümde. İbrahim ve Harun ikilisi bu sıkıntıya klaslarıyla son verince Çin'in tüm direnme gücü kırılıp gitti.
BÜYÜK DAYANIŞMA
12 Dev Adamımız'ın bir diğer olumlu özelliği ise takım içinde dayanışmanın son derece artmış olması. Başarılı olmanın getirdiği özgüven, tüm oyuncuları birbirlerine daha da yakınlaştırmış. Daha doğrusu kenetlemiş. Yaptıkları jestler, oyun içinde birbirlerine verdikleri mücadele azmi bunun en açık göstergesi.
Çin takımının 2.23'lük devi NBA patentli Yao Ming önemli bir silah. Bu da ribaund farkı olarak Asya Şampiyonu adına olumlu yansıdı. Ama dedik ya, dayanışan ve birlikte mücadele eden Türk Milli Takımı, bu önemli dezavantajın üstesinden gelmesini bildi.
Kısacası şampiyonaya daha 1 ay var. Ve biz giderek daha iyi bir takım olup, Indianada'da önemli işler yapacağımızın işaretini dün aldık.
Yazının Devamını Oku 15 Haziran 2002
<B>48</B> yıl sonra katıldığımız Dünya Kupası'nda ikinci turdaki rakibimiz Japonya. Dün Tunus'u 2-0 yenerek grubunda birinci olan Japonya, hiç de öyle küçümsenecek bir takım değil. En önemlisi kendi evlerinde oynuyorlar ve takımlarını çılgınca destekleyen seyircilerinin avantajını çok iyi kullanıyorlar.
Futbol tekniği ve yeteneği olarak bakıldığında, bizim ekibimizin, daha yetenekli oyunculardan kurulu olduğunu görüyoruz. Japonya, bireysel yetenekleri sınırlı olan futbolculara sahip, ama son derece çabuk ve tempolu bir takım görüntüsünde. Özellikle süratleri ve inatçılıkları bizim için en büyük tehlike. Çalımı yiyen pes etmiyor, koşup tekrar rakibinin önüne geliyor. Bu takım ile ancak onlar kadar koşarsanız ve çok adamla üzerine gidebilirseniz, başarılı olabilirsiniz. Bu da bizim pek yapabildiğimiz bir şey değil.
DİSİPLİNİ ELDEN BIRAKMIYORLAR
Ayrıca Japon takımı, insanı sinirlendirecek kadar çok disiplin içinde oynuyor. Bu da kolay kart gören oyuncularımız için bir başka sorun. Japon takımının orta saha ve forveti, savunmasına oranla daha etkili. Savunması ise kolay açık verebiliyor. Bunu değerlendirmek için mutlaka koşmak ve mücadele etmek gerek. Defansta Tsuneyasu Miyamoto aşılması zor bir futbolcu. Orta sahada Hiroaki Morishimo, Junichi İnamoto çabuk ve etkili oyuncular. Gol bölgelerinde ise Hidetoshi Nakata ile Takayuki Suzuki grup maçlarında neler yapabileceklerini gösterdiler.
Sonuç olarak baktığımızda Japonya yenilmeyecek bir takım değil. Yeter ki, bu tempolu takım karşısında tekniğimiz ile mücadele gücümüzü birleştirelim ve 90 dakika boyunca savaşmayı hiç unutmayalım.
Yazının Devamını Oku 10 Haziran 2002
<B>FUTBOLDA</B> hedefine ulaşmak için öncelikle kararlı olacaksın. Dün bizim için kazanmaktan başka çare yoktu. Kazanırsak çok rahatlayıp, avantajlı konuma geçecektik. Üstelik bunun için de her şey hazırdı. Dünya Kupası futbolun vitrini. Burada bir şey yapmak istiyorsan, önce kafaca hazır olacaksın. İnanacaksın ve bunun için de sonuna kadar savaşacaksın. Savaşmak dedik ya, aklımıza geldi. Ümit Davala yeni saç stiliyle savaşçılara benzemiş ama futbol savaşçılığını yitirmiş.
Biz, koskoca ilk yarı boyunca kazanmak için hiçbir şey yapmadık. Hedefe varmak için oyunun kontrolünün sende olması yetmez. Golü bulabilmek için pozisyon üretmek şart. Görünürde topu oynayan bizdik ama pozisyon üretimimiz yoktu. Bireysel savunma hataları da işin cabası...
İkinci yarıda biraz daha ileri gitmeye başlayıp golü düşününce, pozisyonlar da peş peşe geldi. Ve dünün muhteşem bücürü Emre'nin golüylede aradığımız avantajı yakaladık.
Asıl şaşırtıcı nokta; golü attıktan sonra moralman coşup daha iyi oynayacağımız yerde, gereksiz bir panik içine girmemizdi. Herhalde dünyanın hiç bir yerinde öne geçen takımın, böylesine anlamsız bir paniğe düştüğü görülmemiştir. Nitekim oyunu kendi alanımızda kabul edip, rakibe davetiye çıkarınca olanlar oldu.
ÖĞRENMEMİZ GEREK
Elimizdeki avantaj, avucumuzun içinden kayıverdi. Futbolun en basit kuralı topu kalenden uzak tutmaktır. Bunun için de meşin yuvarlağın sende kalmasını sağlamak ilk prensip olmalı. Ama deneyim fakiri futbolcularımız ve de bu görevi kendilerine bir gömlek fazla gelen kenar yönetimimiz bu gerçeği nedendir bilinmez, göz ardı etti. Nitekim panik içinde, ‘‘Gol yemeyelim’’ derken, bizi kahreden o top filelerimize gitti. Böylesine önemli turnuvalarda nasıl oynandığını öğrenmemiz gerek.
Şimdi artık direksiyon bizim elimizden çıktı. Bundan sonra kazanmamız bile yetmeyebilir. Dün öyle bir gol yedik ki, tam ‘‘ayıkla pirincin taşını’’ dedirtecek biçimde. Artık hayıflanmanın hiçbir yararı yok. Dilerim bugüne kadar almadığımız dersi burada almışızdır. İşte tecrübe denen şey de bu olsa gerek.
Şunu da hemen söyleyelim, maç öncesi çok korkup güvenemediğimiz Benin'li hakem Codjia'nın da hiçte korktuğumuz gibi olmadığını gördük.
Yazının Devamını Oku 14 Şubat 2002
Türk basketbolu ve Türk sporu, Hidayet'le ne kadar gurur duysa yeridir. Dün Sacramento'da güçlü San Antonio karşısında izlediğim Hidayet, şampiyonluğa oynayan Kings takımının önemli bir parçası olduğunu bizlere gösterdi. Bunu sadece ben değil, karşılaşmayı birlikte izlediğim Basketbol Milli Takımımız'ın teknik patronu Aydın Örs, yardımcısı Çetin Yılmaz ve Menajer Doğan Hakyemez de söylüyor.
Hidayet belki Sacramento'da ilk beş başlamıyor. Ama, aldığı önemli süre içinde üstlendiği görevler ile takımını başarıya götüren isimlerin başında geliyor. Şurası bir gerçek ki, Hidayet takım içinde arkadaşları tarafından hem çok seviliyor, hem de saygı görüyor. Maçtan sonra konuştuğumuz takımın yıldızı Chris Webber, gözlerinin içi parlayarak Aydın Örs'e, ‘‘Çok iyi bir oyuncunuz var. Dünya çapında klas. Ve de çok yetenekli’’ derken, onunla birlikte oynamaktan duyduğu sevinci dile getiriyordu.
GURUR VERİYOR
Hidayet, her şeyden önemlisi savunmasıyla takımına direnç ve tempo getiriyor. Ayrıca zamanında verdiği paslarla atmak kadar, attırmaktan da zevk aldığını herkese gösterip, basketboldan çok iyi anlayan Sacramento seyircisinin de beğenisini kazanıyor.
Hedo, Sacramentoluların öyle bir sevgilisi olmuş ki, onu yere göğe sığdıramıyorlar. Bunları burada görüp, yaşamak bir Türk basketbolseveri olarak gerçekten gurur verici.
Milli Takım teknik patronu Aydın Örs de Hidayet'in bu görüntüsüyle Dünya Şampiyonası'nda çok iyi işler yapacağını söylerken, Hidayet de oynadığı basketbolla hocasına ‘‘Sen hiç merak etme’’ mesajını gönderiyordu.
Kısacası, dün Sacramento'da gerçek bir dev Türk'ü izlemenin ve oynadığı güzel basketbolu alkışlamanın mutluluğunu yaşadık. Helal olsun Hido. Hep böyle devam.
Yazının Devamını Oku