8 Haziran 2004
14 yıl sonra finale çıkan ve deplasmanda favoriyi deviren Pistons’ta, Billups, Ben-Rasheed Wallece ve Hamilton birer makina gibi işledi. Shaq ile ayakta durmaya çalışan Lakers hayal kırıklığı yaşattı. Ve maç sonunda ‘Kötü Çocuklar geri geldi’ denildi.
GEÇMİŞİ başarılarla dolu Detroit Pistons’un 1980’li yıllarda ki lakabı, NBA’nin Kötü Çocukları’ydı. Bu lakabı sahada yaptıkları agresif savunma, verdikleri kavgacı mücadele sonucu elde etmişti.
Ama yıllar kötü çocukları yumşatmış ve Detroit final yüzü göremez olmuştu. Tam 14 yıl sonra finale çıkan ve deplasmandaki ilk rendevuda favori Lakers’ı deviren Pistons’ta, yine o Kötü Çocuklar’ın ortaya çıktığını gördük.
Kötü Çocuklar, Lakers’ın yıldızlarına öyle bir savunma yaptılar ki, sahasında coşan bu takım ancak 75 sayı atabildi. Shaq ve Kobe dışında kimsenin çift haneli sayılara ulaşamaması da Kötü Çocuklar’ın ne kadar iyi savunma yaptıklarının bir başka göstergesi.
Shaq yetmedi
Shaq dedik ya, ona hemen bir parentez açalım. Bu dev, Los Angeles Lakers’ın her şeyi. Dün gece de Detroit Pistons’a tek başına kafa tutmaya çalıştı. 34 sayı, 11 ribaundla maçı tamamladı. Ancak yanına son bölümde Kobe Bryant hariç, kimseyi bulamayınca Lakers için yenilgi kaçınılmaz oldu. Çünkü basketbolda adı Shaq bile olsa, bir kişinin 5 kişiyi yendiği görülmemiştir.
Silahları kilitlenen, skor üretmekte zorlanan Los Angeles Lakers hücum düzeniyle hayal kırıklığı yaratırken, savunmada da çok hata yaptı. İşte bu hataları iyi değerlendiren Ben-Rasheed Wallece, Prince, Billups ve Hamilton birer makina düzeni içinde işleyerek Detroit Pistons’u zafere götürdü.
Memo’yu az oynattı
Bu arada NBA’deki gururumuz olan Mehmet Okur da, Kötü Çocuklar’ın zafer gecesine az da olsa katkı yaptı. Sahada kalabildiği kısa süre içinde dev Shaq ile boğuşan ve o bölümde onun etkinliğini azaltan Okur’un da bu galibiyette katkısı olduğunu söylemek gerek.
Shaq gibi bir devle korkmadan mücadele etmek, onunla fiziki savaş içine girebilmek öyle herkesin harcı değil. Mehmet oyunda kaldığı kısa süre içinde bunu çok iyi yaparken, coach Larry Brown’un ona bu kadar az süre vermesine şaşırmadım değil. Ancak serinin ilerleyen maçlarında Memo’nun çok daha fazla süre alacağına inanıyorum. Çünkü Kötü Çocuk yüreği onda da oluşmuş.
Shaq’dan, magdan korkmuyor.
Detroit, finalin ilk randevusunda dezavantajı avantaja çevirdi. Rakibini iyi inceleyip çözen Larry Brown’un işi bundan daha zor. Ünlü seyircileri önünde beklenmedik bir tokat yiyen ve rezil olan Lakers yıldızları, ilerki maçlarda bunun acısını çıkartmaya çalışacaklardır.
Brown’un işi zor
Kısacası önümüzde heyecan, gerilim ve basketbol dolu bir final serisi var. Bakalım nefesleri kesen bu final sonrası birbirleriyle dayanışan ve takım halinde mücadele eden Kötü Çocuklar mı, yoksa bireysel yıldızlarıyla ön plana çıkan yıldızlar topluluğu LA. Lakers mı sevinecek?..
Yazının Devamını Oku 19 Nisan 2004
<B>TÜRK</B> basketbolunun iki devinin kupa randevusunda <B>Ergin Ataman’</B>ın tuzağı iyi işleyince zafer Ülker’in oldu. Maç öncesi baktığımızda Efes Pilsen, başarıya bir sistem içinde arıyor, Ülker ise bireysel yıldızlarıyla sonuca gitmeyi hedefliyordu. Efes Pilsen Coachu Oktay Mahmuti, ‘Kendi oyunumuzu oynayıp iyi savunmayla onları durduracağız. Özellikle dış adamlarına dikkat edeceğiz’ diyordu. Ergin Ataman da, ‘Ligde bizi içeriden oynayarak yenmişlerdi. Eğer zorda kalırsam, 4 kısaya dönüp, onları da bu oyuna çekeceğim ve bireysel yıldızlarla işi bitireceğim’ diyordu.
İbrahim’i diri tutmak için ilk 5’te kullanmayan Ataman, 8. dakikadan sonra kaptanını sahaya sürüp, 4 kısalı oyuna dönünce de tuzağını kurnmuş oldu. Ataman’ın bu tuzağına Mahmuti düşünce Efes’in işleyen düzeni aksamaya başladı. Buna karşı bireysel yıldızları olan Ülker’de önce İbrahim, sonra da Blair devreye girince, oyunun direksiyonu hep turuncu yeşillilerde kaldı. Efes Pilsen çember altı zenginliğini kullanmazken, çareyi dış atışlarda aradı. Ama bu kez de Langdon’la hayal kırıklığı yaşadı.
Yıldızların önemi
İyi savunma yapıp daha çok ribaund alan Ülker’de oyunun son bölümünde maça damgasını vuran isim de bir başka yıldız Petar Naumoski oldu.
Dünkü maç bir kez daha basketbolda yıldız oyuncunun ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından ilginçti. Ülker, İbrahim ve Naumoski ile güçlü rakibini dize getirirken, bu iki yıldız takım sıkıştığı anda neler yapabileceklerini herkese kanıtladı.
Efes Pilsen’nin ise her zaman işleyen sistemi, Ülker tuzağına takılıp arıza yapınca, kupa yıldızlarıyla istediğini rakibine kubul ettiren Ataman’ın oldu.
Ben bu güzel mücadeleyi veren iki takımı da kutlarken, Ülker’in bu sezon ilk kez yıldızlarına yaptığı yatırımının karşılığını aldığını vurguluyorum.
Yazının Devamını Oku 1 Nisan 2004
<B>ŞU </B>basketbol gerçekten soluk kesen bir oyun. Neyin, ne zaman değişeceği hiç belli olmuyor. Tam kazandım derken, bir yerlerden mucizevi bir şut çıkıyor ve elinizdeki maç, parmaklarınızın ucundan kayıp gidiyor. İşte Efes, dün Bologna'da Skipper ile oynadığı Final-Four yolundaki final maçında böyle bir dramı yaşadı.
Tüm maçı önde götüren, rakibine her alanda üstünlüğünü kabul ettiren temsilcimiz, bitime 3.5 saniye kala Basile'nin üçlüğüne engel olsa, belki şimdi Final-Four şarkıları söyleyen biz olacaktık. Ama ateşli Bologna seyircisi önünde basketbol adına doğruların çoğunu biz yapmamıza rağmen, 2 kader anının önüne geçemedik. Bunlardan birincisi sahanın en iyilerinden biri olan Ender'in tam fastbreak'e çıktığımız anda kayıp, düşüp mutlak hücum şansını rakibe kaptırması, bir diğeri de Basile'nin el üstünden çıkardığı son atışın çemberimizde isabet bulmasıydı.
Minik minik hatalar
Kazanmaktan başka çaresi olmayan Oktay Mahmuti, bunun için iyi defans yapılması, ribaund alınması ve rakibe hızlı hücum şansı tanınmaması gerektiğini söylüyordu. Ayrıca, hücumda da oyuncularımızdan çok daha fazla hareketli olmalarını istemişti. Bunların hepsi yapıldı. Zaman zaman yoğunlaşan savunmamız, Skipper seyircisini bile umutsuzluğa itti. Ribaundlarda rakibe 31-29'luk üstünlük sağladık. Bir kere bile hızlı hücum şansı tanımadık onlara. Ama oyun içinde yaptığımız minik minik hatalar belki de bize çok pahalıya maloldu. Gereksiz top kayıpları (15 adet), zaman zaman savunma dalgınlığı, zaman zaman da hücumdaki isabetsiz atışlar.
Tüm bunlara karşın, yine de kazanabilirdik ve hepsine mücadeleleri için tebrikler. Ama Prkaçin ve Nikolic'in sadece 4 sayıda kalmaları, belki de hedeften sapmamızın en önemli nedeniydi. İstanbul'da 2 sayıyla yendiğimiz İtalyan ekibine rövanşta 1 sayı ile yenildik. Ama o gereksiz Olimpija yenilgisinin anlamı işte şimdi ortaya çıktı. O savrukluk belki de bizi Final-Four'dan etti. Yazık ki, yazık.
Yazının Devamını Oku 10 Eylül 2003
Takımımız Dünya Şampiyonası'ndan bu yana gerçekten çok büyük bir gelişme kaydetti. Her şeyden önce sonuna kadar mücadele ediyor. Kazanmak için hep birlikte varlarını yoklarını ortaya koyuyor. Ancak elenmemizdeki en büyük neden küçük ayrıntılardı. BASKETBOL Milli Takımımızın oynadığı oyunla aldığı sonuç asla doğru orantılı değil. Bir kere bu takım geçen yılki Dünya Şampiyonası'ndan bu yana gerçekten çok büyük bir gelişme kaydetti. Her şeyden önce sonuna kadar mücadele ediyor. Kazanmak için hep birlikte varlarını yoklarını ortaya koydular.
Geçmişte korkarak çıktığımız Sırbistan karşısına artık kazanmak için çıkıyoruz. Elimizden kaçırdığımız için biz üzülüyoruz. Onlar galibiyete çılgınca seviniyorlar. Bu Türk basketbolu için çok önemli bir gelişme. Ancak basketbolda zafere giden yol, küçük ayrıntılarda gizli. Her şeyi yapıp kazanamamamızın nedeni de bu küçük ayrıntılar.
Nedir bunlar?
* 1- Verdiğimiz mücadeleyi tüm maç boyunca dağıtamıyoruz.
* 2- Oyunun kırılma noktası dediğimiz kritik anlarda çok basit ve olmayacak hatalar yapıyoruz. Bu da zaman zaman bazı oyuncuların ön plana çıkıp, maçın kahramanı olma isteğinden kaynaklanıyor.
* 3- İyi bir hücumdan sonra hemen gevşiyoruz. Attığımız baskete sevinirken, karşılığını hemen görüyoruz.
* 4- Bizim dış adamlarımız içeriye penetre edip, çember altını zorlayacakları yerde, şut atmayı tercih ediyor. Bu da zaman zaman hücum dengemizi bozuyor.
* 5- Ribaundlarda büyük bir zaafımız var.
* 6- Takım olma yolunda büyük aşama kaydettik ama henüz bunu maksimuma çekemedik. Yüzde 45-50'lerdeyiz.
* 7- Hücumda az pas yapıp, rakiplere oranla daha az hareket ediyoruz.
* 8- Bu turnuvada normal şut yüzdemizin çok altında kaldık.
Adaleti yok
Kenar yönetime gelince... Teknik yönetimin bence çok büyük hatası yok. Eleştirebilecek tek nokta, bizim için dönüm maçı olan Yunanistan karşısında farklı öndeyken o ana kadar hiç oynamayan ve hazır olmayan Hüseyin'in sahaya sürülmesiydi. Hüseyin'in oyunda kalmasıyla fark da eridi. Onun dışında teknik yönetim gerçekten tüm maçları iyi yönetti. Ama oyunun kırılma noktalarında oyuncu egolarına karşı yapacak bir şeyleri yoktu.
Biz mücadele ve oyun olarak her şeyi yaptık. Bir tek şeyi beceremedik. Kritik anlarda sakin kalıp maç kazanmayı bir türlü öğrenemedik. Biz İstanbul'a dönerken, 20 sayı fark yiyen İtalya ve İsrail'in ilk 8 içinde yer almasına da sporun adaleti değil diyorum.
Adaleti yok
Şunu da söylemek lazım ki, 12 Dev Adam mücadelesiyle takdir topladı ama bunu sonuca yansıtamadı.
Asıl bizim için önemli olan kaybettiğimiz Sırbistan maçı değil, Yunanistan maçıydı. Bu maçta da yine hataları biz yaptık ama hakemlerin kötü yönetimi elbette etkendi. Ayrıca FIBA'da da çok çirkin oyunlar oynanıyor. Bazı takımlar özellikle Yunanistan FIBA Avrupa Başkanı Vasilya Popoulos tarafından çok kollanıyor. Buna karşı ciddi bir lobi çalışması yapmamız gerekiyor.
Bundan sonrası için öyle sanıyorum ki Aydın Örs görevi bırakacağının işaretini vedi. Bence onun yerini dolduracak ismlerin başında Ergin Ataman geliyor.
Yazının Devamını Oku 9 Eylül 2003
KADERE bak. Geçen şampiyonanın iki finalisti bu kez, <B>‘‘yaşam maçında’’</B> karşı karşıya geliyorlar. Ve bu mücadelede gülen yine Sırplar oluyor. Oysa, biz, kazanmak için gerekli her türlü mücadeleyi sahaya koyduk. Ama, bu kez silahşörlerimiz dış atışlarda bekledikleri yüzdeyi bulamayınca, bütün hayallerimize veda ettik. Oysa, her şey ne kadar iyi başlamıştı. İyi savunmamızı, akıllı hücumla birleştirip, her topu çember altına indiriyor ve oradan da skor üretiyorduk.
Deneyimli rakip
Aydın Örs, Sırpların çember altı zaafını bildiği için her topun bu bölgeye indirilmesini istemişti. Bu, yapılınca da Avrupa Şampiyonaları'nda ilk kez Sırbistan'ı devirme umutları belirdi. Ama, topu içeriden oynamak yerine isabetsiz dış atışlarda ısrar edince, deneyimli Sırplar, oyunu hiç bırakmadılar.
Stojakoviç'in sakatlığı bizim için bir şanstı. Ama bunu da değerlendiremedik. Rakibin tüm uzunları faul problemi yaşıyordu. Her topun çember altına inmesi gerekiyordu. Ama, nedense bunu yapamadık. Deneyimli ve böyle maçları oynamaya çok alışkın olan Sırplar, eksik kadrolarına karşın, bizim hatalarımızın cezasını hemen kestiler. Oyunun son bölümünde 6 sayı geri düşmemize rağmen kazanma şansını yakaladık. Ama Jariç'in turnikesini Mehmet Okur sadece izleyip, hiç müdahale etmeyince belki de galibiyet şansını yitirdik.
Kırılma noktası
Şurası bir gerçek ki, bizim en büyük eksiğimiz kritik anlarda çok hata yapmamız. Dün oyunun kırılma noktası diye adlandırdığımız bölümlerde, biz minik minik hatalar yaparken, Sırplar bu bölümleri yanlışsız oynadılar.
Ne diyelim, kader böyle imiş. Bu kez iyi mücadele ettiğimiz bir turnuvada, emeğimizin karşılığını alamıyoruz. Son 10 yılın belki de en kötü derecesini elde ettik. Ama, mücadelemizin ve oyunumuzun karşılığı hiç bu değildi. Dün, yıldızlarımız Hidayet ve İbrahim'i yeteri kadar devreye sokamayınca, Mirsad da boş atışları sürdürünce, bir daha böyle yakalayamayacağımız Sırbistan&Karadağ'ı elimizden kaçırıp, Olimpiyat hayallerimize yine veda ettik.
Yazının Devamını Oku 8 Eylül 2003
<B>GALİBA</B> biz işimizi kolay yapmayı sevmiyoruz. Dünkü Hırvatistan maçı bunun en açık kanıtı. İş üçüncü periyoda gelmiş, bitime 5 dakika var. Fark da çıkmış 10 sayıya... Hırvatlar teslim olmak üzereler. İşte o anda yapılan iki hata, uyuyan Hırvatları uyandırıyor. Bereket versin ki, bu kez kazanmaya kararlıyız. Her ne kadar hakemler garip düdükler çalsa da, dünya üzerinde görülmemiş bir sportmenlik dışı faul işaret etseler de, bunların hiçbiri kazanmayı kafasına koymuş kararlı insanların hedefini değiştiremezdi.
Biz ilginç ve kapasiteli bir takımız. Gerçekten silahımız da çok fazla. Ama nedense her maçta bu silahlarımızdan bazıları tutukluk yapıyor. Bir gün önce Hidayet tutuktu, dün susma sırası Mehmet Okur'a gelmişti. Ama o da tutukluğunu maçın son bölümünde üzerinden atınca, arzuladığımız galibiyete ulaştık. Hidayet, bir gün önceki hatalarından arınmış, son derece olumlu oynarken, İbrahim dün tam bir liderdi. Kritik anlarda peş peşe üçlükleri yolladı ve bir yıldızın neler yapabileceğini herkese kanıtladı.
Küçük dev adam
Milli Takımımız'ın dünkü en büyük kazancı bence küçük dev adam Ender Arslan'dı. Kerem'in boşluğunu çok iyi doldururken, kritik anlarda skorer kimliğini de konuşturdu. Mirsad, ribaunt sıkıntısı çektiğimiz maçta (47'ye 31) savaşçı kimliğini konuşturup takımı ateşlerken, bu maçı bu noktalara hiç getirmemeliydik diye düşünüyoruz. Ama dedik ya, biz, kolayı sevmiyoruz.
Dün bizleri hop oturup, hop kaldıran 12 Dev Adam'ın ikinci yarıda yaptığı başarılı alan savunması galibiyetin en önemli rolüydü.
Şimdi önümüzde hayati bir Sırbistan&Karadağ maçı var. Bu maçın telafisi yok. Görülüyor ki, burada hakemler de tavırlarını pek bizden yana koymuyorlar. Dün maçın sonlarında çalınan acayip düdükler bunun belgesi.
Eğer, bugün karşımıza yaralı çıkacak Sırbistan&Karadağ'ı devirirsek, turnuvadaki yaşamımız sürecek. Bunun için de oyunun tümünü aynı ciddiyet ve sabırla oynamalıyız. Gevşemek, boşvermek bize pahalıya mal olabilir. Şimdiden uyarması. Ancak ben, son iki maçtır savaşçı kimliklerine bürünen devlerimizin bu yıl daha önce devirdikleri Sırbistan&Karadağ'ı bir kez daha yenip, Olimpiyat hedefine doğru yürüyeceklerine inanıyorum.
Yazının Devamını Oku 7 Eylül 2003
<B>BASKETBOLDA</B> en önemli nokta, psikolojik olarak güçlü kalmaktır. Siz ne kadar iyi oyuncu olursanız olun, ne kadar yetenekli olursanız olun rakibin psikolojik savaşı karşısında güçlü kalamazsanız, hem kendinize, hem de takımına zarar verirsiniz. İşte dün Hidayet kendisine yapılan faullerin acısını çıkartmak için bu psikolojik savaşta tüm sorumluluğu tek başına üstlenmeye çalışınca hata üstüne hata yaptı. Belki de yenilginin baş sorumlusu oldu. Oysa Hidayet diğer arkadaşları gibi sakin kalabilse ve maçı tek başına kopartmaya çalışmasa dün kazanmamız içten bile olmazdı.
Aydın Örs, maç öncesi Yunanlıların hakemlerle iyi oynadıklarını bildiği için oyuncularını uyarmış ve tahriklere kapılmamalarını istemişti. Tüm maç boyu bunu başarıyla yaptık. Ama Hidayet sonunda sakin kalamadı.
Oysa her şey ne kadar da iyi başlamıştı. Mehmet, Sakalidis'in zaafından faydalanmış ve biz 10 sayı öne fırlamıştık. Müthiş savunma yapıyor, inançla hücum ediyorduk. Ama sonra sertleşen ve hakemlerden destek alan Yunan savunması karşısında skor sıkıntısı çekmeye başladık.
Herşey bitmedi
Savunmada da hata yapınca Yunanlılar bundan yararlanıp öne bile geçtiler. İkinci yarıda yeniden savaşmamız gerektiğini hatırladık. Her şeyimizi ortaya koyduk. Suskun silah İbrahim devreye girdi. Ve yeniden maçı avuçlarımıza alıverdik. Fakat bu noktada takım olarak daha sakin kalmamız ve bizi bu noktaya getiren takım organizasyonunu ön plana çıkartmamız gerekiyordu. Ama dedik ya, bu psikolojik baskıyı kaldıramayan Hidayet hata yaptıkça, sinirlendi (0/4 üç sayı, 1/2 iki sayı, 2 top kaybı). Sinirlendikçe hata yaptı ve ne yazik ki, maç da avucumuzun içinden kayıp gitti.
Ancak bu her şeyin sonu değil. Hidayet de her zaman böyle kötü olmaz. Biz buralara O'nunla geldik, O'nunla devam edeceğiz. Sanıyorum dünkü baskıyı bugünkü Hırvatistan maçında üzerinden atacak. Biz biraz uzattığımız yolumuza devam edeceğiz.
Dünkü mücadele bize olumlu işaretler verdi. Yeter ki, bu baskıyı üzerimizden atalım.
Yazının Devamını Oku 6 Eylül 2003
<B>ÖNEMLİ </B>şampiyonaların en zor maçları hiç kuşkusuz ilk karşılaşmalardır. Hele bir de, işler istediğiniz gibi gitmezse, sıkıntı üstüne sıkıntı çekersiniz. İşte dün Ukrayna karşısında 12 Dev Adamımız, <B>ilk maç sendromunu</B> fazlasıyla yaşadı.Aydın Örs, oyun planını iyi savunma üzerine kurmuş ve hızlı hücumlarla rakibi bitirmeyi planlamıştı. Örs'ün dediği gibi, Türkiye ile Ukrayna arasında belli bir kalite ve klas farkı vardı. Bu farkı da gösterebilmemiz için sahada mücadele etmemiz gerekiyordu. Ama ilk periyotta o mücadeleden eser bile yoktu. Savunmada mücadele olmayınca, hücum organizasyonu da bir türlü yerli yerine oturmadı. İsabetsiz dış atışlar birbirini kovalarken, Ukrayna ribauntlardan aldığı toplarla, bizi kendi silahımız olan hızlı hücumlarla vurmaya başladı.
Moral ve inanç faktörü
Bereket versin, deneyimli oyuncularımız, özellikle Mehmet Okur ve Mirsad Türkcan farkın açılmasına izin vermediler. Son derece düşük yüzde ile şut attığımız ve savunmasızlığımız, yediğimiz 42 sayı ile belgelenen ilk yarıdan sonra savaşmak gerektiği bütün kafalara iyice girmişti.
Ömer, Haluk ve Ender bu kimlikleri ile takımı ateşleyince, sadece 10 sayıya izin verdiğimiz 3. periyodu önde bitirmeyi başardık. Moral ve inanç faktörü devreye girince, basketbolcularımız dev adamlıklarını hatırladılar. Baştan beri iyi oynayan Mehmet Okur ve Mirsad'a, savunma kimlikleri ile destek veren Ömer, Haluk ve Ender'e önce İbrahim, sonra da Hidayet katılınca, Ukrayna'nın teslim olmaktan başka çaresi kalmadı. Ancak, bu ilk maç bize önemli bir işaret vermiş olmalı. Böyle önemli turnuvalarda bu kadar düşük yüzde ile şut atarsan her zaman böyle şanslı olamazsın.
Yunanistan çok farklı
Dün bizi ilk yarıda bugün oynayacağımız Yunanistan yakalasaydı, inanın, iş çok farklı olabilirdi. Öyle sanıyorum ki, ilk maç sendromunu çabuk atlattık ve ileriye daha güvenle bakmaya başladık. Bugün oyunun son bölümündeki gibi oynarsak, işimiz daha kolay olur. Bizden hatırlatması.
Yazının Devamını Oku